Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Vasi ve Kayyım Tayini, Aile Meclisi, Medeni Kanun Madde 396-403
0

Vasi ve Kayyım Tayini, Aile Meclisi, Medeni Kanun Madde 396-403

Vasi ve Kayyım Tayini, Aile Meclisi, Medeni Kanun Madde 396-403
Vesayet organları, vesayet daireleri ile vasi ve kayyımlardır. Kamu vesayeti, vesayet makamı ve denetim makamından oluşan vesayet daireleri tarafından yürütülür. Vesayet makamı, sulh hukuk mahkemesi; denetim makamı, asliye hukuk mahkemesidir. Vesayet altındaki kişinin menfaatinin haklı gösterdiği, özellikle bir işletmenin, bir ortaklığın veya benzeri işlerin sürdürülmesi gerektiği takdirde vesayet istisnaî olarak bir aileye verilebilir. Bu durumda vesayet makamının yetki, görev ve sorumluluğu kurulacak aile meclisine geçer.
Özel vesayet, vesayet altına alınan kişinin fiil ehliyetine sahip iki yakın hısımının veya bir hısımı ile eşinin istemi üzerine denetim makamı tarafından kurulur. Aile meclisi, vesayet altındaki kişinin vasi olmaya ehil, denetim makamınca dört yıl için atanacak en az üç hısımından oluşur. Vesayet altına alınanın eşi de aile meclisine üye olabilir.
Aile meclisi üyeleri, görevlerini gereği gibi yerine getireceklerine dair güvence vermek zorundadırlar. Güvence sağlanmadan özel vesayet kurulamaz. Aile meclisi görevini yapmadığı veya vesayet altındaki kişinin menfaati gerektirdiği takdirde, denetim makamı her zaman aile meclisini değiştirebileceği gibi özel vesayeti de sona erdirebilir.
Vasi, vesayet altındaki küçüğün veya kısıtlının kişiliği ve malvarlığı ile ilgili bütün menfaatlerini korumak ve hukukî işlemlerde onu temsil etmekle yükümlüdür. Kayyım, belirli işleri görmek veya malvarlığını yönetmek için atanır. Bu Kanunun vasi hakkındaki hükümleri, aksi belirtilmiş olmadıkça kayyım hakkında da uygulanır.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2016/5589 E. , 2019/4705 K.
“…..
Asıl ve birleştirilen dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel isteğine ilişkindir.
Davacılar asıl davada, dava konusu 374 parsel sayılı taşınmazın önce ¼ payının (1750/7000) davalı mirasçı ... tarafından mirasbırakan ...’dan alındığını, bunu öğrenen dava dışı mirasçı ...’in de kalan ¾ ( 5250/7000) payı vekili olan kayınvalidesi marifetiyle mirasbırakandan alıp bilahare davalı eşi ...’a, adı geçenin de muvazaalı şekilde davalı ...’ye satış yolu ile temlik ettiğini, aile meclisi kararı ile taşınmazın mirasbırakan ... adına alınmasının kararlaştırıldığını, devirlerin muvazaalı olup davalı ...’nin de iyiniyetli olmadığını ileri sürerek dava konusu taşınmazın satışının iptali ile mirasbırakan ... adına tescilini istemişler; davacılar birleştirilen davada, davalı ...’ün adının asıl davada sehven ... olarak yazıldığını, dava konusu 374 parsel sayılı taşınmazda son kayıt maliki davalı ...’ye
yapılan 5250/7000 oranındaki pay satışının muvazaalı olup davalı ...’ın yurt dışından gelerek dava tarihinden kısa bir süre önce devri gerçekleştirdiğini, davalı ...’nin, davalı ... ve eşinin güvendiği kişi olup iyiniyetli olmadığını, taşınmazın hızlıca ve muvazaalı olarak elden çıkartılmasına yardımcı olduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazın satışının iptali ile mirasbırakan ... adına tescilini istemişler; aşamalarda, taşınmazın satış bedelinin mirasçılar tarafından verilip saygı ve hürmeten mirasbırakan .... adına tescilinin kararlaştırıldığını ancak davalılardan ...’in sonradan buna aykırı davrandığını, mirasbırakan yanında olan mirasçıların muris muvazaası ile taşınmazı devir aldıklarını ileri sürerek davalılar ... ve ... adlarına kayıtlı payların iptali ile tüm mirasçılar adına tescilini, olmadığı taktirde davalı ...’ye temlik edilen çekişmeli taşınmazın bedelinin davalı ...’dan faiziyle birlikte tahsilini; 21.12.2010 tarihli dilekçeyle tereke temsilcisinin davaya dahil edilmesini istemişler; tereke temsilcisi, davaya bir diyeceğinin olmadığını beyan etmiştir.
Asıl davada davalı ..., dava konusu taşınmazın 1750/7000 payını 1979 yılında dava dışı ...’dan satın aldığını, mirasbırakan tarafından bir temlik yapılmadığını, mirasbırakanın ise payını ihtiyacı olmadığı halde muvazaalı olarak dava dışı oğlu...’e, adı geçenin de bir süre sonra davalı eşi ...’a devrettiğini, diğer davalı ...’ün ise davalı ... ile dava dışı eşinin yakın arkadaşı olduğunu; asıl davada davalı ..., dava konusu taşınmazın 1979 yılında satın alınırken parasını dava dışı eşi ...’in ödediğini; birleştirilen davada davalı ..., tapu kaydına güvenen iyiniyetli 3. kişi olup satıcı ile bir yakınlığı bulunmadığını, emlakçıdan tellaliye sözleşmesi ile taşınmazı satın aldığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın davalı ... yönünden reddine, davalılar ... ve ... yönünden kabulüne dair verilen karar Dairece, “ ...Dava ve birleşen dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmazsa bedelin tazmini isteklerine ilişkindir....Hal böyle olunca, somut olayda 1086 sayılı HUMK.'nun 409. (6100 sayılı HMK.'nun 150.) madde hükmü gözetilmek suretiyle değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, terekeye mümessil atanmasından sonra da davanın davacılar vekili tarafından sürdürülmesine imkan tanınıp yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir...” gerekçesiyle bozulmuş; Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sırasında davalılar ..., ... ve ... davayı takip etmediklerini bildirmişler; mahkemece 22.09.2015 tarihli duruşmada HMK 150. maddesi uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiş; tereke temsilcisi tarafından sunulan yenileme dilekçesi üzerine mahkemece yargılamaya devam olunarak davalı ... yönünden iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine, davalılar ... ve ... yönünden ise temlikin muvazaalı olduğu, son kayıt maliki davalı ...’nin iyiniyetli olmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davalı ... adına kayıtlı 5250/7000 oranındaki payın tapu kaydının iptaliyle mirasbırakan ... mirasçıları adına payları oranında tesciline karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1926 doğumlu mirasbırakan ...’ın 20.04.2006 tarihinde ölümü üzerine davacı eşi ..., davacı çocukları ..., ..., ..., ..., davalı oğlu ... ile dava dışı oğlu ...’in mirasçı kaldıkları, davacılardan eş ...’nın yargılamanın seyri sırasında öldüğü, eldeki davanın mirasbırakanın eşi ve bir kısım çocuğu tarafından tapunun iptali ile mirasbırakan adına tescil isteğiyle açıldığı ve 14.12.2010 tarihinde mirasbırakan ...’nun terekesine ...’ın tereke temsilcisi olarak atanmasına karar verildiği, dava konusu 374 parsel sayılı tarla vasıflı taşınmazın tamamı dava dışı ... adına kayıtlı iken tamamını 7000 hisse itibar ederek 5250/7000 payını mirasbırakan ...’ya, 1750/7000 payını da davalı ...’e 16.11.1979 tarihinde satış yolu ile temlik ettiği, mirasbırakanın adına kayıtlı 5250/7000 payın tamamını 05.08.1994 tarihinde satış yolu ile dava dışı oğlu...’e, adı geçenin de 12.08.2003 tarihinde davalı eşi ...’a, onun da 25.08.2006 tarihinde birleştirilen davada davalı ...’e satış yolu ile temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Dava konusu taşınmazda mirasbırakan tarafından asıl davada davalı ...’e yapılan bir temlik bulunmayıp adı geçen davalıya dava dışı kişi tarafından yapılan pay temliki ile ilgili olarak 01.04.1974 tarihli ½ sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunmayacağı gözetilerek bu davalı yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Tereke temsilcisinin asıl davada davalı ...’e yönelik temyiz itirazlarının reddine.
Asıl davada davalı ... ile birleştirilen davada davalı ...’nin temyiz itirazlarına gelince;
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun(HMK) 190. maddesinde, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir."; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun(TMK) 6. maddesinde, "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." şeklinde yer alan hükümlerle, açılmış bir davada ispat yükünün kural olarak davacıya yüklendiği tartışmasızdır.
Somut olaya gelince, toplanan deliller yukardaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde HMK 190. ve TMK 6. maddeleri gereğince mirasbırakanın diğer mirasçılar ve terekeden mal kaçırma kastının varlığı açıkça ortaya konulamadığı gibi birleştirilen davada davalı ...’nin kötüniyeti de ispatlanabilmiş değildir.
Hal böyle olunca, asıl ve birleştirilen davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
……….”

  Avukat   -   Makaleler
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için