Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Akın Can Başvurusu (Başvuru Numarası: 2016/13469)
0

Akın Can Başvurusu (Başvuru Numarası: 2016/13469)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
AKIN CAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/13469)
Karar Tarihi: 10/6/2020
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Kadir ÖZKAYA
Üyeler : Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Raportör : Hüseyin KAYA
Başvurucu : Akın CAN
Vekili : Av. Doğukan Tonguç CANKURT

I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto gösterisine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında orantısız güç kullanımı sonucu yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/7/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1/6/2013 tarihinde Ankara'nın Ziya Gökalp Caddesi'nde gerçekleştirilen protesto eylemine katılan başvurucu, eylem sırasında kolluk görevlisi tarafından kullanılan göz yaşartıcı gaz tüfeğinden atılan kapsülün başına isabet etmesiyle yaralanmış ve aynı gün Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi edilerek hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda "Kafasına gaz bombası gelmiş. Sağ temporalde [başın sağ kulak üstü kısmı] 5 cm lik kesi. Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu..." şeklinde bir tespit bulunmakta olup bunun dışında herhangi bir yaralanmadan bahsedilmemiştir.
10. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yaptığı suç duyurusunda, ilgili kolluk görevlilerinin ve kolluk amirlerinin yanı sıra Güvenlik Şube Müdürlüğünden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile İl Emniyet Müdürü ve Vali'den de şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, katılmış olduğu protesto gösterisinde saat 15.00-15.30 civarında bir polis memurunun elindeki gaz tüfeği ile üzerine nişan alarak kasıtlı biçimde atış yapması sonucu baş bölgesinden yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde, meydana gelen yaralanma nedeniyle ilgili kolluk görevlileri ve amirlerinden şikâyetçi olduğunu detaylı şekilde açıklarken İl Emniyet Müdürü ve Vali'den neden şikâyetçi olduğuna dair özel bir gerekçe belirtmemiştir. Başvurucu açılacak adli soruşturmada, İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinden şikâyetçi olduğundan soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığının temini için adli kolluk olarak polis yerine jandarma görevlilerinin kullanılmasını da istemiştir. Cumhuriyet savcısının bizzat yürütmesini istediği soruşturmada başvurucu öncelikle trafik kamera kaydı (MOBESE) ile olaya ilişkin kamu ya da özel kişilere ait güvenlik kamera kayıtlarının toplanmasını ve sorumlu polis memurlarının kimlik tespitlerinin yapılmasını talep etmiştir.
11. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmış, 18/7/2013 tarihinde kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun iddiaları kapsamında toplumsal bir olaya müdahale edilip edilmediğine, edildiyse gerekli uyarıların yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi istenmiştir. Yazılan müzekkerede ayrıca olay anına ilişkin varsa kolluk tarafından çekimi yapılan kamera görüntüsünün temini ile olay yerini gören kamu ya da özel kişilere ait kamera kaydının araştırılması istenmiştir. Bunun dışında başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında adli bir işlem yapılıp yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden olduğu iddia edilen polis memurunun kimlik bilgilerinin tespiti, bu mümkün değilse olay yerinde gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk personelinin kimlik bilgilerinin tespiti ile gönderilmesi istenmiştir.
12. Kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına 2/12/2013 tarihli yazıyla verdiği cevapta;
i. 31/5/2013 tarihinden itibaren çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde İstanbul Gezi Parkı olayları kapsamında Ankara'da özellikle Kızılay Meydanı ve çevresinde gösterilerin gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Söz konusu olaylarda göstericilerin güvenlik görevlilerine taş, şişe, sopa, bilye vb. gibi sert cisimlerle saldırıda bulunduğu, çevrede bulunan kamu ve özel kişilere ait eşyalara zarar verdiği vurgulanmıştır. Kolluk görevlilerince göstericilerin tamamının duyabileceği şekilde eylemlerine son vererek dağılmaları yönünde ikazlar yapıldığı ancak dağılmamakta direnen ve şiddete başvuran göstericilere karşı kamu güvenliğinin yeniden tesis edilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu ifade edilmiştir.
ii. Başvurucu hakkında tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, devletin egemenlik alametlerini alenen aşağılama, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme, kamu malına zarar verme, yaralama, silahlı terör örgütüne üye olma, mala zarar verme, iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçları kapsamında Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından adli işlem yapılarak dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığının ilgili birimine iletildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun 1/6/2013 tarihinde Ziya Gökalp Caddesi üzerinde gerçekleştirilen eyleme katıldığı, tanınmamak için yüzünü bezle kapattığı, kolluk görevlilerine taş attığı yönünde kamera kaydı bulunduğu belirtilerek bu kayıttan alıntılanan üç fotoğraf yazı ekinde sunulmuştur. Söz konusu fotoğraflardan başvurucunun yüzünün bir kısmının bezle kapatılmış olduğu, elinde taş olduğu ve taş attığı tespit edilebilmektedir. Başvurucu hakkında ayrıca 2911 sayılı Kanun'a muhalefet, görevi yaptırmamak için direnme, nitelikli kasten yaralama, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret, nitelikli hırsızlık, mala zarar verme, kamu malına zarar verme, ulaşım araçlarının alıkonulması suçlarından adli işlem yapıldığı ve soruşturma evrakının Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirildiği de ifade edilmiştir.
iii. Ankara genelinde Gezi Parkı eylemleri kapsamında gerçekleştirilen gösterilere ve bunlara yapılan müdahalelere ilişkin olarak kolluk görevlileri tarafından düzenlenen toplam dört Olay ve Yakalama Tutanağı ile bir İkaz Tutanağı Cumhuriyet Başsavcılığına verilen cevap yazısı ekinde sunulmuştur. Anılan tutanaklarda il genelindeki gösterilerin nasıl ve ne şekilde geliştiği, gruplara müdahale şekli, hangi göstericilerin ne zaman yakalanarak gözaltına alındığı gibi çeşitli bilgilere yer verildiği görülmektedir. Tutanak içeriklerinde -başvurucunun da yaralandığını belirttiği- Ziya Gökalp Caddesi'ndeki göstericilere olay tarihinde tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğundan bahsedilmesine karşın başvurucunun yakalanarak gözaltına alındığı bilgisine yer verilmediği anlaşılmaktadır. İkaz Tutanağı'nın ise Millî Müdafaa Caddesi'ndeki göstericilere yönelik yapılan ikazlara ilişkin düzenlendiği görülmektedir.
iv. Başvurucunun yaralanmasına neden olan polis memurunun kimlik tespitinin yapılamadığı zira olayların kapsamının büyüklüğü nedeniyle il dışından da birçok kolluk personelinin görevlendirildiği ifade edilmiştir. Ayrıca Başbakanlık merkez binasının göstericiler tarafından işgal edilmeye çalışılması nedeniyle görev yerleri farklı birçok kuvvetin bu alana kaydırıldığı, bu nedenle başvurucunun şikâyetine konu olayın meydana geldiği bölge çevresindeki görevli tüm kolluk personelinin isim listesinin gönderildiği belirtilmiştir. Anılan listede ellisi gaz kullanmaya yetkili olduğu belirtilen yüzlerce kolluk görevlisinin isminin bulunduğu görülmektedir.
v. MOBESE görüntülerine ilişkin olarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen 30/7/2013 tarihli tutanakta, bahse konu bölgede 6/7/2013 günü saat 04.00'ten öncesine ait görüntü bulunmadığı, ayrıca veri tabanının bir ay süreyle kayıt tuttuğu belirtilmiştir. Ayrıca üç farklı özel kişiye ait işyeri güvenlik kamera görüntülerine ikisi on beş ve otuz günlük kayıt sakladığı, biri ise olay tarihinde yeni kuruluyor olduğu gerekçesiyle erişilemediğine ilişkin tutanaklar düzenlenmiştir. Öte yandan Kent Güvenliği Yönetim Sistemi'nin (KGYS) olay yerine ait 1/6/2013 günü 15.00 ile 17.00 saatleri arasındaki görüntüleri ile kolluğun ilgili birimi (Foto Film Şube Müdürlüğü) tarafından kaydedilen görüntülerin temin edilerek gönderildiği belirtilmiştir.
13. Cumhuriyet Başsavcılığı, kolluğun gönderdiği toplam altı DVD içindeki kamera görüntüleri ve fotoğraflar ile başvurucu tarafından dosyaya sunulduğu anlaşılan bir DVD içindeki fotoğrafları, inceleyip rapor hazırlamak üzere veri hazırlama ve kontrol işletmeni olan bağımsız bir bilirkişiye 30/3/2016 tarihinde tevdi etmiştir. Bilirkişi raporunu dosyaya 31/3/2016 tarihinde sunmuştur. Raporda;
i. Başvurucu tarafından dosyaya sunulan DVD içinde on yedi fotoğraf bulunduğu, fotoğrafların polis memurlarının -nerede ve hangi gösteride olduğu bilinmeyen- göstericilere yaptığı müdahaleleri gösterir mahiyette olduğu belirtilerek bu fotoğraflardan üçüne yer verilmiştir. Bu üç fotoğrafta polis memurlarının göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini -kullanım talimatına aykırı olarak- yatay pozisyonda kullandığı görülmektedir.
ii. KGYS görüntüleri olduğu anlaşılan fakat raporda MOBESE olarak belirtilen iki DVD içindeki toplam altı video dosyasının olay yerini gösterir hareketli kamera kaydı olduğu, görüntülerde Kızılay Meydanı'na ilerleyen çok sayıdaki göstericiye polis müdahalesinin ardından geri çekildiği ve başvurucunun yaralanmasına ilişkin bir görüntünün tespit edilemediği belirtilmiştir. Görüntülerden alıntılanan toplam yirmi altı fotoğrafa raporda yer verilmiştir. Fotoğraflardan bir kısım göstericinin yüzlerini bezle kapattığı, ellerinde sopa veya flama bulunduğu, yer yer göz yaşartıcı gaz kullanıldığı tespit edilebilmektedir.
iii. Kolluğun ilgili birimi tarafından kaydedilen ve toplam dört DVD içinde sunulan içerikte, üç kamera görüntüsü ile 819 fotoğrafın bulunduğu belirtilmiştir. Görüntülerin Kızılay Meydanı'nın farklı bölgeleri ile Yüksel Caddesi ve Karanfil Sokak'a ait kayıtlar olduğu, süreklilik arz etmediği ve toplam 178 dakika 17 saniye sürdüğü ifade edilmiştir. Başvurucunun yaralanmasına ilişkin bir tespit yapılamadığı belirtilen görüntülerden toplam on beş fotoğraf alıntılanmıştır. Fotoğraflarda göstericiler tarafından atılan taşlar, yollara kurulan barikatlar, göz yaşartıcı gaz dumanı görülmektedir. İçinde fotoğraf bulunduğu belirtilen DVD'den ise sekiz fotoğrafa yer verilmiştir. İlk beş fotoğrafta bazı göstericiler ile göz yaşartıcı gaz dumanı, son üç fotoğrafta ise tahrip edilen bankamatik ile otobüs olduğu görülmektedir. Fotoğraflardan da herhangi bir yaralanma olayının tespit edilemediği belirtilmiştir.
iv. Raporun sonuç bölümünde eylemlerin genelinde göstericilerin dağılmamakta ısrar ettikleri, kolluk görevlilerinin tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunduğu, göstericiler ile güvenlik güçleri arasında yaklaşık otuz kırk metre mesafe bulunduğu, başvurucunun iddiasına konu olay yeri ve saatinde herhangi bir yaralanmanın tespit edilemediği bilgilerine yer verilmiştir.
14. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun muayenesinin yapıldığı tıbbi kayıtlar hastaneye yazılan müzekkere ile temin edilmiş, bu doğrultuda Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen kati adli rapor da dosya arasına alınmıştır. ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:
"...
Sağ temporalde 5 cmlik kesi olduğu kayıtlı olup;
Yaralanmasının;
1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,
2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,
Bildirir rapordur."
15. Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/11/2013 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde; Hükûmetin demokratik olmayan uygulamalarını protesto etmek amacıyla annesi ve komşularıyla birlikte Kızılay Meydanı'na gelmek için yola çıktıklarını, Ziya Gökalp Caddesi'ne geldikleri saat 15.00 ile 15.30 sıralarında polisin yoğun müdahalesi ile karşılaştıklarını dile getirmiştir. Başvurucu, üç dört polisten bir tanesinin ana gruptan öne çıkarak gaz tüfeği ile atış yaptığını ve sağ kulak üst bölgesine isabet eden gaz kapsülü nedeniyle yaralandığını iddia etmiştir. Polis memurlarının kasklı ya da gaz maskeli olmaları nedeniyle teşhiste bulunamayacağını belirtmiş, atışın kasten ve hedef alınarak yapıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu vekili ise olay tarihinde ve yerinde gaz kullanmaya yetkili üç polis memurunun kask numaralarını başka bir soruşturma dosyasındaki fotoğraflardan tespit ettiğini belirtmiş ve bu kişilerin bulunmasını istemiştir.
16. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa müzekkere yazılarak durumun sorulması üzerine, kask numaraları belirtilen üç polis memurundan ikisinin gaz kullanmaya yetkili, birinin ise yetkisiz olduğu belirlenmiş; yetkili olan iki personelin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Bir polis memuru ifadesinde; kullandığı gaz tüfeğinin metal kapsül atmayan, sadece yirmi yirmi beş metreye kadar gaz atabilen bir tüfek olduğunu, olay günü saat 12.00 ile 13.00 arasında yedi sekiz kez gaz attığını ancak grubun önüne çıkarak gaz tüfeği kullanmadığını belirtmiştir. Gaz tüfeğinin yiv seti bulunmadığını, nişangâh tertibatının olmadığını, bu nedenle nişan alınarak atış yapılmasının teknik olarak mümkün olmadığını da dile getirmiştir. Polis memuru ayrıca olay günü göstericilerin saat 15.00 civarında yoğun taşlı saldırılarına maruz kaldıklarını, mühimmatlarının azaldığını, sayılarının az ve yolların kapalı olması nedeniyle takviye edilemediklerini, geri çekilmek zorunda kaldıklarını, ayrıca bu saldırıda yaralandığını belirterek buna dair sağlık raporu ibraz etmiştir. Diğer polis memuru ise saat 14.00-14.30 civarında olay yerinden Güvenpark istikametine doğru geri çekildiklerini zira mühimmatlarının bittiğini ve göstericilerin sayıca fazla olduğunu, hedef alarak atış yapmadığını belirtmiş ve müsnet suçlamayı kabul etmemiştir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/3/2016 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 31/03/2016 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müşteki Akın Can'ın kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.
...[kolluğa yazılan müzekkere cevabına yer veriliyor], ayrıca 01/06/2013 tarihinde Kızılay bölgesi Ziya Gökalp Caddesi üzerinde gerçekleştirilen şiddet içerikli kanuna aykırı eylemler esnasında çekimi yapılan görüntüler üzerinde yapılan izlemede, Akın Can isimli şahsın tanınmamak için yüzünü bez parçası ile gizlemek suretiyle emniyet mensuplarına taş, sopa, şişe vb sert cisimlerle saldıran şahıslardan olduğu tespit ve aralarında Akın Can isimli şahsın da bulunduğu şüpheliler hakkında işlem yapıldığının bildirilmiştir.
Başsavcılığımızca Müşteki Akın Can'ın iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 01.06.2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Protesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve jopla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 md.sinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 01.06.2013 tarihli gösteriye müdahale eden şüpheliler [M.K.], [A.S.] ve Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Personeli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YER OLMADIĞINA...[karar verildi.]"
18. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş, Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 9/6/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Şikayetçinin çıkan olaylarda raporunda belirtilen şekilde yaralandığı ileri sürülmüş ise de; şikayetçiye TCK. 256 maddesi kapsamında zor kullanma sınırlarının aşılması suretiyle müdahalede bulunulduğuna dair soyut iddia dışında kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte bir delil bulunamadığı, dosya kapsamı ve uzman bilirkişi tarafından düzenlenen 31/03/2016 günlü rapor içeriği ile belirlenmiştir. Bu nedenle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturmanın usul ve yasaya uygun olduğu, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın hukuka uygun bulunduğu, kararda gösterilen gerekçelerin dosya içeriğine uygun olduğu anlaşılmakla; [reddine karar verildi.]"
19. Ret kararı 22/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. Öte yandan başvurucu katıldığı gösterideki terör suçu kapsamında değerlendirilen eylemleri (bkz. § 12) nedeniyle 22/6/2013 tarihinde tutuklanmış ve 31/7/2013 tarihinde tahliye edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 9/12/2016 tarihli iddianamenin Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesince kabulüyle başlayan başvurucu hakkındaki kamu davası derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:
"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."
24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
..."
25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:
"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
26. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir. Bunun dışında AİHM'in Razvozzhayev/Rusya ve Ukrayna ve Udaltsov/Rusya (B. No: 75734/12, 19/11/2019) kararına da değinilmesi gerekmektedir. Anılan kararda AİHM, barışçıl olmayan ya da barışçıl amaç taşımayan göstericilerin Sözleşme'nin 11. maddesi kapsamında koruma görmeyeceğini belirtmiş ve barışçıl olmadığını tespit ettiği bir başvurucu yönünden konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 282-284).
28. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto gösterisinde kolluk görevlisi tarafından kasten ve hedef alınmak sureti ile atılan göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile başından yaralandığını iddia etmiştir. Başvurucu olay hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında şikâyetçi olduğu İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında bir karar verilmemesi, annesinin tanık olarak dinlenmemesi, hakkında düzenlenen adli rapora rağmen kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle etkili bir soruşturma yürütülmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığı müzekkeresine verilen cevabın yeterli olmadığını, alınan bilirkişi raporunun ise olayı aydınlatmaktan uzak olduğunu, adli kolluk olarak jandarma yerine polisin soruşturmada görevlendirilmesinin soruşturmanın bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedelediğini de iddia etmiştir. Başvurucuya göre kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralanması ve akabinde yapılan ceza soruşturmasının yetersizliği, kötü muamele yasağını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesini ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 40. maddesini ihlal etmiştir.
31. Başvurucu; kolluk görevlilerinin göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini orantısız şekilde kullandığını, bu uygulamanın ülkede sistematik bir hâl aldığını iddia etmiştir. Başvurucu bu iddiası kapsamında 1/6/2013 tarihindeki başka bir olaya ait olduğunu belirttiği iki CD'yi başvuru formu ekinde sunmuştur. Bu görüntülerde kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sırasında yaralanan bir gösterici bulunmaktadır. Eldeki başvuruyla bir ilgisi bulunmadığından söz konusu CD içeriği incelenmemiştir.
32. Bakanlık görüşünde, başvurucunun güvenlik görevlilerine karşı şiddet içerikli eylemde bulunduğu da hatırlatılarak adli makamların olaydan haberdar olur olmaz soruşturma açtığı, sağlık raporu ve kamera görüntüleri gibi gerekli olan tüm delillerin toplandığı belirtilmiştir. Bakanlık; soruşturma kapsamında kamera görüntüleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığını, soruşturmanın kamu denetimine açık şekilde yürütüldüğünü, başvurucuya sürece etkili şekilde katılım ve itiraz etme imkânlarının tanındığını ifade ederek olayda etkili bir soruşturmanın yürütüldüğünü savunmuştur.
33. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, bireysel başvuruda ileri sürülen iddiaların ele alınmadığını, bunun yerine genel geçer ifadelerle ihlal oluşmadığı yönünde taraflı bir görüş sunulduğunu belirtmiştir. Başvurucu, göz yaşartıcı gaz tüfeği kullanımının talimatlara aykırı olarak kullanıldığı yönündeki iddiası hususunda Bakanlığın bir değerlendirme yapmamasını vurgulayarak bu durumun sistematik şekilde ve ülke genelinde uygulandığı yönündeki düşüncesi ile hak ihlali iddiasını yinelemiştir.
2. Değerlendirme
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralandığı ve bu olay hakkında yapılan ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği iddiası ile soruşturmanın olayın maddi koşullarını aydınlatmaktan uzak kaldığı yönündeki iddiası anılan yasağın usul boyutu içinde kaldığından bu şikâyetler açısından ayrıca etkili başvuru hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
36. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
37. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
38. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir devlet görevlisinden kaynaklandığı için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılmalıdır.
i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel İlkeler
39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
40. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).
41. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
42. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için makul seviyesini aşan bazı kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
43. Kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81). Kendisine karşı şiddet uygulayan kişilere karşı polisin müdahale etmesi kabul edilebilir, ancak her hâlükârda müdahalenin ölçülü olması ve aşırı olmaması gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 88).
44. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).
45. Anayasa Mahkemesi, kötü muamelenin kişi üzerindeki etkisine göre Anayasa ve Sözleşme kapsamında nasıl derecelendirildiğine, buna göre eylemin işkence, eziyet ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele nitelendirmelerinden hangisine uygun olduğuna ilişkin temel ilke ve belirlemelerini ortaya koymuş (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84, 85, 88-90) ve bu ilkeleri birçok kararında da tekrar etmiştir (birçok karar arasından bkz. Ender Ergün, B. No: 2016/1849, 19/11/2019, §§ 49-53).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
46. Başvurucu, katılmış olduğu bir gösteride kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla bağlantılı olarak ayrıca ATK tarafından düzenlenen rapor da Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edilmiştir. Şu hâlde başvurucunun kendisine karşı güç kullanıldığı yönündeki iddiasını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başka bir şekilde yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır.
47. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi için aranan asgari ağırlık eşiğinin olayda aşılmadığı da söylenemez.
48. Kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 24). Somut olayda, başvurucunun katılmış olduğu toplantıda barışçıl bir tutum içinde olmadığı yönündeki iddia kamu makamlarınca kamera görüntüsü gibi objektif bir delille desteklenmiştir (bkz. § 12). Buna göre başvurucunun yüzünü tanınmasına engel olacak şekilde bezle kapatması ve güvenlik güçlerine taş atması barışçıl bir gösterici olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Şu hâlde kolluk görevlilerince başvurucuya karşı güç kullanılarak yapılan müdahalenin gerekli olduğu açıktır.
49. Başvurucuya karşı uygulanan gücün orantılı olup olmadığına ilişkin yapılacak değerlendirmede ise kullanılan maddi güç aracı, başvurucuda meydana gelen yaralanmanın şekli ve niteliği gibi hususlar şüphesiz önemli olmakla birlikte olayda başvurucunun ileri sürdüğü kasıtlı ve hedef gözeterek atış yapılması iddiasıyla bu konuda kamu makamlarının olaya getirdiği açıklama da dikkate alınmalıdır.
50. Başvurucuda meydana gelen yaralanma, niteliği ve sonucu itibariyle hafif şekilde tariflense de yaşamsal açıdan riskli olarak kabul edilen baş bölgesindedir (bkz. §§ 9, 14). Ne var ki söz konusu yaralanmanın, başvurucunun yaklaşık yirmi metreden ve hedef gözetilerek yapılan atış sonucunda oluştuğu yönündeki iddiasının da tam olarak doğrulandığı söylenemez. Zira anılan mesafeden atılan ve isabet eden bir gaz mühimmatı daha ciddi sonuçlar doğuran bir yaralanmaya neden olabileceği gibi başvurucunun iddia ettiği şekilde yapılan atışın baş bölgesini sıyırarak başvurucuyu yaralaması da söz konusu olabilir.
51. Olaya dair kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda ve bilirkişi raporunda; gösterici gruba dağılmaları yönünde anons yapıldığı, dağılmamakta direnen kalabalığa önce tazyikli suyla sonra göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu belirtilmiştir. Bu açıdan maddi gücün ağırlığı nispetine göre tedricen orantılı olarak kullanıldığı not edilmelidir. Ancak başvurucu -daha özel bir şikâyet olarak- göz yaşartıcı gazın kullanımında ölçüsüz bir durumun ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Başka bir ifadeyle kullanılan maddi güç aracının bizatihi orantısız olması değil talimatlara (bkz. §§ 26, 28) uygun şekilde kullanılmaması nedeniyle ortaya çıkan orantısızlıktan yakınmakta ve bu hususu vurgulamaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere (bkz. § 50) anılan iddiayı başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor tek başına doğrulamaktan uzaktır. Bunun dışında başvurucunun belirttiği olay yeri ve olay anına ilişkin KGYS görüntüleri bağımsız bir bilirkişi tarafından incelenmiş ve yaralanma anına ilişkin bir görüntüye rastlanmamıştır. Ayrıca olay yerini gösterme ihtimali olan bazı özel kişilere ait iş yeri güvenlik kamera kayıtlarına olayın üzerinden belli bir zaman geçmiş olması nedeniyle erişilemediği (bkz. § 12), derhal resmi bir soruşturma başlatılmamış olmasının ise bunda etkili olduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 62). Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile Hâkimliğin itiraz incelemesinde başvurucuya karşı kamusal güç kullanımının varlığı kabul edilmekle birlikte orantısız şekilde kullanıldığı yönündeki iddia delil yetersizliği gerekçesiyle reddedilmiş ancak güç kullanımının neden ve ne şekilde orantılı olduğu yönünde bir açıklama yapma yoluna gidilmemiştir (bkz. §§ 17, 18).
52. Şu hâlde başvurucunun yaralanmasının iddia edildiği gibi polis memurunun göz yaşartıcı gaz tüfeğinden kasıtlı ve hedef gözeterek yaptığı bir atış sonucu oluştuğu iddiası kamu makamlarınca -derhal resmi bir soruşturma başlatmama sonucu toplanamayan bazı delillerin de etkisiyle (bkz. § 63)- çürütülebilmiş değildir. Bu durumda savunulabilir bir iddia ileri süren başvurucuya karşı kolluk görevlisince kullanılan maddi gücün orantılı olduğu sonucuna varılamayacaktır.
53. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla görevli polis memurunun kim olduğunun tam olarak tespit edilememesine dair sunduğu gerekçedir (bkz. § 12). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve bu nedenle de sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda orantılı şekilde güç kullanılmasının temininin zorlaştığı anlaşılmaktadır (Duran Eren Şahin, B. No: 2016/11928, 20/11/2019, § 54).
54. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince gerekli olmakla birlikte orantısız uygulanan kamusal gücün özellikle bilgi alma cezalandırma veya yıldırma amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenemeyecektir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmaların niteliği bir bütün olarak ele alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.
55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel İlkeler
56. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
57. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın bu maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).
58. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
59. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli olarak yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
60. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).
61. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).
62. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Cemil Danışman, § 99).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
63. Başvurucunun 1/6/2013 tarihinde katılmış olduğu gösteride yaralanması üzerine hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 9). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu, bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği söylenebilir (bkz. § 58). Ancak başvurucunun 12/7/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık kırk gün sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Nitekim olay anına ilişkin görüntü ihtiva etme ihtimali olan bazı özel kişilere ait iş yeri güvenlik kamera kayıtlarına soruşturmanın geç başlatılmış olması nedeniyle erişilememiştir (bkz. § 12). Dolayısıyla resmî soruşturmanın derhâl başlatılması zorunluluğu açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.
64. Başvurucunun İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında da şikâyetçi olmasına rağmen bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca bir karar verilmemesi şikâyeti de resmî soruşturmanın derhâl başlatılması ilkesi çerçevesinde ele alınmalıdır. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde İl Emniyet Müdürü ve İl Emniyet Yardımcısı ile Vali'yi sadece ismen zikrettiği, bu kişiler hakkında neden ve hangi eylemleri doğrultusunda şikâyetçi olduğunu belirtmediği görülmektedir (bkz. § 10). Esasen bu kişiler hakkında sadece belli bir iddianın öne sürülmesi de yeterli olmayıp bu iddianın makul bazı delillerle savunulabilir şekilde ileri sürülmesi de resmî bir soruşturma başlatılması için ön şarttır (bkz. § 57). Dolayısıyla anılan kişiler açısından başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına yeterli düzeyde açıklama ve makul delillerle desteklenmiş savunulabilir bir iddia sunmadığından bu hususta resmî bir soruşturma yürütülmemesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı bağlamında bir ihlal sonucunu gerekli kılmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Duran Eren Şahin, § 63).
65. Başvurucu jandarma yerine polisin adli kolluk olarak soruşturmada yer almasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun yaralanmasına neden olduğu ileri sürülen kolluk görevlisinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü biriminde görevli olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucu da suç duyurusunda bu birimden bahsetmiş ve bu birimde görevli olan kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan görüntüler ile toplantıya yapılan müdahaleye ilişkin kolluk evrakı zorunlu olarak şikâyet edilen kolluk birimlerinden istenmiştir. Zira ilgili kayıtların tutulduğu birim Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüdür. Kamera kaydının incelenmesini ise kolluktan bağımsız bir bilirkişi yapmıştır (bkz. § 13). Olaya ilişkin kamera kaydı araştırmasını yapan görevliler ise şikâyet edilen Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlileri değil Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileridir. Dolayısıyla olaya karışan kolluk görevlilerinin soruşturmada delil toplama faaliyetinde bulunan adli kolluk görevlileri ile aynı kişiler olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir izlenim oluştuğu söylenemez (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Duran Eren Şahin, § 64).
66. Başvurunun soruşturma dosyasına sunduğu kamera görüntüsü ve bazı fotoğraflar soruşturmanın sonucuna etki etme ihtimaline binaen Cumhuriyet Başsavcılığınca bilirkişi marifetiyle incelenmiştir (bkz § 13). Bu yönüyle başvurucunun sunduğu delillerin soruşturma makamınca dikkate alınmasıyla makul birtakım taleplerinin karşılanması, başvurucunun soruşturmaya etkin bir şekilde katılımının sağlandığını göstermektedir.
67. Son olarak soruşturma kapsamında elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak başvurucuya karşı kolluk görevlilerince kullanılan gücün gerekliliği ve orantılılığı hususunda yeterli düzeyde bir açıklama yapılıp yapılmadığı incelenmelidir. Şiddet hareketlerine katılması olgusu objektif birtakım delillerle ortaya konan başvurucuya karşı kamusal güç kullanılmasının gerekli olduğu kararda yeterli bir gerekçeyle açıklanmıştır. Ne var ki kararda başvurucuya karşı kullanılan gücün orantılılığı hususunda gerekçe ihtiva eden bir açıklamaya yer verilmediği, sadece suçun unsurlarının oluşmadığının belirtilmesiyle yetinildiği görülmektedir (bkz. § 17).
68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
69. Başvurucu, katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu kolluk görevlilerinin göstericilere bir saldırısı olmadığı sürece herhangi bir karşı eylemde bulunmadığını ancak polis aşırı güç kullanımıyla saldırıda bulunduğunda kaçınılmaz olarak bazı çatışmaların yaşandığını iddia etmiştir.
70. Bakanlık, başvurucunun katılmış olduğu gösterinin barışçıl olmadığını belirtmiş; başvurucunun güvenlik görevlilerine karşı şiddet içeren hareketlerinin kamera görüntüsüyle tespit edildiğine vurgu yapmıştır. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin benzer mahiyette olduğunu değerlendirdiği bazı kararlarına atıf yaparak bu kararlardaki tespitlerin de yapılacak değerlendirmede gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.
71. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, kolluk görevlilerinin toplantıya orantısız güç kullanarak müdahale etmesinin ülke genelinde sistematik bir hâle geldiği yönündeki yakınmalarını ve hak ihlali iddiasını yinelemiştir.
2. Değerlendirme
72. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
73. Anayasa’nın 34. maddesi, fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi, gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilme imkânı kişilere sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 80; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Osman Erbil, § 54).
74. Somut olayda, şikâyete konu gösteride barışçıl tutum içinde olmayan, güvenlik görevlilerine taş, şişe, bilye vb. gibi sert cisimler atan, yüzlerini tanınmamak için bezle kapatan bazı kişilerin bulunduğu, başvurucunun da bu kişilerden biri olduğu kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda belirtilmiştir (bkz. § 12). Ayrıca kamu makamlarınca başvurucunun şiddet içeren eylemleri kamera görüntüsü ile de ortaya konulmuş durumdadır. Dahası yürütülen adli soruşturma kapsamında bir süre tutuklu kalan başvurucu hakkındaki kamu davası da devam etmektedir (bkz. § 21). Dolayısıyla katıldığı gösteride barışçıl bir tavır içinde olmayan başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri hakkının sağladığı korumadan yararlanması beklenemez (benzer yönde bkz. Bülent Teoman Özkan ve diğerleri, B. No: 2016/557, 29/1/2020, §§ 111-117).
75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı ile şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
77. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini isteyip 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmasına karşın yeniden soruşturma yapılması talebinde bulunmamıştır.
78. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
79. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
80. İncelenen başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Ancak ihlal sonucuna varılmasını gerektiren sebepler gözetildiğinde Cumhuriyet Başsavcılığınca yeniden soruşturma yapılmasında yarar olmadığı değerlendirilmiştir.
81. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net -isteme uygun olarak- 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

  Avukat   -   AYM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için