Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Abdullah Ünal Başvurusu (Başvuru Numarası: 2012/1094)
0

Abdullah Ünal Başvurusu (Başvuru Numarası: 2012/1094)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

ABDULLAH ÜNAL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/1094)

Karar Tarihi: 7/3/2014
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR

Başkan : Alparslan ALTAN
Üyeler : Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör : Muharrem İlhan KOÇ
Başvurucu : Abdullah ÜNAL
Vekili : Av. Adem KOYUNCU

I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 4/12/2012 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 13/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/3/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiş olup, başvurucunun aynı konuya ilişkin 17/12/2013 tarih ve 2013/9316 sayılı bireysel başvurusu da bu başvuruyla birleştirilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 1/4/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Bakanlık görüşünü 3/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucu vekiline 25/6/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır.
7. Başvurucu Tekirdağ 1. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla gönderdiği 22/10/2013 tarihli dilekçeyle vekilini azlettiğini bildirerek yazışmaların kendisiyle yapılmasını talep etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığı görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, suç işlemek için örgüt kurma, nitelikli yağma, kasten öldürme ve hırsızlık suçlarına ilişkin olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 9/11/2006 tarih ve 2006/69 Sorgu sayılı kararla tutuklanmıştır.
10. Başvurucu hakkında anılan suçlarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 15/1/2007 tarihli iddianamesiyle İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
11. Yargılamanın yürütüldüğü İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/70 sayılı dosyasında, 4/10/2012 tarihli duruşmada “yargılama kapsamındaki her bir suç için tutukluluk süresinin bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle tahliye talepleri reddedilerek başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
12. Bu karara yapılan itiraz İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/11/2012 tarih ve 2012/766 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
13. Adalet Bakanlığı, bireysel başvuru konusu yargılamadan farklı olarak başvurucunun kasten öldürme suçundan Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2009 tarih ve E.2007/212, K.2009/177 sayılı kararıyla 14 yıl 2 ay hapis cezasına mahkûm edildiğini, bu kararın 20/9/2010 tarihli Yargıtay 1. Ceza Dairesinin kararıyla onandığını, ayrıca Küçükçekmece 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 22/4/2008 tarihli ve Büyükçekmece 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/10/2010 tarihli kararlarıyla farklı suçlardan başvurucunun hapis cezalarına mahkum edildiğini, bu hükümlerin de Yargıtayca onandığını ve bu mahkûmiyetlere ilişkin cezaların içtima edilerek 7/4/2011 tarihinde infaza başlandığını bildirmiştir.
14. Başvurucu kasten öldürme suçundan yargılandığı Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/212, K.2009/177 sayılı dosyasında 13/12/2006 tarihinde tutuklanmış ve 27/5/2009 tarihli mahkûmiyet hükmüyle birlikte başvurucu hükmen tutuklu olmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
16. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
17. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile son cümlesi şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”
18. 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 7/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/12/2012 tarih ve 2012/1094 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, 9/11/2006 tarihinde tutuklandığını, kanunda öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresi aşılmasına rağmen tahliye talebinin reddedildiğini, birden fazla suç kapsamında yürütülen yargılamada her bir suç yönünden tutukluluk süresinin ayrı değerlendirilemeyeceğini belirterek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
21. Adalet Bakanlığı görüşünde, ilk olarak 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak hukuk yollarının tüketildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılabileceği, başvurucu tarafından tüketilen son hukuk yolu olarak Mahkemeye yapılan tahliye talebi ve bu talebin reddi üzerine yapılan itirazın gösterildiği, oysa başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesi kapsamındaki şikâyetleri ile ilgili olarak derece mahkemelerine başvurarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ve aynı Kanun’un 142. maddesi uyarınca tazminat davası açması gerektiği ileri sürülmüştür.
22. İkinci olarak, devam etmekte olan bir davada uzun tutuklulukla ilgili olarak tazminat talep edilebilmesi için davanın esası hakkındaki kararın kesinleşmesinin zorunlu olmadığı, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 15/5/2012 tarih ve E.2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararına göre, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine göre devam etmekte olan bir davada da tazminat talep edilebilmesinin önünde herhangi bir engel bulunmadığı belirtilmiştir.
23. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
24. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
25. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir.
26. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz olmaları ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 28,29).
27. Adalet Bakanlığının görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat isteminde bulunulabileceği hükmüne yer verilmiştir.
28. 5271 sayılı Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde “Kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğunun devamına karar verilen” kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını, devletten isteyebileceklerine ilişkin düzenlemenin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmekle birlikte, aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarını düzenleyen 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği düzenlenmiştir.
29. Somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının kalmadığı iddia edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde tutukluluğun devamına karar verilmiş ise madde kapsamında bunun mağduru maddi ve/veya manevi tazminat istemiyle dava açabilecektir.
30. Ancak başvurucunun istemi tazminat değildir. Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılmış olduğunun tespitiyle tahliyesine karar verilmesini talep etmektedir. 5271 sayılı Kanun’un koruma tedbirleri nedeniyle tazminata dair düzenlemelerine bu açıdan bakıldığında, başvurucunun şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirilmediği görülmektedir. Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca maddi ve manevi zararların giderilmesini teminat altına almakta, fakat hukuka aykırı tutulduğu tespit edilse dahi kişiye serbest bırakılma konusunda bir imkân sunmamaktadır. Bireysel başvurunun esastan incelenmesinden önce tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu yola gitmesi somut talebi açısından etkili sayılamaz, dolayısıyla anılan yolun tüketilmesi gerekmez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 27).
31. Açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlığının, başvurucunun tutukluluk nedeniyle tazminat davası açmadığı ve başvuru yollarını tüketmediği yönündeki ön itirazı kabul edilemez. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Başvurucu, 9/11/2006 tarihinden itibaren tutuklu olarak yargılandığı dava kapsamında Kanun’da öngörülen azami beş yıllık sürenin aşılmasından sonra tutukluluğun devamına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
33. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
…”
34. Adalet Bakanlığı, başvurucunun beş yıldan fazla tutuklu bulundurulduğu iddialarına ilişkin olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında tutuklulukta geçen süre tespit edilirken kişinin yakalandığı tarih ile mahkûmiyetine karar verildiği veya serbest bırakıldığı tarih arasında geçen sürenin dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir (Wemhoff/Almanya, B.No: 2122/64, 27/6/1968). Bakanlık, başvurucunun bireysel başvuru konusu yargılamadan farklı olarak, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2009 tarihli, Küçükçekmece 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 22/4/2008 tarihli ve Büyükçekmece 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/10/2010 tarihli kararlarıyla ayrı ayrı hapis cezalarına mahkum edildiğini, bu kararların Yargıtayca onandığını ve 7/4/2011 tarihinde cezalar içtima edilerek infaza başlandığını bildirmiştir. Bakanlık, aynı döneme ilişkin olarak başvurucunun, farklı suçlar nedeniyle infaz edilen hapis cezalarının toplam tutukluluk süresinden indirilmesi gerektiği yönündeki AİHM içtihadını sunmuştur (Bak/Polonya, B.No: 7870/04, 16/1/2007).
35. Adalet Bakanlığı ayrıca, AİHS’nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında “mahkûmiyetin” ilk derece mahkemesinin verdiği kararla oluştuğuna ve kararın kesinleşmesine ihtiyaç olmadığına vurgu yapmaktadır (Wemhoff/Almanya, § 9).
36. Anayasa’nın 19. maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği güvence altına alınmış olup, maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında belirtilen haller dışında kimsenin hürriyetinden yoksun bırakılamayacağı kuralı yer almaktadır.
37. Buna göre, hürriyetten yoksun bırakılma ancak Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında belirlenen durumlardan birinin varlığı halinde söz konusu olabilir. Maddenin üçüncü fıkrasına göre suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini ve değiştirilmesini önlemek maksadıyla hâkim kararıyla tutuklanabilir. Tutuklamanın kanunda öngörülen şekil ve şartlara uygun olması gerekir.
38. Kişi hürriyetine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı kişileri keyfi bir şekilde hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun hürriyetten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, kanunun hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
39. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
40. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararı).
41. Kişi hakkında birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmanın bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama bir yaptırım olmadığından, aynı dosya kapsamında tutukluluk kararı verilen her bir suç yönünden tutukluluk süresinin ayrı değerlendirilmesi kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı ile davanın karmaşık olması tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek etkenler olup, kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde bu etkenlerin esas alınması mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki düzenleme ile kişi hürriyetine yönelik sınırlamaların dar yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 50).
42. Tutukluluğa ilişkin sürenin tespitinde ilk derece mahkemesi önündeki yargılamada tutuklu geçirilen sürenin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılandığı davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse, artık bu kişinin durumu “suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma” kapsamından çıkmakta ve tutukluluk ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline dönüşmektedir (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 33).
43. Somut olayda 9/11/2006 tarihinde tutuklanan başvurucu hakkında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/70 sayılı dosyasında yargılama süreci devam ettiği sırada, farklı suçlardan Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2009 tarihli, Küçükçekmece 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 22/4/2008 tarihli ve Büyükçekmece 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/10/2010 tarihli kararlarıyla başvurucunun ayrı ayrı hapis cezalarına mahkûm edildiği, bu hükümlerin Yargıtayca onanması sonrasında anılan mahkûmiyetlere ilişkin cezaların 7/4/2011 tarihinde içtima edilerek infazına başlandığı anlaşılmaktadır.
44. Ayrıca başvuru konusu yargılama kapsamında 9/11/2006 tarihinde tutuklanan başvurucunun, yukarıda sözü edilen Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava kapsamında 13/12/2006 tarihinde tutuklandığı, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/5/2009 tarihli kararla başvurucunun mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin devamına karar verildiği anlaşılmaktadır. 27/5/2009 tarihi itibarıyla başvurucu hakkında, başvuru konusu yargılama ve sonraki yargılamaya ilişkin olmak üzere iki ayrı tutuklama kararı mevcut olmakla birlikte, 27/5/2009 tarihli karar “suç isnadına bağlı olarak” verilen bir tutuklama kararı olmamakta; hürriyetten yoksun bırakılmanın nedenini bu aşamada ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet hükmü oluşturmaktadır. Başvuru konusu yargılama kapsamındaki tutukluluk hali bu aşamada varlığını devam ettirmekte ise de, 27/5/2009 tarihinde mahkûmiyet hükmüyle birlikte verilen tutukluluğun devamına ilişkin karar, başvurucunun hürriyetinin kısıtlanmasına tek başına ve “suç isnadına bağlı olma” halinden bağımsız olarak neden olmaktadır (B. No: 2012/348, 4/12/2013, § 48).
45. Bu belirlemeler karşısında, başvuru konusu yargılama kapsamında 9/11/2006 tarihinde tutuklanan başvurucunun, başka bir suç nedeniyle 27/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararına dayalı olarak ve 7/4/2011 tarihinden itibaren de kesinleşen mahkûmiyetlere ilişkin cezaların infazı kapsamında hükümlü olarak tutulduğunda tereddüt bulunmamaktadır.
46. Bu nedenle, 9/11/2006 tarihinde başlayan tutukluluk halinin başka bir yargılama kapsamında 27/5/2009 tarihinde mahkûmiyete ve tutukluluk halinin devamına karar verilmekle kesintiye uğradığı sonucuna varılmıştır. AİHM, tutukluluğun makul süre şartına uygunluğunun denetlenmesinde, bir suçtan verilen tutukluluk kararı ile başka bir suçtan verilen mahkûmiyet kararının kesişmesi durumunda, mahkûmiyet kapsamında çektirilen sürelerin makul süre hesabına dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir (B. No: 2012/348, 4/12/2013, § 49).
47. Bu çerçevede, başvuru konusu yargılama kapsamında 9/11/2006 tarihinde başlayan ilk tutukluluk halinin, başka bir suç nedeniyle Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesince verilen ve 20/9/2010 tarihinde kesinleşen 27/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararıyla sona erdiği dikkate alındığında, 9/11/2006 - 27/5/2009 tarihleri arasında 2 yıl 6 ay 18 gün tutuklu kalınan sürenin kanunda öngörülen azami tutukluluk süresini aşmadığı sonucuna varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle, başvuru kapsamında “Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/3/2014 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.



Başkan
Alparslan ALTAN

Üye
Engin YILDIRIM

Üye
Celal Mümtaz AKINCI

Üye
Muammer TOPAL

Üye
M. Emin KUZ

  Avukat   -   AYM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için