Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Arman Mazman Başvurusu (Başvuru Numarası: 2013/1752)
0

Arman Mazman Başvurusu (Başvuru Numarası: 2013/1752)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

ARMAN MAZMAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/1752)

Karar Tarihi: 26/6/2014
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR

Başkan : Alparslan ALTAN
Üyeler : Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
M. Emin KUZ
Raportör : Selami ER
Başvurucu : Arman MAZMAN
Vekili : Av. İzzettin DOĞAN

I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Zeytinburnu Belediyesince murisi adına tescilli taşınmazın usulsüz olarak kamulaştırıldığını, murisinin vefatından sonra kamulaştırmasız el atma nedeniyle açtığı tazminat davasında davanın kabul edilerek lehine karar verilmesine rağmen idarece yargı kararının icra edilmemesi ve kamu mallarının haczinin mümkün olmaması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 20/2/2013 tarihinde Küçükçekmece 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 6/6/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 1/8/2013 tarihli görüş yazısı 14/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 23/8/2013 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer alan olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun murisi (annesi) Hermine MAZMAN’ın hisse sahibi olduğu Zeytinburnu ilçesi sınırları içinde yer alan taşınmaz hakkında Zeytinburnu Belediyesinin (İdare) 18/7/1986 tarihli kararıyla kamulaştırma kararı alınmıştır.
8. Başvurucunun murisi 26/7/1987 tarihinde vefat etmiştir.
9. Başvurucunun murisinin vefatından haberdar olmayan İdare, kamulaştırma işlemlerini ölü kişiye karşı sürdürerek 14/10/1988 tarihinde taşınmazın kendi adına tespiti için Zeytinburnu İkinci Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır.
10. Mahkemece başvurucunun murisinin adresi tespit edilemediğinden ilanen tebligat yapılarak davaya devam edilmiş ve 1/5/1989 tarih ve E.1988/513, K.1989/265 sayılı kararla taşınmazın idare adına tesciline karar verilmiştir.
11. Dava konusu taşınmaz, 3/4/1990 tarihinde idare adına tapuya hükmen tescil edilmiş ve idare kamulaştırdığı taşınmazı ifraz ederek üçüncü kişilere satmıştır.
12. İdarece başvurucunun murisi adına Ziraat Bankasına yatırılan kamulaştırma bedeli, 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle 31/1/2002 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmek üzere Genel Müdürlük kayıtlarına alınmıştır.
13. Bu durumu yıllar sonra öğrenen başvurucu, 14/7/2009 tarihinde Bakırköy Birinci Asliye Hukuk Mahkemesinde haklarını saklı tutmak kaydıyla 10.000,00 TL talepli kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır.
14. Mahkemece 23/2/2010 tarihinde dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde bilirkişiler nezaretinde keşif yapılmış, ayrıca taşınmazın bedel tespitine esas olmak üzere emlak vergi beyanlarıyla emsal bildirimi ve imar durumunu tespit için ilgili kurumlara müzekkere yazarak gerekli incelemeyi tamamlamıştır.
15. Mahkemece 1/3/2010 tarihli bilirkişi raporuna itiraz için taraflara süre verilmiş, başvurucu 21/4/2010 tarihli duruşmada rapora itirazının olmadığını beyan etmiştir.
16. Başvurucu 31/1/2011 tarihli ıslah dilekçesiyle taşınmazın bilirkişilerce tespit edilen değeri olan 446.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle beraber tahsilini talep etmiştir.
17. Mahkeme 2/6/2011 tarihli ve E.2009/209, K.2011/94 sayılı kararıyla davayı kabul ederek başvurucuya murisine ait taşınmazın dava tarihi itibarıyla değeri olan 446.000,00 TL’nin tazminat olarak ödenmesine karar vermiştir.
18. Karar davalı idare tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 1/3/2012 tarihli ve E.2011/16175, K.2012/3647 sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır.
19. Başvurucu, 29/3/2012 tarihinde Küçükçekmece Birinci İcra Müdürlüğünün 2012/2459 sayılı dosyasıyla ilama dayalı alacağı hakkında icra takibine başlamıştır.
20. Davalı idarenin karar düzeltme talebi Yargıtay’ın aynı dairesinin, 17/9/2012 tarihli ve E.2012/12238, K.2012/16531 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
21. İcra takibine rağmen borçlu idare borcunu ödememiş, 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 6. ve 13/2/2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un geçici 2. maddelerinde yer alan kamu mallarının haczedilmezliğine ilişkin hükümler nedeniyle de başvurucu haciz işlemi yaptıramamıştır.
22. Başvurucu 18/1/2013 tarihli dilekçesiyle İdareye kesinleşen yargı kararına dayalı alacağını ne zaman ödeneceğini, hangi tarihte ödeme sırasına alındığını, kaçıncı sırada olduğunu sormuş, Belediye Hukuk İşleri Müdürlüğünün dosyanın ödeme emri belgesi düzenlenerek ödenmesi için 10/4/2012 tarihinde Mali Hizmetler Müdürlüğüne gönderildiği, Mali Hizmetler Müdürlüğünün ise başvurucunun alacağının 27/11/2012 tarihinde muhasebe kayıtlarına işlendiğini, takriben Mayıs ayı sonuna kadar ödeme yapılacağı yönündeki beyanlarını içeren 23/1/2013 tarihli yazıyla başvurucuya cevap verilmiştir.
23. İcra takibinden sonuç alamayan başvurucu, 20/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
24. Başvurucu 5/6/2013 tarihli dilekçesiyle 651.042,00 TL alacağının banka hesabına ödenmesini, ödeme yapılması halinde bir alacağının kalmayacağını beyan etmiş, İdare, 6/6/2013 tarihinde Mahkemece hükmedilen tazminatı faiz ve diğer masraflarıyla beraber 651.042,00 TL olarak başvurucunun banka hesabına ödemiştir.
B. İlgili Hukuk
25. 2942 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesi’nin 1/11/2012 tarihli ve E. 2010/83, K. 2012/169 sayılı Kararı ile iptal edildikten sonra 24/05/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’la değişik geçici 6. maddesinin 1., 8., 11. (değişmeden önceki 10. fıkra ile benzer) ve 13. fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.

Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.

“…Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez...”

4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır…”
26. 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” kenar başlıklı 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez…”
27. 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi Ve Kontrol Kanunu'nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.
Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.”
28. 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “Haczi caiz olmıyan mallar ve haklar” kenar başlıklı 82. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:

1. Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,
…”
29. 16/5/1956 tarih ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:
“Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 26/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 20/2/2013 tarih ve 2013/1752 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu, Zeytinburnu Belediyesince murisi adına tescilli taşınmaza murisinin vefatından sonra el atılması nedeniyle idareye açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında kendi adına hükmedilen tazminatı icra yoluyla takip ettiği halde kendisine ödeme yapılmaması, 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. ve 6111 sayılı Kanun’un geçici 2. maddelerinde yer alan kamu mallarının haczedilmezliğine ilişkin hükümler nedeniyle icra takibinin sonuçsuz kalması ve yargı kararının uygulanmaması sebebiyle mülkiyet hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve haklarının ihlal edildiğine karar verilerek ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere ve 100.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
32. Başvurucu, açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında kendi adına hükmedilen tazminatı icra yoluyla takip ettiği halde kendisine ödeme yapılmaması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucu vekilinin başvurucuya ait hiçbir hak ve alacağının kalmadığına dair 5/6/2013 tarihli ibranameyi imzaladığı, başvurucunun alacağının tamamının faiz ve yargılama giderleriyle birlikte 6/6/2013 tarihinde ödendiği, bu durumda başvurucunun mağdurluk sıfatının kalmadığı, bununla birlikte esastan inceleme yapılması halinde kamu mallarının haczedilemeyeceğine dair hükümlerin idarelerin yerine getirmekle görevli oldukları kamu hizmetlerinin yürütülebilmesi için gerekli olan kaynaklarının korunmasının amaçlandığı, somut olayda başvurucuya alacağının ödeme tarihine kadar işlemiş faiziyle ödenerek makul bir dengenin kurulduğu ifade edilerek mülkiyet hakkına ilişkin şikâyet incelenirken bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
34. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı cevabında, ödeme yapmış olmanın temel haklarının çiğnendiği gerçeğini değiştirmediğini, olayın 27 yıl süren bir sürecinin bulunduğunu, ibraname imzalamasının tazminat talebinden vazgeçtiği anlamına gelmeyeceğini belirterek, manevi tazminat talebini sürdürmüştür.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. ...”
36. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
37. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”
38. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi şöyledir:
“(1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:

ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.”
39. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup, anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre; bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu önkoşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı, başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur” olduğunu ileri sürmesi gerekir (B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
40. Bireysel başvuruda “mağdur” kavramı, davada menfaat veya dava ehliyeti kuralları gibi kurallardan bağımsız bir şekilde yorumlanmaktadır. Bu kavramın yorumu, günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime tabi olup, bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde uygulanmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz., Gorraiz Lizarraga ve Diğerleri/İspanya, B. No: 62543/00, 10/11/2004, §§ 35, 38).
41. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bir hakkın ihlaline karar verilebilmesi için mağdurluk statüsünün ve/veya başvuruya konu olan kamu gücü kullanımına dayalı temel nedenlerin başvuru hakkında karar verileceği zamana kadar devam etmesi gerekir. Mağdurluk statüsünün devamı konusunda değerlendirme yapılırken başvurucunun şikâyet ettiği hususların hala mevcut olup olmadığı ve muhtemel hak ihlalinin etkilerinin giderilip giderilmediği incelenmelidir.
42. Başvuru konusunun mahkeme kararıyla elde edilmiş ve bir kamu kurumunun ödemesi gereken belli bir miktar tazminat olması durumunda mağdurluk statüsünün kaybı için bu bedelin tamamının ödenmesi ve ödemenin gecikmesine ve enflasyona bağlı hissedilir derecede değer kaybının bulunmaması gerekir (B.No: 2013/817, 19/12/2013, § 59).
43. Bunun yanında tazminat ya da başvurucunun taleplerinin anlaşma ile karşılanması da, mağdurluk statüsünün belirlenmesine etki eder. Zira kamu idaresinin başvurucuyla yaptığı anlaşma ile borcun tamamını faiziyle birlikte ödemesi durumunda başvurucunun önceki borçtan olumsuz etkilenme olasılığı kalmamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz., Kemal Kol ve Ünal Kol/Türkiye, B. No: 3816/04, 30/9/2008)
44. Somut başvuruda mülkiyet hakkına ilişkin şikâyet temel olarak kamu mallarının haczedilmezliğine dair hükümler nedeniyle tazminata dair yargı kararının icra edilememesine dayanmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi başvurucu yargı kararının temyiz incelemesi sonrasında karar düzeltme aşamasını ve kararın kesinleşmesini beklemeden 29/3/2012 tarihinde alacağını tahsil etmek amacıyla icraya koymuş (§ 19), karar 17/9/2012 tarihli karar düzeltme kararıyla kesinleşmiş, başvurucu tahsili konusunda ilerleme sağlayamaması üzerine 18/1/2013 tarihinde idareye borcunu ne zaman ödeyeceğini sormuş, idare de 23/1/2013 tarihli cevabında Mayıs ayı sonunda ödeme yapacağını bildirmiştir (§ 22). Bunun üzerine başvurucu 20/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru karara bağlanmadan başvurucu idarenin hazırladığı 5/6/2013 tarihli ibranameyi imzalayarak kendisine 651.042,00 TL ödenmesi halinde hiçbir hak ve alacağının kalmayacağını beyan etmiş ve 6/6/2013 tarihinde bahsedilen bedel başvurucunun banka hesabına havale edilmiştir (§ 23).
45. Bu durumda başvurucunun idareyle anlaşma sağlayarak ve 5/6/2013 tarihli ibranameyi imzalayarak alacağının tamamını faiz ve yargılama giderleriyle birlikte tahsil ettiği ve tazminatın ödenmemesinden kaynaklanan maddi mağduriyetin tamamen giderildiği açıktır. Başvurucunun somut olayda kamu mallarının haczedilmezliğine dair kanun hükümlerinden olumsuz etkilenme olasılığı kalmamıştır. Çünkü başvurucunun taleplerinin tümünü karşılayacak şekilde alacağının tamamını davalı idareden tahsil etmekle, alacağının tahsili için kamu mallarını haczetme gerekliliği kalmamıştır. Sonuç olarak başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin mağduriyeti 6/6/2013 tarihinde tamamıyla giderildiğinden bu hak yönünden başvurucunun mağdurluk statüsü de aynı tarihte sona ermiştir.
46. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettiği anlaşıldığından başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
47. Başvurucunun yargı kararıyla almaya hak kazandığı tazminatın kamu idaresince icra edilmemesinin adil yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Başvurucu, açtığı tazminat davasında kamulaştırmasız el atma nedeniyle kendi adına hükmedilen tazminatı icra yoluyla takip ettiği halde ödenmemesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
49. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun alacağının tamamının faiz ve yargılama giderleriyle birlikte 6/6/2013 tarihinde ödendiği, başvurucunun bunu kabul ederek uzlaştığı, dolayısıyla karar icra edildiğinden başvurucunun mağdur sıfatını kaybettiği, bununla birlikte esastan inceleme yapılması halinde kesinleşmiş yargı kararlarının icrasının AİHM tarafından adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirildiği, Anayasa Mahkemesinin yargılamaya bir bütün olarak bakarak başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğini belirleyerek adil yargılanma hakkıyla ilgili karar vereceğini düşündükleri, somut olayda kararın icrasının 9 aylık bir gecikmeden sonra yerine getirildiği, ifade edilerek adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyet incelenirken bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
50. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı cevabında, ödeme yapmış olmanın temel haklarının çiğnendiği gerçeğini değiştirmediğini, olayın 27 yıl süren bir sürecinin bulunduğunu, bu güne kadar yapılan ihlallerin yok sayılamayacağını belirterek, manevi tazminat talebini sürdürmüştür.
51. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
52. Anayasa’nın 138. maddesinin 4. fıkrası şöyledir:
“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
53. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
54. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
55. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
56. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, K.T. 14/1/2010).
57. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır.
58. Nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler ve uygulamalar, mahkemeye erişim hakkının anlamını yitirmesine sebep olmaktadır (B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28). Yargı kararının geciktirilmeksizin uygulanması, Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında mahkemelerin bağımsızlığının bir parçası olarak görülmekte ve devlete yargı kararlarını değiştirmeden ve geciktirmeden uygulama yükümlülüğü getirilmektedir.
59. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak kararların icrası hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM’e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu çerçevede AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini, yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesinin, 6. madde anlamında “dava”nın tamamlayıcı unsuru olduğunu vurgulamaktadır (bkz. Burdov/Rusya, B.No:59498/00, 7/5/2002, § 34).
60. Zira davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdareler yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybedecektir. (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No:6334/05, 23/10/2012, § 115). AİHM bu yorumuyla bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmektedir (bkz. Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).
61. Anayasanın 138. maddesi metninde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna kuralına yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek, sonuçsuz bırakılması kabul edilemez.
62. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, K.T. 22/5/2013).
63. Hukuki güvenlik ilkesi “öngörülebilirliği” sağlayan işleviyle hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olarak, bireylere hem devlet hem de toplumun diğer üyeleri karşısında “ilkesel”, “kurumsal” ve “işlevsel” güvenceleri birlikte sağlar. Bu ilke çerçevesinde; bir hukuk devletinde devletin tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olmasının mevcut normlarla kural altına alınması “ilkesel” korumayı oluştururken, söz konusu bu normların mahkemelerce uygulanarak hukuksal uyuşmazlıkların çözülmesi ise “kurumsal” güvence olarak kabul edilir. Diğer taraftan hukuksal uyuşmazlıkları kesin olarak çözen mahkeme kararlarının kamu otoritelerince yerine getirilmesi “işlevsel” güvenceyi oluşturur.
64. Yargı kararlarının geç uygulanması sebebiyle bireyler lehine zamanında kullanılamayan “işlevsel” güvencenin söz konusu olduğu bir durumda, “ilkesel” ve “kurumsal” güvencelerin bireyler adına etkin kılınabilmesi, kendilerinden beklenilen hukuksal korumayı sağlamaları mümkün olmaz. Dolayısıyla yargı kararlarının bireyler hakkında uygulanmasını içeren işlevsel güvence; ilkesel ve kurumsal güvenceleri tamamlayan, bu güvencelerin istenilen sonuçları vermesini mümkün hale getirerek bireysel hak ve özgürlüklere yargısal koruma sağlanabilmesini olanaklı kılan vazgeçilmez bir hukuki teminattır.
65. Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır.
66. Anayasa’nın 138. maddesinin 4. fıkrası gereği yargı kararları geciktirilmeksizin uygulanmak zorunda olmakla ve kararın icrasında gecikmenin başvurucuların adil yargılanma haklarına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber, kararların icrasında ne kadar süreli bir gecikmenin hak ihlali sayılacağının, davanın konusu, davanın konusu bir alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti, başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararın icrasının başvurucu için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın icrasında geçen süre gibi somut davanın koşullarına göre incelenmesi gerekir.
67. Nitekim AİHM, mahkeme tarafından verilen hükmün yerine getirilmesini, AİHS’in 6. maddesi bakımından yargılamanın bütünleyici bir parçası olarak görmekte ve yargılamanın uzunluğuyla ilgili davalarda da incelemektedir (Bkz., Di Pede/İtalya, B. No: 15797/89, 26/9/1996, §§ 20-24). Bununla birlikte AİHM, yaptığı incelemelerde belli süreye kadar olan gecikmeleri makul kabul etmekte ve ödemelerin gecikmesi halinde gecikme faizi gibi telafi edici yöntemler bulunup bulunmadığına bakacağına vurgu yapmaktadır (Bkz., Fidanten ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 27501/06, 28/6/2011, § 28)
68. 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddenin onbirinci fıkrası, 9/10/1956 ile 4/11/1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir. Kanun'da bu amaçla idarelerin bütçelerinden belli bir pay ayrılması ve ödemelerin bu paylar üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen tazminat miktarını karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve garameten yapılması öngörülmüştür. Taksitlendirme halinde kanuni faiz ödenmesi de kurala bağlanmıştır (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). Ancak bireyin mülkiyet hakkına hukuka aykırı olarak müdahale eden idarenin, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacakları veya tazminatları ödememekte ısrar etmesi halinde, adil yargılanma hakkı kapsamında yargı kararlarının icrası hakkı ihlal edilmiş olur. Anılan düzenleme, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacak veya tazminatları ödememe sebebi olamaz.
69. Başvuru konusu olayda, başvurucunun murisi 26/7/1987 tarihinde vefat etmesine rağmen bundan haberdar olmayan idare ve mahkeme, murise ait taşınmazın kamulaştırılma işlemlerini hayatta olan kişiymiş gibi sürdürmüş ve 1/5/1989 tarihinde taşınmazın idare adına tesciline karar verilmiş, murisi adına bankaya yatırılan kamulaştırma bedeli ise uzun bir süre takip edilmediğinden 31/1/2002 tarihinde TMSF’ye devredilmiştir. Bu durumdan yıllar sonra haberdar olan başvurucunun 14/7/2009 tarihinde açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında Mahkeme, 2/6/2011 tarihli kararıyla dava tarihine göre 446.000,00 TL olarak tespit ettiği taşınmazın bedelinin tazminat olarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Bahsedilen karar, 17/9/2012 tarihli Yargıtay kararıyla kesinleşmiştir. Mahkeme bedeli daha önce ödenmesine rağmen başvurucuya ödeme yapılmasına karar vererek başvurucunun murisinden kalan geçmişe dönük haklarını korumuştur. Bu husus, başvurucu tarafından da kabul edilmekle herhangi bir tartışma içermemektedir.
70. Başvurucu ilk derece mahkemesinin kararı kesinleşmeden 29/3/2012 tarihinde icra takibine başlamış, ancak sonuç alamamıştır. Başvurucunun 18/1/2013 tarihli alacağının ne zaman ödeneceğine dair dilekçesine idare, 23/1/2013 tarihli yazısıyla idari borcu muhasebe kayıtlarına aldığını ve plana bağladığını, 2013 yılının Mayıs ayı sonunda ödeme yapabileceğini bildirmiş, başvurucunun 5/6/2013 tarihinde imzaladığı ibranameyle 6/6/2013 tarihinde başvurucuya alacağı faiz ve yargılama giderleriyle birlikte 651.042,00 TL olarak ödenmiştir. Bu durumda idarenin borcunu muhasebe kayıtlarına alarak plana bağladığı, ödeme konusunda iyi niyetli olduğu ve kesinleşen yargı kararının 9 ay sonra icra edildiği, tazminatın ödemesinde faiz ve yargılama giderlerinin dâhil edildiği, mevcut yasal faiz ve enflasyon oranı dikkate alındığında değer kaybı yaşanmadığı anlaşılmaktadır.
71. Başvurucu da yapılan ödemenin maddi kayıplarını telafi etmediği yönünde bir iddiada bulunmamakta, kararın icrasından sonra şikâyetini kararın geç icra edilmesi nedeniyle hakkının ihlal edildiği şeklinde sürdürerek manevi tazminat talep etmektedir.
72. 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesiyle de kamu kurumlarının geçmişten gelen kamulaştırmasız el atmaları nedeniyle açılan davalarda ödemek zorunda kaldıkları tazminatların mevcut kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde ödenebilmesi için bütçelerinden pay ayırmaları ve ödemeleri peşin yapamamaları halinde sonraki yıllara sâri olacak şekilde borçların taksitlendirilmesi ve taksitlendirilmiş borçlara kanuni faiz ödenmesi imkânı tanımıştır.
73. Bir kamu kurumu aleyhinde verilen nihai ve bağlayıcı mahkeme kararıyla ortaya konulan borcu ifa etmemek için ekonomik kaynak yokluğunun mazeret olarak ileri sürülemeyeceği (bkz. AİHM, Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 35) belirtilmekle beraber, bu husus 5018 sayılı Kanun’un 34. maddesinde ifade edilen kamu idarelerinin yargı kararı gereği ödeme zorunda oldukları öngörülemeyen giderlerini, kurumların gelir ve nakit durumlarına göre belli bir takvime bağlayarak ve gecikmeden kaynaklanan değer kayıplarını faizle telafi ederek ödemelerini bir hak ihlaline dönüştürmez.
74. Ayrıca alacağın konusunun tehlikeli bir işte kamu zoruyla yaptırılan ve sonucunda başvurucunun sağlığının etkilendiği bedeni bir çalışmanın karşılığı (bkz. AİHM, Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 7) gibi ödenmesini ivedi hale getirecek bir özellik arz etmediği veya başvurucu için aciliyet arz etmediği durumlarda bedelin ödenmesinin kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde plana bağlanması makul olarak karşılanmalıdır. Bu durum özellikle başvuru konusu olayda olduğu gibi bütçe imkânları çok rahat olmayan kamu kurumlarının önceden öngöremeyecekleri önemli bir meblağa baliğ ödemelerde önem arz eder.
75. Bunun yanında başvurucunun annesi olan murisinden kalan taşınmazın kamulaştırıldığını annesinin vefatından 22 yıl sonra öğrendiği ve tazminat ödenmesi amacıyla dava açtığı göz önünde bulundurulduğunda başvurucunun bahsettiği davanın 27 yıllık geçmişinin tamamının yargı kararının icrasının gecikmesi bağlamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı ve başvurucunun taşınmazın bedelini tahsile yönelik ihtiyacının acil ve öncelikli olmadığı, dolayısıyla başvurucunun mahkeme kararının yerine getirilmesindeki menfaatinin de acil ve öncelikli olmadığı anlaşılmaktadır.
76. Sonuç olarak, başvuru konusu olayda başvurucunun mahkeme kararıyla elde ettiği tazminatın ödenmesindeki 9 aylık gecikme; ödemenin idarece muhasebe kayıtlarına alınarak bir plana bağlanması, öngörülemeyen borç miktarının bütçe imkânlarıyla kıyaslandığında yüksek bir miktara baliğ olması, tazminatın konusunun ödenmesini ivedi hale getirecek özellikli bir konu olmaması, alacağın tamamının faiz ve yargılama giderleriyle beraber başvurucuyla yapılan uzlaşma ve imzalanan ibranameyle ödenmesi, başvurucunun ödemenin yapılmasındaki menfaatinin önemli ve öncelikli olmadığı hususları göz önünde bulundurulduğunda ihlal boyutlarına ulaşmadığından, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
77. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan yargı kararlarının icrası hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun,
1. Mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkına yönelik şikâyet yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkına İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderinin BAŞVURUCU ÜZERİNDE BIRAKILMASINA,
26/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.


Başkan
Alparslan ALTAN

Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Üye
Recep KÖMÜRCÜ

Üye
M. Emin KUZ

  Avukat   -   AYM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için