Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Ali Serindağ ve Diğerleri Başvurusu (Başvuru Numarası: 2016/7060)
0

Ali Serindağ ve Diğerleri Başvurusu (Başvuru Numarası: 2016/7060)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİ SERİNDAĞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/7060)
Karar Tarihi: 10/6/2020
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Kadir ÖZKAYA
Üyeler : Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Raportör : Tuğba TUNA IŞIK
Başvurucular 1. Ali SERİNDAĞ
2. Ayşe SERİNDAĞ
3. Fatey SERİNDAĞ
4. Hüseyin SERİNDAĞ
5. İbrahim SERİNDAĞ
Başvurucular Vekili : Av. Kamber SOYPAK

I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör saldırısı sonucu yakınlarından bazılarının ölümü bazılarının ise yaralanması nedeniyle yaşam hakkının; söz konusu saldırı nedeniyle yerleşim yerinden göç etmek zorunda kalmaları ve böylece mülklerine ulaşamamaları nedeniyle mülkiyet hakkının; meydana gelen zararların tazmini istemiyle başvurulan idari ve yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi Tilkiler köyünde 21/12/1992 tarihinde meydana gelen terör saldırısı sonucunda başvurucuların yakınları olan S.S. ile R.S. ölmüş, başvuruculardan Ali Serindağ ve Hüseyin Serindağ yaralanmıştır.
7. Başvurucular olay sonrası köylerini terk ederek Gaziantep'e yerleşmişler ancak 15/4/1996 tarihinde yine terör saldırısında başvurucuların yakını olan K.S. öldürülmüştür.
8. Başvurucular 21/12/1992 tarihinde meydana gelen olaylar nedeniyle (S.S. ile R.S.nin ölümü, Hüseyin Serindağ ile Ali Serindağ'ın yaralanmaları, köylerini terk etmek zorunda kalmaları, evlerinin zarar görmesi ve fıstık bahçelerini işleyememeleri) 2005 yılında Kahramanmaraş Valiliği, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) müracaat etmişlerdir.
9. Komisyon tarafından, 13/10/2009 tarihli ve 7 sayılı kararla olaydan hemen sonra 23/12/1992 günü ödenen miktara yeniden değerleme oranları uygulanarak bulunan 25.000 TL'nin mahsubu sonucu kalan 21.914 TL'nin ödenmesine karar verilmiştir. Söz konusu Komisyon kararı üzerine 11/1/2010 tarihli sulhname başvurucular vekili tarafından dava açma hakkının saklı olduğunun belirtilmesi suretiyle imzalanmıştır.
10. Başvurucular ölüm olayına ilişkin zararların Komisyon tarafından kısmen karşılandığını belirterek, yaralanma ve ölüm olaylarına ilişkin karşılanmayan zararları ve ayrıca ev ile fıstık bahçelerinde meydana gelen zararları nedeniyle toplam 250.000 TL maddi tazminat ödenmesi talebiyle Gaziantep 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır.
11. Mahkeme, Komisyon tarafından belirlenen miktarın başvurucular tarafından kabul edilmemesi hâlinde uyuşmazlık tutanağının düzenlenmesi gerekirken Komisyon tarafından belirlenen miktarın kabul edilip zararın tamamının kabul ve taahhüt edilerek sulhnamenin imzalandığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca gerekçesinde Komisyon kararında, başvurucuların köyde bulanan mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan tazmin istemi yönünden davacıların Tilkiler köyünü terk etmesine rağmen ilgili jandarma ekipleri tarafından tutulan tutanaklardan köyde diğer insanların gündelik yaşamlarına devam ettiği, olayın münferit bir terör olayı olduğu, köyün boşaltılmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle reddine; Ali Serindağ ve Hüseyin Serindağ'ın yaralanmasından kaynaklanan tazmin istemi yönünden yaralanan kişilerin kaç gün iş ve güçlerinden ayrı kaldıklarını gösterir rapor istenilmesine rağmen ibraz edilemediği gerekçesiyle reddine; S.S. ve R.S.nin ölümünden kaynaklanan tazmin istemi yönünden ise daha önce ödenen 25.000 TL'nin mahsubu sonucu kalan 21.914 TL'nin ödenmesine karar verildiğinin belirtildiği vurgulanmıştır. Ayrıca Mahkeme gerekçesinde, Komisyon kararı gereğince düzenlenen sulhnamede belirtilen tutarın başvuruculara ödendiği belirtilmiştir.
12. Başvurucular Mahkeme kararına karşı, Ali Serindağ ve Hüseyin Serindağ'ın yaralanmalarına ilişkin olan belgelerin dosyaya ibraz edildiğini, dosyanın adli tıbba gönderilmesi gerektiğini, terör saldırısının sadece başvuruculara karşı yapılmış olması sebebiyle diğer köylülerden köyü boşaltmalarının beklenemeyeceğini, ölüm sebebiyle sadece 21.914 TL ödendiğini, 25.000 TL gibi bir ödemenin olmadığı ileri sürerek Danıştay Onbeşinci Dairesinde (Daire) temyiz talebinde bulunmuşlardır. Daire temyiz isteminin reddi ile mahkeme kararının onanmasına karar düzeltme yolu açık olmak üzere karar vermiştir.
13. Başvurucuların karar düzeltme istemlerinin Daire tarafından reddine karar verilmiştir.
14. Nihai karar 8/3/2016 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucular 7/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
16. 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 4. maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).
17. 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
18. 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanması" kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”
19. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
"Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E) davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. "
20. Yönetmelik'in "Zararın karşılanması" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
"Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.
Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.
(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.) Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır."
21. Yönetmelik'in "Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:
"Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.
Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.
…''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
23. Başvurucular; yakınları K.S., S.S. ve R.S.nin terör saldırısı sonucunda öldürüldüğünü, aynı saldırıda başvuruculardan Ali Serindağ ve Hüseyin Serindağ'ın yaralandığını, devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında yaşam hakkının korunmasının gerektiğini ancak bu yükümlülüğün gereğinin yerine getirilmediğini, meydana gelen ölüm ve yaralanma olayında devletin sorumluluğunun bulunduğunu belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
24. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama... hakkına sahiptir."
25. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
26. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın yaşam hakkını güvence altına alan 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerinde gözönüne alacağı ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki hukuka aykırı ve kasıtlı olarak öldürmeme yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif yükümlülüğün maddi boyutu), üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili soruşturma yükümlülüğüdür (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu). Bireysel başvurunun yaşam hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının yaşam hakkının koruma alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür eden eylemsizlikleri ile bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir. Başka bir anlatımla yaşam hakkı kapsamında yapılacak bir inceleme ancak yetkili makamların kusura dayalı sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusudur. Bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri sürülmesi hâlinde ise bireysel başvurunun açıklanan gerekçelerle yaşam hakkından incelenebilmesi mümkün değildir (Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 58, 59).
27. Bu açıklamalar çerçevesinde somut başvuruya bakıldığında başvurucuların iki husustan şikâyet ettiği görülmektedir. İlk şikâyet, yakınlarının yaşamının devletçe korunmadığına ilişkin iken ikinci şikâyet, meydana gelen ölüm olayından kusursuz sorumluluk ve sosyal risk ilkeleri gereğince devletin sorumlu olduğuna ilişkindir. Başvurucuların ilk şikâyetinin devletin koruma yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerektiği açıktır. Ne var ki başvurucuların diğer şikâyetinin yukarıda da izah edildiği gibi yaşam hakkı kapsamında incelenmesi mümkün değildir. Bu nedenle başvurucuların ikinci şikâyetleriyle ilgili bir değerlendirme yapılmamıştır.
28. Anayasa'nın yaşam hakkını güvence altına alan 17. maddesi, devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Ayrıca devlet, anılan yükümlülük kapsamında bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten korumalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
29. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda kamu makamlarının makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde tedbir alması gerekir. Ancak özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).
30. Devletin, diğer bir deyişle kamu görevlilerinin yaşamı korumak için makul ölçüler çerçevesinde idari tedbirler alma konusunda ihmalkârlık yaptığını ileri süren başvurucular somut başvuruyu 5233 sayılı Kanun'a istinaden yaptıkları başvurunun ve anılan başvuruda verilen karar aleyhine açılan davanın reddedilmesi üzerine yapmışlardır. Başvurucular, yakınlarının ölümü nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri maddi zararın tazmini için genel hükümlere göre idari yargı mercilerinde tam yargı davası açmayı tercih etmedikleri gibi genel hükümlere göre başvurulabilecek tam yargı davası yolunun somut olayın kendine özgü koşullarına göre şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek nitelikte olmadığını da iddia etmemişlerdir (Hadice Akyürek ve Hasan Akyürek, B. No: 2015/13867, 9/5/2019, § 57).
31. Danıştayın konuyla ilgili yerleşik içtihadı da gözönüne alındığında 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda ve bu başvurularda verilen kararlar aleyhine açılan idari davalarda doğrudan kusursuz sorumluluğa ilişkin bir değerlendirme yapılmakta, idarenin yapması gerekenleri yapmadığı iddiası (kusur sorumluluğu) değerlendirilmemektedir. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin bu tazminat yolunu devletin yaşamı koruma yükümlülüğü ile bu yükümlülük kapsamında belirlediği ilkeler çerçevesinde inceleyip ilgili idari ve adli makamların vardıkları sonuçları bu bağlamda değerlendirebilmesi mümkün değildir (Aziz Biter ve diğerleri, §§ 74, 75). Zira anılan tazminat yolu, başvurucuların şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek nitelikte değildir.
32. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesinden önce başvurulan tazminat yolunun en azından özü itibarıyla ihlali tespit edebilecek nitelikte bir başvuru yolu olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, başvurucuların söz konusu şikâyetleri açısından gerekli başvuru yolunu tüketmeden bireysel başvuruda bulundukları sonucuna ulaşılmıştır (Hadice Akyürek ve Hasan Akyürek, § 59).
33. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
34. Başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış oldukları başvurularının kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, zararının kabul edilen kısmı için idare ile sulhname imzalamakla birlikte sulhname dışı bırakılan ev ve fıstık bahçelerine verilen zararlar ile terör saldırısı sonucunda yaralanan başvuruculardan Ali Serindağ ve Hüseyin Serindağ hakkında Mahkemenin yeterli araştırma yapmadığını, sulhnamenin dava hakkının saklı kalmak kaydıyla imzalandığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Mahkemenin yeterli araştırma yapmadığına ilişkin şikâyetlerin esas olarak maddi zararlarının eksik karşılandığına yönelik olması sebebiyle iddiaların bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
36. Somut başvuruda başvurucular, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından tespit edilen maddi zararlara ilişkin olarak R.S. ve S.S.nin ölümü sebebiyle tazminat miktarı belirlenmiş, ev ve fıstık bahçelerinin zarar gördüğü iddiası yönünden olayın münferit bir olay olması, yaralanmalara ilişkin zararlar yönünden ise istenilen belgelerin temin edilmemesi sebebiyle bu zarar kalemlerine ilişkin taleplerin reddine karar verilmiş ve sulh teklifi başvurucular vekili tarafından kabul edilerek yine başvurucular adına sulhname imzalanmıştır (bkz. § 11).
37. 5233 sayılı Kanun’un gerek genel gerekçesinden gerekse içerdiği düzenlemelerden, terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine lüzum kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla karşılanmasının amaçlandığı, bu çerçevede ilgili hukuk kısmında yer verilen düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere sulhname düzenlenerek uyuşmazlıkların bir an evvel bitirilmesine özel önem atfedildiği anlaşılmaktadır.
38. 5233 sayılı Kanun'dan kaynaklı uyuşmazlıklara bakan idare mahkemeleri ve Daire, Kanun'u bu amacını esas alarak yorumlamış ve sulhname imzalanmasıyla davacıların uğradıkları zararların tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan kalktığı, dolayısıyla sulhname imzalanmasının ardından uyuşmazlığın artık yargıya taşınmasının mümkün olmadığı sonucuna varmışlardır.
39. Sulhname dışı bırakılan bakiye zarara dair açılan davaların sulhname imzalanmış olması nedeniyle reddedilmesi yönündeki idare mahkemeleri ve Danıştayın bu yaklaşımı bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine taşınmış ve Anayasa Mahkemesi -sulhname konusu paranın ödenmediği iddiasının bulunması durumu hariç- makul bir tazminata hükmedilmesini temin eden sulhnameyle birlikte başvurucuların mağdur sıfatının ortadan kalkacağı sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi, mağdur sıfatının ortadan kalkmış olması gerekçesiyle başvuruların kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§ 29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§ 45-58; Salih Alkan, B. No: 2013/4747, 31/3/2016). Bir başka ifadeyle idare mahkemeleri ve Danıştayın anılan yorumunda mülkiyet hakkı yönünden bir sorun görülmemiştir. Başvurucuların 25.000 TL'nin ödenmediği iddiaları bakımından, anılan miktar sulhnamede ödenmesi gereken miktar olarak belirlenmiş olmayıp tazminat tutarının hesap edilmesinde mahsup edilen kısımdır. Sulhnamede ödenmesi gereken miktar 21.914 TL olup hem mahkeme kararında hem de başvuru formunda söz konusu miktarın ödenmiş olduğu belirtilmiştir. Bu sebeple başvurucuların 25.000 TL'nin ödenmediğine ilişkin iddialarına itibar edilmemiştir.
40. Diğer taraftan Dairenin sulhname dışı bırakılan hususlar için dava açılabileceği yönünde kararlarına rağmen aksi yönde karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiası da daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi söz konusu içtihadında, Danıştay dava daireleri arasındaki iş bölümü kapsamında 5233 sayılı Kanun’dan kaynaklanan davaları ve temyiz başvurularını inceleme görevi Danıştay Onuncu Dairesine ait iken Danıştay Genel Kurulunca alınan 25/4/2011 tarihli kararla bu görevin Danıştay Onbeşinci Dairesine devredildiğini, aynı yıl Danıştay Onbeşinci Dairesinin içtihat değişikliğine giderek 5233 sayılı Kanun'un 12. maddesinin madde metni ve gerekçesinden hareketle sulhname imzalanması ile uyuşmazlığın ortadan kalktığından bakiye zararlar için dava açılamayacağı şeklinde içtihadını oluşturduğunu ve Onbeşinci Dairenin bu içtihadı istikrarlı şekilde uyguladığının anlaşıldığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerince hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde farklılıklar meydana gelmesi ya da önceki çözümün tatminkâr bulunmaması veya yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında içtihadın müstakar hâle gelmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyulması gibi çeşitli nedenlerle içtihat değişikliği yaşanabileceğini belirterek söz konusu iddiayı kabul edilemez bulmuştur (Ramazan Acar, B. No: 2013/7939, 15/12/2015; Selvi Ağgül ve diğerleri, B. No: 2013/6201, 21/4/2016).
41. Somut olayda da Anayasa Mahkemesinin anılan içtihatlarından ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Şöyle ki olayda, eksik hesaplandığı iddia edilen zararın miktarı üzerinde başvurucuların idareyle anlaşma sağlamış ve sulhnameyi imzalamış olmaları sebebiyle maddi mağduriyetinin giderildiği anlaşılmaktadır. Başvurucular vekilinin sulhnameyi imzalarken dava hakkının saklı tutulduğuna ilişkin şerhin, uyuşmazlıkların dava dışı çözülmesini amaçlayan ve genel idari yargının tazminat hükümleri dışında alternatif bir çözüm sunma amacıyla getirilmiş düzenlemeler kapsamında dava açma hakkı vereceği şeklinde bir çıkarsama yapılamaz. 5233 sayılı Kanun'un 12. maddesinde sulhnamede belirtilen miktarın kabul edilmemesi halinde uyuşmazlık tutanağı imzalanması gerektiği, uyuşmazlık sağlanamaması durumunda yargı yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.
42. Başvurucular, Komisyonun tespitinde belirlenen alacağı tümüyle davalı idareden tahsil ettiğinden mülkiyet hakkına ilişkin mağduriyet giderilmiş ve bu hak yönünden mağdurluk statüsü de aynı tarihte sona ermiştir. Belirtmek gerekir ki başvurucular, Komisyonun sulhname teklifini avukat aracılığıyla kabul etmiş ve sulhname başvurucular adına avukat tarafından imzalanmıştır. Dolayısıyla başvurucuların maddi tazminat iddialarını sona erdiren sulhnamenin bu hukuki sonucundan habersiz oldukları da düşünülemez.
43. Açıklanan gerekçelerle eksik maddi tazminattan kaynaklanan mülkiyet hakkına yönelik şikâyet bakımından başvurucuların mağdurluk statülerini kaybettikleri anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
44. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamındaki tazminat taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari ve yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
45. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra, 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
46. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
47. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
48. Anılan kararda özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
49. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 10/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

  Avukat   -   AYM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için