Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Hâkim İpek / Türkiye (Başvuru No. 47532/09)
0

Hâkim İpek / Türkiye (Başvuru No. 47532/09)

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ


İKİNCİ BÖLÜM



HÂKİM İPEK / TÜRKİYE
(Başvuru No. 47532/09)



KARAR



STRAZBURG

10 Kasım 2015


İşbu karar, Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup, bazı şekli değişikliklere tabi tutulabilir.
Hâkim İpek / Türkiye Davasında,
Başkan,
Paul Lemmens,
Yargıçlar,
Işıl Karakaş,
Nebojša Vučinić,
Helen Keller,
Egidijus Kūris,
Jon Fridrik Kjølbro,
Stéphanie Mourou-Vikström
ve Bölüm Yazı İşleri Müdürü Stanley Naismith’in katılımıyla Daire olarak toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm), 13 Ekim 2013 tarihinde gerçekleştirdiği kapalı oturumdaki müzakereler sonucunda anılan tarihte aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1. Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan (47532/09 No.’lu) davanın temelinde, Türk vatandaşı olan Hâkim İpek’in (“başvuran”), 14 Ağustos 2009 tarihinde İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması’na İlişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvuru bulunmaktadır.
2. Başvuran, Diyarbakır Barosu’na bağlı Avukat R. Bataray Saman tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise kendi görevlisi tarafından temsil edilmiştir.
3. Başvuran özellikle polisin, göstericilerle şiddetli çatışma halindeyken kendisine ateş ettiğini ve kendisinin bu çatışmalar sırasında olay yerinde tesadüfen bulunduğunu iddia etmektedir.
4. Başvuru, 11 Mart 2011 tarihinde Hükümete bildirilmiştir.
OLAY
I. DAVANIN KOŞULLARI
5. Başvuran, 1962 doğumlu olup Diyarbakır’da ikamet etmektedir.
6. Yasadışı silahlı bir terör örgütü olan PKK’ya mensup dört kişinin cenaze törenleri için Diyarbakır’da 28 Mart 2006 tarihinde yapılan bir toplantıda kalabalıkla güvenlik güçleri arasında şiddetli çatışmalar meydana gelmiştir.
7. Bu maddeden sonra sunulan unsurlar, olaylar hakkında düzenlenen farklı tutanaklardan alınmıştır.
8. Yaklaşık olarak iki bin kişilik kalabalık, birçok sokağı kapatmış ve arabaları ve binaları ateşe vermiştir.
9. Güvenlik güçleri, teröristler tarafından, kalabalığı kışkırtmak amacıyla kendilerine ve halka karşı silahlı saldırı düzenleneceği tehlikesine karşı uyarılmıştır, bu bağlamda dikkatli olmaları ve sokaklarda dolaşmamaları yönünde emir gelmiştir.
10. Olaylar sırasında, birçok kamu binası, ticaret merkezi ve banka şubesi yağmalanıp, yangınlar çıkarılmış olup, aynı şekilde güvenlik güçlerine ve araçlarına karşı molotof kokteyli ve taşlarla saldırılmıştır. Güvenlik gücü mensuplarının evlerine de saldırılar düzenlenip yağmalanmıştır, ayrıca altmış beş polis memurunun evlerinin kapılarına yazılar yazılmıştır. Zırhlı araçlardan birine Molotof kokteyli ve mermi isabet etmiştir. Şehrin birçok yerinde silah sesleri duyulmuş, silahlı bir gösterici, ateş etmeye kalkıştığı sırada eline copla vurularak engellenmiş ve bir adet bomba güvenlik güçleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir.
11. Kalabalık, olayların dördüncü gününün sonunda göz yaşartıcı gaz bombaları atılarak ve yüksek tazyikli su sıkılarak dağıtılmıştır. Üç yüz yetmiş sekiz gösterici gözaltına alınmıştır. Dört ateşli silah, altı şarjör, üç el tabancası, yirmi altı kurusıkı mermisi ve dört Molotof kokteyl ele geçirilmiştir. Birçok kişi yağmalama, mülke zarar, saldırı, darp ve yaralama sebebiyle suç duyurusunda bulunmuştur.
12. Kalabalığın arasında dört kişi mermi isabet etmesiyle yaşamını yitirmiş, bir kişi mermi parçaları isabet ederek beyin kanaması geçirerek, üç kişi göz yaşartıcı gaz bombalarının isabet etmesiyle ve iki kişi de kafatası travmasına bağlı olarak beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirmiştir.
13. Bir jandarma mermi ile yaralanmış, diğer iki jandarma bıçaklanmış ve iki yüz on beş polis memuru ve jandarma, bir doktor, bir hemşire, bir hasta bakıcı, bir ambülâns şoförü ve iki gazeteci de yaralanmıştır.
14. Başvuran olaylar sırasında, 28 Mart 2006 tarihinde kalçasından mermi ile yaralanmış, ikinci bir mermi ensesini sıyırmıştır.
Başvurana göre, kendisinin durakta otobüs beklediği sırada, üniformalı iki polis memuru ona ateş etmiştir.
Hükümete ve dava dosyasına eklenilen birçok belgeye göre, başvuran, göstericilerin saldırısı sırasında siyasi bir parti merkezi binasının bulunduğu sokakta yaralanmıştır, iki polis memurunun, bu binalar önünde savunmaya geçtikleri sırada söz konusu binanın içine sığınmak zorunda kalmışlar ve ayrıca bu memurlar için ayrılan nöbet kulübesi ile burada bulunan savunma araçları, molotof kokteyli atılarak yangın çıkarıldığı için tahrip olmuştur. Yine Hükümete göre, bir kişinin hücum silahı taşıdığının görülmesi üzerine özel kuvvetler, olay yerine intikal etmiştir, olaylar sırasında belirtilen sokakta bulunan bir jandarma mermiyle yaralanmıştır ve söz konusu dönemde düzenlenen belgelere göre güvenlik güçleri sadece göz yaşartıcı gaz bombası ve tazyikli su kullanarak kalabalığı dağıtmaya çalışmıştır.
15. Başvuran, Diyarbakır Devlet Hastanesi’nin acil servisine kaldırılmıştır. 28 Mart 2006 tarihinde saat 18.30’da düzenlenen sağlık raporunda, sol gluteal bölgede iki santimetrelik bir mermi giriş deliği ve oksipital bölgede bir santimetrelik epidermal bir kesik bulunduğu tespit edilmiş, bu yaralanmaların hayati bir tehlike arz etmediği belirtilmiştir. Başka iki raporda ise hastaya tıbbi müdahalelerde bulunulduğu belirtilmiştir.
16. Başvuran olayın hastaneye kaldırılma kısmı ile ilgili olarak, polisler tarafından hastaneyi terk etmeye zorlandığını zira polislerin olayları yatıştırmak ve kendisinin suç duyurusunda bulunmasını engellemek istediklerini iddia etmektedir.
17. İki polis memuru tarafından 28 Mart 2006 tarihinde düzenlenen tutanağa göre, başvuran, ifade vermeden ve adresini bildirmeden gizlice hastaneyi terk etmiştir.
18. 28, 29 ve 30 Mart 2006 tarihlerinde düzenlenmiş farklı belgelere göre, polisler, hastaneye kaldırılan kişilerin ve yakınlarının saldırgan tavırları sebebiyle söz konusu kişilerin ifadelerini almaktan vazgeçmiştir. Polisler, olaylar sırasında meydana gelen ateşli silah yaralanmalarıyla ilgili olarak, olay yerine ancak gece yarısından sonra, kalabalık dağıtıldıktan sonra intikal edebildiklerini ve gittiklerinde somut deliller toplayamadıklarını belirtmişlerdir.
19. Başvuran, kendisini polislerin yaraladığını iddia ederek 13 Nisan 2006 tarihinde, avukatı aracılığıyla savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Başvuran ayrıca hastaneye kendisinin gittiğini ve hastaneye vardığında merminin hala vücudunun gluteal bölgesinde bulunduğunu belirtmiştir.
20. Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı, 10 Ekim 2006 tarihinde başvuranın ifadesini almıştır. Başvuran bu ifadesinde, olayın olduğu gün söz konusu sokaktan geçtiğini, kalabalığın söz konusu parti binasına saldırdığını gördüğünü ancak o sırada burada sadece tesadüfen bulunduğunu, polislerin kalabalığa ateş açtığını, özellikle iki polisin ki bu polisleri tekrar tanıyamayacağını söylemiştir, özel kuvvet üniformalı olduklarını ve yüzlerinin maskeli olduğunu, kaçtığını ve ardından hastaneye kaldırıldığını belirtmiştir.
21. Aynı tarihte düzenlenen medikolegal değerlendirmede, daha önceki raporlarda yapılan tespitler bakımından başvuranın hayati tehlikesinin bulunmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte ilgilide bulunan yaralanmanın “hafif nitelikli” olmadığı ve basit bir müdahalenin yeterli olmayacağı tespit edilmiştir.
22. Polis, 10 Nisan 2007 tarihinde, Cumhuriyet savcısına cevaben, hastaneye kaldırılan birçok kişinin yakalanma korkusuyla hastaneleri terk ettiğini belirtmiştir.
23. Emniyet müdürlüğü, 24 Temmuz 2007 tarihli bir yazıyla, 24 Temmuz 2007 tarihli bir yazının kapsamını yineleyerek, güvenlik güçlerinin söz konusu siyasi parti binasına saldıran göstericileri hoparlörlerle birçok defa uyardıktan sonra, sadece yüksek tazyikli su fışkırtan araçlar ve göz yaşartıcı gaz bombası kullanarak müdahalede bulunduklarına ve sadece gözünü korkutmak için bile olsa hiçbir şekilde ateşli silahlara başvurulmadığına dair Cumhuriyet savcısına bilgi vermiştir. Emniyet müdürlüğü, ayrıca, verdikleri bu ifadenin, daha önce başvuranın yaralandığı sokakta meydana gelen olaylara ilişkin görsel kayıtlar hakkında 17 Kasım 2006 tarihinde gerçekleştirilen bilirkişi incelemesiyle doğrulandığını işaret etmiştir.
24. Cumhuriyet savcısı, 26 Eylül 2007 tarihinde, yukarıda belirtilen olaylar ışığında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Savcı, kararında özellikle, hiçbir unsurun özellikle de görsel kayıtlardan hiçbirinin, polislerin müdahale sırasında ateşli silahlara başvurduklarını doğrulamaya imkân vermediğini belirtmiştir. Savcı, müdahalenin, tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz bombası kullanımı ile sınırlı olduğunu ve müdahalenin olaylara son verme amacıyla orantılı olup, hukuka uygun olduğunu belirtmiştir.
25. Başvuran tarafından yapılan itiraz başvurusunun üzerine, davayı gören Siverek Ağır Ceza Mahkemesi, 5 Kasım 2007 tarihinde Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi’nden, ihtilaf konusu olaylara ilişkin görsel kayıtlar veya fotoğraflar hakkında, olay yerinde başvurana ilk yardımda bulunan veya başvuranı yakalayan kişiler hakkında ve ayrıca ilgiliye hastanede yapılan tıbbi müdahaleler hakkında ön soruşturma yapmasını istemiştir. Mahkeme ayrıca, başvuranın hastaneyi tıbbi birimlerin izniyle mi yoksa izin almaksızın mı terk ettiğini açıklayan bir belgenin bulunup bulunmadığının belirlenmesi için araştırma yapılmasını istemiştir.
26. Sulh Ceza Mahkemesi, 2 Ocak 2008 tarihinde, yukarıda açıklanan hususlar hakkında bilgi ve belgeleri emniyet müdürlüğünden ve hastane yönetiminden kendisine iletmelerini talep etmiştir.
27. Emniyet müdürlüğü, 4 Şubat 2008 tarihinde 28 Mart 2006 tarihinde polisler tarafından düzenlenen, başvuranın hastaneyi gizlice terk ettiğini ve aranan kişiler listesinde yer aldığını açıklayan tutanağı mahkemenin bilgisine sunmuştur.
28. Devlet hastanesi yönetimi, 3 Mart 2008 tarihli bir yazıyla, başvuranın sağlık dosyasının bir nüshasını sulh ceza mahkemesine iletmiş ve yetkili tıbbi birimlerin ilgilinin hastaneyi terk etmesine izin veren bir belge düzenlemediği bilgisini vermiştir.
29. Siverek Ağır Ceza Mahkemesi, yukarıda belirtilen unsurları inceleyerek, 6 Ocak 2009 tarihinde, güvenlik güçlerinin başvurana ateş ettiğini belirten herhangi bir delilin bulunmaması sebebiyle, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazı reddetmiştir. Bu karar, ilgiliye 17 Şubat 2009 tarihinde tebliğ edilmiştir.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK
30. Somut olayla ilgili iç hukuk, özellikle 14 Temmuz 1934 tarihli 2559 sayılı Kanun tarafından belirlenen yasadışı şiddetle mücadele kapsamında polisin ve çevik kuvvet ekiplerinin görevlendirilmesine ilişkin hükümler, diğer kararlar arasında Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye (No. 44827/08, §§ 23 - 28, 16 Temmuz 2013) ve Ataykaya/Türkiye (No. 50275/08, §§ 30 - 35, 22 Temmuz 2014) kararlarında tanımlanmıştır.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
I. SÖZLEŞME’NİN 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
31. Başvuran, Sözleşme’nin 3. maddesini ileri sürerek, polis memurlarının aşırı güç kullanımı sebebiyle yaralanmış olduğunu ve kendisine isabet eden merminin hala vücudunda bulunduğunu iddia etmektedir. Başvuran ayrıca, Sözleşme’nin 3 ve 13. maddeleri alanında, kendisine ateş eden polis memurlarının kimliklerinin tespit edilmemiş olması nedeniyle bu bağlamda yürütülen soruşturmanın da etkin olmadığını ileri sürmektedir.
32. Hükümet, somut olayın koşullarının tamamen Sözleşme’nin 3. maddesi açısından incelenmesi gerektiği kanaatine vararak, bu iddialara itiraz etmektedir.
33. Mahkeme, bir başvuranın şikâyetçi olduğu koşulların Sözleşme’nin gereklerinin tümü bakımından değerlendirilmesi konusunda yetkili olduğunu hatırlatmaktadır. Bu görevi yerine getirirken Mahkeme’nin, dava konusu olaylarla ilgili olarak, çeşitli unsurlarla kendisine sunulduğu şekilde, başvuranın değerlendirmesinden farklı bir hukuki değerlendirmede bulunması veya gerektiği takdirde olayları başka bir açıdan ele alması mümkündür (Rehbock/Slovenya, No. 29462/95, § 63, AİHM 2000-XII ve Remzi Aydın/Türkiye, No. 30911/04, § 44, 20 Şubat 2007).
34. Mahkeme, bütünüyle ele alındığında Sözleşme’nin 2. maddesinin, sadece kasten adam öldürmeyi kapsamadığını hatırlatmaktadır; bu madde, aynı zamanda taksirle öldürmeyle sonuçlanabilecek güce başvurulması mümkün durumları da içermektedir (Makaratzis/Yunanistan [BD], No. 50385/99, §§ 49-55, AİHM 2004 XI). Aslında Sözleşme’nin 2. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesi, Devleti, sadece kasten ve yasadışı ölümleri engellemeye değil aynı zamanda kendi yargısına tabi kişilerin yaşamını korumak için gerekli tedbirleri almaya zorlamaktadır (L.C.B./Birleşik Krallık, 9 Haziran 1998, § 36, Karar ve Hükümler Derlemesi 1998 III).
35. Devlet’in yaşam hakkını korumaya ilişkin pozitif yükümlülükleri söz konusu olduğunda, güvenlik güçleri tarafından ölümcül güce başvurulmasının ve yine aynı şekilde makamların, üçüncü şahıslardan kaynaklanan olası bir tehlikenin önlenmesi için koruma tedbirleri almamış olmasının mümkün olabileceğinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir (örneğin bk. Osman/Birleşik Krallık, 28 Ekim 1998, §§ 115-122, Derleme 1998 VIII).
36. Somut olayda hiç kimse, başvurana bir merminin ardından başka bir merminin daha isabet ettiğine itiraz etmemektedir. Kesinlikle başvurana karşı kullanılan güç -ateş eden kişiler kim olursa olsun- asla ölümcül nitelikte değildir. Bununla birlikte söz konusu koşul, ilke olarak, şikâyetlerin Sözleşme’nin 2. maddesi alanında incelenmesine engel teşkil etmez. Mahkeme, başvuranın, yaralarına rağmen sonuç olarak hayatta kalmış olsa da ve bu yaralar aşırı ciddi nitelikte olmasa da, doğası gereği yaşamını tehlikeye atan bir eylemden mağdur olduğu kanaatindedir (bk. Camekan/Türkiye, No. 54241/08, § 38, 28 Ocak 2014).
37. Mahkeme, yukarıda belirtilenleri dikkate alarak, başvuranın yaşamının tehlikeye atılmış olduğu sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme, dolayısıyla olayların Sözleşme’nin 2. maddesi açısından incelenmesine karar vermiştir. Bu madde aşağıdaki şekildedir:
‘‘ 1. Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. (...).
2. Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk hâline gelmesi sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlâli suretiyle yapılmış sayılmaz:
a) Bir kimsenin yasadışı şiddete karşı korunması için
b) Usulüne uygun olarak yakalamak için veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir kişinin kaçmasını önlemek için
c) Ayaklanma veya isyanın, yasaya uygun olarak bastırılması için. ’’
A. Kabul Edilebilirlik Hakkında
38. Hükümet, başvuranın idari mahkemeler veya hukuk mahkemeleri önünde tazminat davası açmadığı gerekçesiyle, başvuranın iç hukuk yollarını tüketmediği kanaatindedir. Hükümet, özellikle Devletin tarafsız sorumluluğu kapsamında ateş eden kişilerin kimliklerinin belirlenememiş olması sebebiyle, bu mahkemeler önünde sunulan başvuru yollarının, başarılı olma ihtimalinin bulunduğu kanısındadır.
39. Başvuran bu hususta görüş belirtmemektedir.
40. Mahkeme, bir başvuranın sadece tazminat ödenmesiyle sonuçlanabilecek idari bir hukuk yolunu kullanmış olmasının gerekli kılınması halinde, Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında güce başvurulması ile ilgili durumlardaki sorumluların tespit edilmesini ve cezalandırılmasını amaçlayan bir soruşturma yürütme yükümlülüğünü aldatıcı/oyalayıcı kılınabileceğini hatırlatmaktadır: Esasen, sadece tazminat ödenmesiyle bu yükümlülük yerine getirilmiş olamaz (Kaya/Türkiye, 19 Şubat 1998, § 105, Derleme 1998 I, Hugh Jordan/Birleşik Krallık, No. 24746/94, § 141, AİHM 2001 III (özetler), McShane/Birleşik Krallık, No. 43290/98, § 125, 28 Mayıs 2002 ve Kamer Demir ve diğerleri/Türkiye, No. 41335/98, § 23, 19 Ekim 2006). Dolayısıyla Hükümetin ileri sürdüğü ilk itirazın reddedilmesi uygundur.
41. Mahkeme, bu şikâyetin, Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendi anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve diğer taraftan herhangi bir kabul edilemezlik gerekçesiyle örtüşmediğini tespit ederek, kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
B. Esas Hakkında
42. Başvuran, aşırı güç kullanımına maruz kaldığından ve bu bağlamda yürütülen soruşturmanın etkin olmamasından şikâyet etmektedir.
43. Hükümet, öncelikle, başvuran tarafından söz konusu edildiği kadar şiddetli olayların meydana geldiği bir sokakta otobüs beklediğinin veya sadece oradan geçmekte olduğunun iddia edilmesinin makul görünmediğini belirtmektedir.
Ardından Hükümet, başvuranın hastaneye vardığında hastaneye kendi imkânlarıyla geldiğine dair verdiği 13 Nisan 2006 tarihli ifade ile hastaneye götürüldüğüne dair verdiği 10 Ekim 2006 tarihli ifade arasında tutarsızlıklar olduğunu göstermektedir. Hükümet ayrıca, başvuranın ifadesinin alınması için arandığını ve hastanede çıkışına izin veren bir belge bulunmamasına rağmen ilgilinin polisler tarafından üzerinde baskı kurulmasının ardından hastaneye kabul edildiği aynı gün hastaneden gönderildiğini iddia ettiğini belirtmektedir. Hükümet, başvuranın hastanede kalmış olması halinde merminin kesinlikle vücudundan çıkarılmış olacağını eklemektedir.
Son olarak Hükümet, kendisine göre titizlikle yürütülen soruşturmaya rağmen güvenlik güçlerinin söz konusu atışlara herhangi bir müdahalesinin tespit edilmediğini ve dolayısıyla Sözleşme’nin 2 veya 3. maddelerinin esas yönünden Devletin sorumlu tutulamayacağını göstermektedir. Hükümet, bu hükümlerin usul yönüne ilişkin olarak, yürütülen soruşturmanın etkin olduğu kanaatindedir ve başvuranı hastaneyi terk etmekle ve ayrıca olası balistik bir inceleme yapılması için merminin çıkarılmasını engellemekle suçlamaktadır. Hükümet, diğer taraftan başvuranın makamlara olay yeri hakkında herhangi bir bilgi vermediğini ve olası delillerin hemen toplanmasını engellediğini belirtmektedir. Hükümet, başvuranın ortaya çıkmak için neden iki hafta beklediğini açıklayan hiçbir bilginin de bulunmadığını eklemektedir.
1. Genel İlkeler
a. Yaşam hakkını koruma pozitif yükümlülüğü hakkında
44. Yukarıda belirtildiği gibi (bk. yukarıdaki 34. ve 35. paragraflar), Devletin yaşam hakkını korumaya ilişkin pozitif yükümlülükleri kapsamında, güvenlik güçleri tarafından ölümcül güce başvurulması ve makamların, üçüncü kişilerden gelebilecek olası bir tehlikenin engellenmesi için koruma tedbirleri almaması söz konusu olabilmektedir. Bununla birlikte, bu hükümden, muhtemel her türlü şiddeti engelleme pozitif yükümlülüğü sonucu çıkarılmamalıdır. Bu yükümlülük, modern toplumlarda polisin görevini yerine getirirken karşısına çıkan zorluklar ve ayrıca insan davranışının önceden öngörülemezliği ile öncelikler ve kaynaklar açısından yapılması gereken operasyonel tercihler dikkate alınarak, makamlara dayanılmaz ve aşırı bir yük getirmeyecek şekilde yorumlanmalıdır (daha önce anılan Osman, § 116).
45. Bu bağlamda, kimliği saptanabilir bir veya birkaç kişinin ölümcül bir eylemin muhtemel hedefleri olarak yakın korunması gerekliliği (daha önce anılan Osman, §§ 115-122 ve Opuz/Türkiye, No. 33401/02, §§ 134-136, AİHM 2009) ya da potansiyel olarak saldırgan olabilecek bir veya birkaç kişinin muhtemel eylemlerine karşı toplumun genel olarak korunmasını sağlama yükümlülüğü (Mastromatteo/İtalya [BD], No. 37703/97, §§ 69-79, AİHM 2002 VIII, Maiorano ve diğerleri/İtalya, No. 28634/06, §§ 110-122, 15 Aralık 2009 ve Kayak/Türkiye, No. 60444/08, § 59, 10 Temmuz 2012) söz konusu olabilmektedir.
46. Mahkeme, kamuya açık alanlarla ilgili olarak, Devletin yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün, bu yerlerde bulunan kişileri korumayı güvence altına alan makul tedbirleri alma, ölüm veya ağır yaralanma durumlarında olayları meydana çıkarmaya izin veren hukuk yolları sunan etkili ve bağımsız bir adli sistem oluşturma, sorumluları hesap vermeye zorlama ve mağdurlara uygun bir tazminat sağlama yükümlülüğünü de kapsadığını hatırlatmaktadır (ağaçtan düşme sonucunda meydana gelen bir ölümle ilgili olarak bk. Ciechońska/Polonya, No. 19776/04, § 67, 14 Haziran 2011).
b. Soruşturma hakkında
47. Mahkeme, yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün güç kullanımının insan ölümüne yol açtığı durumlarda resmi etkin bir soruşturma yürütülmesini kapsadığını ve gerektirdiğini hatırlatmaktadır (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, 27 Eylül 1995, § 161, A Serisi No. 324, daha önce anılan Kaya, § 105, Ekinci/Türkiye, No. 25625/94, § 77, 18 Temmuz 2000 ve Sabuktekin/Türkiye, No. 27243/95, § 97, AİHM 2002 II (özetler)). Güce başvurulması sonucunda insan ölümü meydana gelen her durumda, güce başvurduğu iddia edilen kişiler Devlet memuru da olsa, üçüncü kişiler de olsa, benzer şekilde bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir. Sadece makamların ölümden haberdar olması durumu, Sözleşme’nin 2. maddesinden doğan, ölümün meydana geldiği koşullar hakkında etkin bir soruşturma yapılması zorunluluğunu kendiliğinden (ipso facto) doğurmaktadır (Ergi/Türkiye, 28 Temmuz 1998, § 82, Derleme 1998 IV, Yaşa/Türkiye, 2 Eylül 1998, § 100, Derleme 1998-VI, daha önce anılan Hugh Jordan, §§ 107-109 ve Slimani/Fransa, No. 57671/00, § 29, AİHM 2004 IX (özetler)). Bir kimseye karşı kullanılan gücün, ölüme sebebiyet vermeden, o kişinin hayatını tehlikeye soktuğu durumlarda da aynı mantık geçerlidir (bk gerekli değişikliklerin yapılması şartıyla (mutatis mutandis), daha önce anılan Makaratzis, § 73).
48. Devlet memurlarının veya birimlerinin söz konusu eyleme müdahil olduğu durumlarda, soruşturmanın etkinliğine ilişkin olarak özel gereklilikler uygulanabilmektedir (Tahsin Acar/Türkiye [BD], No. 26307/95, § 220, AİHM 2004 III). Soruşturmaların, derin, tarafsız ve ciddi bir şekilde yürütülmeleri gerekmektedir (daha önce anılan McCann ve diğerleri, §§ 161-163 ve Çakıcı/Türkiye [BD], No. 23657/94, § 86, AİHM 1999 IV).
49. Soruşturmanın asgari etkinlik kriterine cevap veren incelemenin niteliği ve derecesi, somut olayın koşullarına dayanmaktadır. Bu özellikler, ilgili olayların tümü temel alınarak ve soruşturma çalışmasının uygulama gerçekleri bakımından değerlendirilmektedir. Basit bir soruşturma işlemleri listesi yapılarak veya basitleştirilmiş başka kriterler uygulanarak, durum çeşitliliğini azaltmak mümkün değildir (Tanrıkulu/Türkiye [BD], No. 23763/94, §§ 101-110, AİHM 1999 IV, daha önce anılan Kaya, §§ 89-91, Güleç/Türkiye, 27 Temmuz 1998, §§ 79 81, Derleme 1998 IV, Velikova/Bulgaristan, No. 41488/98, § 80, AİHM 2000 VI ve Buldan/Türkiye, No. 28298/95, § 83, 20 Nisan 2004).
50. Sorumluların kimliklerinin belirlenmesi ve cezalandırılmaları anlamında da yürütülen soruşturmanın etkin olması gerekmektedir (Oğur/Türkiye [BD], No. 21594/93, § 88, AİHM 1999 III). Burada bir sonuç yükümlülüğünden değil araç yükümlülüğünden bahsedilmektedir. Makamların, olayla ilgili delillerin toplanabilmesi için, makul olarak kendilerine erişilebilir olan tedbirleri almaları gerekmektedir (daha önce anılan Tanrıkulu, § 109, Salman/Türkiye [BD], No. 21986/93, § 106, AİHM 2000-VII ve daha önce anılan Makaratzis, § 57).
51. Soruşturmanın etkinliği, makamların söz konusu olaylara ilişkin delillerin toplanmasını sağlamak için kendilerine sunulan makul tedbirleri almalarını, yani diğerleri arasında, görgü tanıklarının ifadelerinin alınmasını, bilirkişi incelemelerini ve gerektiği takdirde yaralanmaların tüm ve kesin olarak tespit edilmesini sağlayacak düzgün bir otopsi yapılması ile klinik muayenelerin özellikle ölüm sebebinin tarafsız bir şekilde incelemesini gerektirmektedir. Ölüm sebebinin veya sorumluların belirlenmesi için soruşturmanın etkisini zayıflatacak her türlü zafiyet, soruşturmanın bu norma uygun olmadığı sonucuna varılması tehlikesini doğurur (McKerr/Birleşik Krallık, No. 28883/95, § 113, AİHM 2001-III, Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık, No. 46477/99, § 71, AİHM 2002-II, Aktaş/Türkiye, No. 24351/94, § 300, AİHM 2003-V, daha önce anılan Slimani, § 32 ve Mocanu ve diğerleri/Romanya [BD], No. 10865/09, 45886/07 ve 32431/08, §§ 345 ve 348, AİHM 2014 (özetler)).
52. Bu bağlamda zımni bir sürat ve makul ivedilik şartı da mevcuttur. Belirli bir durumda bir soruşturmada ilerlemeye engel olan kimi güçlük veya maniler bulunabilirse de, yetkili makamların öldürücü güç kullanımını veya kötü muamele iddialarını soruşturmak konusunda süratle yanıt vermesi, halkın hukukun üstünlüğüne bağlılık konusunda duyduğu güvenin muhafazası ve hukuka aykırı fiillere gizlice dâhil olunduğu veya göz yumulduğu şeklinde bir görünümü engellemek bakımından genellikle elzem sayılmaktadır (daha önce anılan McKerr, § 114 ve daha önce anılan Tahsin Acar, §§ 223-224).
c. Güvenlik güçlerinin müdahaleleri ve operasyonlar hakkında
53. Barışın ve kamu düzeninin sağlanmasına ilişkin operasyonlar kapsamında, Devletlerin kasti ve kanunsuz olarak yaşama son vermenin engellenmesi ve yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınması yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu yükümlülük, Devletlerin kişiye karşı suç işlenmesini caydıracak adli ve idari bir sistem oluşturarak ve ihlalleri önlemek, telafi etmek ve cezalandırmak için oluşturulmuş bir uygulama mekanizmasına dayanarak, yaşam hakkını güvence altına alma öncelikli görevini içermektedir (daha önce anılan L.C.B., § 36 ve daha önce anılan Makaratzis, § 57).
54. Ölümcül güce başvurulması, "kesinlikle gerekli" olduğunda ve Sözleşme’nin 2. maddesinin ikinci paragrafında açıklanan amaçlarla doğru orantılı olduğunda, bazı koşullarda haklı gösterilebilmektedir. Bununla birlikte polis operasyonlarının, özellikle ulusal hukuk tarafından izin verilmiş olduklarında, keyfiliğe, gücün kötüye kullanımına ve hatta önlenebilir kazalara karşı uygun ve etkin bir güvenceler sistemi çerçevesinde, bu hakla yeterince kısıtlanmış olmaları gerekmektedir. Polislerin, hazırlıklı bir operasyon veya tehlikeli olabileceği kanısına varılan bir kimsenin kendiliğinden yakalanması bağlamında görevlerini icra ederken çekimser olmamaları gerekmektedir; adli ve idari bir çerçevenin, konu hakkında geliştirilen uluslararası normları dikkate alarak, kanunların uygulanmasından sorumlu kişilerin güce başvurabileceği ve ateşli silah kullanabileceği sınırlı şartları tanımlaması gerekmektedir. Dolayısıyla Mahkeme, sadece güce başvurmuş olan Devlet görevlilerini değil aynı zamanda onları çevreleyen koşulların tümünü, hatta özellikle hazırlık aşamalarını ve denetimlerini de değerlendirmeye almalıdır (daha önce anılan Makaratzis, §§ 58-60).
55. Mahkeme, makamların, planlama, uygun emirlerin verilmesi ve bir denetimin bulunmasıyla yaşam tehlikesinin asgari düzeye indirilmesini sağlamak amacıyla gerekli özeni gösterip göstermediklerinin ve söz konusu makamların tedbirlerin, araçların ve yöntemlerin seçiminde dikkatsiz davranıp davranmadıklarının tespit edilmesi için, bir kimsenin ölümüyle sonuçlanan bir polis operasyonunun hazırlık ve denetim aşamalarının incelenmesinin önemli olduğunu hatırlatmaktadır (daha önce anılan McCann ve diğerleri, §§ 194-201, A Serisi No. 324, Andronicou ve Constantinou/Kıbrıs, 9 Ekim 1997, § 181, Derleme 1997-VI, Moussaïev ve diğerleri/Rusya, No. 57941/00, 58699/00 ve 60403/00, §§ 153 155, 26 Temmuz 2007; Mahkeme’nin yaklaşımı için ayrıca bk. Stanculescu ve Chitac/Romanya davası (kabul edilebilirlik hakkında), No. 22555/09 ve 42204/09, §§ 28-33 ve 71-74, 3 Temmuz 2012, bu davada başvuranlar, başkaldırının şiddetle bastırılması sırasında emirleri vermekle ve özellikle adam öldürme suçundan mahkum edilen yüksek rütbeli subaylardır.).
56. Özellikle kanun temsilcilerinin, ölümcül silah kullanımının kesinlikle gerekli olup olmadığını değerlendirebilmek için, sadece aynı yöntemleri kullanarak veya ilgili yönetmelikleri takip ederek değil, aynı zamanda temel değer olan insan hayatına saygının önceliğini dikkate alarak eğitilmeleri gerekmektedir (bk. Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], No. 23458/02, §§ 244-251 ve 310, AİHM 2011 (özetler) ve Natchova ve diğerleri/Bulgaristan Kararında yer alan atıflar [BD], No. 43577/98 et 43579/98, § 97, AİHM 2005-VII, ayrıca “öldürmek için ateş etmek” talimatını alan askeri görevlilerin eğitimine ilişkin olarak Mahkeme tarafından ileri sürülen eleştiriler için bk. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, 27 Eylül 1995, §§ 211-214 Seri A No. 324, ayrıca bk., gerekli değişikliklerin yapılması şartıyla (mutatis mutandis), Maiorano ve diğerleri/İtalya, No. 28634/06, §§ 123-132 ve Finogenov ve diğerleri/Rusya, No. 18299/03 ve 27311/03, §§ 217-282, AİHM 2011 (özetler)).
2. Somut olayda uygulama
57. Mahkeme, mevcut davada bulunan özel koşulları dikkate alarak, Sözleşme’nin 2. maddesinin öncelikle usul yönünden ardından esas yönünden incelenmesinin uygun olduğu kanaatindedir.
a. Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönü
58. Mahkeme, başvuran tarafından yapılan suç duyurusunun ardından savcılık tarafından bir soruşturma başlatıldığını ve delillerin toplanması ile olay örgüsünün kurulmasını amaçlayan birçok adli işlemin yapıldığını gözlemlemektedir. Bu soruşturma, daha sonrasında takipsizlik kararına karşı yapılan itirazla ilgili yapılan inceleme sırasında ağır ceza mahkemesi tarafından tamamlanmış, her defasında isnat edilen suçları işleyenlerin kimlikleri tespit edilemeden ek deliller toplanmıştır.
59. Mahkeme, güvenlik güçlerinin söz konusu sokakta ateşli silah kullandıkları iddiasını kategorik olarak reddeden ve özellikle olaylarla ilgili görsel kayıtları referans gösteren Hükümetin tavrını, soruşturma boyunca adli makamlar tarafından dikkate alındığı şekilde, dikkate almaktadır. (yukarıdaki 14, 23 ve 24. paragraflar).
60. Mahkeme, söz konusu makamlar tarafından yapılan tespitlerle hareket etmesine imkân verecek herhangi bir unsur tespit etmemektedir. Mahkeme, soruşturma boyunca emek verilen bir çalışmanın yürütüldüğünü gözlemlemekte ve olaylar sırasında polis memurları tarafından ateşli silahlara başvurulmadığına ilişkin resmi ifadeleri dikkate alarak, adli makamların hiyerarşik olarak üst rütbeli polislerin önceden sorgulamamakla suçlanamayacağı kanaatindedir.
61. Mahkeme nazarında, başvuranın kendisine ateş eden polis memurlarını yeniden tanıyabilecek durumda olmadığını ifade etmesi sebebiyle kimlik tespiti için bir yüzleştirme yapılmamasının kabul edilebilir bir durumdur (yukarıdaki 20. paragraf).
62. Bu sebeple, yaşam hakkına karşı olası bir ihlal hakkında soruşturma açma zorunluluğu, yalnızca yaralanan mağdurun ifadeleriyle sınırlandırılamaz. Üstelik söz konusu sokakta bir jandarmanın mermiyle yaralanması, -silahlı bir kişinin yakalanması ve polisin zırhlı bir aracında mermi izi bulunması (yukarıdaki 10. paragraf) gibi- yine başka delillerin de bulunması, kontrol edilemeyen kalabalığın arasında silahlı kişilerin bulunabileceği sonucunu çıkarmaya imkân vermektedir. Ayrıca olay yerinde -jandarmalar gibi- başka güvenlik güçlerinin mensuplarının da bulunduğuna dair ifadeye de itiraz edilmemiştir (yukarıdaki 13. paragraf). Sonuç olarak Mahkeme, kesinlikle ya bir jandarmadan ya bir göstericiden ya da başka güvenlik güçlerinden birinden gelen bir mermi atışının bulunduğu sonucuna varmaktadır.
63. Bununla birlikte Mahkeme, soruşturmanın bu anlamda yürütülmediğini gözlemlemektedir. Mahkeme, söz konusu sokakta meydana gelen olaylarla ilgili olarak ve -öncelikle dört gün boyunca süren kaos ortamı sebebiyle olay yerinin korunması için, ardından gerçekte var olan koşulların tespit edilmesinin kesinlikle zor olduğu olaylar hakkında soruşturma yürütmek için- makamlar tarafından karşılaşılan güçlüklerin bilincinde olarak, soruşturma sırasında olay yerinde bulunan diğer kişiler, makul bir seçenek olan göstericiler veya jandarmalar hakkında hiçbir şekilde bir araştırma yapılmaması hususunda ikna olmamıştır. Bu bağlamda başvuranın, kendisine ateş eden polislerin üniformalı olduğuna dair ifadesi, somut olayın koşulları bakımından, makul olarak araştırılabilecek bir alanın gözden çıkarılması için yalnız başına yeterli değildir.
64. Mahkeme, ardından ulusal makamların başvuranın halen vücudunda kalan mermiye yeterince ilgi göstermediğini tespit etmektedir. Cumhuriyet savcısı önünde suç duyurusunda bulunduğu sırada başvuranın vücudunda bulunduğunu belirttiği (yukarıdaki 19. paragraf) merminin çıkarılmasında muhtemel bir engel, aslında yargılamanın hiçbir aşamasında söz konusu edilmemiştir. Ayrıca Hükümetin, başvuranın hastaneyi terk etmesinin balistik incelemeyi engellediğine ilişkin iddiası da, dayanaktan yoksundur.
65. Mahkeme, pozitif yükümlülükleri makamlara aşırı yük getirecek şekilde yorumlamak gerekmediğinin bilincinde olarak (Sašo Gorgiev/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, No. 49382/06, §§ 39-44, AİHM 2012 (özetler)), soruşturma boyunca tamamlanabilecek yukarıda tanımlanan eylemlerin (yukarıdaki 63 ve 64. paragraflar) -olumlu sonuçlarına dayanmaksızın- yeterince basit ancak temel bir nitelikte oldukları kanaatindedir (daha önce anılan Sabuktekin ile karşılaştırın, §§ 97-104).
66. Mahkeme, yukarıda belirtilenler doğrultusunda, soruşturmanın, başvurana isabet eden ateşli silahtan çıkan atışları gerçekleştirenlerin güvenlik güçleri mensuplarından mı yoksa göstericilerden mi olduğunun araştırılması konusunda (daha önce anılan Mocanu ve diğerleri, §§ 345 ve 348) eksik olduğu sonucuna varmaktadır.
Dolayısıyla, Sözleşme’nin 2. maddesi usul yönünden ihlal edilmiştir.
b. Sözleşme’nin 2. maddesinin esas yönü
67. Yukarıda belirtildiği gibi, soruşturma, başvuranın yaralanmasına sebep olan eylemin faillerinin güvenlik güçleri mensuplarından mı veya üçüncü kişilerden mi olduğunun tespit edilmesine imkân vermemiştir. Bu sebeple, soruşturma daha ileriye taşınamamıştır.
68. Dolayısıyla Mahkeme’ye sunulan ve önceki başlıkta özetlenen unsurlar, her türlü makul şüphenin ötesinde, ilgilinin iddia ettiği gibi Sözleşme’nin 2. maddesi ihlal edilerek başvuranın Devlet görevlileri tarafından aşırı güç kullanımına maruz bırakıldığının tespit edilmesine izin vermemiştir. Aslında Mahkeme, söz konusu eylemin güvenlik güçlerinden kaynaklandığını söyleyemez, şayet durum bu şekilde gelişmişse inceleme yapılması gerekmektedir.
69. Bu bağlamda Mahkeme, bu imkânsızlığın, ulusal makamlar tarafından yürütülen soruşturmanın derinleştirilmemiş olmasından ve yukarıdaki kısımda Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünün ihlal edildiği sonucuna ulaşması dolayısıyla eksik olması sebebiyle etkinlikten yoksun bulunmasından kaynaklandığının altını çizmektedir (Osmanoğlu/Türkiye, No. 48804/99, §§ 53 ve 64, 24 Ocak 2008; Sözleşme’nin 3. maddesiyle ilgili olarak, ayrıca bk. Lopata/Rusya, No. 72250/01, § 125, 13 Temmuz 2010, San Argimiro Isasa/İspanya, No. 2507/07, § 65, 28 Eylül 2010 ve Beristain Ukar/İspanya, No. 40351/05, § 43, 8 Mart 2011 ve Etxebarria Caballero/İspanya, No. 4016/12, §§ 58-59, 7 Ekim 2014).
Dolayısıyla Sözleşme’nin 2. maddesi esas yönünden ihlal edilmemiştir.
II. BAŞVURUNUN GERİ KALAN KISMI HAKKINDA
70. Başvuran, Sözleşme’nin 14 ve 17. maddelerini ileri sürerek, güvenlik güçlerinin, Kürt asıllı olması sebebiyle kendisine saldırdığını ve davalı Devletin Sözleşme tarafından belirlenen hakları ihlal ettiğini iddia etmektedir.
71. Hükümet bu iddialara itiraz etmektedir.
72. Mahkeme, bu şikâyetlerin esas hakkında incelenmelerine izin verecek kesin unsurlarla birlikte sunulmadığını dikkate almaktadır (Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, No. 651/10, § 150, 25 Şubat 2014).
73. Dolayısıyla, başvurunun bu kısmı, açıkça dayanaktan yoksundur ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendi ve 4. fıkrası uyarınca reddedilmesi gerekmektedir.
III. SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
74. Sözleşme’nin 41. maddesi aşağıdaki gibidir;
‘‘ Şayet Mahkeme, bu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldırabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazmin verilmesine hükmeder. ‘‘
A. Tazminat
75. Başvuran, maruz kaldığı maddi ve manevi zararlar karşılığında, sırasıyla 5 000 avro (EUR) ve 10 000 avro talep etmektedir.
76. Hükümet, başvuranın iddialarıyla talep ettiği maddi tazminat arasında nedensellik bağı bulunmadığını ileri sürmektedir. Üstelik Hükümet, manevi zarar bağlamında talep edilen meblağı da aşırı olarak nitelendirmektedir.
77. Mahkeme, tespit edilen ihlal ile talep ettiği ve diğer taraftan hiçbir şekilde dayanak göstermediği maddi tazminat arasında nedensellik bağı kuramamakta, talebin bu kısmını reddetmektedir. Buna karşın, Mahkeme, başvurana manevi zarar bağlamında talep ettiği meblağın tamamının yani 10000 avro ödenmesinin gerekli olduğu kanaatindedir.
B. Masraf ve Harcamalar
78. Başvuran ayrıca, Mahkeme önünde yapmış olduğu masraf ve harcamalar karşılığında, avukat, çeviri hizmeti, fotokopi ve posta gönderimi ücretlerini dayanak göstererek, 5 897 avro talep etmektedir. Başvuran bu bağlamda, avukatı tarafından tamamlanan çalışma saatlerinin ücretine ilişkin bir makbuz, Diyarbakır Barosu’nun asgari avukatlık ücretlerini gösteren bir belge, bir tercüman tarafından yazılmış başvuranın temsilcisi tarafından kendisine 185 avro ödendiğini belirten bir mektup ve 11,85 Türk lirası tutarında posta gönderim makbuzunun bir nüshasını sunmuştur.
79. Hükümet bu talebe itirazda bulunmuştur: Hükümet, sunulan kanıtlayıcı belgelerin uygun olmadığını ve -bir fatura gibi- resmi belgelerin söz konusu olmadığını belirtmekte ve başvuranla avukatı arasında yapılan sözleşmenin dosyada bulunmadığını eklemektedir.
80. Mahkeme içtihadına göre, bir başvuranın, Mahkeme önünde yaptığı masraf ve harcamaların doğruluğunu, gerekliliğini ve oranlarının makul niteliğini ispatlaması halinde, söz konusu giderler başvurana iade edilebilmektedir. Somut olayda Mahkeme, kendisine sunulan belgeleri ve içtihatlarını dikkate alarak, başvurana masraf ve harcamaları karşılığında 2000 avro ödenmesinin makul olduğuna ve bu meblağın başvurana ödenmesine karar vermiştir.
C. Gecikme Faizi
81. Mahkeme, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı faiz oranına üç puan eklenerek elde edilecek oranın gecikme faizi olarak uygulanması gerektiği sonucuna varmaktadır.

BU GEREKÇELERLE MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE
1. Başvurunun, Sözleşme’nin 2. maddesine ilişkin şikâyetle ilgili olarak kabul edilebilir ve geri kalan kısmının kabul edilemez olduğuna;

2. Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlal edildiğine;

3. Sözleşme’nin 2. maddesinin esas yönünden ihlal edilmediğine;

4. a) Davalı Devlet tarafından, Sözleşme’nin 44 § 2 maddesi uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içerisinde, ödeme tarihindeki geçerli döviz kuru üzerinden davalı Devletin para birimine çevrilmek üzere, aşağıdaki meblağların başvurana ödenmesine;
i. manevi zarar karşılığında, her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere 10 000 avro (on bin avro),
ii. başvuran tarafından yapılan masraf ve harcamalar karşılığında, her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere 2 000 avro (iki bin avro),
b) Söz konusu sürenin bittiği tarihten başlayarak, ödemenin yapıldığı tarihe kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına,

5. Başvurunun geri kalan kısmı için adil tazmin taleplerinin reddedilmesine

karar vermiştir.
Fransızca olarak yazılan işbu karar Mahkeme İçtüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkraları gereğince 10 Kasım 2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Stanley Naismith Paul Lemmens
Yazı İşleri Müdürü Başkan

  Avukat   -   AİHM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için