Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Armanı Da Sılva / Birleşik Krallık Davası (Başvuru No. 5878/08)
0

Armanı Da Sılva / Birleşik Krallık Davası (Başvuru No. 5878/08)

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

BÜYÜK DAİRE

ARMANI DA SILVA / BİRLEŞİK KRALLIK DAVASI

(Başvuru no. 5878/08)


KARAR


STRAZBURG



30 Mart 2016


İşbu karar nihai olup, bazı şekli değişikliklere tabi tutulabilir.

Armani Da Silva / Birleşik Krallık davasında,
Başkan
Guido Raimondi,
Yargıçlar
Dean Spielmann,
Işıl Karakaş,
Josep Casadevall,
Luis López Guerra,
Mark Villiger,
Päivi Hirvelä,
George Nicolaou,
Ledi Bianku,
Nebojša Vučinić,
Vincent A. De Gaetano,
Linos-Alexandre Sicilianos,
Paul Mahoney,
Krzysztof Wojtyczek,
Dmitry Dedov,
Branko Lubarda,
Yonko Grozev
ve Hukuk Danışmanı Lawrence Early’nin katılımıyla Büyük Daire halinde toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 10 Haziran 2015 ve 20 Ocak 2016 tarihlerinde gerçekleştirilen kapalı müzakereler sonucunda, aynı tarihte kabul edilen aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1. Davanın temelinde, Patricia Armani Da Silva (“başvuran”) adlı Brezilya vatandaşı tarafından, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesine uygun olarak, 21 Ocak 2008 tarihinde, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı aleyhine Mahkemeye yapılmış olan bir başvuru (no. 5878/08) bulunmaktadır.
2. Başvuran, Londra Barosuna bağlı olarak, Birnberg Peirce & Partners avukatlık firmasında görev yapan H. Wistrich tarafından temsil edilmiştir. Birleşik Krallık Hükümeti (“Hükümet”) ise, İngiltere Dışişleri Bakanlığında görev yapan temsilcisi P. McKell tarafından temsil edilmiştir.
3. Başvuran, kuzeninin polis memurları tarafından vurularak öldürülmesinin ardından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin, olayların açıklığa kavuşturulmasına, kullanılan gücün mevcut koşullarda haklı gerekçelere dayanıp dayanmadığının belirlenmesine ve uygunsa sorumluların tespit edilmesine ve cezalandırılmasına imkân tanıyacak nitelikte etkin bir soruşturma yürütülmesini gerektiren Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlaline neden olduğu hususunda şikâyette bulunmuştur.
4. Başvuru, 28 Eylül 2010 tarihinde Hükümete tebliğ edilmiştir.
5. Dördüncü Bölüm bünyesinde, yargıçlar Ineta Ziemele, Päivi Hirvelä, George Nicolaou, Ledi Bianku, Zdravka Kalaydjieva, Paul Mahoney ve Krzysztof Wojtyczek ve Bölüm Yazı İşleri Müdürü Françoise Elens-Passos’un katılımıyla oluşturulan Daire, 9 Aralık 2014 tarihinde, yargı yetkisinden Büyük Daire lehine feragat etmiştir (Sözleşme’nin 30 ve Mahkeme İçtüzüğü’nün 72. maddesi). Söz konusu feragat işlemine taraflar herhangi bir itirazda bulunmamışlardır.
6. Büyük Dairenin oluşumu, Sözleşme’nin 26. maddesinin 4 ve 5. fıkraları ve Mahkeme İçtüzüğü’nün 24. maddesi hükümlerine uygun olarak belirlenmiştir.
7. Başvuran ve Hükümet, başvurunun kabul edilebilirliği ve esasına ilişkin yazılı görüşlerini sunmuşlardır.
8. Ayrıca, davanın yazılı sürecine üçüncü taraf olarak müdahil olmasına izin verilen Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonunun da görüşleri alınmıştır (Sözleşme’nin 36/2 maddesi ve Mahkeme İçtüzüğü’nün 44/3 maddesi uyarınca).
9. Satrazburg’da bulunan İnsan Hakları Binasında, 10 Haziran 2015 tarihinde, kamuya açık bir duruşma yapılmıştır (Mahkeme İçtüzüğü’nün 59/3 maddesi).
10. Mahkeme önünde hazır bulunanlar:
(a) Hükümet adına,
Temsilci
P. MCKELL,
Avukat
C. MONTGOMERY (“Kraliçe’nin Avukatı” unvanlı),
Hukuk danışmanı
J. EDWARDS
(b) Başvuran adına,
Avukatlar
H. SOUTHEY (“Kraliçe’nin Avukatı” unvanlı),
H. HILL (“Kraliçe’nin Avukatı” unvanlı),
Hukuk danışmanları
A. STRAW,
H. WISTRICH,
M.WILLIS STEWART,
11. Mahkeme, avukatlardan Clare Montgomery (“Kraliçe’nin Avukatı” unvanlı) ve Hugh Southey’in (“Kraliçe’nin Avukatı” unvanlı) beyanlarını ve kendilerinin Yargıç Villiger, Pinto de Albuquerque, Lopez Guerra (yedek yargıç) ve Spielmann’in sorularına verdikleri yanıtları dinlemiştir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
12. Başvuran, 1974 doğumlu olup Londra’da ikamet etmektedir. Başvuran, 22 Temmuz 2005 tarihinde polis memurları tarafından vurularak öldürülen Jean Charles de Menezes’in kuzenidir.
A. Davaya ilişkin genel bilgiler
13. 7 Temmuz 2005 tarihinde, dört intihar bombacısı, üzerlerine yerleştirdikleri patlayıcıları Londra ulaşım ağında patlatmışlardır. İntihar bombacılarından üçü yer altı treninde, biri ise otobüste kendisini patlatmıştır. Saldırıda aralarında söz konusu bombacıların da yer aldığı elli altı kişi hayatını kaybetmiş, çok sayıda kişi de yaralanmıştır.
14. Büyükşehir Polis Teşkilatı (“MPS”), patlama olaylarına karışan veya bu olaylarla ilgisi olan kişilerin kimliklerinin tespit edilmesi amacıyla büyük çaplı bir soruşturma başlatmıştır. Teröristlerin birkaç gün içerisinde bir saldırı daha yapmayı planladıkları yönünde istihbarat alınmış ve Birleşik Krallık genelinde uluslararası terör tehdit seviyesi 3. seviyeden 1. seviyeye çıkarılmıştır.
15. İlk bombalı eylemlerden tam iki hafta sonra, yani 21 Temmuz 2005 tarihinde, üç yer altı treninde ve bir otobüste bırakılan sırt çantalarının içerisinde dört adet patlayıcı ele geçirilmiştir. Eylemlerinde başarılı olamayan bombacıların ertesi sabah tekrar bir araya gelerek başka bombalı eylemler yapmaya teşebbüs etmelerinden korkulduğundan, söz konusu şahısların bulunması amacıyla Büyükşehir Polis Teşkilatı tarafından derhal operasyon başlatılmıştır (THESEUS 2 operasyonu). Operasyon, yetki seviyesi “altın" olarak belirlenen John McDowall adlı polis amiri tarafından yönetilmiştir.
16. 22 Temmuz 2005 tarihinde saat 4.20’de, polis amiri McDowall’a, 21 Temmuz’da gerçekleştirilmesi planlanan ancak başarılı olunamayan bombalı eylemlerde Hussain Osman’ın şüpheli olarak tespit edildiği ve hem Osman’ın hem de başka bir şüphelinin Londra’da 21 Scotia Road adresinde bulunan bir apartman dairesinde yaşadıklarının düşünüldüğü yönünde istihbarat alındığı bilgisi ulaşmıştır.
B. THESEUS 2 Operasyonu
1. Polis amiri McDowall’ın stratejisi
17. Polis amiri McDowall, 22 Temmuz 2005 günü saat 4.38’de, Scotia Road mevkiine ve Londra’da bulunan başka bir adrese nöbetçi yerleştirilerek izleme operasyonu yapılmasına karar vermiştir. Scotia Road adresindeki operasyon, şüphelilerin apartmanda olup olmadıklarını tespit etme ve dışarı çıkmaları halinde güvenli bir şekilde yakalanmalarını sağlama amacına yöneliktir. Polis amiri McDowall’ın söz konusu operasyonla ilgili stratejisi kayıt altına alınmamıştır. Ancak, Scotia Road adresinde bulunan binaların gizli bir şekilde izlenerek kontrol altında tutulması, binalardan çıkan kişilerin güvenli olduğu hissedilene kadar takip edilmesi ve ardından durdurulması şeklinde bir strateji planlandığı görülmektedir. Polis amiri, bu stratejiyi uygulamak amacıyla, SO12 (Özel Büro) bürosunda görevli bir izleme ekibinin Scotia Road adresinde konuşlandırılması şeklinde bir plan kurmuştur. Söz konusu ekibin, Büyükşehir Polis Teşkilatı bünyesinde SO19 (Özel Suç ve Operasyonlar) bürosunda görevli bir birlik tarafından desteklenmesi planlanmıştır. Bu birlik, çoğunlukla önceden planlanmış operasyonlar kapsamında konuşlandırılan iyi eğitimli Özel Ateşli Silah Görevlilerinden (“SFO”) oluşmaktadır. İzleme ekibinde yer alan bazı görevliler kendi emniyetleri ve halkın emniyeti açısından silah taşımalarına rağmen, aldıkları eğitim söz konusu silahları silahlı şüpheleri yakalama aracı olarak kullanmalarına imkân vermemektedir. Bu riski normal koşullarda SO19 görevlileri üstlenmektedir, ancak silahlı SO12 görevlileri de bu amaçla son çare olarak görevlendirilebilmektedir.
18. Kraliyet Savcılık Teşkilatı (“CPS”) İnceleme Notunda, polis amiri McDowall’ın stratejisi izlenmiş olsaydı (özellikle de, SO19 ekibi, Scotia Road adresinde bulunan izleme ekiplerini desteklemek amacıyla zamanında konuşlandırılmış olsaydı) yaşanan olayların yaşanmayacağı şeklinde bir tespitte bulunulmuştur.
2. Emir komuta yapısı
19. Polis amiri McDowall, amir Cressida Dick’i Görevlendirilmiş Üst Düzey Memur (“DSO”) olarak tayin etmiş ve THESEUS 2 stratejisinin güvenli bir şekilde uygulanmasını sağlama sorumluluğunu kendisine vermiştir. Bu bağlamda, söz konusu memurun, 22 Temmuz 2005 tarihinde 21 Scotia Road adresinde gerçekleştirilen operasyonda sorumluluğu söz konusu olmuştur. Cressida Dick, 1600 no.lu Kontrol Odasında görev yapmış ve taktik danışman olarak görev yapan SO19 bünyesinde yer alan deneyimli bir SFO olan Trojan 80 tarafından desteklenmiştir.
20. Dedektif Başmüfettiş C (“DCI C”), Scotia Road adresinde gerçekleştirilen operasyonda, yetki seviyesi gümüş olarak belirlenen polis amiri olarak görevlendirilmiştir. Yetki seviyesi gümüş olarak belirlenen polis amiri, normal koşullarda, bir olayın idare edilmesi ve ateşli silah kaynaklarının yerleştirilmesi konusunda nihai sorumluluğu üstlenmekle birlikte, somut olayda, bu sorumluluğu DSO üstlenmiş, DCI C ise DSO’nun kara birlikleri amiri olarak görev yapmıştır. DCI C, Trojan 80 gibi taktik danışman olarak görev yapan SO19 bünyesinde yer alan deneyimli bir SFO olan Trojan 84 tarafından karada desteklenmiş ve onun eşliğinde görev yapmıştır. Trojan 84, konuşlandırılacak SFO ekibinin sorumluluğunu almış ve Trojan 80 ile doğrudan irtibatı gerçekleştirmiştir.
21. 7 Temmuz 2005 tarihinde gerçekleştirilen bombalı eylemlerden sorumlu şahısların kimliklerinin tespit edilmesine ilişkin soruşturmadan sorumlu üst düzey soruşturma görevlisi dedektif şefi Jon Boutcher (“DS Boutcher”) de yetki seviyesi gümüş olarak belirlenen amir olarak görevlendirilmiştir.
3. Polis amiri McDowal’ın stratejisinin uygulanması
22. 22 Temmuz 2005 günü saat 5.00’da, SO12 bünyesinde görevli bir izleme ekibi çağrılmıştır. Bu aşamada, SO19 bünyesindeki herhangi bir birliğin intikali yönünde bir talepte bulunulmamıştır.
23. SO12 bünyesinde görevli iki izleme ekibi, saat 6.04’e kadar, binaları kontrol altında tutmak ve apartmanlardan çıkanları takip etmek amacıyla Scotia Road adresine konuşlandırılmıştır. 21 Scotia Road adresine, 17 Scotia Road ile aynı kapı aralığı kullanılarak erişim sağlanmış ve izleme ekipleri söz konusu kapı aralığının görülebileceği bir gözetleme minibüsüne yerleştirilmişlerdir.
24. Büyükşehir Polis Teşkilatı Terörle Mücadele Şubesi (“SO13”), yakalama işlemleri sırasında yardımcı olmak ve istihbarat toplamak maksadıyla dört memurunu söz konusu adrese konuşlandırmıştır. Kontrol Odası ile SO13 arasındaki bağlantı DS Boutcher tarafından sağlanmıştır.
25. Polis amiri McDowall, saat 6.50’de kısa bir bilgilendirmede bulunmuş ve ateşli silahlarla ilgili stratejisini ana hatlarıyla açıklamıştır. Trojan 80 ile birlikte Scotia Road adresinde ve Londra’da bulunan ikinci adreste gerçekleştirilen izleme operasyonlarından sorumlu yetki seviyesi gümüş olarak belirlenen amirler de söz konusu bilgilendirme sırasında hazır bulunmuşlardır. DSO saat 7.15’te gelmiş, ancak polis amiri McDowall, tüm bilgileri almasını ve ihtiyaç duyduğu yardımın ulaştırılmasını sağlamak amacıyla, kendisiyle bilgilendirme toplantısı sonrasında görüşmüştür.
26. SO19 bünyesinde görevli SFO’lar, daha önceden çağrılmamaları nedeniyle (bk. yukarıda 22. paragraf) görev yerine geldiklerinde operasyon kapsamına dahil edilmişlerdir. Trojan 84, saat 7.45’te SFO’lara kısa brifing vermiştir. Brifing kayıt altına alınmamış olmakla birlikte, brifing sırasında, SFO’lara “içinde bulundukları ortam nedeniyle olağan dışı taktikler kullanmaları gerekebileceğinin ve bu konu hakkında düşünmeleri gerektiğinin” söylendiği anlaşılmaktadır. Trojan 84, bu hususu açıklaması istendiğinde, kritik ateş konusunda talimatın doğrudan DSO’dan geleceğini sözlerine ilave etmiştir. Ancak, Trojan 84, SFO’lara, bir şahsı alıkoymak maksadıyla konuşlandırılmışlarsa ve söz konusu şahsa engel olma fırsatı olsa da şahıs direniş göstermişse kritik ateşe izin verilebileceği yönünde bilgi vermiştir. Daha sonra, CPS, söz konusu brifingin, SFO’ların intihar bombacılarıyla karşılaşabilecekleri ve onlara ateş etmek zorunda kalabilecekleri yönündeki korkuları körükleyebileceğini tespit etmiştir.
27. Brifingin ardından, SO19 bünyesinde görevli birlik, Scotia Road’a iki mil mesafede bulunan Nightingale Lane’deki polis merkezine hareket etmiştir. Yolda yakıt almak için durulmuştur. Varış noktasına ulaşıldığında, DCI C tarafından kendilerine bir kez daha brifing verilmiştir. Brifing saat 8.50’de başlamış olup kayıt altına alınmamıştır. Ancak, söz konusu brifing sırasında, teröristlerin üzerlerine tespit etmesi zor olacak bir cihaz bağlayabileceklerinin DCI C tarafından doğrulandığı anlaşılmaktadır. DCI C, bombalı eylemlere karışan kişileri “tehlikeli ve kararlı” ve “hazır” olarak nitelendirmiştir. Daha sonra, CPS, Scotia Road adresinden ayrılırken durduracakları herkesin intihar bombacısı olmayacağı ve fevri biçimde aşırı tepki göstermemeleri gerektiği konusunda SFO’ları uyarmadığından dolayı, DCI C’nin verdiği söz konusu brifingi orantısız olduğunu belirterek eleştirmiştir.
28. SO19 ekibi, saat 9.30’a kadar karada konuşlandırılmamıştır.
4. Jean Charles de Menezes’in ölümüne sebep olan olaylar
29. Jean Charles de Menezes, 17 Scotia Road adresinde yaşayan bir Brezilya vatandaşıydı. Menezes, saat 9.33’te, işe gitmek amacıyla, yaşadığı apartmandan ortak kapı aralığını kullanarak ayrılmıştır. İzleme aracında bulunan bir görevli Menezes’i görmüş, onu tarif etmiş ve “başka birinin daha göz atmasında fayda olacağını” belirtmiştir. Ancak, SO19 bünyesinde görevli birliğin henüz Scotia Road’a ulaşmamış olması nedeniyle, bu aşamada Menezes’in durdurulması mümkün olmamıştır (yukarıda 17. paragrafta ana hatlarıyla açıklanan strateji uyarınca). Menezes, bunun yerine, izleme görevlileri tarafından takip edilmiştir.
30. Menezes, Scotia Road’dan ayrılmasının ardından, kısa bir mesafe yürüdükten sonra otobüs durağına ulaşmış ve Brixton’a hareket edecek olan bir otobüse binmiştir. Otobüsün içinde yer alan kapalı devre kamera, titreşimler nedeniyle seyahatin tamamını çekememiştir. Ancak, Menezes’in saat 9.39’a kadar otobüste olduğu kaydedilmiştir. Bu noktada, izleme ekibi, Menezes ile Hussain Osman arasında “oldukça muhtemel bir benzerliğin” söz konusu olduğunu belirtmiştir. Saat 9.46’ya kadar, söz konusu tarif, “aynı değil” şeklinde değiştirilmiştir.
31. Menezes, saat 9.47’de otobüsten inmiştir. Daha sonra, Menezes’in, tekrar otobüse koşarak binmeden önce cep telefonunu kullandığı görülmüştür.
32. Bu aşamada Menezes’in şüpheli olduğu yönünde herhangi bir tespitin yapılıp yapılmadığı konusunda çelişkili beyanlar bulunmaktadır. Bağımsız Polis Şikâyetler Komisyonunun (“IPCC” – bk. aşağıda 45-71. paragraflar) hazırladığı Birinci Stockwell Raporundan, olay yerinde bulunan görevlilerin Menezes’i Hussein Osman olarak teşhis edemedikleri anlaşılmaktadır. İzleme İşlem Kaydında, her girdide Menezes’ten “kimliği belirsiz erkek” olarak bahsedilmesi, kendisinin bu konumunu belirli ölçüde desteklemektedir. Ancak, 1600 sayılı Kontrol Odasında bulunan görevlilerin, Hussein Osman ile ilgili olumlu bir teşhis yapıldığına inandıkları görülmektedir.
33. Menezes’in otobüse tekrar bindiği sıralarda, SO19 bünyesinde görevli birlik Brixton’a doğru hareket etmeye başlamıştır. SFO ekibinin lideri, daha sonra, IPCC’ye, Menezes’in radyoda “bu kesinlikle bizim adamımız, gergin ve kaygılı” şeklindeki konuşmaları duyduğunu bildirmiştir.
34. Saat 9.59’da, izleme ekiplerinden, Menezes’in şüpheli olma ihtimalinin yüzde kaç olduğu konusunda bilgi verilmesi istenmiştir. İzleme ekipleri, “belirli bir oran belirtmenin imkânsız olduğu, ancak söz konusu şahsın şüpheli olduğu” şeklinde bilgi vermişlerdir.
35. Menezes, Stockwell’de otobüsten inmiş ve Stockwell yer altı istasyonuna doğru yürümüştür. Menezes’in yakınlarında bulunan birkaç izleme görevlisinin lideri, Menezes’in istasyona girmeden önce durdurulmasını önermiştir. DSO, ilk olarak, SO19 bünyesinde görevli birliğin henüz müdahale edecek konumda olmadığı bilgisini aldıktan sonra söz konusu şahsın izleme görevlileri tarafından durdurulması yönünde talimat vermiştir. Ancak, bu talimatın hemen ardından, birliğin hazır olduğu bilgisini almıştır. Bunun üzerine, DSO, başlangıçtaki talimatını iptal ederek, durdurma işlemini SFO’ların gerçekleştirmesi yönünde talimat vermiştir. Menezes, o saate kadar yer altı istasyonuna ulaşmıştır. Trojan 84, talimatı SFO’lara bildirmiş ve “metroya binen şahsı durdurmalarının istendiğini” belirtmiştir. SFO’lara, Kırmızı Koda geçildiği, yani durumu nihai olarak kontrol altına almaları gerektiği ve kısa bir süre sonra silahlı müdahalede bulunulacağı söylenmiştir.
36. İstasyonda bulunan kapalı devre kamera sistemi kayıtlarında, Menezes’in saat 10.03’te istasyona giriş yaptığı, üzerinde ince kot bir ceket, tişört ve kot pantolonunun bulunduğu, sakin bir şekilde yürüdüğü ve herhangi bir şey taşımadığı görülmektedir. Menezes, yürüyen merdivenden aşağı inerek bir platforma girmiştir. Yürüyen merdivenin bitiş noktasının veya platformun kamera kaydı bulunmamaktadır. MPS tarafından ele geçirilen ilgili kasetlerin boş olduğu görülmüştür. Birinci IPCC Stockwell Raporunda belirtildiği ve CPS tarafından da sonradan tespit edildiği üzere, bu durumun sebebi tadilat çalışmaları sırasında kablolardan birinin hasar görmüş olmasıdır.
37. Birkaç SFO, saat 10.05’te Stockwell yer altı istasyona giriş yaparak yürüyen merdivenlerden aşağı doğru koşmuştur. Söz konusu görevliler, saat 10.06’da Menezes’i platforma giderken takip etmişlerdir. Daha sonra tam olarak neler yaşandığı konusuna ilişkin olarak görgü tanıklarının verdikleri ifadeler çelişkili olup, bazı tanıklar şu anda doğru olamayacağı bilinen bazı beyanlarda bulunmuşlardır. Ancak, Birinci IPCC Stockwell Raporundan alıntı yapılan beyanlardan anlaşıldığı üzere, Menezes, hareketsiz haldeki bir trenin üçüncü vagonuna girerek oturmuş, izleme görevlilerinden biri SFO’lara Menezes’in orada olduğunu yüksek sesle söylemiş, Menezes elleri aşağıda ayağı kalkmış ve iki polis memuru tarafından koltuğuna geri ittirilerek oturtulmuştur. Tanıklardan biri, ifadesinde, Menezes’in kolunu pantolonunun sol kemer kısmına doğru götürmüş olabileceğini beyan etmiştir. İki SFO, (Charlie 2 ve Charlie 12) Menezes’e birkaç kez ateş ederek onu öldürmüşlerdir.
38. Menezes’in vurulduğu günlerde, kendisinin 21 Temmuz tarihli terör saldırısı teşebbüslerinde yer almadığının anlaşılmasının ardından, Büyükşehir Polis Teşkilatında görevli Emniyet Müdürü, Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Menezes’in ölümünden dolayı derin üzüntü duyduklarını ifade etmişlerdir. Bir MPS temsilcisi, Menezes’in Brezilya’da yaşayan ailesiyle görüşmek amacıyla evlerine gitmiş ve polis teşkilatı adına kendilerinden bizzat özür dilemiştir. Ailenin mali ihtiyaçlarının karşılanması için karşılıksız bir ödeme yapılması konusunda anlaşmaya varılmıştır. Birleşik Krallık’ta görev yapan bir avukattan bağımsız olarak yasal danışmanlık hizmeti almaya teşvik edilmişler ve kendilerine bu husustaki yasal masrafların karşılanacağı söylenmiştir.
C. Ölüm olayı sonrası yürütülen soruşturmalar
1. İlk soruşturmalar
39. 2002 tarihli Polis Reform Yasası ve 2004 tarihli Polis Yönetmeliği (Şikâyetler ve Görevi Kötüye Kullanma) uyarınca, polis tarafından gerçekleştirilen bir vurma olayının IPCC’ye bildirilmesi gerekmektedir. Ancak, Büyükşehir Polis Teşkilatında görevli Emniyet Müdürü, Menezes’in vurulmasının ardından İçişleri Bakanlığına bir yazı yazarak, konuyu o sırada IPCC’ye bildirmemeye karar verdiğini belirtmiştir.
40. Menezes’in bombalı eylemlerle ilgisi olmadığının anında öğrenilememiş olması nedeniyle, Terörle Mücadele Şubesi, ilk olarak Menezes’in vurulduğu yerin öncelikli kontrolünü sağlamıştır. Bu sırada, vurma olayı, MPS bünyesinde ayrı bir bölüm olan Meslek Standartları Dairesi Başkanlığına (“DPS”), 22 Temmuz 2005 günü saat 10.38’te bildirilmiş ve söz konusu birim, olay yerinin bütünlüğünü sağlamış, tanıkların ifadelerini almış ve ilgili adli işlemleri gerçekleştirmiştir.
41. Charlie 2 ve Charlie 12, vurma olayının ardından polis merkezine götürülmüşlerdir. Saat 14.30’da, avukatla görüşmelerinin ardından, o anda ifade vermeyeceklerini beyan etmişlerdir. Bunun yerine, Menezes’in bombalı eylem teşebbüsleriyle ilgisi olmadığının kendilerine söylenmesinin ardından, ertesi gün saat 14.00 sıralarında birlikte ifade vermişlerdir. Başlangıçta verdikleri bazı bilgilerin yanlış olduğu veya doğruluğunun şüpheli olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin, ilk beyanlarında, Menezes’in büyük bir ceket giydiğini (kapalı devre kamera sistemi kayıtlarında, Menezes’in hafif bir kot ceket giydiği görülmektedir) ve SO19 görevlilerinin trene bindiklerinde “silahlı polis” diye bağırdıklarını beyan etmişlerdir (IPCC, muhtemel bir intihar bombacısıyla karşı karşıya kalındığında bu tür bir eylemin yapılmasının “akla yatkın” olmadığı kanaatine varmıştır).
42. Bir SO12 görevlisi, 22 Temmuz 2005 günü saat 12.35’e ait izleme kaydına el koymuştur. Ancak, söz konusu kayıt, aynı gün saat 20.40’ta ilgili birlikteki görevlilere teslim edilmiştir. Bu saatlerde, kayıt girişinde bir değişiklik yapıldığı görülmektedir. “Yüzünün bir anlık görüntüsü, onun şüpheli olduğuna inanıyorum” şeklindeki girdi, “Şüpheli olmadığına inanıyorum” olarak değiştirilmiştir.
43. Terörle Mücadele Şubesi, Menezes’in bombalı eylem teşebbüsleriyle ilgisi olmadığına ikna olunması nedeniyle, 22 Temmuz 2005 günü saat 21.45’te olay yerinin kontrolünü resmi olarak DPS’ye devretmiştir.
44. 23 Temmuz 2005 tarihinde ölü muayenesi gerçekleştirilmiş ve ölüm sebebinin “kafa bölgesindeki birden fazla kurşun yarası olduğu, ölümün ağır beyin hasarından kaynaklandığı” belirtilmiştir.
2. IPCC tarafından yürütülen ilk soruşturma ve Birinci IPCC Stockwell Raporu
45. DPS, 25 Temmuz 2005 tarihinde, soruşturmayı resmen IPCC’ye havale etmiştir. IPCC, DPS tarafından konuyla ilgili mevcut bilgi ve belgelerin sağlanmasının ardından, 27 Temmuz 2005 tarihinde soruşturma işlemini başlatmıştır. IPCC, konunun ciddiyeti ve söz konusu olan kamu menfaati nedeniyle, soruşturmanın kendi bünyesinde görev alan personel tarafından yürütülmesine karar vermiştir. Soruşturma, bizzat IPCC Başkanı tarafından denetlenmiş ve soruşturma ekibine, soruşturmayı yürüten bir polis memurunun sahip olduğu tüm yetki ve ayrıcalıklar tanınmıştır.
46. Soruşturmanın amacı, işlenmiş olabilecek her türlü ceza gerektiren suç hakkında CPS’ye tavsiyede bulunmak; kovuşturma yapılıp yapılmayacağı konusunda bir karara varılması için gerekli delilleri CPS’ye sunmak; ilgili görevlilerden “sorumlu olan yetkili kişilerin” (Büyükşehir Polis Teşkilatı ve Büyükşehir Polis Kurumu veya “MPA”) gerek duyabilecekleri disiplin tedbirlerini veya diğer işlemleri değerlendirmelerini sağlamak; İçişleri Bakanı’na Menezes’in ölümüne ilişkin koşullar hakkında bilgi vermek ve adli tıp uzmanına (coroner) ölüm soruşturması konusunda yardımcı olmaktır.
47. IPCC tarafından yürütülen soruşturma kapsamında özellikle aşağıdaki hususların inceleneceği belirtilmiştir:
a) Scotia Road adresinde bulunan apartmanların izlenmesine sebep olan bilgiler;
b) operasyonun emir komuta yapısı; bu kapsamda, konuşlandırılan uzman görevli sayısı ve türü ve onlara verilen taktikler;
c) operasyon kapsamında yer alan görevlilerin nitelik ve eğitimleri ve kendilerine verilen görevler için uygun olup olmadıkları;
d) operasyon kapsamında yer alan görevlilere verilen brifinge ilişkin bilgiler ve herhangi bir şüpheliyle ilgili olarak sunulan herhangi bir fotoğraf veya yapılan herhangi bir tarif;
e) operasyonun “KRATOS” operasyonu (şüpheli intihar bombacıları söz konusu olduğunda uygulanacak olan ve mutlak surette gerekli olması halinde öldürücü güç kullanımına imkân tanıyan ulusal strateji) olarak tanımlanıp tanımlanmadığı ve “KRATOS” operasyonunun politikası, operasyonla ilgili taktiler ve yetki seviyeleri;
f) Scotia Road’dan Stockwell yer altı istasyonuna kadar gerçekleştirilen izleme operasyonuna ilişkin bilgiler;
g) Menezes’in Stockwell yer altı istasyonuna ulaşmasının ardından polisin gerçekleştirdiği eylemlere ilişkin bilgiler;
h) “KRATOS” operasyonunun politikasına veya bu kapsamda tanınan yetkilere uyulup uyulmadığı ve bunların etkin olup olmadığı; ve
i) “KRATOS” operasyonunun, Sözleşme’nin 2. maddesine uygun olup olmadığı.
48. IPCC tarafından yürütülen soruşturmanın Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamındaki yükümlülüklerine uygunluğunu sağlamak amacıyla, IPCC’nin, olay saatinden itibaren soruşturmanın resmi olarak IPCC’ye devredildiği ana kadar DPS tarafından gerçekleştirilen eylemler ve yapılan açıklamalar hakkında da rapor sunacağı ifade edilmiştir.
49. Soruşturma sırasında, polis memurları, adli tıp uzmanları ve sivil kişiler olmak üzere yaklaşık 890 tanığın ifadesi alınmış ve 800’den fazla belge toplanmıştır. Menezes’in ailesine, yasal temsilcileriyle birlikte, soruşturmanın seyri ve sonuçları hakkında düzenli olarak ayrıntılı sözlü bilgilendirmelerde bulunulmuştur.
50. IPCC soruşturma ekibi, 30 Eylül 2005 tarihinde, IPCC’ye rapor sunmuştur. Söz konusu raporda, diğer hususların yanı sıra, bazı görevlilerin ceza gerektiren suçlar veya disiplin suçu işlemiş olabilecekleri belirtilmiştir. Bu nedenle, IPCC, söz konusu görevliler hakkında MPS’ye veya MPA’ya yazı yazmıştır.
51. Birinci IPCC Stockwell Raporu, 19 Ocak 2006 tarihinde tamamlanmış ve CPS’ye gönderilmiştir. 6 ve 22 Mart 2006 tarihlerinde, Menezes’in yasal temsilcilerine, IPCC tarafından yürütülen soruşturma ve hazırlanan rapor hakkında kısa bilgi verilmiştir. IPCC personeli, ayrıca, Menezes’in Brezilya’da yaşayan aile üyelerine bilgi vermek için Brezilya’ya seyahat etmeyi de teklif etmiştir. IPCC, 14 Mart 2006 tarihinde, tavsiyelerini MPS’ye, MPA’ya, İngiltere Emniyet Müfettişi’ne ve İçişleri Bakanlığına sunmuştur.
(a) Birinci Stockwell Raporundaki tespitlerin özeti
52. Raporda, tüm tanık ifadeleri değerlendirilmiş ve 22 Temmuz 2005 tarihinde yaşanan olaylar ve vurma olayının ardından yürütülen soruşturma kapsamında atılan adımlar ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Özellikle, polis amirleri, onların danışmanları ve tüm ön safta görevli SFO’lar ve izleme görevlilerinin eylem ve sorumlulukları incelenmiştir. Söz konusu raporda, Menezes’in ölümünün masum üçüncü bir şahsın hayatını tehlikeye atmak amacıyla işlenmiş kasıtlı bir fiil sonucu meydana gelmediği kabul edilmekle birlikte, aşağıdaki sonuca varılmıştır:
“20.01 22 Temmuz 2005 sabahı 0500 ile 1006 arasında söz konusu olan koşulların birleşiminin, tamamen masum bir adamın ölümüne yol açtığı şüphesizdir.”
53. Raporda, “koşulların birleşimi” hususuyla ilgili olarak, bazı kusurlar tespit edilmiştir.
54. İlk olarak, DCI C ve Trojan 84 tarafından verilen brifingler eleştirilmiştir:
“20.8 DCI C ve Trojan 84 tarafından verilen brifingler kapsamında, 7 Temmuz ile 21 Temmuz tarihleri arasındaki bağlantı ve ateşli silah görevlilerinin önceki gün intihar bombacıları tarafından gerçekleştirilen eylemlerde sağ kalan teröristlerden birisiyle karşılaşma ihtimali konularındaki istihbaratla ilgili kapsamlı bir güncellemeden bahsedildiği şüphesizdir. SO19 görevlilerine ve aslında diğer ekiplere verilen brifing kapsamında yer almayan husus, KRATOS operasyonunun politikasının hangi koşullarda kullanılabileceği hakkında ek bir bilgi verilmemiş olmasıdır. Söz konusu politika, şüpheli teröristlerle ve intihar bombacılarıyla mücadele konusunda Büyükşehir Polisinin kullanabileceği seçeneklerden sadece birisidir. SO19 görevlilerine, bu politikanın sadece ilgili şahsın kimliğinden emin olunması halinde son çare olarak kullanılabileceği söylenmemiştir. Bu durumun da brifing kapsamında belirtilmesi gerekirdi.”
55. İkinci olarak, SO19 bünyesinde görevli birliğin Scotia Road mevkiine daha erken konuşlandırılmasını gerektiren polis amiri McDowall’ın stratejisinin uygulanmamış olması da eleştirilmiştir.
“20.15 7.15 ile 9.30 saatleri arasındaki operasyonun yönetimi, SCOTIA ROAD’da mümkün olan en kısa süre içinde uygun kaynakların hazır bulunması açısından, polis amiri MCDOWALL’ın stratejisinin uygulanması gerektirirdi. Polis amiri MCDOWALL’ın vermiş olduğu brifingin ardından, operasyonun sorumluluğu polis amiri DICK’e verilmiştir. 6.3 ve 6.4. paragraflarda açıklanan politika, esas itibariyle, bir tür muhafazaya alma, durdurma ve yakalama politikasıdır. 7.15 ile 9.33 saatleri arasında, söz konusu politikanın Büyükşehir Polisi tarafından uygulanmasını sağlayacak şekilde, polis kaynaklarının SCOTIA ROAD’a yerleştirilmesi konusunda yeterli çaba gösterilmemiştir. Söz konusu saatlerde, bir dizi brifing verilmiştir. MENEZES’ten önce apartman dairelerinden ayrılan sekiz kişiden hiçbiri, stratejiye uygun olarak durdurulmamış ve MENEZES dairesinden ayrıldığında, sadece takip edilmiş ve bu sırada onun şüpheli olup olmadığının tespit edilmeye çalışıldığı yarım saatlik süreçte etkin olmayan adımlar atılmıştır. Şayet uygun kaynaklar hazır bulundurulmuş olsaydı, MENEZES’in, beş dakikalık yürüme mesafesinin söz konusu olduğu SCOTIA ROAD ile TULSE HILL’de otobüsü yakalamadan önce bulunduğu yer arasında durdurulması mümkün olabilirdi.”
... ... ...
20.32 Yetki seviyesi gümüş olarak belirlenen polis amiri Dedektif Başmüfettiş C, SO12, SO13 ve [SO19] görevlilerinin sorumluluklarını üstlenen olay yerinde etkin bir amirdir. Ancak, DCI C, MENEZES’in SCOTIA ROAD’dan ayrıldığı sırada halen NIGHTINGALE LANE’de SO13 ve [SO19] görevlilerinin yanındaydı ve MENEZES’in BRIXTON’da şüpheli olarak tespit edildiği sırada T.A Centre’de sabit vaziyette durmaktaydı. Bu nedenle, DCI C, sürekli operasyonda arayı kapatacak adımlar atmakla meşgul olmuştur.
... ... ...
20.49 ... STOCKWELL yer altı istasyonunda bulunan kapalı devre kamera sisteminden elde edilen deliller, SO19 görevlilerinin, istasyona ancak MENEZES turnikelerden geçtikten 2 dakika sonra giriş yaptıklarını göstermektedir.
20.50 İki dakika çok kısa bir süre olmakla birlikte, SO19 görevlilerinin olay yerine geç ulaşmaları ve olumlu bir teşhiste bulunulamamış olması, önceki gün yer altı sisteminde bombalı eylem yapma teşebbüsünde bulunan muhtemel bir şüpheli olduğuna inanılan bir şahsın aynı otobüse ikinci kez binmesini ve yer altı istasyona girmesini sağlamıştır.”
56. Üçüncü olarak, raporda soruşturmanın IPCC’ye geç devredilmesi hususu da eleştirilmiştir:
“17.22 7 Temmuz ve 21 Temmuz tarihlerinde meydana gelen olayların ardından Büyükşehir Polis Teşkilatının yaşadığı baskılar aşikârdır. Ancak, polisin konu olduğu şikâyetleri ve ciddi vakaları soruşturmak üzere kanunla kurulmuş olan ve 1 Nisan 2004 tarihinden beri polisin gerçekleştirdiği ölümle sonuçlanan her türlü vurma olayını bağımsız bir şekilde araştırmış olan bağımsız organın olay yerinin dışında bırakılacak olması, bağımsız bir soruşturma açısından önemli bir endişe niteliği taşımaktadır ve bir daha asla böyle bir durum söz konusu olmamalıdır.
17.23 STOCKWELL yer altı istasyonunun kamera kayıtlarıyla ilgili bu tür endişelerin bulunması ve trendeki sabit disklerin kayıp olması, soruna dikkat çekmektedir. Söz konusu hard diskler IPCC’nin kontrolü altında olsaydı, bu sorun çok daha önceden çözülebilirdi.
... ... ...
17.25 IPCC’nin erişim sağlayamaması durumu, 165330 sayılı izleme kaydının değiştirilmiş olmasıyla da vurgulanmıştır.
... ... ...
17.33 Şayet IPCC soruşturmanın başında bu sürece dahil olmuş olsaydı, izleme kaydı değiştirilebilecek şekilde muhafazadan çıkarılmazdı.”
57. Ancak, IPCC, otobüs seyahatinin büyük bölümünde meydana gelen yoğun titreşimlerin kaydı etkilediğini, trendeki sabit diskin o gün yenisiyle değiştirilmediğini ve istasyonda bulunan kayıt ekipmanının tadilat çalışmaları sırasında kırıldığını tespit etmiştir. IPCC, “bu delilin soruşturma kapsamından çıkarılması için durumun örtbas edildiğini gösteren herhangi bir delil bulunmadığı” sonucuna varmıştır.
58. Aynı şekilde, izleme kaydını inceleyen iki bilirkişi tanık, kayıtta değişiklik yapıldığı veya yapıldıysa kimin yapmış olabileceği konusunda bir uzlaşmaya varamamışlardır.
(b) Kovuşturmalar
59. Raporda, aynı zamanda, CPS’nin hakkında kovuşturma yürütmeyi düşünebileceği bazı kişiler de tespit edilmiştir.
(i) Charlie 2 ve Charlie 12
60. IPCC, Menezes’in trendeki mücadelenin ardından vurulması olayıyla ilgili olarak aşağıdaki hususları belirtmiştir:
“20.71 Charlie 2 ve Charlie 12’nin eylemleri, o gün ve ondan iki hafta öncesinde yaşanan olaylar ışığında değerlendirilmelidir. Brifing sırasında, onlara, terör şüphelilerinin neler yapabilecekleri hakkında tam bilgi verilmiştir. Operasyon sırasında, takip edilen şahsın önceki gün gerçekleştirilen bombalı eylem teşebbüslerinde rol oynayan terör şüphelilerinden biri olarak teşhis edildiği bilgisini almışlardır. STOCKWELL’e ulaşıldığında, SO19 görevlileri State Red’e gitmişler, DSO’nun şahsın istasyona ve metroya girmeden önce durdurulması yönündeki talimatının ardından ateşli silahla müdahale yetkisi verilmiştir.
20.72 Koltuğundan kalkarak trenden inmeye çalışırken gördükleri şüphelinin yanında Ivor’u [SO12 bünyesinde izleme görevlisi] görmüşlerdir. Ivor, şahsı yakalamış ve tekrar kodluğuna oturtmuştur. Her iki görevli de, trendeki kişilerin hayatlarını kurtarmak için derhal müdahale etmek zorunda olduklarına inandıklarını belirtmişlerdir.
... ... ...
20.74 Charlie 2 ve 12, açıkça meşru müdafaada bulunduklarına ve kanuna göre bu şekilde güç kullanma haklarının bulunduğuna açıkça inandıklarını belirtmişlerdir. CPS, MENEZES’in vurulmasıyla ilgili olarak sunulan gerekçeler bağlamında ve o an yapılan açıklamaların 36 saat sonrasında verilen ifadelerle uyumlu olmadığı hususunu dikkate alarak, Charlie 2 ve Charlie 12’nin eylemlerinin cinayet anlamına gelip gelmediğini değerlendirmeyi isteyebilir.
... ... ...
20.94 ... CPS ayrıca, söz konusu görevlilerin, bir intihar bombacısıyla karşı karşıya oldukları sonucuna varmakla ağır bir kusur işleyip işlemediklerini de değerlendirmeyi isteyebilir.”
(ii) DSO
61. IPCC, DSO’nun rolüyle ilgili olarak aşağıdaki hususları belirtmiştir:
“20.77 Polis amiri DICK, şüphelinin yer altı istasyonuna ve sonrasında yer altı trenine doğru ilerlerken durdurulması yönünde talimat vermiştir. DICK’ten, ifadesi alınırken, “dur” kelimesini açıklaması istenmiş ve DICK, “dur” ifadesinin polislikte kullanılan yaygın bir ifade olduğunu ve bunun “durdur ve gözaltına al” anlamına geldiğini belirtmiştir. Bu görüş, DCI C ve Trojan 80 ve 84 tarafından da desteklenmiştir.
20.78 Ancak, SO19 görevlilerinin söz konusu emri nasıl aldıkları değerlendirilmelidir. Tam bir brifingin ardından, SO19 görevlilerinin pek çoğu bir intihar bombacısıyla karşı karşıya kalmak zorunda kalacaklarına inandıklarını belirtmişlerdir. SO19 görevlileri, otobüste takip edilen şahsın 21 Temmuz 2005 tarihinde gerçekleştirilen başarısız bombalı eylem teşebbüslerinin şüphelilerinden biri olarak teşhis edildiğine inandıklarını beyan etmişlerdir. SO19 görevlileri, brifing işlemi tamamlandığından beri, izleme ekibi ile arayı kapatmaya çalışan bir ekip durumunda olmuşlardır. STOCKWELL yer altı istasyonuna yaklaştıklarında, şüphelinin yer altı istasyonuna giriş yaptığını duymuşlar ve onu yer altı trenine doğru ilerlerken durdurmaları yönünde talimat almışlardır. “Dur” kelimesinin kullanılmasının, normal polislik görevleriyle bağlantılı olduğuna inanmıyorum. Bir intihar bombacısının yer altı istasyonuna girdiğine inanan SO19 görevlilerinin bu düşünceleri dikkate alındığında, şahsın durdurulması yönünde DSO’dan talimat alınması normal görevlerle ilgili olamaz. Görevlilere, brifing sırasında, 20.8. paragrafta belirttiğim şekilde ek bir bilgi verilmemiştir. Şayet bu tür bir bilgi verilmiş olsaydı, görevliler MENEZES’e daha temkinli bir şekilde yaklaşabilir ve müdahalede bulunabilirlerdi.
... ... ...
20.82 I [Üst Düzey Soruşturma Görevlisi J.D. Cummins], 20.47. paragrafta belirtildiği üzere, izleme ekibinin takip edilen kişinin kimliğini uygun şekilde tespit edememiş olmasının sonuçları hakkında yorumda bulunmuştur. Ancak, söz konusu ekibin MENEZES’i takip etme, onunla birlikte kalma ve kimliğini tespit etmeye çalışma süreci otuz dakika sürmüştür. Bu süreçte, polis amiri DICK’e operasyonun stratejisine uygun olarak hareket etmek için otuz dakikalık bir fırsat tanınmıştır. Ancak bu stratejiye uygun hareket etmek yönünde herhangi bir çabada bulunulmamıştır.
20.83 MENEZES’i takip eden SO12 görevlilerine kendi hayatlarını ve halkın hayatını korumak için ateşli silah taşıma yetkisi verilmiştir. Bombalı saldırı olayının ve otobüslerde bomba patlatma girişimlerinin gerçekleştirildiği 7 Temmuz ve 21 Temmuz tarihlerinde meydana gelen olaylar bağlamında, MENEZES’in TULSE HILL’de otobüse binmesine izin verilmesi operasyonun idaresindeki başarısızlığı göstermektedir. Şayet MENEZES bir intihar bombacısı olsaydı bir felaket yaşanabilirdi. Bu nedenle, MENEZES’in BRIXTON otobüsüne tekrar binmek üzere geri dönerken durdurulmamış olması, bahsi geçen stratejinin uygulanmasıyla ilgili anlaşılması çok daha güç bir başarısızlıktır.
... ... ...
20.87 DSO, sorumlu kişinin kendisi olduğunu doğrulamıştır.
CPS, operasyonun yönetim şeklinin, kaynakların uygun şekilde yerleştirilememesinin ve başka taktik seçenekler sunulmamasının ağır kusur sayılıp sayılmayacağını değerlendirmeyi isteyebilir.”
(iii) “James”
62. IPCC, Menezes’in şüpheli olarak “teşhis edilmesi” konusuyla ilgili olarak aşağıdaki hususları belirtmiştir:
“20.53 ... James [izleme ekiplerinin lideri], ekipteki bazı görevlilerin şahsın şüpheli olmadığını düşündüklerini ilgili kişilere bildirmemiştir. Bu bilginin, DSO’ya tam olarak iletilmesi gerekirdi. Zira bu bilgi DSO’nun kararını etkileyebilirdi. CPS, James’in bu ihmalinin ... ağır kusur kıstasına uygun olup olmadığını değerlendirmeyi isteyebilir.”
(iv) Trendeki diğer görevliler
63. Trendeki sekiz görevlinin herhangi bir suçunun olup olmadığı konusuyla ilgili olarak aşağıdaki ifadeler kullanılmıştır:
“20.91 Görevlilerin bir intihar bombacısıyla karşı karşıya olduklarına inanmaları nedeniyle, şahsı gözaltına almadan önce onunla mücadeleye girmeleri akla yatkın olmayabilir. CPS, “silahlı polis” diye bağırdıklarını veya bu ifadeleri duyduklarını ifade eden trendeki sekiz görevliden herhangi birinin adaleti yanıltmak ... amacıyla komplo kurup kurmadığını değerlendirmeyi isteyebilir.”
(v) Trojan 80, Trojan 84 ve DCI C
64. IPCC; Trojan 80, Trojan 84 ve DCI C’nin olayların sonucunu etkileyebilecek bir konumda olduklarını düşünmediğinden, onların sorumlu tutulamayacağı kanısına varmıştır.
(vi) İzleme kaydı
65. IPCC, izleme kaydının değiştirilebilmiş olması ihtimaliyle ilgili olarak (bk. yukarıda 42 ve 56. paragraflar), herhangi bir kişi aleyhinde, ceza davası açılmasının yerinde olabileceğini gösterecek yeterli delil elde edememiştir.
(c) Operasyonla ilgili tavsiyeler
66. IPCC, soruşturma sırasında, polisin 22 Temmuz 2005 tarihinde verdiği karşılığın etkin olup olmadığı hususuyla ilgili ciddi endişelerin ortaya çıktığını belirtmiştir. Bu endişeler, sadece tamamen masum bir kişinin yanlışlıkla öldürülmüş olması değil, aynı zamanda polisin tepkisinin zarar verme niyetinde olan bir teröristi durdurmak için yeterli olmayabileceği hususuyla da ilgilidir. IPCC, bu nedenle, operasyonla ilgili bazı tavsiyelerde bulunmuştur.
67. IPCC, operasyonda ateşli silahların kullanımıyla ilgili olarak iki endişeye dikkat çekmiştir. Bunlardan biri, SO19 birliğinin çağrılma zamanı ile konuşlandırılma zamanı arasında yaşanan büyük gecikme, diğeri ise SFO’ların muhtemel düşünce yapıları dikkate alındığında, şüphelinin “durdurulması” yönündeki komutun açık bir şekilde ifade edilmemiş olmasıdır. IPCC, aynı zamanda, ateşli silahlarla gerçekleştirilen operasyonlarda komuta ve kontrol konusunda da ayrıntılı tavsiyelerde bulunmuştur. IPCC, bu bağlamda, emir komuta zinciri kapsamındaki rol ve sorumlulukların açıkça belirlenmesi, ileride gerçekleştirilecek operasyonlarla ilgili koşulların açık ve genel olarak anlaşılmasının sağlanması ve polis amiri McDowall’ın SO19 bünyesinde görevli birliğin zamanında konuşlandırılmasını gerektiren stratejisinin uygulanmamış olduğu gerçeği dikkate alındığında, daha iyi iletişim kurulmasının sağlanması gerektiği gibi tavsiyelerde bulunmuştur.
68. IPCC, izleme operasyonlarıyla ilgili olarak, izleme ekibinin, SFO’ların ve komutadaki kişilerin birlikte çalışmalarının sağlanamamış olması ve birbirlerinin çalışma uygulamaları hakkında yeterince bilgi sahibi olmamaları konusundaki endişelerini dile getirmiştir. IPCC, ayrıca, iki izleme görevlisinin takip edilen şahsın şüpheli olmadığına inanması, bu durumun DSO’ya bildirilmemiş olması ve izleme kaydının değiştirilmesi hususlarında da endişelerini ifade etmiştir.
69. IPCC, olay sonrasında olayın nasıl yönetildiği konusuyla ilgili olarak, olay yerinin ve soruşturmanın kendilerine devredilmemiş olması ve Charlie 2 ve Charlie 12’nin kendi üslerine geri dönmelerine, dinlenmelerine, aralarında konuşmalarına ve birlikte tutanak hazırlamalarına izin verilmesi konularındaki endişelerini de yinelemiştir.
70. IPCC, haberleşme yapısıyla ilgili olarak, verilen önemli brifinglerin ve stratejik ve taktik kararların kayıt altına alınmamış olması ve ayrıca SO19 birliği yer altı istasyonuna girdiği sırada olayın komuta ve kontrolünün kaçınılmaz olarak kaybedilmiş olması konusundaki endişelerini belirtmiştir. IPCC, aynı zamanda, mevcut Ateşli Silahlar El Kitabının ve “KRATOS” politikasının mevcut terör tehdidiyle mücadele etmek için açıkça yeterli olmamasından duyduğu endişeleri dile getirmiştir.
(d) Yayın
71. Birinci IPCC Stockwell Raporu, Büyükşehir Polis Teşkilatına bağlı Emniyet Müdürlüğü (“OCPM”) bünyesindeki görevliler hakkındaki ceza davası sonuçlanana kadar ertelenmiş olması nedeniyle, 8 Kasım 2007 tarihine kadar kamuoyuna duyurulmamıştır (bk. aşağıda 100-101. paragraflar).
3. IPCC tarafından yürütülen ikinci soruşturma ve İkinci IPCC Stockwell Raporu
72. MPA, 14 Ekim 2005 tarihinde, Menezes’in vurulmasının ardından kamuoyuna yapılan açıklamaların MPS tarafından idare edilmesi hususuyla ilgili olarak IPCC’ye şikâyette bulunmuştur. IPCC, ikinci bir soruşturma yürütmüş ve 2 Ağustos 2007 tarihinde İkinci IPCC Stockwell Raporu hazırlanmıştır. Raporun içeriği, şu anda Mahkeme önünde incelenmekte olan şikâyetle doğrudan bağlantılı değildir.
D. Ön safta yer alan görevliler ve izleme görevlileri hakkında yürütülen disiplin soruşturmaları
73. IPCC, MPS’ye kişi hakkında disiplin soruşturması başlatılmasını tavsiye etme veya bu konuda MPS’ye yönlendirmede bulunma yetkisine sahiptir. IPCC soruşturması sırasında, 2004 tarihli Polis (Davranış) Yönetmeliği’nin 9. maddesi uyarınca on beş görevliye tebligat gönderilmiştir. Söz konusu tebligatlarda, haklarında soruşturma yürütüleceği bildirilmiş ve soruşturma sonunda haklarında disiplin işlemi başlatılabileceği konusunda uyarılarda bulunulmuştur.
74. Ancak, IPCC, 11 Mayıs 2007 tarihinde, herhangi bir disiplin suçu işlediklerinin gerçek anlamda kanıtlanmamış olması nedeniyle, ön safta yer alan ve izleme görevlisi olarak operasyonda rol oynayan on bir görevli hakkında herhangi bir disiplin işlemi uygulanamayacağına karar vermiştir. Bir izleme görevlisiyle, izleme kaydında yapılan değişiklikle bağlantılı olarak “tavsiye niteliğinde bir konuşma” yapılmıştır.
75. İki polis amiri ve onların taktik danışmanları hakkında yöneltilen disiplin suçlamalarıyla ilgili olarak verilecek karar ise, OCPM tarafından yürütülen kovuşturma sonuçlandırılana kadar ertelenmiştir (bk. aşağıda 100-101. paragraflar).
E. Savcılığın verdiği ilk karar
1. Karar
76. CPS, Birinci IPCC Stockwell Raporunun eline geçmesi üzerine, herhangi bir görevli hakkında, kasten adam öldürme, ağır ihmal sonucu kazara adam öldürme, görevini kötüye kullanma, sahtecilik veya adaleti yanıltmaya teşebbüs etme suçlarından dolayı kovuşturma başlatıp başlatmama konusunda değerlendirmede bulunmuştur. CPS, aynı zamanda, 1974 tarihli İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda (“1974 tarihli Kanun”) yer alan suçlardan dolayı OCPM veya herhangi bir kişi hakkında kovuşturma başlatılıp başlatılmayacağı hususunu da değerlendirmiştir. CPS, kovuşturma yürütüp yürütmeme konusunda karar verirken, kovuşturmanın kamu yararına olup olmayacağını sormadan önce, ilk olarak delil eşiği kıstasını uygulamak zorunda kalmış, yani gerçek anlamda bir mahkûmiyet ihtimalinin bulunup bulunmadığını dikkate almıştır (bk. aşağıda 163. paragraf).
(a) İlk karar yazısı
77. CPS, kendi şahsından ziyade polis memurlarının amiri sıfatıyla, Başsavcı tarafından (“DPP”), Menezes’in 1974 tarihli Kanun’un 3 ve 33. maddelerine aykırı şekilde sağlık, güvenlik ve sıhhatinin korunamadığı gerekçesiyle, OCPM hakkında kovuşturma yürütülmesine karar verildiğini, 17 Temmuz 2006 tarihli mektupla müteveffanın ailesine bildirmiştir (bk. aşağıda 157-158. paragraflar). “Herhangi bir polis memuru hakkında gerçek anlamda mahkûmiyet kararı verilme ihtimalinin bulunduğunu gösterecek yeterli delilin mevcut olmaması” nedeniyle ölüm olayıyla ilgili olarak herhangi bir kişi hakkında kovuşturma yürütülmeyeceği belirtilmiştir. Yani, jürinin mahkûmiyet kararı vermemesi ihtimalinin daha ağır bastığı ifade edilmiştir.
78. Karar yazısının ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:
“Somut olayın koşullarında, SFO’ların meşru müdafaada bulunmadıkları (kendilerini veya başkalarını korumak için) savcılık tarafından kanıtlanabilse, adam öldürmekle suçlanırlar. Jean Charles’in trene binmeden önce durdurulması yönünde talimat verilmiştir. Kontrol odasındaki görevliler Jean Charles’in istasyon dışında durdurulması niyetinde olsalar da, bu tür bir yakalama işleminin gerçekleştirilmesi için SFO ekibi hazır değildi ve bu niyet, trene yönlendirilen SFO’lara açıkça bildirilmemiştir. Mevcut tüm deliller, görevlilerin Jean Charles’in intihar bombacısı olarak teşhis edildiğine inandıklarını, treni patlatmasına engel olmak üzere yönlendirildiklerini ve ... bunu engellemek için ona ateş etmek zorunda kaldıklarını göstermektedir.
Söz konusu iki görevlinin, ölümcül bir tehditle karşı karşıya olduklarına dürüst ve samimi olarak inanmadıklarını makul şüphenin ötesinde ispat etme görevi savcılığa aittir ve bu nedenle bu tür bir inancın olmadığını ispat edecek yeterli delil bulunup bulunmadığını inceledim. Her iki görevli de, Jean Charles’i “büyük” bir ceketle gördüklerini belirtmişlerdir, ancak aslında Jean Charles basit bir kot ceket giyiyordu. Dolayısıyla, bu durumu, görevlilerin yalan söylediğini gösterebileceği için göz önünde bulundurdum. Ancak, görevlilerin yanılmış olmaktan ziyade yalan söylediklerini kanıtlayabilecek olsam dahi, bir görevlinin yalan söylemesi için başka sebeplerin olabileceğini dikkate aldığımda, bu durum, adam öldürme suçundan kovuşturma başlatmak için tek başına yeterli olmayacaktır. Aynı zamanda, görevlilerin söz konusu ifadeleri eylemlerini haklı çıkarmak amacıyla uydurduklarını gösteren herhangi bir delil bulunup bulunmadığını anlamak için, Jean Charles’in hareketleriyle ilgili olarak yaptıkları açıklamaları da dikkate aldım. Her iki görevli de, Jean Charles’in bir izleme görevlisiyle ikili mücadeleye girmeden ve koltuğuna tekrar oturtulmadan önce ayağa kalktığını ve elleri aşağıda vücudunun yan tarafında iken kendilerine doğru yaklaştığını belirtmişlerdir. SFO’lar bunun üzerine Jean Charles’e ateş etmişlerdir. Direnişin herhangi bir bombanın patlatılamayacağı anlamına geldiğinin ve ateşli silah görevlilerinin eylemlerinin kanuna uygun olmadığının savcılık tarafından ileri sürülüp sürülemeyeceğini değerlendirdim. Ancak, bu durumun saniyeler içinde meydana geldiğini ve görevlilerin, Jean Charles’in bomba patlatabileceğinden korktukları yönündeki beyanlarını destekleyen bazı bağımsız delillerin bulunduğunu unutmamam gerekir. Jean Charles’in karşısında oturan bir tanık, “elini pantolonunun kuşak kısmının sol tarafına doğru götürdüğü izlenimine kapıldığını” belirtmiştir.
Görevlilerin gerçekten meşru müdafaada bulunmadıklarını kanıtlayamadığım için, onları adam öldürmekle veya kazara adam öldürme gibi başka bir saldırı suçuyla suçlayamam.
Trene silahlı polis memurlarının yaklaştığı konusunda herhangi bir uyarıda bulunulup bulunulmadığı konusunda görevliler ile vatandaşların beyanları arasında bazı uyuşmazlıklar mevcuttur. Bu gibi bir durumda, şüpheli bir bombacının bulunduğu yönünde bir uyarı yapılmasının gerek görevliler gerekse halk açısından ölümcül sonuçlar doğurabileceği hallerde, herhangi bir uyarının yapılmaması gerekir. Ancak, bazı polis memurları, vurma olayı öncesinde “silahlı polis” denildiğini duyduklarını belirtmişlerdir. Yolcular polis memurlarının merdivenlerden inerken bağırdıklarını duymuş olsalar da, hiçbiri “silahlı polis” ifadelerinin kullanıldığını duymamıştır. Her iki SFO görevlisi de, ateş etmeden hemen önce “silahlı polis” diye bağırdıklarını söylemişlerdir. Ancak bunu yapıp yapmadıkları ve şayet yapmışlarsa, bunun amacının Jean Charles’i veya vagondaki diğer kişileri uyarmak olup olmadığı kesin değildir. Bazı polis memurlarının ateş edilmeden önce yüksek sesle bir şeyler söyledikleri konusunda şüphe yoktur... Görevlilerin ... soruşturmayı yanlış yönlendirmek amacıyla yalan söylediklerini kanıtlamadıkça, adaleti yanıltmaya teşebbüs etme suçundan dolayı haklarında kovuşturma başlatamam.
Daha sonra, ilgili polis memurlarının izleme ve durdurma operasyonunun planlanması konusundaki rollerini ve bu operasyonu gerçekleştiren görevlilerin rollerini ... inceledim. Sürece dahil olan birkaç kişi mevcuttu ve mesajların yanlış yorumlandığı ve bunun trajik sonuçlara sebep olduğu şüphesizdir. Yapılan herhangi bir hatanın veya davranışın suç olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini inceledim. Bu durumda, ağır ihmal sonucu kazara adam öldürme ve görevi kötüye kullanma suçlarını düzenleyen kanunu ve 1974 tarihli Kanun’u uyguladım. Kişilerin hata yaptıkları sonucuna vardığım hallerde dahi, söz konusu hataların suç sayılabilecek ağırlıkta olduğunu gösteren yeterli delil bulunmadığını tespit ettim. OCPM hakkında ceza davası açılacağından, söz konusu kişilerin davranışlarıyla ilgili ayrıntılı bir beyanda bulunamam. Zira bu davranışlar kovuşturma kapsamında değerlendirilecektir.”
(b) İnceleme Notları
79. 9 Mart 2006 tarihli elli sayfalık İnceleme Notunda ve ayrıca 9 Temmuz 2006 tarihli Nihai İnceleme Notunda daha detaylı gerekçeler sunulmuştur.
(i) IPCC tarafından yürütülen soruşturma
80. İnceleme Notunda, IPCC tarafından yürütülen soruşturmayla ilgili olarak aşağıdaki hususlar yer almaktadır:
“Soruşturmanın ve bu süreçten kaynaklanan usulü gerekliliklerin 2. maddeye uygun olduğu kanaatindeyim. IPCC, Büyükşehir Polis Teşkilatından açıkça bağımsız bir kurumdur. IPCC tarafından yürütülen soruşturma, sadece trende meydana gelen vurma olayıyla sınırlı tutulmamış, aynı zamanda operasyon süreci de tamamıyla incelenmiştir. IPCC bünyesinde görevli üst düzey soruşturma görevlileriyle gerçekleştirmiş olduğum birkaç görüşmede, kendilerine yönelttiğim sorular konusunda bana yardımcı oldular. Bu nedenle, Menezes’in ölümüne yol açan operasyonda rol oynayan görevlilerin ve kurum olarak Emniyet Müdürlüğünün cezai sorumluluğu konusunda bir karar verebilmek için elimde yeterli bilgi ve belgenin bulunduğu kanısındayım.”
81. Ancak, İnceleme Notunda, delillerle ilgili olarak yaşanan belirli bir zorluğa dikkat çekilmiştir:
“Belki de neler olduğunun anlaşılması konusunda yaşanan en büyük sıkıntı, ilgili zamanlara ait neredeyse hiçbir kaydın bulunmaması ve operasyonda yer alan kişilerin olayın en kritik bölümleriyle ilgili beyanlarının önemli ölçüde farklılık göstermesidir. Ne söylendiğini, kimin, kime ne zaman söylediğini kesin olarak söylemek bazen imkânsızdır. Bazı beyanların, bir şeylerin kötüye gittiği bilinerek dile getirilmiş olması da bir sorun ortaya çıkarmaktadır.”
82. İnceleme Notunda, trende olaya tanık olan yolculardan alınan ifadelerle ilgili olarak, olayların anlatılış şeklinde kaçınılmaz olarak bazı tutarsızlıkların söz konusu olduğu ve bu nedenle “beyanların kendi içinde ve polisin beyanlarıyla uyumlu olmadığı” belirtilmiştir. Örneğin; bazı tanıklar Menezes’i izleme görevlilerinden birisi olan “Ivor” ile karıştırmışlardır.
(ii) Charlie 2 ve Charlie 12
83. İnceleme Notunda, Charlie 2 ve Charlie 12 ile ilgili olarak, meşru müdafaada bulunduklarına gerçekten inanmadıkları konusunda jüriyi ikna edecek yeterli delilin mevcut olmadığı yinelenmiştir. Tutanakta, söz konusu görevlilerin meşru müdafaada bulunduklarına gerçekten inansalar, bir “intihar bombacısını” vurup öldürürken gerçekleştirdikleri eylemlerin akla yatkın olacağı ve kanuna aykırı nitelik taşımayacağı belirtilmiştir.
(iii) DSO
84. İnceleme Notunda, polis amiri Cressida Dick ile ilgili olarak, kendisini adam öldürmekle suçlamak için yeterli delilin mevcut olmadığı, zira kendisinin hiçbir görevliye ateş et emri vermediği belirtilmiştir. Ancak, savcı, Dick’in eylemlerinin, yönlendirmesinin ve planlama konusundaki başarısızlığının, onun konumunda bulunan makul bir görevlinin standartlarının altında kaldığına dair delillerin mevcut olduğu kanaatine varmış ve bu nedenle, özen ve nedensellik yükümlülüğün yerine getirilmediğinin kanıtlanabileceğini belirtmiştir. Fakat savcı, Dick’in davranışlarının ağır ihmal sonucu kazara adam öldürmekle suçlanmasını haklı kılacak kadar ağır olduğu konusunda jüriyi ikna edecek “neredeyse hiçbir yeterli” delilin mevcut olmadığı kanısına varmıştır. Savcı, aynı zamanda, polis amiri Dick hakkında 1974 tarihli Kanun’un 7 ve 33. maddelerinde sayılan suçlardan dolayı kovuşturma başlatılıp başlatılamayacağı hususunu da değerlendirmiştir. Ancak, savcı, ilgili kriterleri uyguladıktan sonra, Dick veya diğer görevlilerden herhangi biri hakkında söz konusu hükümler uyarınca kovuşturma başlatılmasının, Sağlık ve Güvenlik Yönetim Politikasına uygun olmayacağı sonucuna varmıştır.
(iv) Trojan 84
85. Savcı, İnceleme Notunda, Trojan 84’ün Menezes’in ölümüyle en yakından bağlantılı kişi olduğunu tespit etmiştir. Trojan 84, ateşli silah destek birimini Scotia Road’a yönlendirememiş ve SFO’ların intihar bombacılarıyla karşılaşacakları ve onlara ateş etmek zorunda kalabilecekleri yönündeki korkularını körükleyecek şekilde bilgilendirmede bulunmuştur. Son olarak, Trojan 84’ün, SFO’ların silahlı müdahale aracından uzaklaştıklarında ve potansiyel bir intihar bombacısına müdahale edeceklerinde büyük bir ihtimalle onu vuracaklarını bilmesi gerekirdi. Ancak, savcı, görevlileri ateş etmeye yönlendirmemiş olması ve eylemlerinin ağır ihmal sonucu kazara adam öldürme suçuna ilişkin kriterleri karşılayacak kadar “ağır” nitelik taşımaması sebebiyle, Trojan 84 hakkında kovuşturma başlatılamayacağını belirtmiştir.
(v) Trojan 80 ve DCI C
86. Savcı, aynı şekilde, Trojan 80, DCI C veya izleme ekipleri hakkında da ağır ihmal sonucu kazara adam öldürme suçundan dolayı kovuşturma başlatmak için yeterli delilin bulunmadığı kanaatine varmıştır.
(vi) İzleme kaydında değişiklik yapılması
87. İnceleme Notunda, izleme kaydında değişiklik yapıldığına dair iddia değerlendirilmiş (bk. yukarıda 56. paragraf), ancak söz konusu kaydın iki bilirkişi tarafından incelendiği ve değişiklik yapıldığı veya yapıldıysa kimin yapmış olabileceği konusunda dikkate alınması gereken standartla ilgili olarak uzlaşmaya varılamadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, kayıtta yapılan girişin sahte olduğu kanıtlanamadığından, kimin sahtecilik yapmış olabileceği bir yana, adaleti yanıltmak amacıyla komplo kurma suçundan kovuşturma başlatmanın dahi herhangi bir dayanağı bulunmamaktadır.
(vii) Kayıp kayıtlar
88. İnceleme Notunda, aynı zamanda, polisin veya başka birinin otobüsteki kayıt cihazıyla oynadığını gösteren herhangi bir delilin mevcut olmadığı belirtilmiştir. Üç mekândaki kayıtlarda da boşluklar bulunmasına rağmen, IPCC tarafından yürütülen soruşturmada, otobüs seyahatinin büyük kısmında meydana gelen yoğun titreşimlerin kaydı etkilediği, trendeki sabit diskin o gün yenisiyle değiştirilmediği ve istasyonda bulunan kayıt ekipmanının tadilat çalışmaları sırasında kırıldığı tespit edilmiştir.
(viii) OCPM hakkında kovuşturma yürütülmesi kararı
89. İnceleme Notunda, OCPM hakkında kovuşturma yürütülmesi kararıyla ilgili daha ayrıntılı bilgiye yer verilmiştir. Savcı, aşağıdaki hususları belirtmiştir:
“Bu operasyonun, polis amiri McDowall’dan devredildiği andan itibaren kötü bir şekilde idare edildiğini düşünüyorum. Operasyon, masum bir adamın en ürkütücü şekilde vurularak hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Büyükşehir Polis Teşkilatı, büyük bir baskı altındaydı ve halkı intihar bombacılarından korumak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu etkenleri göz önünde bulunduruyorum. Ancak, bunlar, Menezes’in en iyi şekilde korunmasını sağlayacak olan polis amiri McDowall’ın stratejisinin uygulanmadığı gerçeğini unutturamaz.”
90. Savcı, beyanlarına aşağıdaki şekilde devam etmiştir:
“Planlama eksikliğinin Menezes’in ölümüne yol açtığı ve bu nedenle 1974 tarihli Kanun’un 3. maddesi uyarınca bir suçun oluştuğu kanısındayım. Şayet böyle bir suçlama tercih edilirse, mevcut delillere dayanarak davayı kanıtlayabileceğimize inanıyorum. Ancak, kişiler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi, IPCC’nin davayı kanıtlamak için, şu anda bunu kabul etmeyen kişilerden daha fazla delil toplamaya çalışmasını sağlayacaktır.”
91. Yapılabilecek tek savunma “mantık çerçevesinde uygulanabilirlik” hususu olup,
“polisin, Menezes’in güvenliğinin sağlanmasında mantık çerçevesinde uygulanabilirliğin söz konusu olmadığı şeklinde bir savunmayı nasıl yapabileceğini anlamak zordur. Şayet ihtilaflı bir davada böyle bir durum öne sürülürse, polis muhtemelen şüpheli olarak ifadesi alınan bazı görevlileri ... çağırmak zorunda kalacaktır. Bu durumda, onların planlama konusundaki başarısızlıklarına dikkat çekilecektir.”
2. Savcılığın ilk kararının adli incelemeye tabi tutulması
92. Başvuran, 16 Ekim 2006 tarihinde, ceza gerektiren suçlardan dolayı herhangi bir polis memuru hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın adli incelemeye tabi tutulması talebinde bulunmuştur. Başvuran, bu durumun, Sözleşme’nin 2. maddesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
93. Başvuran, özellikle, Kraliyet Savcıları Kanunu (“Savcılar Kanunu”) kapsamında, usulüne uygun olarak görevlendirilen bir jürinin mahkûmiyet kararı verme ihtimali bulunmadığı sürece kovuşturma başlatılmamasını öngören delil eşiği kıstasının Sözleşme’nin 2. maddesine uygun olmadığını öne sürmüştür. Başvuran, aynı zamanda, Sözleşme’nin 2. maddesi uyarınca, savcının kararının, mahkemelerce, R / Başsavcı (Manning’in başvurusu üzerine), ([2001] 1 QB 330) davasına kıyasla daha ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulması gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu davada, Bölge Mahkemesi, tecrübeli savcıların verdikleri karara büyük önem atfettiğini ve dolayısıyla, savcılığın verdiği kararın Savcılar Kanunu’na uygun olarak verilmiş olması ve mevcut bilgi ve belgelere dayanılarak makul ölçüde savcıya açık olması halinde kanuna uygun olacağını belirtmiştir (bk. aşağıda 165. paragraf).
94. Bölge Mahkemesi, 14 Aralık 2006 tarihinde, adli inceleme başvurusunu kabul etmiş, ancak esas hakkındaki başvuruyu reddetmiştir.
95. İlgili mahkeme, Savcılar Kanunu’nun Sözleşme’nin 2. maddesine uygun olup olmadığı hususuyla ilgili olarak, Mahkeme’nin bu maddeye ilişkin içtihadında, kovuşturma yürütülüp yürütülmeyeceğine karar verirken uygulanabilecek belirli bir delil kıstası belirlenmediğini tespit etmiştir. İlgili mahkeme, bu nedenle, Savcılar Kanunu’nda belirtilen kıstasın, Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında öngörülen, kişiye karşı suç işlenmesini önleyecek etkin ceza kanunu hükümleri getirme ve bu hükümlerle ilgili ihlallerin önlenmesi, giderilmesi ve cezalandırılmasına yönelik bir kolluk mekanizması oluşturma yükümlülüğüne uygun olduğunu belirtmiştir. İlgili mahkeme, herhangi bir sonuç alınamayacak kovuşturmaların başlatılmasının, ret başvurusu veya görülecek bir dava bulunmadığı yönünde bir beyan sonrasında dahi olsa, ilgili tüm taraflar açısından önemli sonuçlar doğuracağını ifade etmiştir. Söz konusu mahkeme, ayrıca, Devlet görevlileri tarafından öldürücü güç kullanımının söz konusu olduğu hallerde delil eşiğinin düşürülmesi durumunda, delil yetersizliği sebebiyle, kovuşturmaların önemli bir kısmından muhtemelen sonuç alınamayacağını ve böyle bir durumun meydana gelmesi halinde, kamuoyunun gerek kolluk makamlarına gerekse CPS’ye olan güveninin sarsılacağını belirtmiştir.
96. İlgili mahkeme, ayrıca, Sözleşme’nin 2. maddesinin, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın adli incelemeye tabi tutulmasıyla ilgili yerleşik uygulamada bir değişiklik yapılmasını gerektirmediğine karar vermiştir. Öneryıldız / Türkiye [BD] (no. 48939/99, § 96, AİHM 2004 XII) davasında gerekli görülen “dikkatli incelemenin”, gerek Manning davasında açıklanan kıstasa (bk. aşağıda 165. paragraf), gerekse yerel mahkemelerin temel insan haklarının söz konusu olduğu davalara yönelik genel yaklaşımlarına uygun olduğu belirtilmiştir.
97. Üçüncü olarak, Manning kıstasını uygulayan mahkeme, CPS’nin kararının Savcılar Kanunu’na uygun olduğu ve makul şekilde CPS’ye açık olduğu kanaatine varmıştır. Karar, oldukça üst düzey ve deneyimli bir savcı tarafından verilmiş, CPS başkanı ve bağımsız bir hukuk danışmanı tarafından gözden geçirilmiştir. Karar; uzun, dikkatli, kapsamlı, açık ve ayrıntılı bir şekilde hazırlanmış olup, CPS tarafından ilgili her şahıs için doğru kıstas uygulanmıştır. Yani, “mahkûmiyet kararı verilmesi konusunda gerçek bir ihtimalin bulunduğunu gösterecek yeterli delilin mevcut olup olmadığı veya diğer bir ifadeyle, jürinin mahkûmiyet kararı verme ihtimalinin vermeme ihtimalinden daha yüksek olup olmadığı” kıstası dikkate alınmıştır.
98. İlgili mahkeme, bu şekilde bir açıklamada bulunmasına gerek olmamasına rağmen, “karara karşı çıkmayı gerektirecek herhangi bir neden görmediğini” de belirtmiştir. İlgili mahkeme, DPP’nin kararının kanuna uygun olduğu sonucuna varmış ve bu karara karşı itirazı reddetmiştir. Lordlar Kamarasına temyiz başvurusunda bulunma talebi ise gerek ilgili mahkeme tarafından gerekse 26 Temmuz 2007 tarihinde bizzat Lordlar Kamarası tarafından reddedilmiştir.
99. İlgili mahkeme, 22 Ocak 2007 tarihinde, 1974 tarihli Kanun kapsamında yöneltilen suçlamaların reddine yönelik başvuruyu da reddetmiştir.
3. OCPM hakkında yürütülen kovuşturma
100. 1 Ekim 2007 tarihinde OCPM hakkındaki ceza davası görülmeye başlanmıştır. Dava sürecinde, aralarında polis amirleri McDowall ve Dick’in de yer aldığı toplam kırk yedi tanık ifade vermek üzere çağırılmıştır. İddia makamı, OCPM’nin aşağıdaki gerekçelerle suçlu olduğunu ileri sürmüştür:
a) Polis amiri McDowall’ın stratejisi, 22 Temmuz 2005 tarihinde gerçekleştirilen operasyonların idaresini devralan görevlilere, izleme görevlilerine ve SFO’lara yeterince anlatılmamıştır.
b) Polis amiri McDowall’ın binaların kontrol altına alınması konusundaki stratejisiyle ilgili yeterli plan yapılmamış ve bu strateji yeterince uygulanamamıştır.
c) Kontrol Odası görevlileri, SFO’lar ve izleme görevlilerinin Scotia Road ile ilgili olarak belirlenen strateji konusunda kafaları karışmış ve aralarında tutarsızlıklar söz konusu olmuştur.
d) Menezes de dahil, Scotia Road adresinde bulunan binalardan çıkan kişileri durduracak ve onlara soru yöneltecek görevliler ilgili bölgede konuşlandırılmamıştır.
e) SFO’lar, Menezes’in ortak kapı aralığından çıktığı sırada, Scotia Road adresinde göreve hazır değildir.
f) Ateşli silahlar görevlisi gelmeden önce apartman binasından çıkan kişiler konusunda herhangi bir acil durum planı mevcut değildir.
g) Scotia Road’dan ayrılan kişiler durdurulmamış ve kendilerine soru sorulmamıştır.
h) Scotia Road’dan ayrılan kişilerin durdurulup kendilerine soru sorulması için güvenli ve uygun bir alan belirlenmemiştir.
i) SFO’lara yanlış ve orantısız brifingler verilmiş ve Scotia Road’daki operasyon da dahil olmak üzere, operasyon hakkında yetersiz ve yanlış bilgi verilmiştir.
j) Menezes’in kimliğinin tespitine ilişkin bilgiler, kıyafetleri, davranış biçimi ve arz ettiği muhtemel tehlike seviyesi, uygun veya doğru bir şekilde değerlendirilmemiş veya görevlilere, özellikle de SFO’lara bildirilmemiştir.
k) Menezes’in şüpheli olarak teşhisinin doğruluğu konusunda duyulan şüpheler, kontrol odasındaki görevlilere bildirilmemiştir.
l) Kontrol odasındaki görevliler, izleme görevlileri tarafından Menezes’in şüpheli olduğuna dair olumlu bir teşhis yapıldığı konusunda ikna olmamışlardır.
m) SFO’lar, Menezes’in otobüse binmesini ve Stockwell yer altı istasyonuna girmesini engellemek üzere ilgili yerlerde zamanında konuşlandırılmamışlardır.
n) SFO’lar, izleme görevlileri tarafından Menezes’in şüpheli olduğuna dair olumlu bir teşhis yapıldığı konusunda ikna olmamışlardır.
o) Seyahat etmekte olan kişilerin maruz kalabilecekleri riski asgariye indirmek amacıyla yer altı trenlerini veya otobüsleri durdurmaya yönelik etkin adımlar atılmamıştır.
p) Menezes’in intihar bombacısı olduğundan şüphelenilmesine ve şüpheli bir intihar bombacısıyla bağlantılı bir adresten çıkmış olmasına rağmen otobüse ikinci kez binmesine ve Stockwell yer altı istasyonuna girmesine izin verilmiştir.
q) Menezes’in Stockwell yer altı istasyonuna girmeden önce durdurulması veya yakalanması yönünde açık ve uygun zamanda bir emir verilmemiştir.
r) DSO’nun, Menezes’in SFO’lar tarafından mı Terörle Mücadele Şubesindeki görevliler tarafından mı durdurulması gerektiğine karar vermeye çalıştığı sırada, SFO’ların konumu hakkında kendisine doğru bilgi verilmemiştir.
s) Menezes’in silahlı görevliler tarafından yakalanmasında söz konusu olan risk, gerek konum, gerek zamanlama, gerekse yakalama şekli bakımından asgariye indirilmemiştir.
101. Jüri, 1 Kasım 2007 tarihinde kararını vermiş ve OCPM’yi 1974 tarihli Kanun’un 3 ve 33. maddelerini ihlal etmekten suçlu bulmuştur (bk. aşağıda 157 ve 158. paragraflar). Jüri, aynı zamanda, kararına ilave bilgi ekleyerek, polis amiri Dick’in şikâyet konusu olaylar konusunda “kişisel bir kusurunun” bulunmadığını belirtmiştir. Söz konusu ilave bilgi, davaya bakan yargıç tarafından da onaylanmıştır. OCPM’ye 175.000 İngiliz sterlini para cezası verilmiş ve masraflar için 385.000 İngiliz sterlini ödemesine hükmedilmiştir.
F. İki polis amiri ve taktik danışmanları hakkında başlatılan disiplin soruşturmaları
102. IPCC, dava süreci sonrasında, üst düzey görevliler hakkında disiplin soruşturması başlatılması konusunda herhangi bir tavsiyede bulunmamaya karar vermiştir. IPCC, özellikle, jürinin, en üst düzey görevli olan polis amiri Dick hakkında herhangi bir suçlama yöneltilmemesi yönünde verdiği ilave bilgiyi dikkate almıştır.
G. Ölüm soruşturması
103. OCPM hakkındaki dava süreci sonuçlanana kadar ertelenen ölüm soruşturması, 22 Ekim 2008 tarihinde başlatılmıştır. Soruşturma sırasında, aralarında polis amiri McDowall, polis amiri Dick, Trojan 80, Trojan 84, Charlie 2 ve Charlie 12’nin de yer aldığı 71 tanık çağrılmıştır. Menezes’in ailesi, duruşma sırasında, tüm masraflar Devlete ait olmak üzere temsil edilmiş ve tanıkları çapraz sorgulamaya tabi tutma ve beyanlarını sunma imkânı bulabilmiştir.
104. Adli tıp uzmanı, 24 Kasım 2008 tarihinde, şayet varsa, hangi kararların jürinin değerlendirmesine bırakılması gerektiğine dair yazılı kararını açıklamıştır. Değerlendirebileceği seçenekler, yasal adam öldürme, yasadışı adam öldürme ve açık karar şeklindedir. Ancak, adli tıp uzmanına, “görülecek bir dava bulunmadığının” ileri sürülüp sürülemeyeceğini belirlemek amacıyla dikkate alınan kıstasa uygun olmayan bir kararı jürinin değerlendirmesine bırakmasına izin verilmemiştir. Yani, davayı destekleyecek herhangi bir delil mevcut değilse veya delil, usulüne uygun olarak görevlendirilen jürinin uygun bir karar veremeyeceği kadar yetersiz, belirsiz veya diğer delillerle tutarsızsa (bk. aşağıda 166. paragraf) bu tür bir durum söz konusu olmaktadır.
105. Adli tıp uzmanı, bu nedenle, bazı polis memurlarıyla ilgili kararların jürinin değerlendirmesine bırakılması gerektiği kanaatine varmıştır.
1. Menezes’i vuran SFO’lar (Charlie 2 ve Charlie 12)
106. Adli tıp uzmanı aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur:
“16. ... Görevlilerin, Menezes’e onu öldürmek niyetiyle ateş ettikleri şüphesizdir. Bu nedenle, kendilerini veya başkalarını korumak amacıyla kanuna uygun şekilde hareket ettikleri yönündeki iddialarının aksinin kanıtlanması halinde, adam öldürme suçunu işlemiş olacaklardır.
17. Görevlilerin kendilerini ve başkalarını korumak amacıyla kanuna uygun şekilde hareket edip etmediklerinin belirlenmesinde hangi kıstası uygulayacağım konusunda taraflar arasında uyuşma söz konusudur.
(i) Görevli, kendisini ve/veya başkalarını korumak amacıyla güç kullanımına başvurması gerektiğine gerçekten ve samimiyetle inanıyor muydu? Bu soru, öznel bir düşünceyle alakalı bir sorudur. Bu düşüncede yanılgıya düşülmüş olsa veya yanılgı mantığa uygun olmasa dahi, savunma halen geçerli olabilir. Bu düşüncenin mantığa uygun olup olmadığı hususu, ancak jüriye böyle bir düşüncede samimiyetin bulunup bulunmadığı konusunda karar vermede yardımcı olunması bağlamında dikkate alınabilir.
(ii) Eğer görevli o şekilde düşündüyse, olay anında içinde bulunulduğuna inandığı koşullarda makul ölçüde gerekli olandan daha fazla güç kullanmış mıdır? Bu, objektif bir kıstas olup, gerçeğe uygun olarak uygulanmaktadır. Mahkemeler, kişinin bir tehditle karşı karşıya kaldığı hallerde, kullandığı gücün derecesi hakkında kesin bir hüküm vermeyecektir... Tehdit altındaki kişiden saldırının gelmesini pasif bir şekilde beklemesinin istenmemesi de bu amaçla önem arz etmektedir. Önleyici bir vuruş, içinde bulunulan koşullarda haklı görülebilir.
... ... ...
18. Tehditle karşı karşıya kalan kişinin polis memuru veya asker olması halinde uygulanacak yasal kıstas da farklı değildir. Ancak, Bennett davasında 15. paragrafta Waller LJ tarafından da belirtildiği üzere, mahkeme, kıstasın iki yönünü dava konusu olaylara uygularken kişinin eğitimini dikkate alma yetkisine sahiptir. Aynı kıstas, belirli brifinglere ve genel eğitime uygulanmalıdır.”
107. SFO’ların vagonda önlerinde gördükleri kişinin, önceki gün yer altı istasyonunda bomba patlatmaya teşebbüs ettiği konusunda hakkında kuvvetli şüphe bulunan Hussain Osman olduğuna samimiyetle inandıkları taraflarca kabul edilmiştir. Ancak, adli tıp uzmanı, Menezes’in ailesi adına dile getirilen, görevlilerin Menezes’in yakın bir tehdit arz ettiğine samimiyetle inanmadıklarını yönündeki beyanı reddetmiştir. Adli tıp uzmanı, bu nedenle, jüri tarafından, cezai ispat standardı dikkate alındığında, iki görevlinin Menezes’in etrafındakiler açısından ölümcül bir tehlike arz ettiğine samimiyetle inanmadıkları sonucuna varılamayacağına kanaat getirmiştir. Adli tıp uzmanı, bu kanaate varırken aşağıdaki ifadeleri kullanmıştır:
“27. Şayet görevliler Menezes’in kendileri ve etrafındakiler açısından ölümcül bir tehlike arz ettiğine samimiyetle inandıysalar, makul ölçüde gerekli olandan daha fazla güç kullandıkları söylenemez... Görevlilerden birinin pek çok kez ateş etmiş olması sebebiyle aşırı güç kullandığı şeklinde bir beyan ileri sürülmüştür... Kanaatimce, bu beyanın herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Olaylar saniyeler içinde gerçekleşmiştir ve kafa bölgesine isabet eden atışlardan bazılarının makul güç anlamına geldiği, bazılarının ise gelmediği şeklinde bir beyanda bulunmak uygun olamaz. Her halükarda, görevliler, tehdit etkisiz hale getirilene kadar ateş etmek üzere eğitilmişlerdir.”
108. Adli tıp uzmanı, bu nedenle, Charlie 2 ve Charlie 12’nin eylemleriyle ilgili olarak yasadışı adam öldürmenin söz konusu olduğu yönünde karar verme seçeneğini jürinin değerlendirmesine bırakmayı reddetmiştir.
2. Üst düzey görevliler
109. Adli tıp uzmanı, üst düzey görevlilerin, ağır ihmal sonucu ölüme sebebiyet vermek suretiyle kasıtsız adam öldürme suçunu işledikleri yönünde güvenli bir tespitte bulunulup bulunulmayacağını değerlendirmiştir. Bu suçun, belirli bir görevli aleyhine kanıtlanması gerektiği tüm taraflarca kabul edilmiştir. Bazı kişilerin başarısızlıkları genele mal edilemez. Suçun işlendiğini tespit etmek için bazı unsurların kanıtlanması gerekir. Sanığın mağdura karşı özen yükümlülüğünün bulunması, sanığın bu yükümlülüğü ihlal etmiş olması, ihlalin ölüme yol açmış olması (yani, ölüme asgari olarak katkı sağlamaktan daha fazlası) ve ihlalin “ağır” nitelik taşıması gerekmektedir.
110. Adli tıp uzmanı, özen yükümlülüğü hususuyla ilgili olarak aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur:
“35. ... polis memurunun, diğer polis memurlarını silahlı bir müdahalede bulunmaya yönlendirme konusunda özen yükümlülüğü bulunduğu söylenebilir. Bu kapsamdaki yükümlülük, bu tür bir müdahalenin, müdahale edilecek şahsın, ilgili görevlilerin ve yakın çevredeki diğer kişilerin gereksiz şekilde yaralanması riskini, makul olarak uygulanabilecek ölçüde en aza indirgeyecek bir yerde ve zamanda gerçekleştirilmesini sağlama konusunda makul bir özen göstermeyi gerektirmektedir. Bu durumda, ateşli silah görevlilerine, müdahalede bulunmak amacıyla hareket etmeleri yönünde talimat verildiği ana kadar böyle bir yükümlülük söz konusu olmayacaktır.”
(a) Polis amiri McDowall
111. Polis amiri McDowall ile ilgili olarak, özen yükümlülüğünün ihlaline ilişkin üç iddia öne sürülmüştür. Buna göre, Mcdowall’ın, şüphelilerin bulundukları binalardan ayrıldıktan sonra toplu taşıma sistemine ulaşmadan önce durdurulmalarını sağlayacak bir stratejik plan belirlemesi gerektiği, ancak bunu yapamadığı, SO19 bünyesinde görevli birliğin daha erken konuşlandırılmasını sağlayamadığı ve kendisine bilgi verilmesini ve emirlerine uyulmasını sağlayamadığı ileri sürülmüştür. Adli tıp uzmanı, bu iddiaların her biri bakımından, polis amiri Mcdowall’ın Menezes’e karşı herhangi bir özen yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmemiştir. Nitekim adli tıp uzmanı, herhangi bir özen yükümlülüğünün bulunduğu tespit edilse dahi bu durumun Menezes’in ölümüne sebebiyet verdiğini kabul etmemiştir.
(b) DSO
112. Polis amiri Dick hakkında üç iddia ileri sürülmüştür:
“54. ... İlk olarak, ... DSO’nun, Scotia Road’da bulunan apartmanın dikkatli bir şekilde izlenmesini ve kontrol altında tutulmasını ve verilen taktiklerin tüm şüphelilerin otobüs durağına ulaşmadan önce kimliklerinin tespit edilerek durdurulmasını sağlayacak şekilde uygulanmasını sağlayamadığı ileri sürülmektedir. Aslında, en yakın otobüs durağı söz konusu apartmandan beş dakikalık yürüme mesafesinde bulunan Upper Tulse Hill mevkisindedir. Bu tür bir iddianın öne sürülemeyeceğini gösteren ilk husus, bu aşamada, Menezes’in evine yakın bir noktada durdurulması konusunda pozitif bir özen yükümlülüğü yüklemenin güç olmasıdır. Bu tür bir yükümlülüğün söz konusu olamayacağı kanaatindeyim. Şayet söz konusu olsa dahi, sabit ve esnek olmayan taktik bir plan kapsamında bunu uygulamanın mümkün olamayacağı kanısındayım... Her halükarda, izleme işlemi uygun şekilde kontrol altında tutulmuştur. Menezes sürekli olarak izlenirken, Scotia Road’da gerçekleştirilen operasyonun gizliliği korunmuştur. Menezes’in daha erken bir aşamada durdurulamaması, görevlilerin, Menezes’in şüpheli olarak teşhis edilip edilemeyeceğini söyleyememelerinden kaynaklanmıştır. Bu nedenle, Menezes’in ölümü, Scotia Road’da gerçekleştirilen izleme işleminin kontrol altında tutulamaması gibi bir sebepten kaynaklanmamaktadır.
55. İkinci olarak, DSO’nun, Menezes’in Tulse Hill’den Stockwell’e doğru seyahat ettiği sırada izleme ve ateşli silah görevlilerinin nerede olduğunun kendisine bildirilmesini sağlayamadığı ileri sürülmektedir. Aynı şekilde, bir polis memurunun, izlenmekte olan bir kişiye karşı, diğer görevlilerin hareketleri konusunda, en azından herhangi bir müdahalede bulunulmadan hemen önce bilgilendirilmesini sağlamak şeklinde bir yükümlülüğü bulunduğunu düşünmüyorum. Şayet böyle bir yükümlülüğü olsa, bu yükümlülük, sadece kendisine makul ölçüde bilgi verilmesini sağlamaktan ibaret olacaktır. Zira her görevlinin ve aracın tam konumunu akılda tutmak mümkün olmayacaktır. Delil, DSO’nun makul ölçüde kendisine bilgi verilmesini sağlamış olmasına dayanmaktadır. DSO, kontrol odasında bulunan izleme monitörü vasıtasıyla, izleme görevlilerinin Menezes’i takip ettiklerinin ve neler söylediklerinin farkındaydı. Her halükarda, Menezes’in ailesinin avukatı tarafından da kabul edildiği üzere, Menezesi Tulse Hill’de otobüse bindiği nokta ile Stockwell’de indiği nokta arasında bir yerde durdurmak için hiçbir şey yapılamazdı. DSO, SFO’ları uygun bekleme noktasında istediği saatte konuşlandırmıştır. Müdahale emri vermeden önceki dakikalarda, SFO’ların konumları ve hazır olup olmadıkları konusunda taktik danışmanı tarafından kendisine verilen bilgiye güvenmiştir. DSO’nun söz konusu bilgiye güvenme hakkının bulunduğu kanaatindeyim. Tüm bu koşullarda, DSO’nun kendisine bilgi verilmesini sağlamamış olması, vagonda meydana gelen ve ölümle sonuçlanan olayların sebebi değildir.
56. Üçüncü olarak, DSO’nun, Menezes’in Stockwell’de otobüsten inmesinin ardından, en son kritik dakikalarda karar verirken uygun şekilde muhakemede bulunamadığı ileri sürülmektedir. Bu aşamada, karar verirken ve şahsın silah kullanılarak durdurulması yönünde talimatlar verirken Menezes’e karşı özen yükümlülüğünün bulunabileceği kanaatindeyim. Ancak, DSO’nun, söz konusu yükümlülüğü ihlal ettiğini söylemek haksızlık olacaktır. DSO, izlenmekte olan şahsın otobüsten indiğini fark ettiğinde, SFO’lara şahsın silah kullanılarak durdurulması yönünde talimat vermiştir. DSO, SFO’ların şahsı durduramayacak bir konumda olduklarını öğrendikten sonra, bu görevin izleme görevlileri tarafından yerine getirilmesini emretmiştir. Bu emir, ihmal olarak nitelendirilemez. Bu emrin verilmesinde birazcık geç kalındıysa da, bu durumun, şüpheli bir intihar bombacısının bu tür durumlarda ne yapılması gerektiği konusunda eğitim almamış görevliler tarafından durdurulması yönünde bir talimat vermeden önce gereken düşünme sürecinden kaynaklandığı söylenebilir. DSO, kendisine SFO’ların gereken konumda hazır oldukları söylendiği anda bir önceki talimatını iptal etmiştir. Bu noktada yanlış karar verdiği söylenebilir, ancak olaylar hızlı şekilde gelişmiştir ve DSO’nun vermiş olduğu karar nedeniyle herhangi bir ihmalinin bulunduğu söylenemez. SFO’ların görevlendirilmesinin, öldürücü güç kullanma riskine yol açtığı öne sürülmüştür. Ancak, kamuya açık alanlarda silahlı müdahalede bulunma konusunda gereken eğitim ve tecrübeye sahip olan bu kişileri görevlendirmenin açıkça avantajları bulunmaktadır.
(c) Trojan 80 (DSO’un ateşli silah taktik danışmanı)
113. Adli tıp uzmanı, bu görevliyle ilgili olarak aşağıdaki ifadeleri kullanmıştır:
“58. Trojan 80 hakkında yöneltilen ilk suçlama, New Scotland Yard’a saat 6.00’da ulaştıktan sonra, S019 bünyesinde görevli birliğin Scotia Road mevkisine gönderilmesini hızlandırmak adına herhangi bir adım atmamış olmasıdır. Belirtmiş olduğum nedenlerden dolayı, Trojan 80’in bu anlamda Menezes’e karşı herhangi bir özen yükümlülüğü bulunduğunu düşünmüyorum. Her halükarda, Trojan 80 görevine başladığında, SFO’ların konuşlandırılmasıyla ilgili tüm kritik kararlar zaten alınmıştır. Belki de bu aşamada konuşlandırma işlemlerinin hızlandırılması güvenli veya mantıklı olmazdı. Yukarıda 52. paragrafta açıklandığı üzere, gereken delil standardı göz önünde bulundurulduğunda, ateşli silah görevlilerinin konuşlandırılmasındaki herhangi bir gecikmenin, Menezes’in ölümüne sebep olduğu yönünde bir tespitte bulunulabileceğini düşünmüyorum.
59. İkinci iddia, Trojan 80’in, apartmandan çıkan her şüphelinin otobüs durağına ulaşmadan önce durdurulmasını sağlayacak taktik bir plan hazırlayamadığı şeklindedir. Bu iddia, özü itibariyle, DSO hakkında yöneltilen iddialardan birinin aynısıdır. Bu iddia, 54. paragrafta belirtilen nedenlerden dolayı, her aşamada dayanaksız kalmaktadır.
60. Trojan 80’in eleştirildiği üçüncü nokta ise, DSO’ya, Menezes’in otobüsten inmekte olduğu anlaşıldıktan sonraki dakikalarda SFO’ların konumu hakkında doğru bilgi vermemiş olmasıdır. Ancak, Trojan 80, ekiple birlikte olay yerinde bulunan taktik danışmanının kendisine verdiği bilgiye güvenmiştir. Trojan 84, ilk olarak, ekibin yanlış otobüsün arkasında olması sebebiyle “yetişemeyeceğini” bildirmiştir. Trojan 80 söz konusu bilgiyi olduğu gibi iletmiştir. Bu bilgi yanlış dahi olsa, Trojan 80’in bu bilgiyi ilettiği için eleştirilmesi zordur.”
114. Adli tıp uzmanı, yukarıda belirtilen tüm hususların aksine bu iddialardan herhangi birinin ileri sürülmesi halinde, bunların hiçbirinin ağır veya ceza gerektiren ihmal seviyesine yaklaşmadığı sonucuna varmıştır.
(d) Sonuç
115. Adli tıp uzmanı, üst düzey görevliler bakımından yasadışı adam öldürme hakkında verilecek muhtemel kısa kararı jürinin değerlendirmesine bırakmak yerine, yasal adam öldürme ve açık karar seçenekleri arasında bir karar vermeleri gerektiğini belirtmiştir.
3. Sorular
116. Adli tıp uzmanı, jürinin değerlendirmesine bırakılacak olan ve “evet”, “hayır” veya “karar veremiyorum” şeklinde cevaplanması gereken önerilen sorular listesini de kararı kapsamına dahil etmiştir. Adli tıp uzmanı, tarafların beyanlarını dinledikten sonra, 1 Aralık 2008 tarihinde, tren vagonunda yaşanan olaylarla ve Menezes’in ölümüne katkı sağlayan etkenlerle ilgili sorular listesine son halini vermiştir. Ancak, adli tıp uzmanı, “sonuca bağlanmamış soruları” jürinin değerlendirmesine bırakmayı reddetmiş ve jüriyi konuyla ilgili gördükleri diğer etkenleri de eklemeye davet etmiştir.
4. Adli tıp uzmanının kararının adli incelemeye tabi tutulması
117. Menezes’in annesi, 2 Aralık 2008 tarihinde, adli tıp uzmanının kararının adli incelemeye tabi tutulması ve yasadışı öldürme yönündeki kararın ve kararla ilgili bazı soruların kapsam dışı bırakılması talebiyle başvuruda bulunmuştur. Menezes’in annesi, duruşma sırasında, sadece ikinci nokta üzerinde durmuştur. Zira adli tıp uzmanı o tarihe kadar konuyu özetlemeye başlamış ve jürinin değerlendirmesine bırakılacak kararları belirtmiştir.
118. Davacı, adli tıp uzmanının, davanın temelinde yatan olaya ilişkin ihtilaflı hususların jüri üyeleri tarafından çözülmesine ve Menezes’in ne şekilde ve hangi koşullarda hayatını kaybettiğinin usulüne uygun olarak belirlenmesine imkân tanınmasını sağlamakla yükümlü olduğunu ileri sürmüştür. Menezes’in nasıl hayatını kaybettiği hususu, yasal adam öldürme veya açık karar yönünde bir hüküm verilip verilmeyeceğinin belirlenmesinden daha ileriye gitmiştir. Adli tıp uzmanının yaklaşımı, jüri üyelerinin, polisin herhangi bir kusurunu ağır kusur olarak değerlendirip değerlendirmedikleri ve şayet öyleyse, ne kadar ağır olduğu ve söz konusu kusurların hesap verilebilirlik bakımından ne kadar önem arz ettiği hakkında yorumda bulunmalarına engel olmuştur. Bu itibarla, jürinin tespitleri en iyi ihtimalle daha fazla soru sorulmasını gerektirecek, en kötü ihtimalle karmaşık veya anlamsız olacaktır. Bu nedenle, davacı, adli tıp uzmanının davayla ilgili değerlendirmeleri tamamlandığında jüriye kararla ilgili ek sorular yöneltmeyi talep etmiştir.
119. Yargıç Silber, 3 Aralık 2008 tarihinde adli inceleme başvurusunu reddetmiştir.
120. Yargıç, ilk olarak, mevcut karar ve soruların, jüri üyelerinin Menezes’in ne şekilde ve hangi koşullarda hayatını kaybettiğini tespit etmelerini sağlayacak şekilde, Adli Tıp Uzmanları Kanunu’nun 11. maddesi ve Adli Tıp Uzmanları Yönetmeliği’nin 36/1(b) maddesi kapsamında öngörülen yasal yükümlülüğe uygun olduğu sonucuna varmıştır. Ayrıca, somut davada jüride yer alan adli tıp uzmanının talep ettiği tahkikat, gerek Bubbins / Birleşik Krallık (no. 50196/99, AİHM 2005 II) gerekse McCann ve Diğerleri / Birleşik Krallık (27 Eylül 1995, Seri A no. 324) davasını ele alan jüriden talep edilen ve sağlanandan çok daha fazla çaba gerektirmiştir. Mahkeme, söz konusu davalarda, Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında öngörülen usul yükümlülüklerinin karşılandığı sonucuna varmıştır.
121. İkinci olarak, yargıç, davacının, iç hukukta veya Mahkeme tarafından karara bağlanan ve jüri tarafından müteveffanın “ne şekilde ve hangi koşullarda” hayatını kaybettiği sorusu dışında belirli soruların sorulması gerektiği kanaatine varılan herhangi bir davaya dikkat çekmediğini gözlemlemiştir.
122. Üçüncü olarak, yargıç, adli tıp uzmanının, “somut davada jürinin temel sorun veya sorunlar hakkında nasıl en iyi tespitte bulunabileceği konusunda karar verme” konusunda takdir yetkisine sahip olması nedeniyle, bu duruma müdahale etmenin tek gerekçesinin Wednesbury davasında belirtilen gerekçeler olabileceği kanaatine varmıştır. Yani, yargıç, adli tıp uzmanının kararının, makul olan hiçbir adli tıp uzmanının vermeyeceği ölçüde mantık dışı bir karar olduğu şeklinde bir gerekçeyi kast etmiştir.
123. Dördüncü olarak, yargıç, jüri üyelerinin, davacı tarafından önerilen bazı ek sorulara cevap vermeleri gerektiğinde, yorum yapma yetkilerinin bulunduğu konular dışındaki konular hakkında görüşlerini bildirmek ve özellikle de cezai veya hukuki sorumlulukla ilgili sorular hakkında karar verecek izlenimi uyandırmak suretiyle, Adli Tıp Uzmanları Yönetmeliği’nin 36/2 maddesini ihlal etme risklerinin bulunduğu kanaatine varmıştır.
124. Beşinci olarak, yargıç, önerilen soruların, jüri üyelerinin çelişkili ve tutarsız tespitlerde bulunma riski altına girmelerine neden olacağı kanısına varmıştır.
125. Altıncı olarak, yargıç, adli tıp uzmanının kararının iptal edilmesi için güçlü gerekçelerin bulunduğunun davacı tarafından tartışmaya açık bir şekilde dahi olsa kanıtlanamadığını tespit etmiştir.
126. Davacının kısa kararlarla ilgili olarak sunduğu gerekçelerin incelenmesi, her iki tarafa da düzeltme talebinde bulunma hakkı verilmek suretiyle ertelenmiştir. Davacı, daha sonra, söz konusu gerekçelerle ilgili başka herhangi bir işlem yapılmamasını kabul etmiştir. Adli incelemeden sonuç alınsa dahi aileye sunulacak tek çözüm mahkeme tarafından yeniden soruşturma başlatılması yönünde bir karar verilmesi olacağından, davacı, “özellikle de bu tür bir soruşturma yürütülmesinin yüksek maliyetli olduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğunda, “farklı bir jürinin karar vermesini sağlamak amacıyla tüm delillerin yeniden değerlendirilmesinin pek faydalı olmayacağı” kanısına varmıştır.
5. Karar
127. Jüri, 12 Aralık 2008 tarihinde “açık karar” vermiştir. Jüri, kendilerinin değerlendirmesine bırakılan soruları cevaplarken aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur:
a) Charlie 12, “silahlı polis” diye bağırmamıştır.
b) Menezes, izleme görevlilerinden birisi tarafından sert bir şekilde kucaklanarak yakalanmadan önce ayağa kalkmış olsa da, SFO’lara doğru yürümemiştir.
c) İzlenmekte olan şahsın mevcut süre içerisinde teşhis edilmesindeki genel zorluk ve Menezes’in masum davranışları (hakkında duyulan şüpheyi arttırmış olabilir), ölümüne katkı sağlayan etkenler arasında yer almamaktadır.
d) Menezes’in ölümüne katkı sağlayan etkenler şunlardır: eyleminde başarılı olamayan Hussain Osman’ın daha belirgin fotoğraflarının elde edilmemesi ve bunların izleme görevlilerine verilmemesi; izleme görevlilerinin şüphelinin teşhisiyle ilgili görüşlerinin komuta ekibine ve SFO’lara doğru şekilde iletilmemesi; polisin, Menezes’in toplu ulaşım sistemine ulaşmadan önce durdurulmasını sağlayamaması; SFO ekipleri Stockwell yer altı istasyonuna yaklaştığı sırada SFO’ları taşıyan araçların doğru konumunun komuta ekibi tarafından bilinmemesi; olay yerindeki çeşitli polis ekipleri arasındaki haberleşme sisteminde yaşanan eksiklikler; ve Menezes’i Stockwell yer altı istasyonunda durdurmak için izleme görevlilerinin görevlendirilebileceği sonucuna o sırada varılamamış olması.
e) 2005 yılı Temmuz ayında intihar bombacıları tarafından gerçekleştirilen eylemlerin ardından polisin yaşadığı baskının Menezes’in ölümüne katkı sağlayan etkenlerden biri olup olmadığı kesin değildir.
6. Adli tıp uzmanının raporu
128. Kararın ardından, adli tıp uzmanı, 1984 tarihli Adli Tıp Uzmanları Yönetmeliği’nin 43. maddesinin gerektirdiği şekilde bir rapor hazırlamıştır. Adli tıp uzmanı, raporda, gelecekte başka ölümlerin meydana gelebilme endişesine ve riskine neden olan MPS sistemlerini ve uygulamalarını tespit etmiştir. Adli tıp uzmanı, ayrıca, bu tür durumların meydana gelmesini veya devam etmesini engellemek ya da bu tür durumların sebep olduğu ölüm riskini ortadan kaldırmak veya azaltmak amacıyla alınması gereken tedbirleri de raporunda belirtmiştir. Adli tıp uzmanı, aynı zamanda, 2005 yılı Temmuz ayından itibaren polisin uygulamalarını geliştirmeye yönelik olarak atılmış olan çözüm niteliğindeki adımları gösteren bilgi ve belgeleri de incelemiştir.
129. Adli tıp uzmanı, raporda 22 Temmuz 2005 tarihinde polis tarafından uygulanan emir komuta yapısı hakkındaki endişelerini dile getirmiş ve polisin ateşli silah kullanımı ve emir komuta yapısı hakkındaki Polis Amirleri Birliği (“ACPO”) el kitabının gözden geçirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Adli tıp uzmanı, ayrıca, terörle mücadele operasyonlarında gerekebilecek kasıtlı silah kullanımı talimatını vermekten sorumlu olan DSO’nun rolü hakkında da bazı tavsiyelerde bulunmuştur.
130. Adli tıp uzmanı, aynı zamanda, Menezes’in ölümüne katkı sağladığı jüri tarafından tespit edilen iletişim sorunlarına da raporunda yer vermiştir. Adli tıp uzmanı, doğru teşhisin yapılabilmesi ve uygun şekilde eğitilmiş polis memurlarının, mümkün olduğunca güncel bilgilere dayanarak olası terör tehditleriyle mücadele etmeye hazır olmalarının sağlanması amacı için daha sağlıklı bir bilgi alışverişinin temin edilmesi için iletişim sistemleri ve yöntemlerinde değişiklikler yapılmasını önermiştir.
131. Adli tıp uzmanı, son olarak, bilgilendirme ve kontrol odası faaliyetlerinin kayıt altına alınması hakkında tavsiyelerde bulunmuş ve tanık polislerin, olayları anlatmaya başlamadan önce kendi aralarında görüşmelerine imkân tanıyan uygulamaya son verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

H. İkinci savcılık kararı
132. Soruşturmanın ardından, CPS ve De Menezes ailesi arasında ek toplantılar ve yazışmalar yapılmıştır. Aile, 26 Mart 2009 tarihinde, Başsavcıdan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı soruşturmada ortaya çıkan yeni deliller ışığında incelenmesini talep etmiştir.
133. Başsavcı, 8 Nisan 2009 tarihinde, herhangi bir kişi hakkında kovuşturma yapılması için yeterli delil olmadığını mektupla doğrulamıştır.
134. De Menezes ailesi, daha önce açtıkları adli inceleme davasından herhangi bir sonuç elde edemeyeceklerine kanaat getirerek, kararın adli incelemeye tabi tutulması için başvuruda bulunmamışlardır. Olayların ana yapısında önemli bir değişiklik olmamıştır: söz konusu talep, davanın adli incelemeye tabi tutulmasına ilişkin bir önceki taleple aynı gerekçelere dayanacak ve bu nedenle reddedilecektir.
I. Disiplin yargılamaları başlatmama kararının doğrulanması
135. 2 Ekim 2009 tarihli bir yazıyla, IPCC Başkanı, herhangi bir çalışana karşı disiplin suçlamaları yöneltilmesine gerekçelendirecek herhangi yeni bir delilin soruşturma sırasında ortaya çıkmamış olması nedeniyle, ailenin disiplin yargılamaları başlatmamaya ilişkin kararın incelenmesi talebini reddetmiştir.
136. IPCC Başkanı, OCPM’nin gerçekleştirdiği yargılamanın ve soruşturmanın De Menezes’in önlenebilir ve önlenmiş olması gereken hatalar nedeniyle öldürüldüğü sonucunu doğruladığını belirtmiştir. Gerçekte, OCPM’nin gerçekleştirdiği yargılama, adli tıp uzmanının raporu, IPCC’nin tavsiyeleri, Kraliyet Polis Teftiş Kurumu, MPA ve MPS söz konusu ölüme neden olan organizasyona ilişkin eksiklikleri kabul etmişlerdir. Söz konusu organizasyon eksikliklerini gidermek için büyük çabalar gösterilmiş ve bu çabaların, ilgili polis memurlarının kişisel sorumlulukları değerlendirilirken göz önüne alınması gerekmektedir. Polis memurlarının tutumlarını değerlendiren her bağımsız adli, kovuşturma ve disiplin makamı, kişilere yönlendirilen cezai ve disiplin suçlamalarının sağlam temellere dayanmadığı sonucuna varmışlardır.
137. Charlie 2 ve Charlie 12’ye ilişkin olarak, intihar bombacısıyla karşı karşıya olduklarına dürüstçe inandıklarına ilişkin iddialarını göz ardı etmek veya disiplin cezası gerektiren yetkiyi kötüye kullanma veya aşırı güç kullanımı suçlarına dayanarak yargılama işlemleri başlatmak için yeterli delil bulunmamaktadır. Polis memurlarının, öldürmek için ateş edip etmeme kararını vermek için en fazla beş ila on saniyeleri bulunmaktaydı ve koşulların meydana getirdiği stres ile birlikte söz konusu kafa karışıklığı nedeniyle, yapılan hataların kasten veya ihmal sonucu yapıldıkları sonucuna varmak mümkün değildir.
138. IPCC, hiçbir mahkemenin, Komutan Mc Dowall’ın stratejisini belirledikten sonra meydana gelen hataların komutanın ihmali nedeniyle meydana geldiğine hükmetmesinin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır.
139. IPCC, özellikle soruşturmada herhangi bir delil ortaya çıkmadığından dolayı Komutan Dick’in olaya ilişkin kişisel bir sorumluluk taşımadığına dair ceza mahkemesi jürisinin kesin kararını dikkate almıştır (Söz konusu soruşturma, disiplin konusunda karar verecek mahkemenin söz konusu kararı göz ardı etmesine neden olabilir).
140. IPCC, bir mahkemenin, jurinin Trojan 80 ve DCI C hakkındaki kanaatinden ziyade Komutan Dick hakkındaki kanaatini kabul etmesine yol açacak hiçbir delil bulunmadığı görüşündedir.
141. James’e ilişkin olarak, IPCC, De Menezes’in kimliğine ilişkin şüphe düzeyinin gözetim timi tarafından yeterince açık bir şekilde iletilmediğini kabul etmiştir. Öte yandan, IPCC, bu durumun, kişisel eksikliklere, hız ve strese ilişkin koşulların ve açık bir iletişim sürecinin yokluğunun teknik eksikliklerden de kaynaklandığı sonucuna varmıştır.
J. Tazminat davası
142. (Başvuran dahil olmak üzere) De Menezes’in ailesi tarafından Emniyet Müdürü’ne karşı tazminat davası açmışlardır. Söz konusu dava, 16 Kasım 2009 tarihli hafta içinde arabuluculuk yöntemiyle çözülmüştür. Söz konusu çözüm, gizli tutulmuştur.
K. De Menezes’in vurulmasının ardından uygulanan operasyon değişiklikleri
143. De Menezes’in ölümünün ardından, MPS, terörle mücadele operasyonlarında kullanılan komuta ve kontrol yöntemlerini geliştirmek için birçok girişimde bulunmuştur. Özellikle, ateşli silahlarla yürütülecek planlı operasyonlar için ortak bir komuta şekli kullanılmaya başlanmıştır. Silahlı komutanlardan oluşan daha küçük bir tim veya “kadro” oluşturulmuştur. Terörle mücadeleye yönelik yüksek risk taşıyan karşı operasyonlar için ACPO görevlilerinden oluşan yeni bir kadro oluşturulmuş ve yeni bir ACPO ateşli silahları kılavuzu yayımlanmıştır.
144. Ek olarak, eğitimin, usulün ve mesleki uygulamaların devamlılığını sağlamak ve diğer bölümlerle ve ulusal birimlerle içeride işlerliği (farklı birim ve çalışanın operasyon bazında birlikte çalışması) arttırmaya yönelik bir platform oluşturmak için Denetleme Komutanlığı kurulmuştur. Görevlilerin her iki operasyon türünü de tanıması için terörle mücadele ve suç operasyonları arasında timler yapısal olarak rotasyona tabi tutulmaktadır.
145. Ayrıca, yeni bir terörle mücadele kontrol odası kurulmuş ve kontrol odası çalışanlarının rollerini ve sorumluluklarını açıklığa kavuşturmak ve onlara yüksek kalitede eğitim sağlama için adımlar atılmıştır. Şüphelilerin görüntülerinin ve diğer bilgilerin aktarılması için yeni bir güvenli foto-görüntüleme sisteminin kurulmuştur. Kontrol odasında, intihar bombacısı tehdidi ile karşılaşıldığında faaliyete geçirilen bir ses kayıt sistemi mevcuttur. Londra metro sistemi ve yer üstü sisteminde radyo iletişiminin etkili bir şekilde kullanması için yeni bir gizli yayın aracı iletişim sistemi kurulmuştur.
146. 2008 yılının Ekim ayında yayımlanan ACPO kılavuzuna göre, polis memurlarının ateşli silah kullandıkları durumlarda, olaydan sonra polis memurlarının birlikte belge düzenlemesi uygulaması sona ermiştir. IPCC ve DPS’ye danışarak hazırlanan iç kurallar, diğer (vurma dışında meydana gelen) ölümlere ve ciddi yaralanmaların yaşandığı olaylarda yer alan polis memurlarına ilişkin söz konusu uygulama değişikliği genişletilmiştir.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMA
A. İlgili cezai suçlar ve savunmalar
1. Cinayet
147. Öldürme veya gerçekten ciddi yaralanmaya neden olma niyetiyle yasadışı bir şekilde hayatın sonlandırılması, Anglo Sokson hukukunda müebbet hapis cezasıyla cezalandırılabilen cinayet suçu teşkil etmektedir.
2. Meşru müdafaa
(a) Anglo-Sakson Hukuku
148. İngiltere ve Galler’de, cinayet dahil olmak üzere güç kullanımıyla işlenen suçlar için savunma olarak meşru müdafaa mevcuttur. Meşru müdafaanın temel ilkeleri Palmer / R [1971] AC 814 davasında belirtilmiştir.
“Hakkaniyet ve sağduyu saldırıya uğrayan kişinin kendini savunabilmesini gerektirmektedir. Hakkaniyet ve sağduyu, söz konusu kişinin yalnızca makul olarak gerekli olanı yerine getirmesini gerektirmektedir.”
149. Kullanılan gücün makul olup olmadığı değerlendirilirken, savcılar ilk olarak güç kullanımının koşullara göre gerekli olup olmadığını ve ikinci olarak, kullanılan gücün koşullara göre makul olup olmadığını sorgulayacaklardır. Yerel mahkemeler, her iki sorunun da sanığın dürüst bir şekilde doğru olduğuna inandığı olgulara dayanarak cevaplanması gerektiğini belirtmişlerdir (R / Williams (G) 78 Cr App R 276 ve R / Oatbridge 94 Cr App R 367). Bu kapsamda, bunun öznel bir kıstas olduğu söylenebilir. Öte yandan, söz konusu kıstasın nesnel bir yanı da olmalıdır. Bu noktada, jüri, sanığın doğru olduğuna dürüstçe inandığı olgulara dayanarak, makul bir kişinin kullanılan gücü makul veya aşırı bulup bulmayacağını belirlemelidir.
150. Palmer davasında, Lord Morris aşağıdaki şekilde ifade vermiştir:
“Meşru müdafaanın makul olarak gerekli olması için saldırını gerçekleşmesi halinde, kendini savunan bir kişinin yaptığı savunmayı tam bir kesinlikle ölçemeyeceği kabul edilecektir. Jurinin, saldırıya uğrayan kişinin beklenmedik bir acı anında sadece dürüstçe ve içgüdüsel olarak gerekli olduğunu düşündüğü şeyi yaptığına kanaat getirmesi halinde, bu durum sadece makul savunma davranışının gösterildiğinin en inandırıcı delilidir...”
151. R (Bennett) / HM Coroner for Inner South London [2006] (HRLR 22) davasında, İdari Mahkeme’den, Birleşik Krallık’ta meşru müdafaa kanununun Sözleşme’nin 2. maddesine uygunluğunu değerlendirmesi talep edilmiştir. Bir polis memuru, söz konusu zamanda tabanca şeklindeki bir çakmağı tehdit edercesine sallayan Bennett’i vurmuş ve öldürmüştür (ayrıntılar için bkz., Bennett / Birleşik Krallık (k.k.), no. 5527/08, 7 Aralık 2010). Takip eden soruşturmada, adli tıp uzmanı, jüriye “kanuna aykırı öldürme” gerçekleştiğine yönelik bir kanaat belirtmemiştir. Jüriye sunduğu görüşünde, adli tıp uzmanı, “kanuna aykırı öldürmenin” ancak delillerin maktülün kasten güç kullanımı nedeniyle ölmüş olabileceğine ve yaralanmalara neden olan kişinin meşru müdafaa veya başka bir savunma hareketi sonucu makul güç kullandığını (söz konusu güç mahiyeti gereği ve uygulanma şekli nedeniyle ölümcül olsa bile) gösteren delillerin mevcut olması halinde meydana gelebileceğini belirtmiştir. Söz konusu davranışın meşru müdafaa veya başka bir savunma hareketi olup olmadığının belirlenmesinde, adli tıp uzmanının jüriye yönelttiği ilk soru, kişinin, dürüstçe var olduğuna inandığı koşulları dikkate alarak, kendisini savunmanın gerekli olduğuna inanıp inanmadığıdır. Öte yandan, olaylara dayanan söz konusu inancın makul olmadığı durumda, inancın dürüstlüğü konusunda karar vermek zor olduğundan söz konusu dürüstlük durumu önem arz etmektedir. İlk sorunun kişinin lehine yanıtlanması durumunda ortaya çıkan ikinci soru, güç kullanımının, var olduğuna inanılan koşullar dikkate alındığında makul olup olmadığıdır.
152. Mevcut davada De Menezes’in ailesini temsil eden aynı avukat tarafından temsil edilen merhumun ailesine, diğer unsurlar arasında, kullanılan gücün derecesiyle ilgili olduğu ölçüde meşru müdafaaya ilişkin açıklamasının Sözleşme’nin 2 § 2 maddesi uyarınca doğru olmadığı gerekçesiyle adli tıp uzmanının kararının adli incelemeye tabi tutulmasını isteme hakkı verilmiştir. Özellikle, aile açıklamanın “mutlak gereklilikten” ziyade kullanılan gücün derecesinin “makul oluşuna” ilişkin olduğundan dolayı Sözleşme’nin 2. maddesine uygun olmadığını ileri sürmüşlerdir.
153. İdare Mahkemesi yargıcı, yukarıda anılan McCann ve Diğerleri ve Bubbins davaları dahil olmak üzere Strazburg Mahkemesi içtihadını değerlendirmiştir:
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin meşru müdafaaya ilişkin olarak İngiliz hukukunun gerektirdiklerini göz önüne aldığı ve 2. maddeye uygun olmadığına ilişkin herhangi bir kanaatte bulunmadığı açıktır. Gerçekte, bir polis memuru ölümcül güç kullanması gerektiğine makul olarak karar verdiğinde, bu kararı almak mutlak surette gerekli olduğundan kaçınılmazdır. Mutlak surette gerekli olmadığında öldürmek kesinlikle makul olmayan bir davranıştır. Bu nedenle, makullüğün belirlenmesi, McCann davasında Sözleşme’nin 2. maddesine uygunluğun belirlenmesi durumundan farklı değildir. Mahkeme’nin mutlak gerekliliğe ilişkin daha önce karar verdiğine ilişkin iddia asılsızdır. Bu, gerçeği göz ardı etmek ve McCann davasında mahkemenin işaret ettiği şeyin, polisin yalnızca kendi hayatlarını değil başkalarının hayatlarını da tehlikeye sokabilecek davranışlarına ilişkin uygun olmayan bir engel teşkil ettiğini ileri sürmek olur.”
154. Adli tıp uzmanının “kanuna aykırı” öldürme kararını jüriye bırakması gerektiği tartışmaya açık olduğundan müştekilere Temyiz Mahkemesi önünde itiraz etme hakkı verilmiştir. Öte yandan, Temyiz Mahkemesi, adli tıp uzmanının “meşru müdafaanın tespit edilip edilmediğine ilişkin olarak İngiliz hukuku uyarınca oluşturulan kıstasın 2. madde şikayeti olduğu hususunda Strazburg Mahkemesi içtihadının doğruluğuna itiraz etmediğini” belirtmiştir.
(b) 2008 Ceza Yargılaması ve Göç Yasası
155. 2008 yılında meşru müdafaaya ilişkin Anglo Sakson hukuku tanımı yasa kapsamına alınmıştır. 2008 Ceza Yargılaması ve Göç Yasası’nın 76. maddesi aşağıdaki gibidir:
“Meşru müdafaa gibi bir amaçla makul güç kullanımı
...
(3) D tarafından kullanılan gücün derecesinin koşullar göz önüne alındığında makul olup olmadığına ilişkin soru hakkında karar, D’nin öyle olduğuna kanaat getirdiği koşullara atıfta bulunularak verilecektir ve 4. ve 8. fıkralar söz konusu soruya ilişkin karara ilişkin olarak uygulanacaktır.
(4) D’nin koşulların mevcudiyetine ilişkin olarak belirli bir kanaate sahip olduğunu iddia etmesi halinde-
(a) söz konusu kanaatin makul olup olmadığı, D’nin samimi olarak bu kanaate sahip olup olmadığı sorusuyla ilişkilidir; ancak
(b)D’nin samimi olarak söz konusu kanaate sahip olduğunun tespit edilmesi halinde, 3. fıkranın amaçları doğrultusunda söz konusu kanaate dayanabileceği belirtilmiştir;
(i) Hatalı olsa da olmasa da, veya
(ii) (Hatalı ise) söz konusu hata makul olsa da olmasa da.
(5) Ancak, 4 (b) fıkrası D’nin gönüllü olarak neden olunan zehirlenmeye isnat edilebilir yanlış bir kanaate dayanmasına cevaz vermemektedir.
(6) D tarafından kullanılan gücün seviyesi, söz konusu koşullara göre orantısız ise, D’nin kanaat getirdiği şekliyle koşullara göre makul olduğu düşünülemez.
(7) 3. fıkrada anılan soruya ilişkin karar verirken, aşağıdaki unsurlar (davanın koşullarıyla ilgili oldukları ölçüde) dikkate alınmalıdır -
(a) meşru bir amaç uğruna hareket eden bir kişi, herhangi bir gerekli tedbiri kesinlik içinde değerlendiremeyebilir; ve
(b) bir kişinin meşru bir amaç uğruna dürüstçe ve içgüdüsel olarak sadece yapması gerektiği şeyi yaptığına dair delil, söz konusu amaç uğruna ilgili kişi tarafından yalnızca makul davranışın gerçekleştirildiğine dair güçlü bir delildir.
(8) 7. fıkra, 3. fıkrada anılan soru hakkında verilecek kararla ilgili olduklarında diğer unsurların dikkate alınması önleyecek şekilde yorumlanmayacaktır.”
3. Ağır ihmalle adam öldürme
156. Ağır ihmalle ölüme neden olan kişi, adam öldürmeden suçlu olabilir. R / Adomako [1995] (1 A.C. 171) kararında, Lordlar Kamarası, ağır ihmalle adam öldürme suçunun, sanığın mağdura vermesi gereken hizmeti ihlal ettiği; hizmet ihlalinin mağdurun ölümüne yol açtığı ve hizmet ihmalinin ağır ihmalle adam öldürme olarak nitelendirilebileceği durumlarda işlenebileceğini belirtmiştir. Ağır ihmalin olup olmadığını ve bunun ölüme neden olup olmadığını değerlendirirken, çeşitli bireylerin hatalarını bir araya getirmek mümkün değildir.
4. 1974 İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (“1974 Kanunu”) uyarınca Suçlar
157. 1974 Kanununun 3 § 1 maddesi aşağıdaki gibidir:
“Her işverenin, kendi çalışanı olmayıp etkilenebilecek kişilerin sağlık veya güvenlik tehlikelerine maruz kalmamalarını makul olarak uygulanabilir olduğu ölçüde sağlayacak şekilde sorumluluğunu yerine getirmek görevidir.”
158. Bu Kanunun 33 § 1 (a) maddesinde, diğer unsurlar arasında, bir kişinin 1974 Kanununun 3. maddesinden doğan bir görevini yerine getirmemesinin suç olduğu öngörülmektedir.
B. Savcılık kararları
1. İngiltere Kraliyet Savcılık Teşkilatı (CPS)
159. 1986 yılında, CPS, Kraliyet Savcıları Tüzüğüne (“Tüzük”) uygun olarak ceza davalarını kovuşturmakla yükümlü bağımsız bir organ olarak kurulmuştur. 1985 Suçların Kovuşturulması Kanununun (1985 Kanunu) 1 ve 3. maddeleri uyarınca, Başsavcı (“DPP”) CPS’nin başkanıdır ve Adalet Bakanı denetiminde bağımsız olarak görev yapmaktadır. Bir devlet bakanı olarak, Adalet Bakanı, CPS çalışmaları konusunda Parlamento’ya karşı sorumludur.
160. Adalet Bakanı ve Kovuşturma Makamları arasında 2009 yılının Temmuz ayında imzalanan Protokol’e göre, istisnai durumlar dışında, kovuşturma kararları savcılar tarafından alınır; Adalet Bakanı, ulusal güvenliğin güvence altına alınması gereken oldukça istisnai durumlar dışında, bireysel bir dosyada yön göstermeyecektir. Ayrıca, söz konusu istisnai durumlarda, Adalet Bakanı’nın, delile dayalı yeterliliğe ve kamu çıkarına ilişkin yerleşik kovuşturma ilkelerini uygulayarak, devletten bağımsız hareket etmesi anayasal bir ilkedir.
161. CPS’nin kovuşturmayı takip ettiği koşullar, 1985 Kanunu ve yukarıda anılan Tüzük uyarınca düzenlenmektedir.
2. 1985 Kanunu
162. 1985 Kanununun 10. maddesi aşağıdaki gibidir:
“(1) DPP, uygulanacak genel kuralları düzenleyen Kraliyet Savcıları Tüzüğünü kabul etmiştir.
(a) davalarda aşağıdaki durumların belirlenmesi:
(i) Suça ilişkin yargılamaların başlatılıp başlatılmaması gerektiği veya, yargılamalar başlatıldığında, sona erdirilip erdirilmemesi gerektiği; veya
(ii) hangi suçlamaların tercih edilmesi gerektiği; ve
(b) davalarda, söz konusu davaya uygun yargılama biçimi hakkında sulh ceza mahkemesine bildirilecek görüşlerin değerlendirilmesi.
(2) Başsavcı, zaman zaman Tüzük’te değişiklik yapabilir...”
3. Kraliyet Savcıları Tüzüğü (“Tüzük”)
163. Tüzüğün ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:
“5. TAM TÜZÜK KISTASI
5.1 Tam Tüzük Kıstası iki aşamadan oluşmaktadır. İlk aşama, delillerin değerlendirilmesidir. Davada, delil aşaması geçilmediği takdirde, ne kadar önemli veya ciddi olursa olsun, dava devam etmemelidir. Davada, delil aşaması geçilmediği takdirde, Kraliyet Savcıları ikinci aşamaya geçmeli ve kovuşturma yapılmasının kamu çıkarları göz önüne alındığında gerekli olup olmadığına karar vermelidirler. Delil ve kamu yararına ilişkin aşamalar aşağıda açıklanmıştır.
DELİL AŞAMASI
5.2 Kraliyet Savcıları, her bir sanığa karşı her suçlamaya ilişkin olarak “gerçekçi bir kanaata” erişilmesi için yeterli delil bulunduğu konusunda tatmin olmalıdır. Savunmanın ne olması gerektiği ve kovuşturmayı nasıl etkileyeceğini değerlendirmelidirler.
5.3 Gerçekçi bir kanaat, nesnel bir kıstastır. Davayı tek başına gören ve kanuna uygun olarak hareket eden bir jüri veya yargıçlardan oluşan bir heyetin, sanığı atılı suçlardan yargılamaması anlamına gelmektedir. Bu, ceza mahkemelerinin uygulaması gereken kıstastan farklı bir kıstastır. Mahkeme, sanığın suçundan emin olmak için yalnızca tatmin olduğu takdirde mahkumiyet kararı vermelidir.
5.4 Kovuşturma yapılması için yeterli delil olup olmadığı konusunda karar verirken, Kraliyet Savcıları delilin kullanılabilir ve güvenilir olup olmadığını değerlendirmelidirler. ...
KAMU YARARI AŞAMASI
4.11 Buna göre, kovuşturmayı gerekçelendirmek veya mahkeme dışı ceza uygulamaları için yeterli delil bulunduğunda, savcılar, kovuşturmanın kamu yararına olup olmadığını değerlendirmeye devam etmelilerdir.
4.12 Savcı, kovuşturmayı destekleyen kamu çıkarı unsurlarına karşı baskın olan ve kovuşturmaya karşı olan unsurların olduğundan emin olmadıkça veya savcı kamu yararının ilk derecede suçluya mahkeme dışı ceza uygulamalarından faydalanma fırsatı verilerek uygun şekilde gözetildiğinden emin olmadıkça, kovuşturma genellikle gerçekleştirilir (bkz., 7. madde). Suç veya suçlunun cezai davranışına ilişkin kayıt ne kadar ciddi olursa, kamu çıkarları doğrultusunda kovuşturma gerçekleştirilmesi olasılığı o oranda artmaktadır.
4.13 Kamu çıkarının değerlendirilmesi, yalnızca her iki durumdaki unsurların bir araya getirilmesi ve hangi tarafta daha baskın olduklarını tespit etme anlamına gelmemektedir. Her bir dava, kendi olguları ve esası çerçevesinde ele alınmalıdır. Savcılar, her bir davanın kendine has koşullarını dikkate alarak her bir kamu çıkarı unsurunun önemine karar vermeli ve genel bir değerlendirme yapmaya devam etmelilerdir. Bir unsurun karşı yöne eğilimli diğer birçok unsura karşı tek başına baskın olması oldukça muhtemeldir. Belirli bir davada, kovuşturma aleyhine kamu çıkarı unsurları mevcut olmasına rağmen, savcıları, kovuşturmanın devam edip etmemesi gerektiğine yönelik ve söz konusu unsurların ceza verildiğinde mahkeme tarafından dikkate alınması için değerlendirme yapmalılardır....”
164. 1994 yılında savcılara ilişkin olarak çıkartılan Açıklayıcı Memorandum aşağıdaki gibidir:
“4.14 Kraliyet Savcıları, delil kıstasını ‘%51 kuralı’ olarak tanımlamamalıdırlar. CPS, ağır basan delilin (ve kamu çıkarının) kesin bir bilim olmadığını; bu nedenle, her bir delil parçasına belirli bir ağırlık verebileceğimize ve daha sonra kovuşturmaya ilişkin bir karara varmak için birbirine ekleyebileceğimize işaret ettiğinden, özellikle tek bir yüzdelik noktası olmak üzere yüzdelikler konusunda konuşmak için yanıltıcı olduğunu belirtmiştir. Kraliyet Savcıları, karar verme sürecinin çok kesin rakamsal ifadelere karşı duyarlı olduğu imasını aktarabilecek tüm ifadeleri kullanmaktan kaçınmaya devam etmelilerdir. Öte yandan, suçluluk durumunun “olma ihtimalinin olmama ihtimalinden daha yüksek olduğunu” dile getirmek makul olacaktır.”
4. Savcılık kararlarının adli incelemeye tabi tutulması
165. R / Başsavcı, ex parte Manning [2001] (1 QB 330) davasında, Ceza Yargıcı Lord Bingham of Cornhill, mahkeme kararını verirken aşağıdaki noktaları dile getirmiştir:
“23. Yetkili makam, DPP tarafından kovuşturulmaya yer olmadığına dair verilen kararın, adli incelemeye müsait olduğunu açıklamıştır ... . Ancak, karara bağlanan davalarda açıkça görüldüğü üzere, inceleme yetkisi, tedbirli bir şekilde kullanılmalıdır. Kovuşturma yapılması veya yapılmamasına ilişkin temel kararı verme yükümlülüğünü, Parlamento, bağımsız, profesyonel kovuşturma hizmetlerinin başkanı olan DPP’ye vermiştir. DPP, kamu çıkarının koruyucusu görevine ilişkin olarak sadece Adalet Bakanı’na hesap vermektedir. Uygulamada, kararın DPP tarafından kişisel olarak değil, olağan bir şekilde CPS’nin kıdemli bir üyesi tarafından alınması, burada olduğu gibi bir fark oluşturmamaktadır. Her iki kategoriye de girebilecek bir durumda, söz konusu kararın alınması oldukça zor olabilir; çünkü bir jürinin suçlu bulma ihtimali yüksek olan bir sanık uygun bir şekilde adalet karşısına çıkartılmalı ve yargılanmalıdır. Öte yandan, bir jürinin beraatına karar verme ihtimali olan bir sanık, ceza yargılamaları sırasında travmaya maruz bırakılmamalıdır. Mevcut davaya benzer davalarda, DPP’nin geçici kararı, kovuşturmaya yer olmadığı ise, söz konusu karar, bağımsız profesyonel bir karar verecek olan kıdemli Hazine danışmanı tarafından incelemeye tabi tutulacaktır. Dpp ve görevlileri ... kovuşturma yapılıp yapılmaması gerektiğine ilişkin karar verme görevlerine tecrübe ve uzmanlık kazandıracaklardır. Kararlarını incelemekle görevlendirilen birçok mahkeme buna sahip değildir. Bir çok davada, karar, ilgili hukuki ilkelerin incelenmesine değil, eğer açılmışsa, belirli bir sanık aleyhine açılan bir davanın juri karşısında görülen cezai yargılama kapsamında (bunun gibi ciddi bir davada) başarılı olacağına ilişkin bilgi veren kararın icrasına ilişkindir. Kararın icrası, yargılamanın sonunda sanığın aleyhindeki delillerin ve olası savunmaların etkinliğinin değerlendirilmesini kapsamaktadır. Bir kişinin karşı çıkmasına rağmen bir kararı yanlış olarak yaftalamak genellikle olağan dışıdır. Bu nedenle, mahkemeler, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın hukukta aykırı olduğuna kolay bir şekilde karar veremezler. Yalnızca hukuka aykırılığa dayanarak, mahkeme müdahalede bulunabilir. Aynı zamanda, inceleme standardı çok yüksek belirlenmemelidir, çünkü adli inceleme bir vatandaşın kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz edebileceği tek yoldur ve kıstasın çok detaylı olması halinde, etkili bir başvuru yolu engellenmiş olur...”
C. Davanın jüriye bırakılıp bırakılmaması kararında delillere ilişkin eşik kıstası (“Galbraith kıstası”)
166. R / Galbraith [1981] (1 WLR 1039) davasında, örneğin aslında var olan bir zayıflık veya belirsizlik nedeniyle veya diğer delillerle tutarlı olmadığından dolayı müphem nitelikte “bazı delillerin” mevcut olması halinde, mahkemenin kovuşturmaya son veremeyeceğine karar verilmiştir. Ayrıca, etkililiğin veya zayıflığın, tanığın güvenilirliğine veya genellikle jürinin alanında olan diğer konulara ilişkin görüşe ve “jürinin sanığın suçlu olduğu sonucuna uygun bir şekilde varmasını sağlayacak delilin mevcut olduğuna ilişkin olası bir görüşe” dayanması halinde, yargıç konunun jüri tarafından ele alınmasına izin vermelidir.
D. Soruşturmalar
1. Yasal dayanak
167. Ölüm soruşturmalarına ilişkin kurallar, 1988 Ölüm Olaylarını Soruşturma Kanunu ve 1984 Ölüm Olaylarını Soruşturma Kuralları kapsamına girmektedir. Kanunun 11. maddesinde, soruşturma sonunda, adli tıp uzmanı veya jüri inceleme dosyasını tamamlamalı ve imzalamalıdır. 11 § 5 maddesi uyarınca, inceleme dosyasında, kanıtlanmış olduğu kadarıyla, maktulün kim olduğu, nasıl, ne zaman ve nerede öldüğü belirtilmelidir. Ne adli tıp uzmanı ne de jüri diğer konularda görüş ifade etmemelidirler (Kural 36 (2)(2)) ve özellikle “[adı geçen kişinin cezai sorumluluğunu (a) veya hukuki sorumluluğunu belirleyecek şekilde görünmesini sağlamak için hiçbir karar şekillendirilemez” (Kural 42).
168. 16 § 7 maddesi aşağıdaki gibidir:
“Adli tıp uzmanının yukarıda anılan (1). paragrafa uygun olarak ertelenen bir ölüm soruşturmasını tekrar başlatması halinde, (a) ölüm nedenine ilişkin olarak gerçekleştirilen söz konusu soruşturmanın sonucu, ilgili ceza yargılamalarının sonucuyla tutarsız olmamalıdır.”
2. İlgili içtihat
169. R (Middleton) / West Somerset Coroner [2004] (2 AC 182) davasında, Lordlar Kamerası, Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında Kanun ve Kuralların yorumlanmasını değerlendirmişlerdir. Bir soruşturmanın davaya ilişkin temel meseleleri çözüme kavuşturan bir sonuca varabilecek özellikle olması gerektiğine hükmedilmiştir. “Kısa” kararlar (kanuna aykırı öldürme, açık karar, haklı öldürme) arasında yapılacak bir seçimin, söz konusu temel meseleleri çözmeye yeterli olmadığında, ölüm soruşturması 2. madde kapsamında yapılan bir şikayet konusu olmamaktadır. Böyle durumlarda, bu nedenle, sadece “ne şekilde maktulün öldüğü” sorusunu değil, aynı zaman “hangi koşullarda öldüğü” sorusunu da cevaplandırabilmek için bir yargıcın veya bir jürinin açıklayıcı bir karar vermesi gereklidir.
170. Adli tıp uzmanının kısa bir kararı jüriye bırakmayı reddettiği davalara örnek olarak takip eden davalar verilebilir: R / HM Coroner for Exeter, Palmer’ın başvurusu üzerine (bildirilmemiş, 10 Aralık 1997); R / Inner South London Coroner, Douglas-Williams’ın başvurusu üzerine [1999] 1 All ER; ve R(Bennett) / HM Coroner for Inner South London [2007] EWCA Civ 617.
171. Palmer davasında, Temyiz Mahkemesi, adli tıp uzmanının ceza yargılamalarında, “görülecek bir dava olmadığı” görüşünün kesinleştirilmesi için kullanılan kıstasa ters düştüğü takdirde, kararı jüriye bırakmaması gerektiğini belirtmiştir. Diğer bir deyişle, bu durumu destekleyecek hiçbir delil olmadığında veya deliller zayıf, belirsiz ve diğer delillerle tutarsız olduğunda, en iyi şekilde ele alındığında, uygun bir şekilde yönlendirilen jüri söz konusu kararı alamaz (Galbraith kıstası). Buna karşın, delillerin güçlü veya zayıf olması tanığın güvenilirliğine bağlı olduğunda, söz konusu karar jüriye bırakılmalıdır.
172. (Yukarıda anılan) Douglas-Williams davasında, Temyiz Mahkemesi, adli tıp uzmanının, delillere dayalı olarak verilebilecek kararı jüriye bırakmama yetkisinin kapsamını açıklığa kavuşturmuştur. Lord Woolf MR 348. sayfada aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:
“Belirli bir durumda, makul ve adil bir şekilde davranan adli tıp uzmanının kararında belirli bir kararın jüriye bırakılmasının adaletin tecelli etmesine engel olacağı düşünüldüğünde, adli tıp uzmanı söz konusu kararı jüriye bırakmamalıdır. Örneğin, adli tıp uzmanı, sadece teknik olarak destekleyen delilin mevcut olmasına dayanarak bütün olası kararları jüriye bırakmamalıdır. Delillerin gücünü gerçekçi bir şekilde yansıtan kararların jüriye bırakılması yeterlidir. Bütün olası kararların jüriye bırakılması bazı durumlarda, yalnızca jürinin şaşırmasına ve iş yükünün artmasına neden olabilir ve adli tıp uzmanının vardığı sonuç bu yöndeyse, belli bir kararı jüriye bırakmadığı için eleştirilemez.”
173. Temyiz Mahkemesi, (yukarıda anılan) R (Bennett) davasında bu durumu açıklığa kavuşturmuştur. Mahkeme kararını veren Waller LJ, bütün delilleri dinledikten sonra hangi kararların jüriye bırakılmasına karar veren adli tıp uzmanının konumu ve kovuşturma davasının sonuçlanmasının ardından davanın sona erdirilip erdirilmemesini (görülecek bir dava olmadığı) değerlendiren bir yargıcın konumu arasında (küçük de olsa) bir ayrım olduğu görüşündedir. 30. paragrafta aşağıdaki açıklamada bulunulmuştur:
“adli tıp uzmanları hangi kararların jüriye bırakılmasına ilişkin kararı verirken olayların jüri tarafından değerlendirildiğini göz önüne almalıdırlar, ancak delillere ilişkin belirli bir kararın jüriye bırakılmasının güvenli olup olmadığını değerlendirmekle görevlidir. Örneğin, bir karara varıldığı takdirde bu kararın yersiz veya güvensiz olup olmayacağını değerlendirme ve söz konusu kararı jüriye bırakmayı reddetme hakkına sahiptir.”
174. Bir jüri veya adli tıp uzmanı, yalnızca bir veya birden çok kişinin kanuna aykırı olarak maktulü öldürdükleri konusunda makul şüphenin ötesinde tatmin olursa, kanuna aykırı öldürme gerçekleştiğine ilişkin karar verebilir (bkz., diğer unsurlar arasında, yukarıda anılan Bennett davası ve R(Sharman) / HM Coroner for Inner North London [2005] EWHC 857 (Admin)).
III. İLGİLİ KARŞILAŞTIRMALI HUKUK
A. Sözleşmeci Devletler
175. Mahkeme önündeki bilgilerden anlaşıldığı üzere, özel kovuşturmaları bir kenara bırakacak olursak, en az yirmi beş Sözleşmeci Devlette kovuşturma kararı Cumhuriyet savcıları tarafından alınır: Arnavutluk, Ermenistan, Avusturya, Azerbaycan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Finlandiya, Gürcistan, Macaristan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Letonya, Moldova, Karadağ, Polonya, Portekiz, Romanya, Rusya, Sırbistan , İsveç , İsviçre, Türkiye ve Ukrayna. Ayrıca, yirmi Sözleşmeci Devlette, kovuşturma kararı bir yargıç ve/veya mahkeme önüne getirilmeden önce ilk olarak Cumhuriyet savcıları tarafından alınır: Belçika, Kıbrıs, Fransa, Almanya, Litvanya, Lüksemburg, "Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti", Malta, Monako, Slovakya, Slovenya ve İspanya.
176. En az yirmi dört Devlette yazılı bir sınır bulunmasına rağmen, Sözleşmeci Devletler arasında davanın kovuşturulmasında gerekli delillere ilişkin bir eşik kıstasına ilişkin tek bir uygulama bulunmamaktadır. Söz konusu yirmi Devlet şunlardır: Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Finlandiya, Fransa, İzlanda, İrlanda, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, "Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti", Moldova, Polonya, Portekiz, Romanya, Rusya, Sırbistan, Slovakya, Slovenya, İsviçre ve Türkiye.
177. Bir grup Devlette, söz konusu eşik suç unsurlarının tespit edilip tespit edilmediğine; ikinci grupta ise, mahkemece mahkumiyet kararı verilmesi olasılığına odaklanılmaktadır. Öte yandan, bu iki kategori hata kabul etmez değildir; çünkü savcıların ve yargıçların söz konusu kıstasa uygulamada nasıl başvuracaklarını söylemek mümkün değildir. Örneğin, suç unsurlarına dayalı bir kıstası uygulayan savcı, delillerin gücünün veya niteliğinin mahkumiyet kararı için yeterli olup olmadığını da değerlendirmelidir.
178. Davalı Devlete ek olarak, en az altı Devlet ikinci gruba girmektedir: Avusturya, İzlanda, "Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti" ve Portekiz. Avusturya’da, söz konusu kıstas, “mahkeme önünde mahkumiyetin olasılığıdır”; İzlanda’da delillerin “mahkumiyet için yeterli veya olası” olup olmadığıdır”; “Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyetinde” söz konusu kıstas, “savcının mahkumiyet kararının verilmesi beklentisine sahip olmasını sağlayan yeterli delilin” olup olmadığıdır; Portekiz’de ise “yargılama sonunda ceza verilmesine dair makul bir olasılığın” olup olmadığıdır.
179. Bazı Devletlerde, delil eşiğine ulaşıldığında, savcı dava açmalıdır. Örneğin, İtalya’da, kovuşturma kararı, delillerin gücüne dair şüphelerin yargılama sırasında sunulan yeni delillerle giderilmesi halinde alınabilir. Almanya’da, zorunlu kovuşturma ilkesine göre, “Cumhuriyet savcılığı bütün kovuşturulabilir cezai suçlara ilişkin olarak yeterli fiili gösterge olması halinde gerekli adımları atmakla yükümlüdür”.
180. Diğer Devletlerde, delil eşiği savcının dava açmasına izin vermekte ancak kovuşturmayı zorunlu hale getirmemektedir. Örneğin, İzlanda’da bulunan uygulama, Cumhuriyet Savcıları Rehberinde tanımlandığı gibi, “savcı her bir davaya ilk olarak delillerin kovuşturma yapılmasını gerekçelendirecek kadar güçlü olup olmadığını sorarak yaklaşır. Söz konusu soruya verilen cevabın ‘hayır’ olması halinde, kovuşturma başlatılmaz. Cevabın ‘evet’ olması halinde, kovuşturma kararı vermeden önce, savcı, kovuşturmanın kamu yararına olup olmadığını veya kovuşturma yapılmaması için herhangi bir kamu çıkarı olup olmadığını sorgulamalıdır”. Kıbrıs’ta, kovuşturma yapılması için yeterli delil olsa bile, kovuşturma yapılması yasal bir zorunluluk değildir.
181. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı, en az on sekiz Sözleşmeci Devlette adli incelemeye veya temyiz başvurusuna açıktır: Arnavutluk, Ermenistan, Avusturya, Azerbaycan, (sınırlı koşullarda da olsa) Belçika, Fransa, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Malta, Monako, Polonya, Portekiz, Rusya, İspanya, İsviçre, Türkiye ve Ukrayna. En az yedi Sözleşmeci Devlette, kovuşturma kararına, olağan şekilde, adli incelemeye açık nihai karar ile birlikte kovuşturma teşkilatında hiyerarşik olarak üst olan makamın önünde itiraz edilebilir: Bulgaristan, Estonya, Almanya, Litvanya, Moldova, Romanya ve Slovakya. Son olarak, en az on iki Sözleşmeci Devlette kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararın adli olarak incelenme olanağı bulunmamaktadır. Ancak, bazı davalarda, karar kovuşturma teşkilatında hiyerarşik olarak üst bir makam önünde itiraz konusu olabilir. Adli incelemeye izin verilmeyen Devletler şunlardır: Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Gürcistan, Macaristan, İzlanda, Letonya, "Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti", Karadağ, Sırbistan, Slovenya ve İsveç.
B. Anglo-Sakson hukukunu benimseyen devletler
182. Avusturalya’da, kovuşturmaya ilişkin kararlar Avustralya Kovuşturma Politikasını izleyen Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilir. Bu politikanın ilk kriteri, delillerin yeterliliğidir. Söz konusu kriter, kovuşturmanın başlatılmasını veya devam etmesini gerekçelendirmek için yeterli delil olduğunda karşılanmış olur. Cezai suçun suçlu olduğu iddia edilen kişi tarafından işlendiğine dair kabul edilebilir, dayanaklı ve güvenilir delillerin mevcut olmaması halinde kovuşturma başlatılmamalı veya devam etmemelidir. Yalnızca ilk bakışta haklı görülen davanın varlığı, kovuşturmayı gerekçelendirmeye yeterli değildir. Yalnızca ilk bakışta haklı görülen davanın mevcudiyeti tespit edildiğinde, mahkumiyet olasılığını değerlendirmek gereklidir. Makul olarak güvence altına alınmış bir mahkumiyet olasılığının var olmaması halinde, kovuşturma devam etmemelidir.
183. Yeni Zelanda’da, Başsavcı, geniş ölçüde Avusturalya Kovuşturma Politikasından, Kraliyet Savcıları CPS Tüzüğü ve Kuzey İrlanda Cumhuriyet Savcılığı Teşkilatı ve İrlanda Cumhuriyet Başsavcısı tarafından geliştirilen kılavuzlardan yararlanılarak hazırlanan bir kovuşturma kılavuzu yayımlamıştır. Kıstas iki bölümden oluşmaktadır: delile ilişkin kıstas ve kamu yararı kıstası. Delillere ilişkin kıstas, “Mahkeme’de sunulabilecek delillerin mahkumiyete ilişkin makul bir olasılığı ortaya çıkartmaya yeterli olması halinde” karşılanmış olur.
184. Kanada’da, Cumhuriyet Savcılığı Teşkilatı El Kitabında, kovuşturma kararlarına ilişkin kurallar sıralanmıştır. İlk kriter, Kraliyet avukatının, mahkumiyete ilişkin makul bir olasılığın olup olmadığının tespit edilmesi için sanığın lehine olabilecek inandırıcı deliller dahil olmak üzere yargılama sırasında mevcut tüm delilleri nesnel bir şekilde değerlendirmesini gerektiren delil kıstasıdır. Mahkumiyete ilişkin makul bir olasılık, yalnızca ilk bakışta haklı görülen davadan daha fazlasıyla karşı karşıya kalmayı gerektirmektedir; ancak, bu durum mahkumiyetin olma ihtimalinin olmama ihtimalinden yüksek olmasını gerektirmez.
185. Son olarak, Amerika’da, söz konusu standart, kovuşturma yapılması için “olası bir nedenin” yani suçluluk haline inanmak içim makul ve nesnel gerekçelerin var olup olmadığıdır.
HUKUKSAL DEĞERLENDİRME
I. SÖZLEŞME’NİN 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
186. Başvuran, kuzeninin ölümüne ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair alınan kararın Sözleşme’nin 2. Maddesini usulden ihlal ettiğinden şikayetçidir.
187. Sözleşme’nin 2. Maddesi aşağıdaki gibidir:
“1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez.
2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:
a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;
b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;
c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması.”
188. Hükümet, başvuranın iddiasına itiraz etmiştir.
A. Kabul edilebilirlik
189. Mahkeme, bu şikayetin Sözleşme’nin 35 § 3 (a) maddesinin anlamı çerçevesinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığını, hiçbir gerekçeye dayanarak kabul edilemez olmadığını ve bu nedenle kabul edilebilir olarak nitelendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.
B. Davanın esası
1. Tarafların ibrazları
(a) Başvuranın ibrazları
190. Başvuran, kuzeninin Devlet yetkilileri tarafından 2. maddesinin esasını ihlal eden koşullar altında öldürüldüğü konusunda şikayetçi olmamış; kuzeninin vurulmasının kanuna aykırı olduğunu veya THESEUS 2 Operasyonunun planlanmasının ve yürütülmesinin 2. Maddeye aykırı olduğunu iddia etmemiştir. Daha ziyade, başvuranın şikayetleri, Sözleşme’nin 2. Maddesinin yalnızca usul yönünün kapsamına girmekte ve yalnızca Jean Charles De Menezes’in vurularak öldürülmesinin ardından hiçbir polis memuru hakkında kovuşturma yapılmamasına ilişkindir.
191. Başvuranın iddiaları daha ayrıntılı olarak aşağıdaki gibidir:
a) yetkililerin Charlie 2 ve Charlie 12’nin güç kullanımının gerekli olduğuna dair kanaatlerinin makul olup olmadığının değerlendirilmesine dahil olmamaları nedeniyle, kuzeninin ölümüne ilişkin olarak yürütülen soruşturma, Sözleşme’nin 2. Maddesinin gerektirdiği standarda uygun değildir; ve
b) İngiltere ve Galler’de kovuşturma sistemi, vurarak öldürmekten sorumlu kişilerin hesap verebilirliğini engellemekte ve sonuç olarak, Sözleşme’nin 2. Maddesi uyarınca usulü gerekliliğin yerine getirilmemesine yol açmaktadır.
(i) Soruşturma
192. Başvuranın ibrazlarına göre, iç hukuk uyarınca meşru müdafaa kıstası Sözleşme’nin 2. Maddesinin gerektirdiği standardın altındadır. İngiltere ve Galler hukuku uyarınca, meşru müdafaa kapsamında ölümcül güç kullanan bir memur, dürüstçe ancak yanılarak yakın bir tehlike altında olduğuna kanaat getirdiği takdirde, hatta başvuranın ileri sürdüğü gibi söz konusu kanaat tamamen mantık dışı olsa bile savunma hakkı bulunmaktadır. Ancak, Mahkeme tarafından uygulanan kıstas, “sağlam gerekçelerle” desteklenmesi gereken dürüst bir kanaatin mevcut olmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, söz konusu dürüst kanaatin yanlış olması halinde, güç kullanımı ilgili kişinin o sırada gördüğü veya bildiği şeylere dayanarak güç kullanımının gerekli olduğuna inanmak için sağlam gerekçelere sahip olması halinde gerekçelendirilebilir.
193. Başvuran, soruşturma makamlarının Sözleşme’nin gerektirdiğinden daha düşük standartlar uygulamaları nedeniyle, Charlie 2 ve Charlie 12 tarafından kullanılan gücün Sözleşme’nin 2. Maddesinin anlamı çerçevesinde gerekçelendirilip gerekçelendirilmediğini değerlendirmediklerini ileri sürmüştür. Diğer bir deyişle, yerel makamlar, Devlet yetkililerinin davranışları dikkatli bir şekilde incelemeye tabi tutmamışlar ve bu nedenle Devletin yürüttüğü soruşturma Sözleşme’nin 2. Maddesine aykırı olarak kovuşturma yoluyla hesap verilebilirliği güvence altına alınmamasına yol açmışlardır (bkz., örneğin, Vasil Sashov Petrov / Bulgaristan, no. 63106/00, § 52, 10 Haziran 2010).
194. Mevcut davanın kendine has koşulları uyarınca, başvuran yetkililerin Charlie 2 ve Charlie 12’nin De Menezes’in tehlike oluşturduğuna dair yanlış kanaatlerinin makul olup olmadığını değerlendiremediklerini ve söz konusu memurların mevcut koşullara ve trende De Menezes’in varlığının tehdit oluşturup oluşturmadığına ilişkin dikkatli bir değerlendirme yapıp yapmadıklarını incelemelerinin talep edilmediğini ileri sürmüştür.
(ii) Savcılık kararları
195. Başvuran, Devlet yetkililerinin neden olduğu ölümlere ilişkin olarak her zaman bir kovuşturma yapılması gerektiğini iddia etmemesine rağmen, gerekçelendirmeye yeterli ölçüde delilin mevcudiyetinde kovuşturulma yapılması gerektiğini ileri sürmüştür. THESEUS 2 Operasyonunda yer alan birçok polis memuru hakkında kovuşturulma yapılmasını gerekçelendirmeye yeterli ölçüde delilin mevcut olduğunu, ancak İngiltere ve Galler’de bulunan kovuşturma sistemindeki eksikliklerin kuzeninin ölümünden sorumlu kişilerin hesap verebilirliklerini önlediğini iddia etmiştir.
196. Başvuran, İngiltere ve Galler’de bulunan savcıların Sözleşme’nin 2. Maddesinin amacı kapsamında yeterince bağımsız olmadıklarını ileri sürmemiştir. Ancak, Maksimov / Rusya (no. 43233/02, 18 Mart 2010) kararına dayanarak, savcının sözlü ifadeye başvurmaksızın olağan bir şekilde karar vermesini eleştirmiştir. Başvuran, mevcut davaya benzer olarak dürüstlüğün ve inandırıcılığın belirleyici olduğu davalarda, savcının sözlü ifade veren tanıkların davranışlarını değerlendirecek konumda olmalıdır.
197. Başvuran, Devletlerin kovuşturmaların ilerlemesine izin vermek için delil eşiği kıstası uygulamak zorunda olduklarını kabul etmiş, ancak İngiltere ve Galler’de uygulanan eşiğin çok yüksek olduğunu ileri sürmüştür. “mahkumiyete dair gerçekçi bir olasılığın” özellikle Anglo-Sakson hukukunu benimseyen diğer bazı Devletlerde, kullanıldığını kabul etmiş, ancak İngiltere ve Galler’de bu kıstasın bir kovuşturmanın gerçekleşme ihtimalinin gerçekleşmeme ihtimalinden yüksek olması gerektiği, diğer bir değişle, mahkumiyet olasılığının yüzde ellinin üzerinde olması gerektiği şeklinde yorumlandığını ileri sürmüştür. Başvuran, uygun eşiğin, davayı gören yargıcın konunun juri tarafından ele alınıp alınmamasına karar verirken kullandığı eşikle aynı olması gerektiğini ileri sürmüştür (Galbraith kıstası): Zayıf nitelikte olsa da “bazı delillerin” mevcudiyeti ve bunlara dayanarak jürinin sanığın suçlu olduğu sonucuna varabilmeleri halinde.
198. Başvuran, bu kıstasın hangi kısa kararların jüriye bırakılmasına karar verirken adli tıp uzmanı tarafından başvurulan kıstasla aynı olduğunu kabul etmesine rağmen, CPS’nin adli tıp uzmanından tamamen bağımsız olduğunu ve adli tıp uzmanının kararına bağlı olmadığını ileri sürmüştür. Bu nedenle, aynı kıstası kullanan savcının aynı sonuca varmış olduğu söylenemez. Her halükarda, başvuran, adli tıp uzmanının kararının adli incelemeye tabi tutulmasını talep etmiş, ancak İdari Mahkeme söz konusu talebi değerlendirmeden önce, jüri yönlendirilmiştir.
199. 2. Maddenin mutlak mahiyetinin ışığında, başvuran, delil eşiği kıstası belirlenirken takdir yetkisi kullanılabileceği önerisini reddetmiştir. Öte yandan, böyle olsa bile, Galbraith kıstasından oldukça yüksek olan mevcut eşiğin çok yüksek olduğunu ve bu nedenle Sözleşme’nin 2. maddesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Özellikle, başvuran, söz konusu eşiğin kamu güvenini sağlamak, hukuka bağlılığı sağlamak ve kanuna aykırı davranışlarda tolerans gösterilmesini veya hile yapılmasını önlemek için fazla yüksek olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca, savcı, jürinin mahkumiyet kararı vereceği durumlarda yeterli delilin olması halinde dava görülmesini önleyebileceğinden dolayı, hayatı tehlikeye sokan suçların cezasız kalma ihtimali bulunmaktadır.
200. Özellikle, başvuran, hayatı tehlikeye sokan suçların mevcut davada cezasız kalma olasılığının oldukça yüksek olduğunu, çünkü Charlie 2 ve Charlie 12 dahil olmak üzere bir çok memurun cinayetten ve Komutan McDowall, Komutan Dick, Trojan 84, Trojan 80, DCI C ve “James”in ağır ihmalle adam öldürme suçlarından kovuşturulmalarına yol açacak yeterli delilin bulunduğunu ileri sürmüştür. Sözlü ifadeleri dinleyen soruşturma jürisinin açık bir karar vermesi, Charlie 2 ve Charlie 12’nin De Menezes’i yakın ve öldürücü bir tehdit olduğuna dürüst bir şekilde inanarak vurdukları konusunda tatmin olmadığına işaret etmektedir.
201. Enukidze ve Girgvliani / Gürcistan kararına dayanarak (no. 25091/07, § 274, 26 Nisan 2011), başvuran, hesap verilebilirliği sağlayarak kamu güvenini güvence altına alma ihtiyacının bir polis memuru tarafından öldürücü bir vuruş gerçekleştirilmesi halinde özellikle önemli olduğunu, söz konusu güvenin Sözleşme’nin 2. maddesini ihlal ettiği iddia edilen polis memurları hakkında kovuşturma yapılmaması halinde sarsılacağını ileri sürmüştür. Sonuç olarak, Devlet memurlarınca gerçekleştirilen ciddi Sözleşme ihlalleri hakkında kovuşturma yürütülmesi için diğer suçlara oranla daha düşük bir eşiğe sahip olmasına izin verilmelidir.
202. Başvuran, yerel mahkemelerin kovuşturmaya yer olmadığına dair karara uyguladıkları inceleme seviyesinin Sözleşme’nin 2. maddesine uygun olmadığını iddia etmiştir. Manning davasındaki alınan hüküm uyarınca, adli inceleme talebini değerlendiren bir mahkeme, kovuşturmanın amaca ulaşacağı sonucuna varsa bile, yalnızca hukuki bir hata yapıldığı takdirde kovuşturma yapılmasını emredebilir. Bu yaklaşım, Sözleşme’nin 2. maddesine aykırıdır.
203. Alternatif olarak, başvuran, mevcut davada bireysel kovuşturmalara gerek olmasa bile, OCPM’nin kovuşturulmasının Devlet’in sorumluluğunun yeterince tanınması anlamına gelmediğini; çünkü 1974 Kanunu uyarınca bir suçun, fiili tehlike yerine tehlike olasılığı olması halinde tespit edildiğini ileri sürmüştür. Diğer bir deyişle, fiili zararın kanıtlanması için suçun tespiti gerekli olmadığından yerel mahkemelerin De Menezes’in ölümüne herhangi bir görev ihlalinin yol açıp açmadığını tespit etmeleri gerekmemektedir. Sonuç olarak, IPCC raporunda yer verilen ciddi eleştirilere ve soruşturma jürisinin kararına rağmen, hiç bir birey veya kurum De Menezes’in ölümünden sorumlu tutulmamıştır.
204. Başvuran, özel bir kovuşturma başlatabileceğini kabul etmesine rağmen, bunun şikayetleri açısından ilgili olmayacağını, çünkü Mahkeme içtihadından açık olduğu üzere 2. maddeye uyma sorumluluğunun Devlete ait olduğunu ileri sürmüştür.
205. Başvuran, ayrıca, disiplin yargılamalarının kendi içlerinde temel olarak gelecekteki işe alımları düzenlemeyi hedefleyen idari işlem mahiyetinde olmaları nedeniyle Sözleşme’nin 2. maddesinin yerine getirilmesini sağlamadıklarını belirtmiştir. Ciddi Sözleşme ihlalleri söz konusu olduğunda, mevcut yaptırımların disiplin yargılamalarından daha cezalandırıcı ve daha caydırıcı olması nedeniyle etkili koruma ceza hukukunca sağlanmalıdır. Mevcut davadaki gibi durumlarda, disiplin yargılamaları, suçun ağırlığı ve mevcut ceza arasında açık bir orantısızlık olacağından, Sözleşme’nin 2. maddesi uyarınca usulü yükümlülük yerine getirilemeyecektir.
206. Özellikle, başvuran, Birleşik Krallık’ta polise ilişkin olarak yürütülen disiplin yargılamalarının 2. maddenin usul yönünden yerine getirilmesini sağlamak için yeterince bağımsız olmadıklarını ileri sürmüştür. Bunun nedeni, ilgili memurun bağlı olduğu birliğin amiri soruşturmaya ilişkin bütün adımları yerine getirir ve yargılamaları yürüten jürinin üyeleri de aynı birlikte görev yapmaktadır. Yargılamalar, kamuya açık bir şekilde yürütülmemiştir ve De Menezes’in öldürüldüğü sırada, polis memurları istifa ederek disiplin işlemlerinden kaçabilmişlerdir.
(b) Hükümet’in ibrazları
(i) Soruşturma
207. Hükümet, İngiltere ve Galler’de meşru müdafaa kanununun yapısının kamuya ölümcül saldırıları yapılmasının önlenmesi için güç kullanımına izin verme ve herhangi bir operasyon önlemi nedeniyle gerçek ve yakın bir yaşam tehlikesine maruz kalabilecek kişilerin korunmasının sağlanması arasında uygun bir dengenin kurulduğunu ileri sürmüştür. Bu şekilde, Hükümet, bağımsız bir yansımadan faydalanarak kendilerini sıcağı sıcağına hareket etmesi beklenen polis memurunun yerine koymanın mahkemelerin görevinin olmadığını tanımıştır.
208. Özellikle, Hükümet, Sözleşme’nin 2 § 2 maddesinde bulunan “mutlak gereklilik” kıstasının nesnel bir şekilde tespit edilen olaylara atıfta bulunarak makulluk gerekliliği olmaksızın meşru müdafaa için öldürücü güç kullanan kişinin bakış açısından değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür; diğer bir deyişle, bir kişi ancak davranışının mutlak surette gerekli olmadığının farkında olduğunda ölüme neden olmaktan cezai olarak sorumlu tutulmalıdır. Bu durum, Mahkeme içtihadınca desteklenmiştir. Söz konusu içtihatta, güç kullanımının sağlam gerekçelerle o sırada geçerli olan dürüst bir kanaate bağlı olduğunda gerekçelendirilebileceği belirtilmiştir (yukarıda anılan, McCann ve Diğerleri, § 200, Andronicou ve Constantinou / Kıbrıs, 9 Ekim 1997, § 192, Karar ve Hüküm Derlemeleri 1997 VI, ve Giuliani ve Gaggio / İtalya [BD], no. 23458/02, § 178, AİHM 2011-II (alıntılar)). Dürüst kanaatin, nesnel bir şekilde tespit edilen olaylara atıfta bulunularak makul olduğu gösterilmesi gerekmemektedir. Ancak, söz konusu kanaatin nesnel bir şekilde makul olup olmaması, samimiliğini belirlemede önemlidir. Dürüst bir kanaat, nesnel bir şekilde başka bir kişi söz konusu kanaatin mantıksız veya hatalı bir algıya dayandığını düşünse bile sağlam nedenlere sahip olabilir.
209. Son olarak, Hükümet, başvuranın kanun değişikliği önerisinin kapsamlı ve zarar verici etkileri olabileceğini ileri sürmüştür. Özellikle, memurların güç kullanımları o sırada dürüst kanaatlerine dayandığından meşru olsa da, haklarında kovuşturma yapılması halinde, memurların yaşam tehdidini ortadan kaldırmak için olay anında hareket etmeleri gerektiğinde temel görevlerini yerine getirme istekleri üzerinde caydırıcı bir etki ortaya çıkabilir. Sonuç olarak, bunun, kendi yaşamlarını ve başkalarının yaşamlarını korumak için hareket etme kabiliyetleri üzerinde derin bir şekilde zarar verici bir etkisi olacaktır.
(ii) Savcılık kararları
210. Hükümet, soruşturma yükümlülüğünün sonuç değil yöntemlerden biri olması nedeniyle, 2. maddenin yalnızca soruşturmanın bulguları tarafından gerekçelendirildiğinde kovuşturma yapılmasını gerektirdiğini ileri sürmektedir. Soruşturmanın etkililiği, bu nedenle, kişiler hakkında ceza veya disiplin yargılamalarıyla sonuçlanıp sonuçlanmadığına bahisle değerlendirilebilir. Ceza kanunu çerçevesine aykırı bir şekilde yürütülen etkili bir soruşturma, söz konusu yargılamaların gerekçelendirilemeyeceği sonucuna işaret edebilir.
211. Bu nedenle, hiç bir memur hakkında kovuşturma yapılmamış olması, uygun bir şekilde incelendiğinde, belirli bir şikayet gerekçesi değildir; önemli olan neden bireysel kovuşturma olmadığıdır. Mevcut davada, bunun nedeni, davayı inceleyen bağımsız yetkililerin hiçbirinin cinayet veya adam öldürme nedeniyle kovuşturma yapılmasını gerekçelendirecek ölçüde yeterli delil olduğu sonucuna varmamalarıdır. 2. maddeden doğan görevin yerine getirilmesi için tüm gerekli tedbirler alınmıştır. Bu tür davalarda, yerel makam ve mahkemelerin tespit ettiği olgulara ilişkin olarak kendi değerlendirmesini yapmak Mahkeme’nin görevi değildir (Klaas / Almanya, 22 Eylül 1993, § 29, A Serisi no. 269).
212. İngiltere ve Galler’de alınan kovuşturma kararlarına ilişkin olarak, Hükümet, CPS’nin bağımsız bir kovuşturma teşkilatı olduğunu belirtmiştir. Diğer bazı hukuk sistemlerinde, bu işlev yargı çalışanları tarafından yerine getirilmesine rağmen, söz konusu sistem Sözleşme tarafından ele alınmamıştır. Aksine, 2. madde yalnızca söz konusu kararların delillerin titizce incelenmesi sonucunda bağımsız bir şekilde alınmasını gerektirmektedir. Ayrıca, başvuran, bir kararın tanıklar dinlenmeksizin CPS tarafından verildiğini dile getirmekte hatalıdır. Kararları alırken, CPS, soruşturma sonucunda tanık ifadeleri dahil olmak üzere IPCC’nin sağladığı tüm materyallerden faydalanmakta ve tüm önemli tanıkların sözlü ifade verdiği ölüm soruşturmasının ardından kararını gözden geçirmektedir.
213. Hükümet, ayrıca, delil eşiği kıstasının savcıların mahkumiyet kararı olasılığının yüzde elli veya daha yüksek olduğu konusunda tatmin olmalarını gerektirmediğini ileri sürmüştür. 1994 yılında savcılara ilişkin olarak çıkartılan Açıklayıcı Memorandum’da, mahkumiyetin gerçekleşme ihtimalinin gerçekleşmeme ihtimalinden daha yüksek olduğuna ilişkin görüşün mantıklı olmasına rağmen, delillere ilişkin kıstasın “% 51 kuralı” olarak tanımlanmaması gerektiği belirtilmiştir (bkz., yukarıda § 164). Kesin bir hesabın yapılmasını engelleyen birçok değişken karışıklık ve belirsizlik unsuru bulunduğundan dolayı bir ceza davasında çıkacak belirli bir sonuca ilişkin olasılığı aritmetik bir kesinlikle ölçmek imkansızdır.
214. Doğru kıstas, her bir suçlamaya ilişkin olarak her bir şüpheli hakkında mahkumiyete hükmedilmesinin gerçekçi bir olasılığı olup olmadığıdır; diğer bir deyişle, gereğince yönlendirilmiş ve kanuna uygun bir şekilde hareket eden makul ve bağımsız bir mahkemenin bir sanığı atılı suçlardan mahkum etme ihtimalinin etmeme ihtimalinden fazla olup olmadığıdır. Bu nedenle “esasa dayalı” bir yaklaşım uygulanmıştır; savcı ilk olarak her şeyi göz önüne alarak, sanık dosyası hakkında bilgilerini göz önüne alarak, delillerin mahkumiyet kararı verilmesi için yeterli olup olmadığını sorgular. Savcı kararını verirken davayı ayrıntılı ve dikkatli bir şekilde incelemelidir ve her şeyi göz önüne alarak, mahkumiyet kararı için yeterli kanıt olmadığına kanaat getirdiğinde, dava hakkında kovuşturma yapılmaz.
215. Öte yandan, Galbraith kıstası, “örneğin mahiyeti gereği zayıf veya belirsiz olması veya diğer delillerle tutarlı olmayışı nedeniyle” zayıf nitelikte bazı delillerin” mevcut olduğu durumda oldukça düşük bir eşik sağlamaktadır. Hükümet’e göre, Galbraith kıstasının delil eşiği kıstası olarak uygulanması halinde, gerçekçi bir kovuşturma olasılığı olmayan ve savcının davayı dayanaksız bulduğu davalarda, kovuşturma yapılmak zorunda kalınacaktır.
216. Her halükarda, Hükümet, delil eşiği kıstası olarak Galbraith kıstası uygulansa bile, bunun herhangi bir memurun kovuşturulmasını gerektirmeyeceğini belirtmiştir. Galbraith kıstası, ayrıca, adli tıp uzmanlarınca ölüm soruşturması sırasında kararı jüriye bırakıp bırakmama konusunda karar verirken de kullanılır. Ayrıca, ölüm sorgusunda kanuna aykırı öldürme kararının unsurları, CPS’nin cezai suçlamalara ilişkin kararını verirken dikkate alması gereken suç unsurlarıyla aynıdır. Ancak, mevcut davada, tüm ilgili tanıkların çapraz sorgulanmasının ardından, adli tıp uzmanı Galbraith eşiğine karşı delilleri değerlendirmiş ve söz konusu kıstasın karşılanmadığına karar vermiştir.
217. Ayrıca, Hükümet, İngiltere ve Galler’de delil eşiği kıstasının kamuoyu ve siyasi inceleme yoluyla sık ve ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi olduğunu belirtmiştir. Tüzük, 2003, 2010 ve 2012 yıllarında detaylı bir şekilde incelenmişlerdir ve söz konusu incelemeler sırasında, delil eşiği kıstası, Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu veya ceza kanunuyla ilgilenen herhangi bir insan hakları örgütleri tarafından önemli eleştirilere maruz kalmamıştır. 2003 yılında yapılan incelemede, Adalet Bakanı, özellikle, daha düşük bir eşiğin göz altında meydana gelen ölümlere uygulanıp uygulanmaması gerektiğini değerlendirmiş, ancak benzer davalarda gerçekçi bir mahkumiyet olasılığı yokluğunda sanıklara kovuşturma yükünü yüklemek adaletsiz ve tutarsız olacağından dolayı söz konusu yaklaşımın desteklenmediğine hükmetmiştir. Kamu güveni, gerekçelendiren delillerin mevcut olması halinde kovuşturma yapılarak ve herhangi bir delilin gerekçelendirmediği durumlarda da kovuşturma yapılmayarak sağlanmaktadır.
218. Delil eşiği kıstasının dikkatli ve ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulduğu göz önüne alındığında, Hükümet, bütün davalarda ceza yargılamalarının başlatılması ve devam etmesi için delillere ilişkin uygun bir eşiğin değerlendirilmesinde önemli bir takdir yetkisi verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
219. Bu durum, Birleşik Krallık ceza yargı sisteminde jürinin öncülüğü ışığında özellikle önemlidir. Bir davada kovuşturma başlatıldığında, davayı gören yargıç Galbraith kıstası yerine getirildiği takdirde söz konusu davayı jüriden alamaz. Diğer bir deyişle, zayıf da olsa bazı delillerin mevcut olması halinde, jüri sanığın suçlu olduğu sonucuna olağan bir şekilde varabilir. Bu nedenle, davayı gören yargıç, esasa ilişkin olmayan davalarda filtre görevi görememektedir ve kovuşturma başlatmak için delillere ilişkin olarak daha yüksek bir eşik kıstası getirilmesi, yargılamanın yalnızca mahkumiyet olasılığı olduğu için maddi ve manevi yük oluşmasını engellemek için gereklidir. Başka bir ifadeyle, mahkemede görülmeyen davalar genellikle sonuna kadar takip edildiğinden dolayı zayıf davaları erken bir aşamada ayıklamak özellikle önemlidir.
220. Ayrıca, Hükümet, önemli usulü korumaların, polisin kişileri gözetim altında vurduğu veya öldürdüğü davalarda CPS uygulamaların kapsamına alındığını belirtmektedir: savcı, mağdurun ailesine tüm kararları yazılı olarak açıklamak zorundadır; aileye kararın açıklanması için savcıyla bir görüşme hakkı verilmektedir; bütün ceza davası açılmasına ilişkin kararlar DPP tarafından kişisel olarak incelenmelidir ve kovuşturmaya devam etmeme kararı alındığında, görülecek bir dava olmadığı yalnızca şüphenin ötesinde değilse, kıdemli bağımsız bir avukatın görüşü alınmalıdır. Ek olarak, 2013 yılının Haziran ayından itibaren mağdurun, ilk olarak kararı veren CPS’den ve daha sonra CPS Temyiz ve İnceleme Birimi veya CPS Kraliyet Başsavcısı tarafından bağımsız bir inceleme yapılmasını talep etme hakkı bulunmaktadır.
221. Hükümet, Devlet çalışanlarının ölüme neden olmakla haklarında kovuşturma yapılmasının uygulamada nadir olduğunu kabul etmesine rağmen, bunun endişe nedeni olduğunu düşünmemektedirler. Silahlı polis memurlarını neden olduğu ölümler, normal koşullarda memurun kovuşturulmasını gerektirmemektedir. İngiltere ve Galler’de, ateşli silahların kullanımına ilişkin sıkı bir yaklaşım benimsenmiştir; özellikle, silahlı polis memurları, silahlarını yalnızca mutlak gereklilik durumlarında kullanmaları için yüksek seviyede eleme, eğitim, rehberlik ve denetime tabi tutulmaktadırlar. Bu durum, istatistiklerle kanıtlanmaktadır: 2003/4’den 2012/13’e kadar, polis operasyonlarının yıllık sayısı, ateşli silah kullanımına izin verilen polis operasyonlarının yıllık sayısı 10,996 (2012/13) ila 19,595 (2007/8) arasında değişmiştir. Ancak, aynı dönem içinde, klasik silahların kullanıldığı olayların yıllık sayısı üç (2006/7 ve 2012/13) ila dokuz (2005/6) arasında değişmiştir.
222. Hükümet, ayrıca, adli denetim yolunun kovuşturmaya ilişkin kararın esasının incelenmesine olanak sağlamayı hedeflemediğini belirtmiştir. Bu kapsamda, birincil koruma yargıyla değil, ilk kararın DPP tarafından incelemeye tabi tutulan, açık ve erişilebilir bir politikaya dayalı tarafsız bir kararı yerine getiren bağımsız ve nitelikli bir savcı tarafından alınması gerekliliğiyle sağlanmaktadır. Adli inceleme başvurusu üzerine, İdare Mahkemesi, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın hukuki hataya dayalı olduğu veya mantıksız ya da usulü olarak hatalı olduğunda müdahale etme yetkisine haizdir.
223. Son olarak, Hükümet, kişisel sorumluluğa dayalı cezai suçluluk paradigması ve olanlardan kimsenin suçlu olmadığı durumlarda geniş çaplı ve karmaşık faaliyetlerde zarara uğrama olasılığının artan bir şekilde tanınması arasında gerçek bir gerginliğin var olduğunu belirtmiştir. Yukarıda anılan McCann ve Diğerleri gibi davalarda, 2. madde ihlalinin özellikle mevcut davada olduğu gibi ölümün genel olarak sistemden kaynaklandığı durumlarda ölüme doğrudan neden olan bireylere yüklenmesinin basite kaçmak olabileceğine işaret etmiştir. Böyle durumlarda, zincirdeki son halkada bulunan kişilerin suçlanması yanlış ve adaletsizdir. Bu durum, sistemde giderilmeyen ve gelecekte yaşama tehdit oluşturabilecek gerçek sorunlardan dikkatin dağılması tehlikesini ortaya çıkarabilir. Öte yandan, OCPM’nin kovuşturulması, ceza yargılaması kapsamında planlama ve icra konularının doğrudan ele alınmasını sağlamıştır.
(c) Üçüncü tarafın ibrazları
(i) Soruşturma
224. Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu (“EHRC”), üçüncü taraf olarak, İngiltere ve Galler’de ceza kanunu hükümlerinin Devlet sorumluluğu altında gerçekleşen ölümler için hesap verilebilirliği sağlamadıklarını ileri sürmüştür. Özellikle, İngiliz hukukunda meşru müdafaa tanımının oldukça geniş bir tanımı olduğunu, kısmen öznel olduğunu ve Sözleşme’nin 2. maddesine uygun olmadığını belirtmişlerdir. Mahkeme içtihadının açık ve tutarlı içtihadına göre, “dürüst bir kanaat” “sağlam bir gerekçeye” dayalı olmalıdır; Devlet memurlarının dürüst ancak nesnel olarak gerekçelendirilemeyen bir kanaate dayalı olarak ceza yargılamalarında cezalandırılmaktan kaçmalarına izin verilmesi, Sözleşme’nin 2. maddesinin katı gerekliliklerine aykırıdır. Güç kullanımı, bu nedenle, nesnel olarak gerekçelendirilmelidir; diğer bir deyişle, kolluk kuvvetleri memurlarından, öldürücü güç kullanmadan önce gerçek olguları belirlemek için makul girişimlerde bulunmaları istenmelidir.
(ii) Savcılık kararları
225. EHCR, ayrıca, İngiltere ve Galler’de ceza kanunu hükümlerinin yeterli olmadığını; kovuşturmalara ilişkin delil eşiği kıstasının oldukça yüksek olduğunu belirtmiştir. Devletin, sonuçsuz olacağı düşünülen davalara ilişkin olarak kovuşturma başlatmak zorunda olmaması gerekmesine rağmen, eşiğin mevcut durumundaki kadar yüksek olması keyfidir ve söz konusu eşiğin daha düşük olması halinde ilke olarak itiraz yapılamaz. Başvuran gibi, EHRC de Galbraith kıstasının kovuşturmaya ilişkin olarak uygulanacak daha uygun bir delil eşiği kıstası olacağı görüşündedir.
226. EHRC, kararın jüriye bırakılması ile birlikte kovuşturma yapılmasına ilişkin olarak delil eşiği belirlemenin, deliller ne kadar zayıf olursa olsun, her davanın 2. Madde ihlaline ilişkin olarak kovuşturulmasını gerektirmeyeceğini ileri sürmüştür. Sonuçsuz kalacağı düşünülen veya kanuni olarak dayanaksız davalar söz konusu eşiği geçemeyeceklerdir. Öte yandan, sonunda mahkumiyet kararı verilme olasılığı yüzde kırk dokuz olan bir dava, makul olarak mahkumiyet olasılığına sahip olmayan bir dava olarak nitelendirilemez. Uygun bir şekilde yönlendirilen bir jürinin kanuna uygun şekilde mahkumiyet kararı alabilmesi için delilin mevcut bulunduğu koşullarda yargılamanın görülmesini engelleyen bir ceza yargı sistemi, 2. Maddenin gerektirdiği tam hesap sorulabilirliği güvence altına alan bir sistem değildir.
227. Ayrıca, Devlet çalışanlarının ölüme neden olduğu 2. Madde davalarında delil eşiği kıstasını düşürmek, geri dönülemez bir peşin hükme varılmasına neden olmaz. Her yargılama, kovuşturma davasının sonunda titizlikle incelenir ve yargıç, görülecek bir dava bulunmadığı sonucuna varıldığında davayı gereğince düşürmekle görevlidir. Diğer bir deyişle, olaylara ilişkin olarak gereğince yönlendirilmiş bir jürinin hukuka uygun olarak mahkumiyet kararını veremeyeceği durumlarda, süreç bu şekilde işler. Kovuşturmaya ilişkin delil eşik kıstasının düşürülmesi halinde, mevcut kıstas uyarınca kovuşturma yapılmayacak bazı davalar en kötü ihtimalle kovuşturma davasının sonunda yargıç tarafından düşürülecektir. En iyi ihtimalle, tüm mevcut kıstaslar uyarınca yargılama işlemi yapılmayacak davalar, Devlet çalışanlarının kusurlu adam öldürmeden mahkumiyetiyle sonuçlanabilir.
228. İddialarını desteklemek için, EHRC, 1990 ve 2014 yılları arasında İngiltere ve Galler’de polis tarafından vurularak öldürülen elli beş kişi olduğunu belirtmişlerdir. Öte yandan, 1990 yılından itibaren, ölüm soruşturması jürisinin söz konusu öldürmenin kanuna aykırı olduğuna karar verdiği davalarda bile silahlı memurların mahkumiyetine karar verilmemiştir. Gerçekte, 1993 ve 2005 yılları arasında ölümün gerçekleştiği otuz olay ve yalnızca iki kovuşturma mevcuttur.
2. Mahkeme’nin değerlendirmesi
(a) Devlet görevlileri tarafından ölümcül güç kullanımına ilişkin usulü gereklilik
229. Temel mahiyeti dikkate alındığında, Sözleşme’nin 2. Maddesi yukarıda tanımlandığı gibi esas yönünden ihlal yapıldığı iddiasına ilişkin etkili bir soruşturma gerçekleştirmek için usulü bir yükümlülüğü kapsamaktadır (bkz., Ergi / Türkiye, 28 Temmuz 1998, § 82, Karar ve Hüküm Derlemeleri 1998 IV; ve Mastromatteo / İtalya [BD], no. 37703/97, § 89, ECHR 2002 VIII; yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 298; ve Mustafa Tunç ve Fecire Tunç / Türkiye [BD], no. 24014/05, § 169, 14 Nisan 2015).
230. Devlet görevlilerinin keyfi bir şekilde öldürmemelerine ilişkin genel hukuki yasak, Devlet yetkililerince ölümcül güç kullanımının kanuna uygunluğunu incelemek için herhangi bir usul bulunmadığında uygulamada etkisiz kalmaktadır. Bu hüküm uyarınca yaşam hakkının korunması yükümlülüğü, Sözleşme’nin 1. Maddesi uyarınca Devlet’in genel görevi olan “kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlamak” hükmüyle birlikte okunduğunda, kişiler, diğerleri arasında, Devlet görevlileri tarafından güç kullanılarak öldürüldüklerinde etkili resmi bir soruşturma yapılmasını gerektirmektedir (bkz., yukarıda anılan McCann ve Diğerleri, § 161). Bu nedenle, Devlet, elindeki bütün imkanları kullanarak, yaşam hakkının korunması için kurulan yasal veya idari çerçevenin gereğince uygulanması ve söz konusu hakkın ihlalinin ortadan kaldırılması ve cezalandırılması için, adli veya başka bir yolla, yeterli bir müdahale yapılmasını sağlamalıdır (bkz., Zavoloka / Letonya, no. 58447/00, § 34, 7 Temmuz 2009 ve yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 298).
231. Devlet’in etkili bir soruşturma gerçekleştirme yükümlülüğü, Mahkeme içtihadında, yaşam hakkının “kanunla korunmasını” gerektiren 2. Maddeden doğan bir yükümlülük olarak kabul edilmektedir. Söz konusu yükümlülüğe uygun davranılmaması halinde 13. Madde uyarınca güvence altına alınan hak ihlali meydana gelebilir, ancak 2. Maddenin usulü yükümlülüğü ayrı bir yükümlülük olarak görülmektedir (bkz., İlhan / Türkiye [BD], no. 22277/93, §§ 91-92, ECHR 2000-VII; yukarıda anılan Öneryıldız, § 148, ve Šilih / Silovenya [BD], no. 71463/01, §§ 153 154, 9 Nisan 2009). Bu durum, ayrı ve bağımsız bir “müdahale” yapıldığı sonucuna ulaşılmasına neden olabilir. Söz konusu sonuç, Mahkeme’nin usulü yükümlülükleri esasa ilişkin yükümlülüklere uygunluktan ayrı olarak incelemesi (ve uygun olduğunda bu kapsamda 2. Madde ihlaline ayrıca karar verdiği yerlerde) ve 2. Maddeden doğan usulü yükümlülüklerin ihlalinin birçok kez esasa ilişkin herhangi bir şikayet olmaksızın ileri sürülmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır (bkz., yukarıda anılan Šilih, §§ 158-159).
232. Devlet görevlilerinin kanuna aykırı bir şekilde ölüme neden oldukları iddiasına ilişkin soruşturmanın etkili olması için, soruşturmayı yürütmekle görevli kişilerin söz konusu olaylara karışan kişilerden bağımsız olmaları gerekmektedir (bkz., örneğin, Oğur / Türkiye [BD], no. 21594/93, §§ 91-92, ECHR 1999 III; yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 300; yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 177). Bu yalnızca hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı yokluğu değil aynı zamanda gerçek bir bağımsızlık anlamına gelmektedir (bkz., örneğin, Güleç / Türkiye, 27 Temmuz 1998, §§ 81-82, Karar ve Hüküm Derlemeleri 1998 IV; yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 300; yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 177). Burada önemli olan, Devlet’in güç kullanımı üzerindeki yetkisine kamu güveninin sağlanmasından başka birşey değildir (bkz., Hugh Jordan / Birleşik Krallık, no. 24746/94, § 106, 4 Mayıs 2001; Ramsahai ve Diğerleri / Hollanda [BD], no. 52391/99, § 325, AİHM 2007 II; Giuliani ve Gaggio, aynı yerde geçen).
233. “Etkililik” ifadesinin Sözleşme’nin 2. Maddesi kapsamında anlaşılması için, soruşturmanın ilk olarak yeterli olması gerekmektedir (bkz., yukarıda anılan Ramsahai, § 324 ve yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 172). Soruşturma, olayların tespit edilmesini, koşullar uyarınca kullanılan gücün gerekçelendirilip gerekçelendirilmediğinin belirlenmesini ve sorumluların tespit edilmesini ve gerektiğinde cezalandırılmasını sağlamalıdır (bkz., yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 301 ve yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 172). Sonuç değil araç yükümlülüğü söz konusudur (bkz., Nachova ve Diğerleri / Bulgaristan [BD], no. 43577/98 ve 43579/98, § 160, AİHM 2005 VII); Jaloud / Hollanda [BD], no. 47708/08, § 186, AİHM 2014; ve yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 173). Yetkililer, görgü tanıklarının ifadeleri, adli tıp delilleri ve uygun olan yerlerde tam ve eksiksiz bir şekilde yaralara ilişkin kayıt ve ölüm nedeni dahil olmak üzere klinik bulguların nesnel bir incelemesini sağlayan otopsi işlemi dahil olmak üzere olaya ilişkin delillerin güvence altına alınması için tüm makul adımları atmalıdırlar (otopsilere ilişkin olarak, bkz., örneğin, Salman / Türkiye [BD], no. 21986/93, § 106, AİHM 2000-VII; tanık konusuna ilişkin olarak, bkz., örneğin, Tanrıkulu / Türkiye [BD], no. 23763/94, § 109, AİHM 1999-IV; adli tıp incelemelerine ilişkin olarak, bkz., örneğin, Gül / Türkiye, no. 22676/93, § 89, 14 Aralık 2000). Ayrıca, Devlet görevlilerinin güç kullanması halinde, soruşturmanın kullanılan gücün söz konusu koşullar altında gerekçelendirilip gerekçelendirilmediği kapsamında da etkili olması gerekmektedir (bkz., örneğin, Kaya / Türkiye, 19 Şubat 1998, § 87, Raporlar 1998-I). Ölüm nedeninin veya sorumlu kişinin tespit edilmediği bir soruşturmadaki eksiklik, bu standardın dışında kalma tehlikesini taşımaktadır (bkz., Avşar / Türkiye, no. 25657/94, §§ 393-395, ECHR 2001 VII (alıntılar); yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 301; ve yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 174).
234. Özellikle, soruşturmanın bulguları, tüm ilgili unsurların titiz, nesnel ve tarafsız bir incelemesine dayanmalıdır. Ölüm soruşturmasının açık bir şekilde takip edilmemesi, soruşturmanın davanın koşullarını ve sorumluları tespit etmesindeki rolüne belirleyici ölçüde zarar vermektedir (bkz., Kolevi / Bulgaristan, no. 1108/02, § 201, 5 Kasım 2009, ve yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 175). Ancak, soruşturmanın etkililiğinin asgari eşiğini yerine getiren incelemenin mahiyeti ve ölçüsü, davanın kendine has koşullarına bağlıdır. İncelemenin mahiyeti ve ölçüsü, tüm ilgili unsurlara dayanarak ve soruşturma işleminin uygulamadaki gerçekliği göz önüne alınarak değerlendirilmelidir (bkz., Velcea ve Mazăre / Romanya, no. 64301/01, § 105, 1 Aralık 2009 ve yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 175). Şüpheli bir ölümün Devlet çalışanı tarafından gerçekleştirilmesi halinde, yapılan soruşturmanın ardından ilgili yerel makamlarca özellikle sıkı bir inceleme gerçekleştirilmelidir (bkz., yukarıda anılan Enukidze ve Girgvliani, § 277).
235. Ek olarak, soruşturma meşru çıkarları güvence altına alacak ölçüde mağdurun ailesine ulaşılabilir olmalıdır. Ayrıca, davadan davaya değişiklik gösteren ölçüde soruşturmada yeterli kamu denetimi unsuru bulunmalıdır (bkz., yukarıda anılan Hugh Jordan, § 109; yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 303; ve yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 179; ayrıca bkz., yukarıda anılan Güleç, § 82, mağdurun babasının kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan bilgilendirilmediği hususu hakkında, ve yukarıda anılan Oğur, § 92, mağdurun ailesinin soruşturmaya veya mahkeme evraklarına erişiminin olmaması).
236. Öte yandan, polis raporlarının ve soruşturma materyallerinin açıklanması veya yayımlanması, özel kişilerin veya başka soruşturmaların üzerinde olası zararlı etkilere sahip hassas konuları kapsayabilir ve bu nedenle 2. Maddeden doğan bir gereklilik olarak görülemez. Kamunun veya mağdurun yakınlarının erişim gerekliliği bu nedenle usulün diğer aşamalarında sağlanabilir (bkz., diğer yetkililer arasında, McKerr / Birleşik Krallık, no. 28883/95, § 129, AİHM 2001-III ve yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio § 304). Ayrıca, 2. Madde, soruşturmayı yürüten makamlara, soruşturma sırasında bir yakın tarafından belirli bir soruşturma tedbiri alınmasına dair her talebi yerine getirme yükümlülüğü vermemektedir (bkz., yukarıda anılan Velcea ve Mazăre, § 113 ve yukarıda anılan Ramsahai ve Diğerleri, § 348).
237. Bu kapsamda, ivedilik ve makul çabukluk gerekliliği açıktır (bkz., Yaşa / Türkiye, 2 Eylül 1998, §§ 102-104, Raporlar 1998-VI; ve yukarıda anılan Kaya, §§ 106-107). Belirli bir surumda soruşturmanın ilerlemesini engelleyen zorluklar veya engellerin olabileceği kabul edilmelidir. Ancak, yetkililerin ölümcül güç kullanımının soruşturulmasında ivedi hareket etmesi, kanuna bağlılıklarına olan kamu güvenini korumak ve kanuna aykırı davranışlara tolerans gösterildiği veya hileli davranıldığı görüntüsünü engellemek için genel olarak önemli görülmektedir (bkz., yukarıda anılan McKerr, §§ 111 ve 114, ve Opuz / Türkiye, no. 33401/02, § 150, AİHM 2009).
238. Yukarıdaki açıklamalardan, 2. Maddenin üçüncü tarafların cezai bir suç nedeniyle kovuşturulmasını veya cezalandırılmasını sağlama hakkını (bkz., yukarıda anılan Mastromatteo, § 90; yukarıda anılan Šilih, § 194 ve yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 306) veya bütün kovuşturmaların mahkumiyetle veya belirli bir cezayla sonuçlandırılmasına ilişkin mutlak zorunluluğu kapsadığı çıkarımı yapılamaz (bkz., yukarıda anılan Zavoloka, § 34(c)). Gerçekte, Mahkeme, Devlet görevlilerine adam öldürme nedeniyle verilecek uygun yaptırımın seçiminde ulusal mahkemelere büyük bir takdir hakkı vermektedir. Ancak, Mahkeme, söz konusu davranışın ağırlığı ve uygulanan ceza arasında açık bir orantısızlık olduğunda inceleme ve müdahale etme yetkisini kullanmalıdır (bkz., Kasap ve Diğerleri / Türkiye, no. 8656/10, § 59, 14 Ocak 2014; A. / Hırvatistan, no. 55164/08, § 66, 14 Ekim 2010; ve Ali ve Ayşe Duran / Türkiye, no. 42942/02, § 66, 8 Nisan 2008).
239. Resmi soruşturmanın ulusal mahkemeler önünde yargılama başlatılmasına neden olduğu durumlarda, yargılama aşaması dahil olmak üzere bir bütün olarak yargılamalar, yaşam hakkının hukuk yoluyla korunmasına ilişkin pozitif yükümlülüğün gerektirdiklerine yerine getirmelidir. Bu kapsamda, ulusal mahkemeler, hiçbir koşul altında hayatı tehlikeye sokan davranışları cezasız bırakmamalıdırlar (bkz., örneğin, yukarıda anılan Öneryıldız, § 95 ve yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 306). Bu nedenle, Mahkeme, yargı sisteminde caydırıcı etkinin ve bu etkinin yaşam hakkının ihlalinin önlemek için gerekli önemli rolünün göz ardı edilmemesi için mahkemelerin kararlarını verirken davayı Sözleşme’nin 2. Maddesinin gerektirdiği dikkatli incelemeye tabi tutup tutmadıkları ve ne derecede tabi tuttuklarını inceleme görevine sahiptir (Mileusnić ve Mileusnić-Espenheim / Hırvatistan, no. 66953/09, § 66, 19 Şubat 2015 ve yukarıda anılan Öneryıldız, § 96).

(b) Somut başvuruya uygulanması
240. Yukarıda belirtilen genel ilkelerden anlaşılabileceği üzere, Mahkeme, içtihatlarında, Devlet görevlilerinin ölümcül güç kullanmalarına dair bir soruşturmanın “etkin” olduğunun değerlendirilmesi için birtakım gereklilikleri karşılamasının gerektiğini kaydetmiştir. Özetle, soruşturmanın yürütülmesinden sorumlu kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları; soruşturmanın “yeterli” nitelikte olması; soruşturmanın neticelerinin ilgili tüm unsurların kapsamlı, yansız ve tarafsız analizine dayandırılmış olması; soruşturmanın mağdurun ailesi için yeterli ölçüde erişilebilir ve kamu denetimine açık olması ve soruşturmanın ivedi ve makul bir hızla yürütülmesi gerekmektedir.
241. Somut davada, başvuranın şikâyetleri genel olarak, bağımsız bir organ (IPCC) tarafından yürütülen soruşturma ile ilgili değildir. Soruşturma sırasında, IPCC ilgili fiziksel ve adli delilleri (800 parçadan fazla delil unsuru tespit edilmiştir) muhafaza altına almış, tanıkları arayıp bulmuş (yaklaşık olarak 890 tanığın ifadesi alınmıştır), araştırılacak bariz tüm yönleri araştırmış ve ilgili delillerin tümünü tarafsız bir biçimde incelemiştir (bk. yukarıda § 49). Ayrıca, müteveffanın ailesine soruşturmada kaydedilen ilerlemelere dair düzenli olarak sözlü şekilde detaylı bilgilendirmeler yapılmış olup, yasal temsilcilerinin eşliğinde müteveffanın ailesine IPCC’nin varmış olduğu sonuçlara dair bilgi verilmiştir (bk. yukarıda § 49). Bunun yanı sıra, CPS’nin varmış olduğu sonuçlara (başta elli sayfalık bir inceleme notu ve devamındaki bir nihai inceleme notu (bk. yukarıda §§ 77 ve 133) vasıtasıyla) ilişkin olarak da kendilerine kapsamlı bir bilgilendirme yapılmıştır. Müteveffanın ailesi kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararın hukuka uygunluk denetimini yapabilmiş, masrafları Devlet tarafından karşılanmak üzere ölüm soruşturması esnasında temsil edilip, çağrılmış yetmiş bir tanığı çapraz sorguya tabi tutmuş ve beyanda bulunabilmişlerdir.
242. Olay yeri incelemesi işleminin IPCC’ye devredilmesinde biraz gecikme (IPCC’nin eleştirdiği bir gecikme (bk. yukarıda § 56)) yaşanmış olsa da, başvuran bu konuda herhangi bir şikâyette bulunmamıştır ve söz konusu gecikmenin tüm yönleriyle ivedi şekilde ve makul bir hızla yürütülmüş olan soruşturmanın bütünlüğüne herhangi bir şekilde gölge düşürdüğüne işaret edecek bir husus söz konusu değildir. MPS’nin bağımsız bir birimi olan DPS, müteveffanın vurulmasına ilişkin olarak olaydan bir saat sonra bilgilendirilmiş olup, bu birimdeki görevliler soruşturmanın ilk evrelerinde olay yerinin bütünlüğünü muhafaza etmeyi başarmışlardır (bk. yukarıda § 40). Dahası, IPCC’nin olaya ilişkin şayet derhal bilgilendirilmiş olsaydı daha evvel çözüme kavuşturabilecek olduğu meseleleri (örneğin, Stockwell metro istasyonundaki güvenlik kamerası kayıtları ile ilgili endişe, trendeki sabit disklerin bulunamaması ve izleme kayıtları üzerinde oynama yapılmış olması olasılığı (bk. yukarıda § 56)) tespit etmesine karşın, bu meselelerin hiçbirinin devamında yürütülen soruşturma için birinci derecede önem teşkil eden konulardan olmadığı görülmüştür.
243. Mahkeme’ye göre, başvuranın soruşturmanın yeterliliğine dair yalnızca belirli yönleri ilgilendiren şikâyetleri göz önüne alındığında, yargılamalar bir bütün olarak değerlendirilirken yukarıda belirtilen hususların dikkate alınması önemlidir. Yukarıda genel ilkeler kapsamında belirtildiği üzere, soruşturmanın “yeterli” nitelikte olduğunun değerlendirilebilmesi için, kullanılan gücün ilgili koşullar bağlamında haklı gerekçelerinin mevcut olup olmadığının belirlenmesine, sorumluların tespitine ve gerekli olduğu takdirde, cezalandırılmasına olanak tanır nitelikte olması gerekmektedir. Başvuran, somut davaya konu olayları göz önünde bulundurarak, (a) soruşturma makamlarının Charlie 2 ve Charlie 12’nin güç kullanılmasının gerekli olduğu yönündeki görünüşte samimi düşüncelerinin makul bir düşünce olup olmadığını tespit etmelerine engel olunması sebebiyle, güç kullanılmasının haklı gerekçelerinin söz konusu olup olmadığına ilişkin bir değerlendirme yapamadıklarını ve (b) İngiltere ve Galler’in ceza adalet sistemindeki eksikliklerin soruşturmanın sorumluların cezalandırılmasına olanak sağlama kabiliyetini zayıflattığını ileri sürmektedir.
(i) Soruşturmanın yeterliliği: yetkililer güç kullanılmasının haklı gerekçelerinin bulunup bulunmadığının uygun bir değerlendirmesini yapabilmişler midir?
(α) Mahkeme tarafından uygulanan kıstas
244. Mahkeme’nin ölümcül güç kullanımının haklı gerekçelerinin söz konusu olup olmadığını tespit ederken sürekli olarak uyguladığı kıstas, yukarıda anılan McCann ve Diğerleri kararının 200. paragrafında belirtilmiştir. İlgili paragraf aşağıdaki gibidir:
“Sözleşme’nin 2. maddesinin 2. fıkrası ile ortaya konan amaçlardan birini gözeten Devlet görevlileri tarafından güç kullanılması, birtakım iyi nedenlerle, o zaman için geçerli olduğuna inanılmış olan, fakat daha sonra yanılmış olunduğu ortaya çıkan samimi bir düşünceye dayandırılmış olması halinde, bu madde hükmü kapsamında savunulabilir. Aksi şekilde karar vermek, görevlerini ifa ederken Devletin ve kolluk görevlilerinin üzerinde gerçekçi olmayan bir yük oluşturur ve belki de, kendi hayatlarının veya başkalarının hayatlarının tehlikeye girmesine neden olur.”
245. Hükümet, ölümcül güç kullanılmasının gerekliliğine olan bir inancın makullüğünün öznel olarak belirlenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Başvuranın bunu kabul etmiş olmasına karşın, müdahil olarak katılan üçüncü taraf, samimi bir düşüncenin nesnel bir makullük standardı karşısında değerlendirilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Ancak, hem belirtilen kıstasın McCann ve Diğerleri davasındaki belirli olaylara uygulanmasından hem de Mahkeme’nin McCann ve Diğerleri kararı sonrası oluşturduğu içtihatlarından açıkça anlaşıldığı üzere, “iyi nedenlerin” varlığının öznel olarak belirlenmesi gerekmektedir. Mahkeme, çok sayıda kararında, söz konusu olayların dışında olması sebebiyle, kendisinin ve başkalarının hayatına karşı algıladığı bir tehlikeyi bertaraf etmek için olayın sıcaklığıyla tepki vermek zorunda kalan bir görevlinin duruma ilişkin takdiri yerine kendi takdirini koyamayacağını; daha ziyade, bu durumları, bahse konu olaylar meydana geldiği zaman meşru müdafaada bulunan kişinin/kişilerin bakış açısından değerlendirmesi gerektiğini açıkça ifade etmiştir (bk. örneğin, yukarıda anılan Bubbins, § 139 ve yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, §§ 179 ve 188). Sonuç olarak, Mahkeme, bilhassa bir düşüncenin zamanında iyi nedenler için geçerli olarak algılanıp algılanmadığı hususunu ele almış olduğu 2. madde ile ilgili davalarda, tarafsız bir gözlemcinin bakış açısını benimsememiş; bunun yerine, hem kişinin gereken düşünceye sahip olup olmadığını tespit ederken hem de kullanılan gücün derecesinin gerekliliğini değerlendirirken, kendisini ölümcül güç kullanımına başvurmuş olan kişinin yerine koymaya çalışmıştır (bk. örneğin, Makaratzis/Yunanistan [BD], no. 50385/99, §§ 65-66, AİHM 2004 XI; Oláh/Macaristan (k.k.), 56558/00, 14 Eylül 2004 ve yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 189).
246. Ayrıca, Mahkeme bu kıstası uygularken, makullük hususunu, bir düşüncenin dürüst ve samimi bir şekilde benimsenmiş olup olmadığını tespit etmede ayrı bir koşul olarak değil, daha ziyade konu ile alakalı bir unsur olarak ele almıştır. Mahkeme McCann ve Diğerleri davasında, görevlerini ifa ederken kolluk görevlileri üzerine gerçekçi olmayan bir yük yüklenmesi tehlikesinin söz konusu olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme bu nedenle, askerlerin “yukarıda belirtildiği üzere, kendilerine verilmiş olan bilgiler ışığında, şüphelilerin bir bombayı patlatıp çok sayıda yaşam kaybına yol açmalarının önüne geçilmesi amacıyla vurulmalarının gerekli olduğuna samimi bir şekilde inanmış olmaları” dolayısıyla Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edilmemiş olduğuna hükmetmiştir (bk. yukarıda anılan McCann ve Diğerleri, § 200). Aralarında yukarıda anılan Andronicou ve Constantinou (§ 192), yukarıda anılan Bubbins (§ 140), Golubeva/Rusya (no. 1062/03, § 102, 17 Aralık 2009), Wasilewska ve Kałucka/Polonya, (no. 28975/04 ve 33406/04, § 52, 23 Şubat 2010) ve yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio (§ 189) kararının da yer aldığı pek çok başka kararda da benzer bir yaklaşımının, yani temel olarak düşüncenin samimiliğine odaklanan bir yaklaşımın benimsenmiş olduğu görülebilir.
247. Bu bakımdan, Mahkeme’nin hiçbir zaman, meşru müdafaada bulunduğu iddiası olan bir kişinin güç kullanımının gerekli olduğu düşüncesini samimi bir şekilde benimsediğine hükmetmemiş olmakla birlikte, söz konusu düşüncenin ilgili zamanda iyi nedenler için geçerli olarak algılanmamış olması sebebiyle Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar vermesi özellikle önemlidir. Aksine, Mahkeme, meşru müdafaa içerisinde hareket edildiği iddia edilen davalarda, ancak samimi bir düşüncenin söz konusu olduğunu kabul etmediği (bk. örneğin, Akhmadov ve Diğerleri/Rusya, no. 21586/02, § 101, 14 Kasım 2008 ve Suleymanova/Rusya, no. 9191/06, § 85, 12 Mayıs 2010) ya da kullanılan gücün derecesinin tamamen orantısız olduğu (bk. örneğin, yukarıda anılan Gül, §§ 82-83) hallerde Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna kanaat getirmiştir.
248. Dolayısıyla, Mahkeme’nin içtihatlarından, McCann ve Diğerleri kıstası uygulanırken ele alınacak başlıca hususun, ilgili kişinin güç kullanımının gerekli olduğu şeklinde dürüst ve samimi bir düşünce benimsemiş olup olmadığı sorusu olduğu sonucuna varılabilir. Mahkeme bu soruyu değerlendirirken, söz konusu zamanda mevcut olan koşulları bütünüyle göz önünde bulundurarak, düşüncenin öznel bir şekilde makul olup olmadığını değerlendirmek durumunda kalacaktır. Bahse konu düşüncenin öznel şekilde makul olmaması (yani, öznel iyi nedenlere dayandırılmış olmaması) halinde, Mahkeme’nin bu düşüncenin samimi ve dürüst bir düşünce olduğunu kabul etmekte güçlük çekmesi olasıdır.
(β) İngiltere ve Galler’de uygulanan kıstasın uyumluluğu
249. Somut davada, adli tıp uzmanı uygulanacak kıstası aşağıdaki gibi açıklamıştır (bk. yukarıda § 106):
“Memur, kendisini ve/veya başkalarını savunmak için güç kullanılmasının gerekli olduğuna dürüst ve samimi bir şekilde inanmış mıdır? Bu, öznel bir düşünce meselesidir. Bu düşünce hatalı olsa, ve hatta söz konusu hata makullük sınırları dışında kalsa dahi, savunma halen geçerliliğini koruyabilir. Düşüncenin makullüğü hususu yalnızca, jürinin düşüncenin samimi bir şekilde benimsenmiş olup olmadığına karar vermesine yardımcı olma konusunda faydalı olacaktır.”
250. Mahkeme’nin bu kıstasın Sözleşme’nin 2. maddesi ile uyumluluğu konusunu daha önce ele almış olmasına karşın, ilgili davalar Mahkeme’ye somut meselenin değerlendirilmesinde yardımcı olmamaktadır. Yukarıda anılan Bennett davasında Mahkeme’nin, “meşru müdafaanın İngilizce tanımı ile 2. maddenin öngördüğü ‘mutlak zorunluluk’ kıstası arasında yeterince büyük bir fark olmadığını” açık bir şekilde belirtmiş olduğu doğrudur. Ancak, Bennett davasındaki mesele, adli tıp uzmanı tarafından uygulanan kıstasın, yani ölümcül güç kullanımının “makul ölçüde gerekçelendirilmiş” olması gerekliliğinin, Sözleşme’nin 2. maddesindeki “mutlak zorunluluk” koşuluyla uyumlu olup olmaması ile alakalıydı. Bu nedenle, Mahkeme’den, iç hukukun samimi bir düşüncenin zamanında iyi nedenler için geçerli olarak algılanması koşulu ile uyumluluğunu değerlendirmesi talep edilmemiştir. Diğer taraftan, bu husus, Mahkeme’nin ulusal mahkeme yargıcı tarafından benimsenen yaklaşımın McCann ve Diğerleri kararında belirlenmiş olan ilkeler ile uyumlu olduğuna kanaat getirdiği Caraher/Birleşik Krallık (k.k.), no. 24520/94, AİHM 2000 I davasında gündeme gelmiştir. Ancak, ulusal mahkeme yargıcının Caraher davasında benimsemiş olduğu yaklaşım, somut davadaki yaklaşımdan biraz farklılık göstermektedir ve Hükümet, somut davadaki yaklaşımın iç hukukun doğru bir yansıması olduğunu kabul etmiştir.
251. Gerek tarafların ibraz etmiş oldukları görüşlerden gerekse mevcut davadaki yerel mahkeme kararlarından açık bir biçimde anlaşıldığı üzere, İngiltere ve Galler’de meşru müdafaaya ilişkin kıstasın odağında, güç kullanımının gerekli olduğu yönünde dürüst ve samimi bir düşüncenin söz konusu olup olmadığı meselesi yer almaktadır. Bahse konu düşüncenin öznel makullüğü (veya bu düşüncenin benimsenmesi için öznel iyi nedenlerin varlığı) esasen bu düşüncenin aslında samimi ve dürüst bir şekilde benimsenmiş olup olmadığı sorusu ile alakalıdır. Bu soru yanıtlandıktan sonra, yerel makamların kullanılan gücün “mutlak biçimde zorunlu” olup olmadığı sorusunu sormaları gerekmektedir. Bu soru esasında orantılılık ile ilgili bir soru olup, yetkililerin ilgili kişinin dürüst ve samimi bir şekilde benimsediği düşüncenin ne olduğunu dikkate alarak, makullük meselesini, yani kullanılan gücün derecesinin makul olup olmadığını tekrar ele almalarını gerektirmektedir (bk. yukarıda §§ 148-155).
252. Bu şekilde değerlendirildiğinde, İngiltere ve Galler’de uygulanan kıstasın Mahkeme’nin McCann ve Diğerleri kararında ve McCann ve Diğerleri kararı sonrasındaki içtihatlarında uyguladığı standarttan önemli ölçüde farklılık gösterdiği söylenemez (bk. yukarıda §§ 244 248). Mahkeme’nin daha önce ulusal bir yasal çerçeveyi yalnızca yerel mahkemelerce yorumlama yoluyla giderilebilecek olan lafızdaki bir farklılıktan dolayı hatalı bulmayı reddetmiş olduğu (bk. Perk/Türkiye, no. 50739/99, § 60, 28 Mart 2006 ve yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, §§ 214 ve 215) göz önünde bulundurulduğunda, İngiltere ve Galler’deki meşru müdafaa tanımının Sözleşme’nin 2. maddesinin gerektirdiği standardı karşılamadığı söylenemez.
253. Ayrıca, somut davada Charlie 2 ile Charlie 12’nin eylemlerini değerlendiren bağımsız makamların tümünün, bu kişilerin Jean Charles de Menezes’in her an bir bomba patlatabilecek bir intihar bombacısı olduğu yönündeki düşüncelerinin öznel biçimde makul olup olmadığı hususunu dikkatli bir şekilde inceledikleri de açıktır. Birinci IPCC Stockwell Raporu’nda, Charlie 2 ile Charlie 12’nin eylemlerinin o gün ve önceki iki hafta içerisinde yaşanan olaylar ışığında değerlendirilmesi gerektiğini kaydetmiştir. Raporda bilhassa, SFO’nun kısa bilgilendirmesi, gözetleme ekipleri tarafından de Menezes’in kimlik teşhisinin pozitif olarak nitelendirilmesi, SFO’lar Stockwell metro istasyonuna vardıklarında Kırmızı Koda (State Red) geçilmesi kararı verilmesi ve DSO’nun verdiği de Menezes’in “durdurulması” yönündeki emri göz önünde bulundurulmuştur (bk. yukarıda § 60).
254. CPS ayrıca, Stockwell’de yaşanan olayların “saniyeler içerisinde meydana gelmiş olduğunu” ve “memurların Jean Charles’in bir bomba patlatacağından korkmuş oldukları yönündeki ifadelerini destekleyen birtakım bağımsız delillerin” mevcut olduğunu dikkate almıştır (bk. yukarıda § 78). CPS bunun yanı sıra, şayet Charlie 2 ile Charlie 12 meşru müdafaa içerisinde hareket ettiklerine samimi şekilde inanmışlarsa, de Menezes’in vurularak öldürülmesi olayında yerine getirmiş oldukları eylemlerin makul ve yasaya uygun eylemler olduğu kanaatine varmıştır (bk. yukarıda § 83).
255. Benzer şekilde, adli tıp uzmanı Charlie 2 ile Charlie 12’nin güç kullanımının gerekli olduğu yönündeki düşüncelerinin dürüst ve samimi bir şekilde benimsenmiş olup olmadığına karar vermek için, bu düşüncenin makullüğünü değerlendirmek durumunda olduğunu açık bir biçimde ifade etmiştir (bk. yukarıda § 106).
256. Sonuç olarak, ulusal makamların Charlie 2 ile Charlie 12 tarafından güç kullanılmasının söz konusu koşullar altında haklı gerekçelerinin mevcut olup olmadığını Sözleşme’nin 2. maddesinin şartlarıyla bağdaşır bir biçimde değerlendirmedikleri söylenemez.
(ii) Soruşturmanın yeterliliği: soruşturma sorumluların tespit edilmelerini ve gerekli görüldüğü takdirde cezalandırılmalarını sağlayabilecek kabiliyette miydi?
257. Makamların hayati tehlikeye yol açan suçların cezasız kalmasına hiçbir koşul altında izin vermemeleri gerekmesine karşın, Mahkeme Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamındaki soruşturma yükümlülüğünün “sonuç değil, araçla ilgili bir yükümlülük” olduğunu birçok kez yinelemiştir (bk. yukarıda § 233). Mahkeme daha eski tarihli davalarda, “soruşturmanın sorumluların tespit edilmelerini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek kabiliyette olması gerektiğini” ifade etmiştir (bk. yukarıda anılan Oğur, § 88). Ancak, daha yakın tarihli içtihatlarda, bu koşul, soruşturmanın “kullanılan gücün söz konusu koşullar altında haklı gerekçelerinin mevcut olup olmadığının tespitine olanak tanır nitelikte... ve sorumluların tespit edilmelerini ve gerekli görüldüğü takdirde cezalandırılmalarını sağlayabilecek kabiliyette olmasını” gerektirecek biçimde yeniden düzenlenmiştir (bk. yukarıda anılan Giuliani ve Gaggio, § 301; ayrıca bk. yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç, § 172). Bu nedenle, Sözleşme’nin 2. maddesinin üçüncü kişilerin ceza gerektiren bir suç nedeniyle kovuşturma geçirmelerini ya da mahkûm edilmelerini isteme hakkını kapsamadığı ifade edilmiştir (bk. yukarıda anılan Mastromatteo, § 90 ve yukarıda anılan Šilih, § 194). Aksine, Mahkeme’nin görevi, yargılamaları bir bütün olarak göz önünde bulundurarak, ulusal makamların Sözleşme’nin 2. maddesi ile öngörülen davayı dikkatli inceleme koşulunu yerine getirip getirmediğini ve ne dereceye kadar getirdiğini belirlemektir (bk. yukarıda anılan Öneryıldız, § 95).
258. Yukarıda 241. paragrafta ifade edildiği üzere, Mahkeme’nin önünde, somut davada ulusal makamların ilgili fiziksel ve adli delilleri muhafaza altına almadıklarını ya da tanıkları aramadıklarını veya ilgili bilgileri araştırmadıklarını gösterecek herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Dahası, muhafaza altına alınmış olan deliller, yaklaşık 890 kişinin ifadesini almış ve 800 parçadan fazla delil unsuru toplamış bağımsız bir soruşturma organı olan IPCC tarafından, CPS tarafından, kırk yedi tanığın ifade vermek için çağrıldığı ve OCPM’nin gerçekleştirdiği ceza yargılaması sırasında bir yargıç ile jüri üyeleri tarafından ve yetmiş bir tanığın çağrıldığı ölüm soruşturması sırasında adli tıp uzmanı ile jüri tarafından ayrıntılı bir biçimde analiz edilip değerlendirilmiştir (bk. yukarıda §§ 45-71, §§ 77-99, §§ 100-101 ve §§ 103-127). Başvuran, bunun aksini iddia etmemiştir. Bu sebeple, Mahkeme önüne getirilmiş olan yegâne mesele, ilgili polis memurları hakkında kovuşturma yürütülmemesi ve yalnızca OCPM’nin söz konusu polis memurlarının işvereni sıfatıyla kovuşturulması kararının kendi başına, Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlalini teşkil edip edemeyeceği konusudur.
259. Mahkeme bugüne kadar, bir soruşturmanın sonucunda verilen ve diğer tüm bakımlardan 2. madde ile ilgili bir şikâyet konusu olan bir savcılık kararında hata bulmamıştır. Aslında, Mahkeme, Sözleşmeci Devletlerin gerek kendi savcılık sistemlerinin teşkilatlandırılması gerekse ferdi savcılık kararlarının alınması konularındaki görüşlerine saygı göstermiştir. Yukarıda anılan Kolevi kararında, Mahkeme aşağıdaki hususu açıkça ifade etmiştir:
“Mahkeme, Devletlerin çeşitli savcılık sistemlerinin ve ceza soruşturmalarına ilişkin birbirinden farklılık gösteren usul kurallarının bu bakımdan belirli bir model üzerine odaklanmamış olan Sözleşme ile uyumlu olabileceğinin farkındadır. ... Üst düzey savcıların veya başka üst düzey görevlilerin söz konusu olduğu davalarda bağımsızlık ve tarafsızlık, soruşturma ve kovuşturmanın savcılık sisteminin dışında yer alan ayrı bir organ tarafından yürütülmesi, hiyerarşik yapıda bağımlı olmalarına karşın bağımsız karar alma birimlerine özel güvenceler sağlanması, kamu denetimi, adli kontrol veya diğer tedbirler gibi farklı yöntemlerle güvence altına alınabilir. Hangi sistemin Sözleşme’nin gereklerini en iyi şekilde yerine getirdiğini belirlemek Mahkeme’nin görevi değildir. Ancak, ilgili üye Devlet tarafından seçilmiş olan sistemin, mevzuatta ve uygulamada, soruşturmanın bağımsızlığını ve tarafsızlığını her koşulda ve davaya taraf kimselerin kamuya mal olmuş kişiler olup olmadığına bakılmaksızın güvence altına alması gerekmektedir.” (§ 208)
260. Aynı şekilde, Brecknell/Birleşik Krallık (no. 32457/04, § 81, 27 Kasım 2007) davasında, Mahkeme, ilk soruşturma işlemlerinin gerekli bağımsızlık niteliğinden yoksun olduğuna (ve bu sebeple Sözleşme’nin 2. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine) karar vermiş olmasına rağmen, “herhangi bir soruşturmanın belirli bir başarı şansı sağlama ihtimalinin açıkça ortada” olmadığı ve “makamlara isnat edilebilecek herhangi bir kusurlu ihmalin, görülebilir bir kötü niyetin ya da irade eksikliğinin” bulunmadığı bir durumda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinin eleştirilebileceği bir dayanak tespit etmemiştir. Brecknell davasında başvuru, dava konusu ölüm olayının ardından yaklaşık otuz yıl sonra yapılmıştır; bununla birlikte, bu durum, Mahkeme’nin başka her açıdan etkin olan bir soruşturmanın ardından iyi niyetle verilmiş bir savcılık kararına müdahale edilmesi konusundaki isteksizliğini açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
261. Bunların ışığında, Mahkeme zaman zaman, ceza adalet sistemindeki veya savcılık sistemindeki “kurumsal eksikliklerin” Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlaline neden olabileceğini kabul etmiştir. Mahkeme Kolevi (yukarıda anılan, § 209) davasında, savcılık sistemindeki bu tür eksikliklerin Cumhuriyet Başsavcısı tarafından işlenmiş olma ihtimali bulunan suçların bağımsız bir şekilde soruşturulmasına yönelik yeterli güvencelerin bulunmaması sonucunu doğurduğuna kanaat getirmiştir. Mahkeme bilhassa, savcılık sisteminin merkezileştirilmiş yapısının “[Cumhuriyet Başsavcısının] suçlara karışmış olduğuna işaret eden olaylar hakkında bağımsız bir soruşturma yürütülmesini neredeyse imkânsız hale getirmiş olduğunu” kaydetmiştir. Somut davada etkin bir soruşturma yürütülmesini önleyen böyle bir engelin söz konusu olmamasına karşın, başvuran, anlamlı bir kovuşturma yürütülmesinin önüne geçen diğer engellerin mevcut olduğunu iddia etmiştir. Şayet bu tür engeller mevcut olsaydı, hayati tehlikeye yol açan suçların cezasız kalmasına imkân sağlayabilir ve böylece, Devletin yasadışı eylemler konusunda hoşgörü gösterdiği veya muvazaa içerisinde olduğu gibi görünmesine yol açabilirdi. Sonuç olarak, Mahkeme’nin Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlaline yol açan herhangi bir “kurumsal eksiklik” olup olmadığını tespit etmek amacıyla, başvuranın her bir iddiasını sırayla değerlendirmesi gerekecektir.
(α) CPS
262. İngiltere ve Galler’de, kovuşturma yapılıp yapılmamasına ilişkin kararı CPS’den bir savcı vermektedir. Hükümet, CPS’nin Sözleşme’nin 2. maddesinin amaçları gereği bağımsız bir teşkilat olduğunu iddia etmiş, ve başvuran bu iddiaya itiraz etmemiştir. Mevcut dava gibi önemli davalarda, kararlar, ilk olarak konuyla ilgili bağımsız yasal danışmanlık almış olan kıdemli bir savcı tarafından verilmektedir. Mahkeme hiçbir zaman, kovuşturmaya ilişkin kararın bir mahkeme tarafından verilmesi gerektiği şeklinde bir ifade kullanmamıştır (bk. örneğin, Mahkeme’nin kovuşturmaya ilişkin kararın bir kamu görevlisi tarafından verilmiş olmasına itiraz etmediği ve yukarıda anılan Hugh Jordan (§§ 122-124) kararı). Nitekim en az yirmi beş Sözleşmeci Devlette, kovuşturma yapılmasına ilişkin karar bir Cumhuriyet savcısı tarafından verilmektedir (bk. yukarıda § 175). Netice olarak, bu tür bir kararın bir kamu görevlisi tarafından verilmiş olması, bağımsızlık ve tarafsızlık konusunda yeteli güvencelerin sağlanmış olması koşuluyla, kendi başına bir sorun teşkil etmemektedir.
263. Ayrıca, Mahkeme, yukarıda anılan Maksimov kararının, savcıların karar vermeden önce tanıkların sözlü ifadelerini almaları gerektiği şeklindeki önerme için bir otorite olarak yorumlanamayacağı düşüncesindedir. Yukarıda anılan Maksimov davasında kovuşturma kararı, önemli tanıkların sözlü ifadelerini alan herhangi bir bağımsız soruşturma makamı olmaksızın verilmiştir. Mevcut davadaki durum ise bundan oldukça farklıdır, zira bağımsız bir soruşturma makamı olan IPCC detaylı bir soruşturma yürütüp ilgili tanıkların hepsinin ifadelerini almış ve CPS de kovuşturma ile ilgili kararları verirken IPCC’nin tespitlerine erişim sağlamıştır (bk. yukarıda § 80). Dahası, ölüm soruşturmasında adli tıp uzmanı nezdinde tanıkların sorgulanma ve çapraz sorguya tabi tutulma işlemleri gerçekleştirilmiş ve adli tıp uzmanı, herhangi bir ferdi polis memuruyla ilgili olarak yasadışı öldürme suçunun işlendiğine karar verebilecek bir jüriye bırakılabilecek nitelikte hiçbir delilin mevcut olmadığı kanaatine varmıştır (bk. yukarıda §§ 103-127). Ölüm soruşturmasının ardından, CPS ilk kararını yeniden gözden geçirmiş ancak, herhangi bir birey hakkında kovuşturma yürütülmesi için halen yeterli delilin mevcut olmadığına karar vermiştir (bk. yukarıda § 133). Böyle bir durumda, Mahkeme’nin içtihatlarında, kovuşturma yürütülmesine ya da kovuşturma yürütülmesine yer olmadığına karar verilmesi öncesinde bağımsız bir savcının ayrıca sözlü tanık ifadelerini de alması gerektiğini öne sürecek bir unsur yer almamaktadır.
264. Sonuç olarak, Mahkeme, başvuranın CPS’nin rolü ve teşkilat yapısına ilişkin şikâyetlerinin, makamların de Menezes’in ölümünden sorumlu kişilerin hesap verme sorumluluklarını yerine getirmelerini yeterli bir şekilde sağlamasına engel olan herhangi bir “kurumsal eksiklik” olduğunu göstermediği kanaatindedir.
(β) Delil eşiği kıstası
265. Hükümetin açıklamış olduğu üzere, İngiltere ve Galler’deki savcılar bir suça ilişkin yargılama işlemlerinin başlatılmasının gerekip gerekmediğine karar verirken iki aşamalı bir kıstas uygulamak zorundadırlar: ilk olarak, her bir sanık hakkındaki her bir suçlamaya ilişkin “mahkûmiyete yönelik gerçekçi bir olasılık” sunacak yeterlilikte delilin mevcut olup olmadığı sorusunu sormalı (delil eşiği kıstası) ve ikinci olarak, kamu yararı için bir kovuşturma yürütülmesinin gerekli olup olmadığına karar vermelidirler (bk. yukarıda § 163). Savcılar mahkûmiyete yönelik gerçekçi bir olasılığın mevcut olup olmadığına karar verirken, aritmetiksel olarak bir “%51 kuralı” uygulama yöntemine başvurmamalı; daha ziyade, bir mahkûmiyet kararı “verilmesinin verilmemesinden daha olası” olup olmadığı sorusunu sormalıdırlar (bk. yukarıda § 164).
266. Devletlerin başarılı bir sonuç elde etme olasılığının zayıf olduğu durumlarda gerçekleştirilen bir yargılamanın maddi ve manevi masraflarının önüne geçilmesi amacıyla bir delil eşiği kıstası uygulamalarına izin verilmesi gerektiği konusunda herhangi bir anlaşmazlık bulunmamaktadır. Mahkeme Gürtekin ve Diğerleri/Kıbrıs (no. 60441/13, 68206/13 ve 68667/13 (k.k.), 11 Mart 2014) kararında, aşağıda yer ver verilen ifadelerle bunu zımni biçimde kabul etmiştir:
“bir kovuşturma, özellikle de yasadışı toplu katliamlara iştirak etmek gibi ciddi bir suçla ilgili kovuşturma, ceza adalet sisteminin ağırlığı altına giren bir sanığı oldukça fazla etkileyecek olması ve söz konusu kişinin, toplum tarafından kınanacak ve itibarının, özel, aile ve meslek yaşamının bunun sonucunda ortaya çıkacak tepkilerden etkilenecek olması sebebiyle asla hafife alınmalıdır. Sözleşme’nin 6 § 2 maddesinde yer verilmiş olan masumiyet karinesi göz önünde bulundurulduğunda, belirli bir kişi hakkındaki şüphelerin kuvvetinin uygulanacak delil standardını konu dışı bırakacak ölçüde olduğu gibi bir düşünce asla kabul edilemez. Söylentiler ve dedikodular, bir kişinin hayatını mahvedebilecek adımların atılması konusunda esas alınabilecek tehlikeli dayanaklardır.” (§ 27)
267. Ayrıca, Mahkeme, aşağıda yer verilen gerekçelerle, Sözleşmeci Devletlerin söz konusu eşiğin belirlenmesinde belirli bir takdir payına sahip olmaları gerektiğini değerlendirmektedir.
268. İlk olarak, ulusal makamların delil eşiği kıstasını belirlerken, mağdurlar da dâhil olmak üzere, olası sanıklar ve genel olarak halk ile bu tür bir değerlendirme yapma konusunda Mahkeme’den daha iyi bir konumda olduğu aşikâr olan makamların çatışan çıkarları arasında bir denge tesis etmeleri gerekmektedir. Bu bağlamda, İngiltere ve Galler’de savcılar tarafından uygulanan eşiğin keyfi biçimde belirlenen bir eşik olmadığı açıktır. Aksine, bu eşik konusu sık sık değerlendirmelere, kamu istişarelerine ve siyasi incelemelere tabi tutulmaktadır. Bilhassa, 2003, 2010 ve 2012 yıllarında Tüzükle ilgili ayrıntılı olarak yeniden incelemeler gerçekleştirilmiştir. Bu aynı zamanda, tüm toplumu kapsayan bir biçimde, yani, tüm suçlar bakımından ve bu suçlar her kim tarafından işlenmiş olursa olsun uygulanan bir eşiktir.
269. İkinci olarak, Sözleşmeci Devletler arasında, kendi hukuk sistemlerinde başvurdukları delil eşiği kıstasına ilişkin yeknesak bir yaklaşım bulunmamaktadır. Delil eşiği kıstasına ilişkin olarak, Sözleşmeci Devletlerin en az yirmi dört tanesinde yazılı bir metin mevcuttur (bk. yukarıda § 176). İlke olarak, bu Devletlerin yirmi tanesinde eşik kıstası şüpheli aleyhindeki delillerin yeterliliği konusu üzerine odaklanmaktadır; ancak, uygulamada, bu Devletlerde kovuşturmaya ilişkin karar alıcıların aynı zamanda bir mahkûmiyet kararı verilmesi olasılığını da göz önünde bulundurmadıklarını kesin olarak söylemek mümkün değildir. Kıstasın açık bir şekilde mahkûmiyet olasılığına odaklanmakta olduğu kalan dört ülkede, bu kıstaslar birbirinden farklılık göstermektedir. Avusturya’da uygulanan kıstas, “mahkûmiyet olasılığı”; İzlanda’da uygulanan kıstas, “delillerin mahkûmiyet kararı verilmesi için yeterli olup olmadığı ya da mahkûmiyetin mümkün olup olmadığı”; “Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti’nde” uygulanan kıstas, “savcının bir mahkûmiyet kararı verilmesi beklentisine sahip olmasını sağlayan yeterli delilin söz konusu olup olmadığı”; ve Portekiz’de uygulanan kıstas ise, “yargılama esnasında bir ceza verilmesine yönelik makul bir olasılığın bulunması” şeklindedir (bk. yukarıda § 178).
270. Her halükarda, delil eşiği kıstasının bir bütün olarak ceza adalet sistemi bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir. İngiltere ve Galler’de benimsenen eşik belirli başka ülkelerde uygulananlardan daha yüksek olabilmekle beraber, bu durum, orada faaliyet gösteren jüri sisteminin bir sonucudur. Bir kovuşturma açıldıktan sonra, yargıcın, deliller “müphem nitelikte” olsa dahi, uygun bir şekilde yönlendirilmiş bir jürinin dayanak alarak mahkûmiyet kararı verebileceği “birtakım delillerin” mevcut olması halinde davayı jüriye bırakması gerekmektedir (bu, Galbraith kıstası olarak adlandırılmaktadır – bk. yukarıda § 166). Zayıf ve mesnetsiz davalar davaya bakan yargıç tarafından tespit edilip ayrılamayacağı için, kovuşturmanın açılmasına yönelik delil eşiği kıstasının daha sert nitelikli bir kıstas olması gerekebilir. Bu bakımdan, Anglo-Sakson hukuk sistemine sahip diğer ülkelerin İngiltere ve Galler’deki savcılar tarafından uygulanana benzer bir eşiği benimsemiş olmaları oldukça anlamlıdır (bk. yukarıda §§ 182-185).
271. Bu koşullar altında, İngiltere ve Galler’deki delil eşiği kıstasının, Devletlere tanınmış olan takdir yetkisinin sınırlarını aşacak ölçüde yüksek olduğu söylenemez. Kuzey İrlanda ile ilgili bir dava olan Brecknell davasında, Mahkeme, Sözleşme’nin 2. maddesinin, Devletlerin kovuşturmanın belirli bir başarı şansı sağlama ihtimalinin açıkça ortada olmadığı davalarla ilgili kovuşturma yürütmelerini zorunlu kılmadığını ifade etmiştir (bk. yukarıda § 260). Bu, İngiltere ve Galler’de uygulanan “mahkûmiyete yönelik gerçekçi bir olasılık” bulunup bulunmadığı şeklindeki kıstas ile oldukça benzerlik göstermektedir ve Mahkeme’ye göre, bu kıstasın daha sonra yerel mahkemeler ve makamlarca bir mahkûmiyet kararı “verilmesinin verilmemesinden daha olası” olması gerektiği anlamına gelecek şeklinde yorumlanmış olması, söz konusu kıstası Devletlere tanınan takdir yetkisinin sınırları dışına çıkarmak için yeterli değildir. Her halükarda, İngiltere ve Galler’de benimsenmiş olan kıstasın, mahkûmiyet olasılığına odaklanan bir eşiğin de uygulanmakta olduğu dört Üye Devletteki başvurulan kıstaslardan daha yüksek olduğunu kesin bir şekilde söylemek mümkün değildir (bk. yukarıda § 178).
272. Başvuran, Devlet görevlileri tarafından ölümcül güç kullanılmasının söz konusu olduğu davalarda eşiğin daha düşük olması gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak, Mahkeme içtihatları arasında, bu önermeyi destekleyecek içerikte herhangi bir ifade yer almamaktadır. Gürtekin davasının Devlet görevlileri tarafından yasadışı öldürme suçu işlenmesi ile ilgili olmamasına rağmen, Mahkeme söz konusu davada, Sözleşme’nin 2. maddesini ilgilendiren bir suçun bilhassa “ciddi” nitelikte (bahse konu davada “toplu katliamlar”) olmasının, şahıslar hakkında delillerin niteliğine bakılmazsızın kovuşturma yürütülmesi için yeterli bir gerekçe teşkil etmediğini açık bir biçimde ifade etmiştir. Aksine, Mahkeme, böylesi ciddi suçlamalara ilişkin olarak yürütülen bir kovuşturmanın sonuçları her sanık için oldukça ağır olacağı için, bu hususlar düşünülmeksizin bir kovuşturmaya başlanmaması gerektiği kanaatine varmıştır (bk. yukarıda § 266).
273. Mahkeme’nin bu kanaati, Devlet görevlileri tarafından ölümcül güç kullanılmasına ilişkin davalar için de geçerlidir. Kamunun, Devlet görevlilerinin haklı kılınamayacak şekilde ölümcül güç kullanılmasından sorumlu tutulduklarını görmemesi halinde, gerek kolluk makamlarına gerekse savcılık makamına olan güveninin zedeleneceği bir gerçektir. Fakat mahkûmiyete yönelik gerçekçi bir olasılığın bulunmadığı durumlarda Devletlerin bir yargılama yürütmelerinin gerekmesi ve bunun sonucunda maddi ve manevi masraflara yol açılması da yine kamu güvenini zedeleyecektir. Bu nedenle, davalı Devletin makamları, kamunun savcılık sistemine olan güveninin en iyi şekilde, bir kovuşturmanın delillerin haklı göstermesi halinde gerçekleştirilmesi, haklı göstermemesi halinde ise gerçekleştirilmemesi suretiyle muhafaza edileceği görüşünü benimseme hakkına sahiptirler (bk. yukarıda § 217).
274. Her durumda, ulusal makamların Devletin sorumluluğunun söz konusu olduğu davalarda uygulanan eşiğin düşürülmesi konusunda kapsamlı bir değerlendirmede bulunmuş ve bahse konu türde davalardaki olası sanıkların üzerine artan bir yük yüklenmesinin hem haksız hem de tutarsız bir muamele olacağına karar vermiş oldukları açıktır. Bununla birlikte, ulusal makamlar, polis tarafından vurulma ve gözaltı sırasında gerçekleşen ölüm olaylarına ilişkin davalarda uygulanan sistem içerisine bir dizi güvence eklenmesini temin etmişlerdir. Bu güvenceler şu şekildedir: ceza davası açılmasına ilişkin bütün kararlar DPP tarafından bizzat incelenmektedir; en dolaysız olanlar dışındaki tüm davalarda verilmiş olan kovuşturmaya yer olmadığına dair bir kararın bağımsız hukuk müşavirleri tarafından incelenmesi gerekmektedir; savcının konuya ilişkin olarak verdiği kararı mağdurun ailesine açıklamak için bir yazı göndermesi gerekmektedir ve savcının kararını açıklaması için ilgili aileyle bir toplantı teklifinde bulunulmalıdır (bk. yukarıda § 220). Birleşik Krallık’ta polis tarafından vurulma olaylarına yönelik pek sık kovuşturma yürütülmediği doğru olmakla birlikte (üçüncü tarafça yukarıda § 228’de ifade edildiği üzere), bu durumun nedeni Devlet görevlileri tarafından ateşli silahların kullanılmasına ilişkin aşırı ölçüde kısıtlayıcı bir politikanın uygulanması ile açıklanabilir (bk. yukarıda § 221). Hükümet tarafından belirtilmiş olduğu üzere, silah kullanılması izni verilen operasyonların yıllık sayılarının on bin ila yirmi bin arasında değişiklik göstermesine karşın, ateşli silahların ateşlenmesi ile sonuçlanan polis operasyonlarının yıllık sayıları 2003/4 ile 2012/13 yılları arasında daima tek rakamlarla ifade edilen sayılar olmuştur (bk. yukarıda § 221).
275. Ayrıca, somut davada, ferdi polis memurları hakkında bir kovuşturma başlatılmasına ilişkin delil eşiği kıstası olarak Galbraith kıstası uygulanmış olsaydı (yani, müphem nitelikte de olsa bazı delillerin söz mevcut olması gerekseydi), söz konusu memurlar hakkında bir kovuşturma yürütülebilecek olduğunu kesin bir şekilde söylemek ya da böyle bir olasılığın söz konusu olduğunu ifade etmek hiçbir surette mümkün değildir. Nitekim, yasadışı öldürme suçuna ilişkin kararın jüriye bırakılıp bırakılmamasına karar verirken bağımsız bir yargı görevlisi olan adli tıp uzmanı tarafından aynı kıstasın uygulandığı ve bahse konu yargıcın yetmiş bir tanığı dinledikten sonra ilgili polis memurlarının hiçbiri hakkında bu kıstasın şartlarının karşılanmadığı kanaatine vardığı göz önünde bulundurulduğunda, mevcut davaya konu olaylarda tam aksi bir durum söz konusudur (bk. yukarıda §§ 103-127). Bununla beraber, delil eşiği kıstası olarak Galbraith kıstasının uygulanması halinde bireysel kovuşturmaların yürütülmesi mümkün olsaydı dahi, bundan İngiltere ve Galler’de uygulanan eşiğin Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlaline sebep olacak ölçüde yüksek olduğu sonucu çıkarılamazdı.
276. Yukarıda belirtilenlerin ışığında, Mahkeme, İngiltere ve Galler’de uygulanan delil eşiği kıstasının savcılık sisteminde de Menezes’in ölümünden sorumlu kişilerin hesap vermelerini olanaksızlaştıran “kurumsal bir eksiklik” ya da kusur teşkil ettiği kanaatinde değildir.
(γ) Kovuşturmaya ilişkin kararların incelenmesi
277. Hâlihazırda ifade edilmiş olduğu üzere, kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar İngiltere ve Galler’de adli incelemeye tabi tutulmaya elverişlidir; ancak, adli inceleme gerçekleştirme yetkisi tedbirli bir şekilde kullanılacaktır. Mahkemeler yalnızca, kovuşturmaya ilişkin kararda hukuki bir hata bulunması halinde herhangi bir müdahalede bulunabilirler (bk. yukarıda § 165).
278. Bununla birlikte, Mahkeme, başvuranın gerçekleştirilen incelemenin kapsamının oldukça dar olduğu yönündeki iddiası ile ilgili olarak ikna olmuş değildir. Mahkeme yukarıda anılan Gürtekin kararının 28. paragrafında, adli incelemeler her ne kadar hesap verebilirlik ve şeffaflık bakımından hiç şüphesiz rahatlatıcı bir güvence teşkil etse de, Sözleşme’nin 2. maddesinde yer verilen usuli yükümlülüğün soruşturmaya ilişkin kararların mutlaka bir adli incelemeye tabi tutulmalarını şart koşmadığını kaydetmiştir. Mahkeme bunun yanı sıra, Sözleşmeci Devletlerde yaklaşımları ve politikaları bakımından birbirinden farklılık arz edebilecek cezai soruşturma ve adalet sistemlerinin işleyişlerini ve bu sistemlerde uygulanan usulleri ayrıntılı bir şekilde denetlemek gibi bir rolünün bulunmadığını ifade etmiştir. Aynı şekilde, Mahkeme yukarıda anılan Mustafa Tunç ve Fecire Tunç kararının 233. paragrafında, bağımsızlığa ilişkin yeterli yasal güvenceye sahip bir mahkemenin veya bir yargıcın müdahalesinin, soruşturmanın bağımsızlığının tümüyle güvence altına alınmasına olanak sağlayan yardımcı bir unsur olmasına karşın, kendi içinde mutlak bir gereklilik olmadığını kaydetmiştir.
279. Mahkeme’nin elinde mevcut olan bilgilere göre, Sözleşmeci Devletlerin en az yirmi beş tanesinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar bir çeşit adli incelemeye veya bir mahkeme önünde temyiz incelemesine tabi tutulmaya elverişlidir ve bu ülkelerdeki adli inceleme standartları kayda değer ölçüde çeşitlilik göstermektedir. Bu ülkelerin yedi tanesinde, söz konusu karara karşı ilk önce savcılık sistemindeki bir hiyerarşik üst nezdinde itiraz edilmesi gerekmektedir. Bahse konu ülkelerden on iki tanesinde, savcının kararına yalnızca bu tür bir hiyerarşik üst önünde itiraz edilebilmektedir (bk. yukarıda § 181). Netice olarak, adli inceleme yolunun mevcut olup olmamasına ya da, böyle bir denetim mevcutsa bunun kapsamına ilişkin olarak Üye Devletler arasında yeknesak bir yaklaşımın söz konusu olduğu söylenemez.
280. Söz konusu zamanda, İngiltere ve Galler’de, kovuşturmaya ilişkin kararların adli incelemesini bağımsız bir mahkemeye yaptırma hakkı bulunmaktaydı. Mahkeme, somut davada kovuşturmaya ilişkin kararın, önce bağımsız yasal danışmanlık almış olan bağımsız bir kıdemli savcı tarafından verilmiş olduğu ve bu kararın gerekçelerinin tamamının müteveffanın ailesine açıklanmış olduğu göz önünde bulundurulduğunda, içtihatlarında başvuranın Sözleşme’nin 2. maddesinin İdare Mahkemesinin daha yüksek yetkilerinin olmasını gerektirdiği şeklindeki iddiasını destekleyecek herhangi bir unsur olmadığına kanaat getirmiştir. Her halükarda, Mahkeme, İdare Mahkemesinin somut davada kendisinin içtihatlarını, özellikle de Öneryıldız kararında dile getirilmiş olan “dikkatli inceleme” koşulunu göz önünde bulundurmuş olduğunu değerlendirmektedir. Dahası, yalnızca, savcının kararının mantık dışı olmadığına kanaat getirmekle kalmamış; belirmesinin gerekli olmamasına karşın, savcının vardığı kararlara katıldığını açık bir şekilde dile getirmiştir (bk. yukarıda § 98).
281. Yukarıda belirtilenler ışığında, Mahkeme, İngiltere ve Galler’de kovuşturmaya ilişkin kararların adli incelemenin kapsamının, yerel makamların de Menezes’in ölümünden sorumlu kişilerin hesap vermelerini sağlama kabiliyetlerini etkileyen “kurumsal bir eksiklik” olarak nitelendirilebileceği görüşünde değildir.
(δ) Kısmi kanaat
282. Dolayısıyla, ceza yargılamaları bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda, başvuran, ceza adalet sisteminde ya da savcılık sisteminde somut davaya konu olaylar bakımından Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlaline yol açan veya böyle bir ihlale yol açabilecek kabiliyette herhangi bir “kurumsal eksikliğin” mevcut olduğunu gösterememiştir.
(iii) Başvuranın 2. madde kapsamında ileri sürdüğü şikâyetine ilişkin varılan genel kanaat
283. Mevcut davaya konu olaylar hiç şüphesiz trajiktir ve de Menezes’in ailesinin herhangi bir bireysel soruşturma yapılmamış olması sebebiyle hayal kırıklığı yaşaması anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, “yetkililerin ölüm olayına ilişkin sorumluluklarına dair ... herhangi bir sorunun cevabının muallakta kaldığı” (karşılaştırınız, örneğin, kamu görevlilerinin başvuranın akrabalarının ölümünde herhangi bir sorumluluklarının olduğunun kabul edilmediği ve yukarıda anılan Öneryıldız, § 116) söylenemez. De Menezes’in 21 Temmuz 2005 tarihindeki başarısız saldırı teşebbüsü olayına karışmamış olduğu teyit edilir edilmez, MPS söz konusu kişinin SFO tarafından yanlışlıkla öldürülmüş olduğunu alenen kabul etmiştir. MPS’nin bir temsilcisi, bahse konu kişinin ailesinden bizzat özür dilemek ve mali ihtiyaçlarını karşılamak için lütuf kabilinden (ex gratia) bir ödeme yapmak amacıyla uçakla Brezilya’ya gitmiştir. Dahası, de Menezes’in ailesine, konuyla ilgili olarak bağımsız yasal danışmanlık almaları tavsiye edilmiş ve ortaya çıkabilecek her türlü adli masrafın MPS tarafından karşılanacağı güvencesi verilmiştir. Öldürme olayına karışmış polis memurlarının ferdi sorumlulukları ve OCPM’nin kurumsal sorumluluk payı daha sonra IPCC, CPS, ceza mahkemesi ve adli tıp uzmanı ile jüri tarafından ölüm soruşturması sırasında derinlemesine ele alınmıştır. Daha sonra, de Menezes’in ailesi tazminat talebiyle bir hukuk davası açtığında, MPS, davanın açıklanmayan bir meblağın tazminat olarak ödenmesi suretiyle çözüme kavuşturulmasını kabul etmiştir.
284. Hükümet tarafından işaret edildiği üzere, yaşam kayıpları bazen, genel sistemdeki başarısızlıklardan ziyade, cezai sorumluluk ya da disiplin sorumluluğu gerektiren bireysel hatalar neticesinde gerçekleşmektedir. Nitekim, Mahkeme McCann ve Diğerleri kararında, karmaşık polis operasyonlarındaki başarısızlıklarda kurumsal veya ferdi sorumluluğun ya da her ikisinin birden söz konusu olabileceğini üstü örtülü bir şekilde kabul etmiştir. Somut davada, gerek polisin kurumsal sorumluluğu gerekse ilgili tüm memurların ferdi sorumlulukları IPCC, CPS, ceza mahkemesi, adli tıp uzmanı ve ölüm soruşturması jürisi tarafından derinlemesine bir biçimde değerlendirilmiştir. OCPM’nin polis memurlarının işvereni sıfatıyla kovuşturulmasına ilişkin karar, ne hukuken ne de uygulamada, ferdi polis memurlarının da kovuşturmanın dışında bırakılması şeklinde bir sonuç doğurmamıştır. Ayrıca, herhangi bir ferdi polis memuru hakkında kovuşturma yürütülmemesi kararının sebebi soruşturmadaki herhangi bir başarısızlık ya da Devletin yasadışı eylemler konusunda hoşgörü göstermesi veya muvazaa içerisinde olması değildir; bunun sebebi daha ziyade, bir savcının derinlemesine bir soruşturma yürütülmesinin ardından, davaya konu bütün olayları değerlendirmiş ve hiçbir bir polis memuru aleyhinde ceza gerektiren herhangi bir suç bakımından delil eşiği kıstasının şartlarını karşılayacak yeterlilikte delil bulunmadığı kanaatine varmış olmasıdır. Bununla birlikte, kurumsal ve operasyonel başarısızlıklar tespit edilmiş ve de Menezes’in ölümüne sebep olan hataların yinelenmemesinin sağlanması amacıyla ayrıntılı tavsiyeler hazırlanmıştır. CPS hazırlamış olduğu İnceleme Notu’nda, THESEUS 2 Operasyonu’nun idaresinin Komutan McDowall’dan Komutan Dick’e geçtiği andan itibaren kötü yönetildiğini; planlamadaki bir eksikliğin de Menezes’in ölümüne yol açtığını ve kurumsal ve operasyonel başarısızlıkların “ciddi ve önlenebilir nitelikte olup, masum bir insanın ölümüne neden olduğunu” açık bir şekilde dile getirmiştir.
285. Bu kurumsal eksiklikler OCPM’nin 1974 tarihli Yasa kapsamında belirtilen suçlardan mahkûm edilmesiyle sonuçlanmış olup, başvuran bunun Sözleşme’nin 2. maddesinin usuli koşullarını sağlayacak yeterlilikte ağır bir suç olmadığını değerlendirmiştir. Ancak, bu, işlenen suç ile uygulanan yaptırım arasında “açıkça bir orantısızlığın” söz konusu olduğu bir durum değildir (bk. örneğin, yukarıda anılan Kasap ve Diğerleri, § 59; yukarıda anılan A. / Hırvatistan, § 66; ve yukarıda anılan Ali ve Ayşe Duran, § 66). Mahkeme’nin bu tür “açıkça bir orantısızlığın” söz konusu olduğuna kanaat getirmiş olduğu davalar, ilgili şahısların ağır suçlar işlediklerinin sabit bulunduğu fakat haklarında aşırı ölçüde hafif cezalara hükmedilmiş olan davalardır. Somut davada, bağımsız bir savcı, muallâkta kalmış olan delillerin tümünü değerlendirmeye almış ve 1974 tarihli Yasa kapsamındaki suçlardan yalnızca OCPM’nin kovuşturulması için yeterli delilin mevcut olduğuna karar vermiştir. Dahası, OCPM’nin suçunun sabit görüldüğü dikkate alındığında, Mahkeme önünde, verilen “cezanın” (175.000 İngiliz Sterlini tutarında bir para cezası ve 385.000 İngiliz Sterlini tutarındaki masraflar) bu nitelikteki suçlar için aşırı ölçüde hafif bir ceza olduğunu gösterecek herhangi bir delil mevcut değildir.
286. Sonuç olarak, yargılamalar bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda, ulusal makamların de Menezes’in vurulması olayına ilişkin etkin ve olayların gerçekleştiği koşulların belirlenmesini, kullanılan gücün söz konusu koşullar altında haklı gerekçelerinin bulunup bulunmadığının tespit edilmesini ve sorumluların tespit edilerek gerekirse cezalandırılmalarını sağlayacak nitelikte bir soruşturma yürütülmesine yönelik Sözleşme’nin 2. maddesinde yer verilen usule ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmedikleri söylenemez.
287. Bu sonuç ışığında, Mahkeme’nin Devletin Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamındaki usuli yükümlülüklerini yerine getirmesinde özel kovuşturmaların ya da disiplin yargılamalarının rolünü dikkate alması gerekmemektedir.
288. Dolayısıyla, Mahkeme, somut davada, Sözleşme’nin 2. maddesinin usul bakımından ihlal edilmemiş oluğuna karar vermiştir.
II. SÖZLEŞME’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
289. Başvuran, kuzeninin ölüm olayına ilişkin olarak hiçbir kimse hakkında kovuşturma yürütülmesine yer olmadığına dair verilen kararın ayrıca Sözleşme’nin 3. maddesini de usul bakımından ihlal etmiş olduğundan şikâyet etmiştir.
290. Mahkeme, de Menezes’in Sözleşme’nin 3. maddesinin anlamı dâhilinde kötü muameleye maruz bırakıldığını gösterecek hiçbir delil bulunmamasından ötürü, bu şikâyetin Sözleşme’nin 35 § 3 (a) maddesi bakımından açıkça dayanaktan yoksun olduğunu değerlendirmektedir.
III. SÖZLEŞME’NİN 2 VE/VEYA 3. MADDELERİ İLE BİRLİKTE DEĞERLENDİRİLDİĞİNDE 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
291. Başvuran ayrıca, de Menezes’in ölüm olayına ilişkin yürütülen soruşturmanın hiçbir kimse hakkında dava açılmasını sağlayamamış olması nedeniyle, Sözleşme’nin 2 ve 3. maddeleri kapsamında ileri sürdüğü şikâyetlerle ilgili olarak başvurabileceği etkili bir hukuk yolunun bulunmadığından şikâyetçi olmuştur.
292. Mahkeme, başvuranın şikâyetinin özünde kuzeninin ölümüne ilişkin olarak hiç kimse hakkında herhangi bir kovuşturma yürütülmemiş olmasının yer alması sebebiyle, söz konusu şikâyetin Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönü kapsamında değerlendirilmesinin daha uygun olduğu kanaatindedir.
293. Bu sebeple, Mahkeme ayrıca, bu şikâyetin Sözleşme’nin 35 § 3 (a) maddesinin anlamı dâhilinde açıkça dayanaktan yoksun olduğunu değerlendirmektedir.
BU GEREKÇELERLE, MAHKEME,
1. Oy birliğiyle, Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında dile getirilen şikâyetin kabul edilebilir olduğuna;

2. Oy çokluğuyla, başvurunun geri kalan kısmının kabul edilemez olduğuna;

3. Dörde karşı on üç oyla, Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlal edilmediğine karar vermiştir.
İşbu karar, İngilizce ve Fransızca dillerinde tanzim edilmiş olup, 30 Mart 2016 tarihinde, Strazburg’da bulunan İnsan Hakları Binası’nda gerçekleştirilen kamuya açık bir duruşmada tefhim edilmiştir.
Lawrence Early Guido Raimondi
Hukuk Danışmanı Başkan
Sözleşme’nin 45 § 2 maddesi ve AİHM İçtüzüğü’nün 74 § 2 maddesi uyarınca, aşağıdaki ayrık görüşler işbu kararın ekinde sunulmuştur:
(a) Yargıçlar Karakaş, Wojtyczek ve Dedov’un muhalif görüşü;
(b) Yargıç López Guerra’nın muhalif görüşü.
G.R.A.
T.L.E.


YARGIÇLAR KARAKAŞ, WOJTYCZEK VE DEDOV’UN MÜŞTEREK MUHALİF GÖRÜŞÜ
1. Yargıçların çoğunluğunun görüşüne katılmadığımızı bildirmek istiyoruz; zira bizler, somut davada Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlalinin söz konusu olduğu görüşündeyiz.
2. Mevcut davada, başvuran, Sözleşme’nin 2. maddesinin esas bakımından ihlal edildiğine ilişkin herhangi bir şikâyette bulunmamıştır. Bu anlamda, dava, mağdurun ailesine tazminat ödenmesiyle birlikte taraflar arasında çözüme kavuşturulmuştur. Ancak, bizler, şayet davada Sözleşme’nin 2. maddesinin esas bakımından ihlal edildiğine ilişkin bir şikâyet ileri sürülmüş olsaydı, Mahkeme’nin bu hükmün ihlal edildiğine karar vermek durumunda kalacağı kanaatindeyiz. Somut davada esas ile usule ilişkin meseleler birbiriyle o kadar iç içe geçmiş durumdadır ki, davanın esas yönü dikkate alınmadan, davalı Devletin Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönüne ilişkin yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini değerlendirmek mümkün değildir.
3. Davalı Devletin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği değerlendirilirken, polis tarafından güç kullanılmasına ilişkin uluslararası standartların göz önünde bulundurulması önem arz etmektedir. “Kolluk görevlileri yalnızca, kesin zorunluluk halinde ve görevlerinin yerine getirilmesi için gereken ölçüde kuvvete başvurabilirler” (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 17 Aralık 1979 tarih ve 34/169 sayılı “Yasaların Uygulanmasından Sorumlu Olanlar İçin Davranış Kuralları” başlıklı Kararı’nın 3. maddesi). “Genel olarak, suç işlediği şüphesi bulunulan kişinin silahlı direniş gösterdiği veya diğer bir şekilde başkalarının hayatlarını tehlikeye attığı haller dışında ve daha hafif tedbirler bu kişinin kontrol altına alınması ya da yakalanmasında yetersiz kalmadığı sürece, ateşli silah kullanılmamalıdır” (Davranış Kuralları’nın 3. maddesine ilişkin resmi Açıklama). “Kolluk görevlileri; ölüm veya ağır yaralanmaya sebebiyet verecek yakın bir tehlikeye karşı kendilerini veya başkalarını savunma, yaşamı ciddi şekilde tehdit eden özellikle ağır nitelikli bir suçun işlenmesini önleme, bu tür bir tehlike yaratan ve emirlere karşı gelen bir kimseyi yakalama veya bu tür bir kimsenin kaçmasını önleme amaçları dışında ve söz konusu amaçları gerçekleştirmede daha hafif yöntemler yetersiz kalmadığı sürece, başkalarına karşı ateşli silah kullanamaz. Her halükarda, ateşli silahlara, ancak yaşamı koruma açısından büsbütün kaçınılmaz olduğu hallerde başvurulabilir” (27 Ağustos – 7 Eylül 1990 tarihleri arasında Küba’nın başkenti Havana’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi’nde kabul edilen “Kolluk Kuvvetleri Tarafından Güç ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler”in 9. maddesi).
Bu sebeplerle, polis, ateşli silahların kullanılmasını gerektirebilecek bir operasyon yapmayı planlaması halinde, son derece dikkatli hareket etmekle ve bilhassa, operasyon planına temel alınan ilgili tüm bilgileri titizlikle kontrol etmekle görevlidir. Ayrıca, polis, bu operasyonları planlarken, mevcut alternatifleri dikkatli bir biçimde değerlendirmek ve insan hayatı ve sağlığı için en az risk barındıran yöntemleri seçmekle yükümlüdür.
4. Sözleşme’nin 2. maddesi, Mahkeme tarafından yorumlandığı şekliyle, Devletlerin, Devlet görevlileri tarafından yasadışı öldürme suçunun işlendiği iddia edilen davalara ilişkin soruşturma yürütmelerini gerekli kılmaktadır. Mahkeme’nin yerleşik içtihadına göre, bir soruşturma, olayların gerçekleştiği koşulların belirlenmesine, sorumluların tespitine ve gerekli olduğu takdirde cezalandırılmasına olanak tanır nitelikte olması gerekmektedir. Maddi ceza hukuku, belirli suçların tanımını yaparak, kişinin ölümüne ilişkin bir soruşturmanın tam amacını ifade etmekte ve bilhassa, soruşturulması gereken belirli meseleleri belirtmektedir. Bu nedenle, soruşturmanın niteliği her şeyden önce maddi hukukun niteliğine bağlıdır. Bir soruşturma, ancak maddi ceza hukukunda yeterli hükümlerin yer alması halinde sorumluların tespit edilmelerini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecektir. Maddi hukukta yer alan kusurlu hükümler, bir soruşturmanın Sözleşme’nin 2. maddesi bakımından etkisiz bir soruşturma olarak değerlendirilmesine yol açabilir. Özellikle, polis tarafından güç kullanılmasına ilişkin ulusal ceza hukuku hükümlerinin Sözleşme standartları ile bağdaşmaması halinde, makamların polis tarafından ölümcül güç kullanılmasının Sözleşme’nin 2. maddesi uyarınca mutlak surette gerekli olup olmadığı konusunu soruşturmaları mümkün olmayacaktır. Soruşturma, sonrasında, daha az öneme sahip diğer konuları Sözleşme’ye uygunluk açısından incelemeye odaklanabilir.
5. Somut davada yürütülen soruşturma, de Menezes’i öldüren polis teşkilatı üyelerinin, de Menezes’in metro istasyonunda bir bomba patlatmak üzere olduğuna ve dolayısıyla, yolcuları tehlikeye atan yakın bir terör saldırısını püskürtmelerinin gerektiğine samimi bir biçimde inanmış oldukları yönünde bir kanaat ortaya koymuştur. Bu nedenle, de Menezes’in polis mensupları tarafından öldürülmesi, meşru müdafaa varsayımıyla gerçekleştirilen bir eylem olarak nitelendirilebilir. Meşru müdafaa varsayımıyla kullanılan güç asla mutlak surette gerekli değildir.
Sözleşme’nin 2. maddesi, maddi ceza hukukunun polis tarafından aşırı güç kullanılmasına karşı koruma sağlaması gerektiğini öngörmektedir. Bunun suç olarak kabul edilmesi koşulu, mutlak surette gerekli olmadığı halde güç kullanılmasına başvurulan her durumda bir cezai sorumluluğun söz konusu olması gerektiği anlamına gelmemektedir. Kişi, ancak kişisel suçu tespit edildiğinde bir cezai sorumluluk taşıyacaktır. Maddi hatanın belirli koşullar altında haklı gerekçelerinin mevcut olması ve sorumlu kişinin bundan ötürü suçlanamayacak olması halinde, meşru müdafaa varsayımıyla gerçekleştirilen eylemlerin suç sayılması adil olmayacaktır. Aynı zamanda, bizim görüşümüze göre, Sözleşme’nin 2. maddesi, Devletin maddi hatanın ilgili koşullar altında haklı gerekçelerinin söz konusu olmadığı ve failin bu nedenle kanunlar çerçevesinde suçlanabileceği durumlarda, meşru müdafaa varsayımıyla gerçekleştirilen eylemleri suç olarak nitelendirmesini gerekli kılmaktadır. Şayet haklı gerekçeleri bulunmayan bir hataya dayandırılmış olan ve meşru müdafaa varsayımıyla gerçekleştirilen öldürme eylemleri iç hukuk uyarınca uygun biçimde suç olarak nitelendirilmez ve cezalandırılmaz ise, polisin ölümcül etkileri olan aşırı güç kullanımına başvurabilmesi yönünde ciddi bir tehlike söz konusu demektir.
Mahkeme, meşru müdafaa varsayımıyla gerçekleştirilen eylemlerin söz konusu olduğu davaların değerlendirilmesinde uygulanmak üzere aşağıdaki standardı belirlemiştir:
“Sözleşme’nin 2. maddesinin 2. fıkrası ile ortaya konan amaçlardan birini gözeten Devlet görevlileri tarafından güç kullanılması, birtakım iyi nedenlerle, o zaman için geçerli olduğuna inanılmış olan, fakat daha sonra yanılmış olunduğu ortaya çıkan samimi bir düşünceye dayandırılmış olması halinde, bu madde hükmü kapsamında savunulabilir (bk. McCann ve Diğerleri / Birleşik Krallık, 27 Eylül 1995, § 200, Seri A no. 324, vurgu eklenmiştir; ayrıca bk. Andronicou ve Constantinou / Kıbrıs, 9 Ekim 1997, § 192, Kararlar ve Hükümler Derlemesi 1997-VI; Brady / Birleşik Krallık (k.k.), no. 55151/00, 3 Nisan 2001; Bubbins / Birleşik Krallık, no. 50196/99, §§ 138 ve 139, AİHM 2005-II; ve Giuliani ve Gaggio / İtalya [BD], no. 23458/02, §§ 178-179, AİHM 2011; ayrıca bk. Yargıç Pinto de Albuquerque’nin Trévalec / Belçika (no. 30812/07, 14 Haziran 2011) kararına eklemiş olduğu mutabık görüşü).”
Bu yaklaşıma göre, varsayımsal meşru müdafaaya ilişkin ulusal ceza hukuku, cezai sorumluluktan muafiyet için munzam iki koşulun yerine getirilmesini öngörmesi halinde Sözleşme’nin 2. maddesi ile uyumlu olacaktır. Bunlar şu şekildedir: öznel bir koşul (daha sonra yanılmış olunduğu ortaya çıkan samimi bir düşünce ya da başka bir deyişle, fiili durumlara ilişkin gerçek bir hata) ve nesnel bir koşul (düşüncenin o zaman için geçerli olduğuna inanılmış iyi nedenlerin mevcut olması veya başka bir deyişle, hatayı gerekçelendiren nesnel nedenlerin söz konusu olması). Meşru müdafaa varsayımıyla gerçekleştirilen eylemler, bu iki koşulun birlikte yerine getirildiği durumlarda cezai sorumluluğun dışında tutulabilir. Ancak, somut davayla ilgili olarak çoğunluğun öznel unsura vurgu yaparak ve nesnel unsurun önemini azaltarak hâlihazırda var olan içtihatları yeniden yorumladıkları görülmektedir. Bizim görüşümüze göre, böyle bir yaklaşım kabul edilemez. Bu yaklaşım vatandaşların yaşamlarını polis operasyonları bağlamında tehlikeye atmaktadır, zira polis tarafından varsayımsal meşru müdafaa kapsamında ağır ihmal sonucu gerçekleştirilen eylemler cezai sorumluluktan muaf tutulabilir.
Ayrıca, Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamındaki yaşam hakkının etkili bir şekilde korunması, maddi ceza hukukunun, güç kullanımına başvurulan polis operasyonlarının hazırlanmasında ve gerçekleştirilmesinde ağır ihmale karşı koruma sağlamasını da gerektirir.
6. Haklı gerekçeleri bulunan varsayımsal meşru müdafaa konusunda İngiliz yasaları gereğince uygulanan kıstas öznel bir kıstastır: “Memur, kendisini ve/veya başkalarını savunmak için güç kullanılmasının gerekli olduğuna dürüst ve samimi bir şekilde inanmış mıdır?” (bk. kararın 249. paragrafı). Bu nedenle, somut davada yürütülen soruşturma, ilgili polis memurlarının de Menezes’in bir bombayı patlatmak üzere olduğuna dürüst ve samimi bir şekilde inanmış olup olmadıkları sorusuna bir yanıt bulmak durumunda kalmıştır. Ancak, mevcut davada soruşturulup yanıtlanmış olması gereken önemli soru, polis memurlarının bir bombanın patlatılmak üzere olduğu şeklindeki düşüncelerinin söz konusu şartlar altında haklı gerekçelerinin bulunup bulunmadığıydı. Yürütülen soruşturmayla, olaya karışmış olan, operasyonu yönetenler de dâhil, her bir polis memurunun olaydaki hata payının haklı gerekçelerinin olup olmadığının tespit edilmiş olması gerekirdi. Dahası, bu düşüncenin makullüğünün polisin ölümcül güç kullanımına başvurulmasını gerektirebilecek operasyonlara hazırlık yaparken azami özen gösterme görevi bağlamında değerlendirilmiş olması gerekirdi. Söz konusu maddi hukukun içeriği sebebiyle, somut davanın koşulları altında, yürütülen soruşturma bu önemli sorular üzerine odaklanmamıştır. Bu sebeple, davanın koşullarında, bahse konu polis memurları tarafından güç kullanılması hususu yeterince soruşturulmamış ve soruşturma bu tür güç kullanımına başvuran kişilerin cezalandırılmasını sağlayamamıştır. Daha genel olarak, İngiliz yasaları uyarınca, polis memurlarının varsayımsal meşru müdafaa kapsamında ölümcül güç kullanımına başvurdukları davalarda soruşturmalar yetersiz kalacak ve sorumluların cezalandırılmasını her zaman sağlayamayacaktır.
7. Somut davada olaylarla ilgili olarak başka önemli bir unsura daha dikkat çekmek istiyoruz. Dava konusu trajik olaylar, önceden planlanmış bir polis operasyonu kapsamında meydana gelmiştir. Şüphelinin ölümcül güç kullanımına başvurulmaksızın yakalanmasını mümkün kılan gerçekçi bir eylem planı hazırlamak polisin göreviydi. Görünen o ki, polis de Menezes’i evinden ayrılmasının hemen ardından yakalayabilirdi ve yakalamış olmalıydı. Polis memurlarının de Menezes’i metro istasyonuna girene kadar beklemiş oldukları, bunun ise çok sayıda insanın hayatına ilişkin varsayımsal bir tehlikenin söz konusu olmasına yol açmış olduğu bir gerçektir. Başka bir deyişle, varsayımsal bu tehlike, polisin harekete geçmede gecikmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu etken, olaya karışmış bireylerin ferdi cezai sorumluluklarının tespit edilmesinde de birincil öneme sahiptir. Jean Charles de Menezes’in gerçekten bir bomba taşıdığı varsayılsa dahi, polisin harekete geçmede gecikmesinin mutlak surette gerekli olduğu değerlendirilemezdi, zira şüpheli bunun çok daha öncesinde yakalanabilirdi. Bizim görüşümüze göre, olaylara karışan bireylerin cezai sorumluluklarının tespit edilmesi bakımından, davanın bu yönü de yine uygun bir şekilde soruşturulmamıştır.
8. Somut davadaki ceza yargılamalarının polis teşkilatı aleyhine başlatılmış olduğunu görmekteyiz. Tüzel kişiler aleyhine açılan ceza davaları olayların tespit edilmesi açısından faydalı olabilir. Ancak, Sözleşme, ceza kanununun bireylerin cezalandırılmasını sağlamasını ve soruşturmanın bu tür bir cezalandırmanın yapılmasına olanak tanımasını gerektirmektedir. Sözleşme uyarınca, tüzel kişilerin cezai sorumlulukları asla bireylerin cezai sorumluluklarının yerini alamaz. Somut davada, polis teşkilatının bu anlamdaki cezai sorumluluğu Sözleşme kriterlerini karşılamak için yetersiz kalmaktadır. Ayrıca, tüzel kişilik tarafından sebep olunan ağır ihmal her zaman, belirli kişilerin görevlerini kötüye kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Somut davadaki ihmalden sorumlu kişiler hakkında İngiliz yasaları uyarınca kovuşturma yürütülememesini anlamak güçtür.
9. Bizim görüşümüze göre, soruşturmanın bir bütün olarak etkin olup olmadığı değerlendirilirken, soruşturma görevlileri tarafından daha başlangıçta yapılmış olan bazı önemli hataların dikkate alınması gerekmektedir. IPCC, olay yerinin ve soruşturmanın kendisine devredilmesinde yaşanan gecikme ve Charlie 2 ile Charlie 12’nin kendi üslerine dönmelerine, dinlenmelerine, görüşme yapmalarına ve notlarını beraber hazırlamalarına izin verilmiş olması ile ilgili endişelerini dile getirmiştir (bk. kararın 69. paragrafı). Bu hatalar, soruşturmanın sonraki aşamalarına etki etmiş olabilir.
Burada, Mahkeme’nin Makbule Kaymaz / Türkiye davasına ilişkin yapmış olduğu aşağıdaki değerlendirmeleri hatırlatmak gerekir (no. 651/10, § 141, 25 Şubat 2014; aslen Fransızca dilinde tanzim edilmiş metinden tercüme edilmiştir):
“Mahkeme, öncelikle,... olaya karışmış olan polis memurlarının ifadelerinin savcı tarafından 4 Aralık 2004 tarihinde, yani olayların meydana geldiği tarihten on günden çok daha sonra alınmış olduğunu gözlemlemektedir. Dahası, söz konusu polis memurları olaydan sonra birbirlerinden ayrı yerlerde tutulmamışlar ve savcılık soruşturmaya dâhil olmadan önce idari soruşturma çerçevesinde ifade vermeye çağrılmışlardır. Bu bağlamda, Mahkeme, Bektaş ve Özalp (yukarıda anılan, § 65, olaydan yedi gün sonra) ve Ramsahai ve Diğerleri (yukarıda anılan, § 330, olaydan üç gün sonra) kararlarında, bu tür gecikmelerin adli makamlar ile polis arasında muvazaa görünümü yaratmakla kalmadığını aynı zamanda, mağdurların yakınlarını ve genel olarak halkı güvenlik güçlerinin yüzeysel olarak çalıştıklarına, öyle ki adli makamlar önünde fiillerinden sorumlu olmadıklarına inanmaya sevk ettiğini kaydetmiş olduğunu hatırlatmaktadır. Somut davada, söz konusu polis memurlarının kendi aralarında veya Mardin Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı görev yapan arkadaşları ile muvazaa içerisinde olduklarını düşündürmemesine rağmen, sadece benzer bir muvazaa riskini azaltmak amacıyla uygun adımların atılmamış olması, soruşturmanın yeterliliğini etkileyen önemli bir eksiklik teşkil etmektedir (bk. yukarıda anılan Ramsahai ve Diğerleri, § 330).”
10. Mahkeme’nin yerleşik içtihatlarına göre, Sözleşme’nin 2. maddesi uyarınca yürütülen bir soruşturmanın ivedilikle gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu kriter, somut davada yerine getirilmemiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi aşağıda belirtilen ve Birleşik Krallık’ın Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’nin 40. maddesi kapsamında sunmuş olduğu rapora dair 30 Temmuz 2008 tarihli Sonuç Gözlemlerinde şu ifadelere yer vermiştir:
“Komite, Jean Charles de Menezes’in öldürülmesi olayına ilişkin sorumluların ve de Menezes’in Stockwell metro istasyonunda polis tarafından vurulmasına dair koşulların tespit edilmesi amacıyla yürütülen yargılamaların ağır ilerlemesi ile ilgili endişe duymaktadır (6. madde).
Taraf Devlet, adli tıp uzmanının ferdi sorumluluklar, istihbarattaki başarısızlıklar ve polislerin eğitimi konuları da dâhil olmak üzere, Eylül 2008’de başlaması gereken ölüm soruşturmasındaki tespitlerinin gayretli bir şekilde takibinin yapılmasını sağlamalıdır.” (CCPR/C/GBR/CO/6 sayılı belge, 10. paragraf, asıl metinde kalın harflerle yazılmıştır)
Dava konusu olayların ardından böyle bir soruşturma başlatılana kadar uzun yıllar geçmiştir. Çoğunluğun, ivedilik kriterinin somut davada yerine getirilmiş olduğu şeklindeki değerlendirmesine katılmamız mümkün değildir.
11. Başvuran, varsayımsal meşru müdafaanın söz konusu olduğu durumlarda kovuşturma yürütülmesi için uygulanan kıstas ile ilgili şikâyette bulunmuştur. İngiliz yasaları uyarınca, yalnızca mahkûmiyet kararı “verilmesinin verilmemesinden daha olası” olması halinde bir kovuşturma başlatılır (bk. kararın 164 ve 265. paragrafları). Yapmış oldukları gerekçelendirmede çoğunluk, bu hususa ilişkin olarak ilginç bir karşılaştırmalı hukuk raporuna atıf yapmaktadır (bk. kararın 176 ve 269. paragrafları). Bizler, bu bağlamda, karşılaştırmalı hukuk verilerinin analizinin, kovuşturmaya ilişkin olarak İngiliz yasaları uyarınca uygulanan kıstasın Sözleşme’ye taraf diğer Devletlerdekilerden açıkça daha katı olduğu sonucuna götürdüğünü değerlendirmekteyiz. Böylesi katı bir kıstas, başarı olasılığının savcı tarafından doğru bir şekilde değerlendirilmemiş olması halinde, suç işlemiş olan bir kişinin kovuşturulmasının ve mahkûm edilmesinin önüne geçebilir. Her iki kategoriye de girebilen davaların bağımsız bir hukuki değerlendirmeye tabi tutulmaması yönünde ciddi bir risk söz konusudur. Bunun sonucu olarak, polis tarafından aşırı güç kullanılmasını içeren belirli eylemler kovuşturmadan fiili (de facto) olarak muaf tutulabilir. Bizim görüşümüze göre, polis tarafından gerçek veya varsayımsal meşru müdafaa durumunda ölümcül güç kullanılmasının meşruluğuna dair ciddi şüphelerin söz konusu olması halinde, cezai sorumluluğun bulunup bulunmadığına dair nihai karar, yaşam hakkının etkili bir şekilde korunması adına, mahkemelerce verilmelidir.
12. Somut davada gerçekten de fiili koşulların pek çok önemli yönünün netleştirilmesini sağlayan ve polis içerisinde önemli reformlar yapılmasına zemin hazırlayan bir soruşturmanın gerçekleştirildiği konusunda çoğunluğunkiyle aynı görüşü paylaşıyoruz. Ancak, bizim kanaatimize göre, yukarıda bahsedilen farklı etkenlerin bir araya gelmesi, masum bir insanın ölümünün Sözleşme standartlarına uygun ve düzgün biçimde soruşturulmadığı bir duruma yol açmıştır. Yürütülen soruşturma, ferdi cezai sorumluluğun Sözleşme’nin gerektirdiği şekilde tespit edilmesini sağlayamamıştır.
13. Son olarak, çoğunluğun, Sözleşme’nin 2 ve/veya 3. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 13. maddesinin ihlal edildiği iddiasına dair şikâyetin, Sözleşme’nin 35 § 3 (a) maddesinin anlamı dâhilinde açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatine varmış olduğunu gözlemlemekteyiz. Yargıçlar Karakaş ve Dedov, bu hususta çoğunlukla aynı yönde oy kullanmışlardır. Yargıç Wojtyczek ise, bu meseleye ilişkin yapılan gerekçelendirmenin ikna edici nitelikte olmadığı görüşündedir. Yargıç Wojtyczek’e göre, şikâyetin bu kısmı taraflara tebliğ edilmeli ve Mahkeme tarafından incelenmeliydi.


YARGIÇ JUDGE LÓPEZ GUERRA’NIN MUHALİF GÖRÜŞÜ
1. Büyük Daire’nin kararına katılmadığımı belirtmek isterim. Bu davada, Birleşik Krallık makamlarının Sözleşme’nin 2. maddesinden doğan ve söz konusu Devlet görevlilerinin Jean Charles de Menezes’in öldürülmesi olayına ilişkin sorumluluklarının tespit edilmesi amacıyla yeterli nitelikte bir soruşturma yürütme yönündeki usuli koşulu yerine getirmedikleri kanaatindeyim.
Büyük Daire kararına katılmamamın çıkış noktası ve sebebi, polisin de Menezes’in öldürülmesiyle sonuçlanan operasyonunda, Birleşik Krallık kurumlarının da kabul ettiği üzere, tüm bakımlardan çok ciddi kusurların olduğunun belirlenmesine karşın herhangi bir ferdi sorumluluğun tespit edilmemiş olmasıdır.
Dava konusu olaylar kararda yeterli şekilde belirtilmiştir, fakat şahsen birtakım esas unsurların da belirtilmesi gerektiği kanaatindeyim.
2. Londra şehrinde yaşanan daha önceki bombalama olaylarının şüphelilerinin Londra’da 21 Scotia Road’da bir apartmanda yaşadıkları düşünülmekteydi. Bu kişilerin tespit edilmeleri ve güvenli bir şekilde yakalanmaları amacıyla, bahse konu apartmandan çıkan kişilerin kimliklerinin sorulması ve durdurulmaları için takip edilmeleri şeklinde bir strateji hazırlanmıştır. Operasyondan sorumlu görevliler, bir grup yüksek eğitimli SFO tarafından destekleneceklerdi.
Bu davada, tüm operasyonda terslikler yaşanmıştır. 17 Scotia Road’da yaşayan ve bombalama olayları ile hiçbir bağlantısı bulunmayan bir Brezilya vatandaşı olan de Menezes’in apartmanından ayrılmasından sonra, SO19’dan gelecek olan destek birimi henüz oraya varmamıştı. Bunun sonucu olarak da, de Menezes durdurulmamıştır. Jean Charles de Menezes Scotia Road’dan Stockwell metro istasyonuna kadar bir buçuk saatten uzun bir süre boyunca takip edilmiştir. Dava konusu olaylar göstermektedir ki, bu süre esnasında gözetleme ekipleri Jean Charles de Menezes’i bir terörist şüphelisi olarak teşhis etmemişlerdir. Stockwell metro istasyonunda, hareket etmemekte olan bir yer altı treninde olduğu sırada, SO19 ekibinden iki kişi de Menezes’e pek çok kez ateş etmiş ve onu öldürmüştür.
3. Operasyona ilişkin kusurlar IPCC tarafından hazırlanan bir raporda kapsamlı bir şekilde belirtilmiştir. Söz konusu raporda, de Menezes’in öldürülmesiyle sonuçlanan operasyonun farklı aşamalarına dair bir dizi başarısızlık tespit edilerek, soruşturmalar esnasında polisin olaylara yanıt verme biçiminin etkililiğine dair ciddi endişelerin ortaya çıktığı ortaya konmuştur (bk. Büyük Daire kararının 66. paragrafı).
4. Ancak, ayrıntılı ve kapsamlı bu rapora rağmen, söz konusu kişinin ölümüne dair herhangi bir ferdi sorumluluk tespit edilmemiştir. Bu, üçüncü tarafların sağlıklarına ve güvenliklerine ilişkin bir risk yaratmış olması sebebiyle OCPM’nin 1974 tarihli Sağlık ve Güvenlik Yasası’nın 3 ve 33. maddelerine aykırı hareket ettiğine hükmeden bir mahkeme kararında, de Menezes’in ölümüne dair kurumsal cezai sorumluluk tespit edilmiş olması karşısında özellikle şaşırtıcı bir durumdur. Suçlamaların bir kurum olarak OCPM’ye yöneltilmiş olması sebebiyle, bahse konu yargılamalar esnasında bireyler bakımından herhangi bir sorumluluk tespiti yapılmamıştır.
5. Çok ciddi kurumsal eksikliklerin tespit edilmiş olmasına rağmen, diğer kararlarla birlikte, herhangi bir ferdi sorumluluktan tamamen muaf olunması sağlanmıştır. IPCC, operasyonda yer almış olan on bir öncü polis memuru veya gözetleme memurunun hiçbiri hakkında disiplin işlemi yapılmamasına karar vermiştir (bk. kararın 74 ve 135. paragrafları). Dahası, IPCC, operasyonda yer almış olan kıdemli görevliler hakkında disiplin işlemleri başlatılması yönünde herhangi bir tavsiyede bulunmamıştır.
Jean Charles de Menezes’in ölümüyle sonuçlanan operasyonda yer alan kişilerin tümü yalnızca herhangi bir disiplin cezası almamakla kalmamış, cezai kovuşturmadan da yine muaf tutulmuşlardır. CPS 17 Temmuz 2006 tarihinde, Jean Charles de Menezes’in ölümüyle alakalı olarak kimse hakkında kovuşturma yürütülmemesine karar vermiştir. CPS’nin bu kararı, herhangi bir kimse hakkında kovuşturma yürütülmesi için yeterli delil bulunmadığına kanaat getiren DPP tarafından 8 Nisan 2009 tarihinde teyit edilmiştir (bk. kararın 133. paragrafı).
6. Bir kuruluşun (OCPM) cezai sorumluluğunun bulunduğunun (bir mahkeme tarafından karara bağlandığı gibi) tespit edilmesinin ve bunun yerine, tüm disiplin işlemlerinin (IPCC ve CPS kararlarının bir sonucu olarak) devre dışı bırakılmasının ve bahse konu kuruluşun çalışanlarının cezai sorumluluklarına dair herhangi bir etkin soruşturma yapılmasının önüne geçilmesinin nasıl mümkün olduğunu anlamak güçtür.
7. Somut davanın koşulları ışığında, Birleşik Krallık’ın Mahkeme’nin içtihatlarında sürekli olarak yinelemiş olduğu, Sözleşme’nin 2. maddesinin usuli yönünden doğan yükümlülüklerine, yani kasten birinin hayatına son verilmesine yol açan koşulların tespit edilmesini ve ölüm olayından sorumlu kişilere verilmesi olası cezaların belirlenmesini sağlamak amacıyla etkin bir soruşturma yürütme yükümlülüğüne uymamasının haklı bir gerekçesi bulunmamaktadır. IPCC’nin polis operasyonunda ciddi eksiklikler bulunduğunu kabul eden raporu ve OCPM’nin cezai sorumluluğunun olduğa hükmeden karar, kuruluşların üyelerinden bağımsız hareket etmediklerinden bahisle, söz konusu kurumsal eksikliklerde ferdi sorumlulukların bulunup bulunulmadığının araştırılması için açıkça makul bir dayanak teşkil etmektedir.
8. Birleşik Krallık’ın pozitif yükümlülüğünün, yalnızca, ilk soruşturmadan sorumlu makamın (IPCC) ve kovuşturmaya yer olmadığına karar veren CPS’nin Sözleşme’nin 2. maddesinin amaçları gereğince bağımsız makamlar olarak değerlendirilmesi sebebiyle yerine getirilmiş olduğu sonucuna varılamaz (bk. Büyük Daire kararının 262. maddesi). Bağımsızlık, etkin bir soruşturmanın yürütüleceğinin güvence altına alınması bakımından kendi başına yeterli değildir. Bu davada, eksik olan, delillerin etkilenen tüm tarafların katılımlarıyla aleni bir şekilde incelendiği ve böylelikle sorumluluk paylarının tespit edildiği adli yargılamalardan elde edilen diğer tüm güvencelerdir. Başvuran, DPP’den daha önce verilmiş olan kovuşturma yürütülmesine yer olmadığına dair kararı incelemesini talep ederken: adli yargılamaların, soruşturmayı yürüten idari organın bağımsızlığının da ötesine geçen uygun tüm usuli güvencelerin sağlanması suretiyle gerçekleştirilmesini temin etmeyi amaçlamaktaydı.
9. Diğer bakımlardan, kovuşturma makamına mahkûmiyet kararı verilmesi olasılığı temelinde ceza davası açılmasını reddetme yetkisi veren bir uygulamanın (Manning kıstası olarak adlandırılan) mevcut olması, kasıtlı bir ölüm vakasına ilişkin olarak adli yargılamalarda sorumluluğun tespit edilmemesi için kendi başına yeterli bir sebep teşkil etmemektedir. AİHM önündeki mesele, Manning kıstasının kuramsal olarak Sözleşme gereklerine uyup uymadığına karar verilmesi değil, daha ziyade, söz konusu kıstasın mevcut davada uygulanmasının Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamındaki usule ilişkin yükümlülüklere uyulmaması anlamına gelip gelmediğine karar verilmesidir. Diğer bir deyişle, CPS’nin operasyona katılan bireyler hakkında ceza davası açılmasından imtina edilmesi yönündeki kararının bu yükümlülükleri göz ardı edip etmemiş olduğudur.
10. Büyük Daire kararında, Manning kıstasının makul bir kıstas olduğu kabul edilmektedir; fakat Büyük Daire esasında, bu kıstasın Jean Charles de Menezes’i öldüren iki SFO (Charlie 2 ve Charlie 12) bakımından uygulanmasını dikkate almaktadır. Ancak, bahse konu iki memurun sorumlulukları konusu somut davadaki yegâne konu ya da temel konu bile değildir. Dava, polis operasyonunda yer alan tüm kişilerin sorumlulukları ve bu operasyonun planlama ve yürütülmesindeki eksiklikler ile ilgilidir. İki SFO’nun meşru müdafaa durumunda samimi bir düşünceyi haklı kılan büyük bir tehlike olduğu yönünde öznel bir algılarının olduğu kabul edilse bile, operasyonda yer alan diğer kişilerin sorumluluklarına dair temel soru yani, SFO’ların önemli ölçüde öznel olan algılarının başka bireylerin daha önceki eylemlerinden veya kusurlarından ve insanların hayatlarının tehlikede olduğu ve SFO’ların yaptıkları bilgilendirmenin en başından beri “kritik bir silah atışı yapılabileceğini” işaret ettiği ciddi bir olayın hatalı biçimde yönetilmesi sonucu almış oldukları hatalı veya kusurlu talimatlardan kaynaklanıp kaynaklanmadığı sorusu varlığını korumaktadır (bk. kararın 26. paragrafı).
11. Farklı seviyelerde çok sayıda kişinin ve eylemin söz konusu olduğu, insanların hayatlarına karşı dikkate değer ölçüde bir riskin ve ciddi eksikliklerin tespit edildiği bu koşullar altında, polis operasyonunun yalnızca belirli yönlerine ilişkin olarak uygulanabilecek varsayımsal bir kıstasa dayanılmamış ve bu eksikliklere dair olası ferdi sorumluluklar hakkında eksiksiz bir soruşturmanın önüne geçilmemiş olması gerekirdi. Uygulamada, böyle bir soruşturmanın yapılmaması, kamu davasının ve çekişmeli yargılamaların sağladıkları uygun güvencelerin tümüyle birlikte, Jean Charles de Menezes’in ölümüyle sonuçlanan ciddi ve kabul edilen hatalardan sorumlu kişilere etkili bir dokunulmazlık sağlamıştır.

  Avukat   -   AİHM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için