Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Bouyıd / Belçika (Başvuru No. 23380/09)
0

Bouyıd / Belçika (Başvuru No. 23380/09)

BÜYÜK DAİRE

BOUYID / BELÇİKA

(Başvuru no. 23380/09)

Karar

STRAZBURG

28 Eylül 2015

Bu karar kesindir ancak yazıma ilişkin düzeltmelere tabi tutulabilir.

Bouyid / Belçika davasını,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aşağıdaki hakimlerden oluşan Büyük Dairesi:
Dean Spielmann, Başkan,
Guido Raimondi,
Isabelle Berro,
Alvina Gyulumyan,
Ledi Bianku,
Nona Tsotsoria,
Nebojša Vučinić,
Vincent A. De Gaetano,
Paulo Pinto de Albuquerque,
Erik Møse,
Helen Keller,
Paul Lemmens,
Paul Mahoney,
Krzysztof Wojtyczek,
Faris Vehabović,
Egidijus Kūris,
Iulia Antoanella Motoc, hakimler,
ve Johan Callewaert, Büyük Daire Yazı İşleri Müdür Yardımcısı,
8 Ekim 2014 ve 24 Haziran 2015 tarihlerinde kapalı oturumda müzakere etmiş,
Belirtilen son tarihte işbu kararı vermiştir:
USUL
1. Bu dava Belçika Krallığı’na karşı iki Belçika vatandaşı Saïd Bouyid (“birinci başvurucu”) ve Mohamed Bouyid (“ikinci başvurucu”) tarafından İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme (“Sözleşme”)’nin 34. maddesi uyarınca 28 Nisan 2009 tarihinde Mahkeme’ye yapılan başvuru (no. 23380/09)’ya dayanmaktadır.
2. Başvurucular, Brüksel’de avukatlık yapan Christophe Marchand ve Zouhaier Chihaoui tarafından temsil edilmiştir. Belçika Hükümeti (“Hükümet”) vekili, Federal Adalet Bakanlığı Kıdemli Müşaviri Marc Tysebaert tarafından temsil edilmiştir.
3. Özellikle karakoldayken polis tarafından tokatlandıkları iddia eden başvurucular, aşağılayıcı muameleden şikayet etmiş ve 3. maddenin ihlalinden ötürü mağdur olduklarını savunmuştur.
4. Başvurucu Mahkeme’nin 5. Dairesi’ne gönderilmiştir (İç Tüzük 52 § 1). 21 Kasım 2013’te verilen kararla daire başvuruyu Sözleşme’nin 3. maddesi altındaki şikayet bakımından kabul edilebilir, başvurunun kalanını ise kabul edilemez ilan etmiş, ve oybirliği ile 3. maddenin ihlal edilmediğine hükmetmiştir. Daire, Başkan Mark Villiger, hakimler Ann Power-Forde, Ganna Yudkivska, André Potocki, Paul Lemmens, Helena Jäderblom ve Aleš Pejchal ve ayrıca Stephen Phillips, Daire Yazı İşleri Müdür Yardımcısından oluşmuştur. 24 Ocak 2014’te, Sözleşme’nin 43. maddesi uyarınca başvurucular davanın Büyük Daire’ye gönderilmesini talep etmiştir. Büyük Daire Kurulu bu talebi 24 Mart 2014’te kabul etmiştir.
5. Büyük Daire, Sözleşme’nin 26. maddesi (4) ve (5) fıkraları ile İç Tüzüğün 24. maddesi hükümlerine göre oluşturulmuştur.
6. Hem başvurucular hem Hükümet ilaveten esas hakkında yazılı görüşlerini sunmuştur (İç Tüzük 59 § 1).
7. Sivil Toplum Örgütü REDRESS ve Ghent Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi’ne yazılı yargılamaya katılma izni verilmiştir (Sözleşme’nin 36 § 2 maddesi ve İç Tüzük 44 § 3).
8. İnsan Hakları Mahkemesi binasında, Strazburg’ta, 8 Ekim 2014 günü ( İç Tüzük 59 (3)) aleni bir duruşma yapılmıştır.

Duruşmada hazır bulunanlar:
(a) Hükümet için
I. NİEDLİSPACHER, Ortak vekil;
(b) Başvurucular için
C. MARCHAND,
Z. CHİHAOUİ, Avukat.

Mahkeme, Marchand, Chihaoui ve Niedlispacher’in ifadelerini, ve Marchand ile Niedlispacher’in hakimlerin sordukları sorulara cevaplarını dinlemiştir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
9. Başvurucular sırasıyla 1986 ve 1979 doğumludur ve Saint-Josse-ten-Noode (Brüksel-Başkent bölgesinin bir ilçesi)’da yaşamaktadırlar.
10. Başvurucular, ebeveynleri, erkek ve iki kız kardeşleriyle birlikte Saint-Josse-ten-Noode yerel karakolunun yanında yaşayan erkek kardeşlerdir. İkisi de polis memurları tarafından suratlarına tokat atıldığından şikayet etmiştir – bu iddia Hükümet tarafından kabul edilmemiştir – biri 8 Aralık 2003 ve diğeri 23 Şubat 2004 tarihinde olmak üzere. Bu olayların aileleriyle karakoldaki bazı polis memurları arasındaki gergin ilişkiler bağlamında vuku bulduğunu ileri sürmüşlerdir.
A. 8 Aralık 2003 ve 23 Şubat 2004’teki olaylar
1. 8 Aralık 2003’teki olaylar
11. Başvurucular, 8 Aralık 2003 tarihinde öğleden sonra 16.00 civarı sivil polis A.Z. kimliğini sorduğu zaman, birinci başvurucunun ailesiyle yaşadığı apartmanın sokak kapısının önünde bir arkadaşıyla durduğunu ve anahtarlarını unuttuğu için ebeveynleri kapıyı açsın diye zili çalmakta olduğunu belirttiler. Birinci başvurucu, polisten polis kimliğini çıkarmasını isteyerek bunu reddetti. Akabinde polis memuru ceketinden onu yakalayarak – yırtarak – polis karakoluna götürdü. Birinci başvurucu orada bir odaya kondu, ve A.Z. ile yalnız olduğu bir sırada, gözaltına alınmasını protesto ediyor olduğu için polis memuru yüzüne tokat attı.
12. Başvurucular aynı gün 19.20’de bir pratisyen hekimden birinci başvurucunun “şok halinde” olduğunu teyit eden ve şu tespitlere yer veren bir rapor aldı: “sol yanakta kızarıklık (kaybolmakta)” ve “sol dış kulak yolu kanalında kızarıklık”.
13. Hükümet, birinci başvurucunun kimliğini göstermeyi reddetmesi nedeniyle, memur A.Z.’nin kimlik tespiti için onu karakola götürmekten başka şansı olmadığını belirtti. Birinci başvurucu, bunun üzerine, adaletsizliğe ve hukuka aykırı kimlik kontrolüne maruz kaldığını iddia ederek olay çıkardı ve ona sakin olmasını söyleyen bir memura hakaret etti. Kimliği doğrulandıktan ve A.Z. tarafından kamu görevlisine etkili mukavemet, hakaret ve sözlü tehdit nedeniyle hakkında rapor tutulacağı konusunda bilgilendirme yapıldıktan sonra karakoldan ayrılmasına müsaade edildi. Birkaç dakika sonra ebeveynleriyle birlikte karakola geri dönerek A.Z.’yi kendisine vurmakla suçladı fakat memur bunu başından beri inkar etti.
14. 18.00’de A.Z. birinci başvurucuya karşı kamu görevlisine etkili mukavemet, hakaret ve sözlü tehdit nedeniyle şikayette bulundu. Bu vesileyle tutulan tutanak A.Z.’nin üstlerini, “Şef K.”yı da, olaylardan 17.30’da haberdar ettiğini ortaya koydu.
2. 23 Şubat 2004’teki olaylar
15. Başvurucular, 23 Şubat 2004’te, 9.44 ile 10.20 arasında (ikinci başvurucunun sorgu tutanağında yazdığı üzere), ikinci başvurucu Saint-Josse-ten-Noode karakolundayken ve memur P.P. onu, kendisinin, annesinin ve üçüncü bir kişinin karıştığı bir kavga nedeniyle (ki üçüncü kişi sonradan şikayette bulunmuştur) sorgularken, P.P.’nin masasına yaslanmamasını söyledikten sonra yüzüne tokat attığını bildirdi. Ardından onu hücreye kapatmakla tehdit ederek ifadesini imzalamaya zorladı.
16. Başvurucular, ikinci başvurucunun “sol yanağında çürüme” gözlemleyen bir pratisyen hekimden alınmış sağlık raporunu sundular. Raporun verildiği zaman not edilmemiş olsa da, P Komitesi’ne ibraz edildiği 11.20’den önce olmalı (bkz. aşağıda paragraf 25).
17. Hükümet ikinci başvurucunun sorgusunda çok küstah olduğunu: sandalyesinde yayıldığını, P.P.’nin masasına laubali bir şekilde yaslandığını, sebepsiz yere güldüğünü, sorulara kısa ve manalı cevaplar verdiğini ileri sürdü. Ayrıca, polisin bunu yapmak için para aldığını söyleyerek birçok defa ifadesini değiştirtti ve çıkarken memurları onunla tekrar görüşeceklerini bağırarak tehdit etti. Hükümet ikinci başvurucunun açıkça olay çıkarma maksatlı tavrına rağmen, P.P.’nin sakin ve sabırlı davrandığını vurguladı.
B. Arka plan
18. Başvuruculara göre, aileleri Saint-Josse-ten-Noode polisi tarafından taciz edilmekteydi. Sorunlar 1999’da, memurlardan biri kardeşleri N.’nin arabasını kasten çizdiği şüphesiyle başlamıştı. N. akabinde aynı memuru tehdit ve hırsızlıkla itham edilmiş, ancak bu suçlardan Brüksel Çocuk Mahkemesi tarafından 21 Nisan 2000’de beraat ettirilmişti. Başvuruculara göre, kendisine karşı olan bu dava tamamıyla Saint-Josse-ten-Noode polisi tarafından misilleme amaçlı uydurulmuştu.
19. 24 Haziran 1999’da o zaman 13 yaşında olan birinci başvurucunun, sokaktaki bir kavga üzerine götürüldüğü aynı polis merkezinde bir başka polis memuru tarafından dövüldüğünü eklediler; kulak zarı delinmişti. Bekleme odasındaki annesi ile kız kardeşlerinden biri polis memurları tarafından silkelendi ve hırpalandı.
20. 25 Kasım 1999’da kız kardeşlerinden biri Saint-Josse-ten-Noode polis gücü memurlarından birinin sözlü tacizine uğradı ve 11 Mart 2000’de erkek kardeşleri N. polis memurları tarafından arandı, itilip kakıldı ve sözlü tacize uğradı.
21. Başvurucular ilaveten şunu söylediler: 2000’de “... Saint Josse-ten-Noode polis gücü tarafından N.’ye bir dava açılmış, sorgu hakimliğine tevdi edilmişti”, ancak daha sonra takibat sonlandırıldı. Aynı yıl ikinci başvurucu “sorgu için aranıyor” durumdaydı ve Saint-Josse-ten-Noode polisi her ne kadar 23 Temmuz 2002’de söz konusu “arananlar” listesinden çıkarıldığını beyan etse de, savcılığa çok sayıda başvuru yapmak ve Mart 2005’e kadar sürecin tamamlanmasını beklemek zorunda kalmıştı ki bu durum kendisi için büyük zorluk yarattı.
22. Sırasıyla 6 Nisan 2001 ve 12 Temmuz 2001’de, erkek kardeşleri N. ve ikinci başvurucu Saint-Josse-ten-Noode polisi memurlarını sözlü tacizine uğradı.
23. Başvurucular mağduru oldukları ve şikayetçi oldukları hadiseler nedeniyle sistematik olarak yargı makamlarına veya polise bildirildiklerini anlattı.
C. 8 Aralık 2003 ve 23 şubat 2004 tarihlerindeki olaylarla ilgili şikayetler, katılma talepleri, adli soruşturma ve takipsizlik kararı
24. 9 Aralık 2003 9.42’de birinci başvurucu (“P Komitesi” olarak bilinen) Polis Hizmetlerini İzleme Daimi Komitesi önünde şikayetçi oldu ve soruşturma bölümünün bir üyesi ile görüştü. Bir gün önce alınan sağlık raporunun bir nüshası ilk kayda eklendi.
25. 23 Şubat 2004 11.20’de ikinci başvurucu aynı yolu takip etti. Bilhassa, şu kanaatini ortaya koydu “Saint-Josse polisinin genel tutumu, ailesi karşısındaki tavrı, katiyetle hoş görülemez ve evi taşımayı bile düşündürten uç bir noktaya vardı”. Aynı gün alınan sağlık raporunun bir nüshası ilk kayda eklendi.
26. İkinci başvurucunun şikayetleriyle ilgili olarak, başvurucuların annesi de 23 Şubat 2004’te P Komitesi soruşturma bölümünce dinlendi. Eve döner dönmez P.P.’yi özür dilemeye ikna etmesi için “Şef K.”yı aradığını (bkz. yukarıda paragraf 14) vurguladı. Şef K hemen evlerine geldi ve kendini sağlık raporunu veren doktorun huzurunda buldu. Başvurucuların annesi de, ilaveten bizzat kendisinin memur P.P.’nin saygısız muamelesine maruz kaldığını beyan ederek şikayette bulundu.
27. İkinci başvurucu ve annesinin şikayetlerine ilişkin olarak 5 Mayıs 2004’te memur P.P. yerel polis gücünün iç denetim müdürü tarafından sorgulandı. P.P. özellikle ikinci başvurucunun sorgusu sırasında kendisine karşı kasten saygısız davrandığını ve genci ofisinden çıkarmak için kolundan yakalamış olsa da yüzüne tokat atmamış olduğunu söyledi.
28. 17 Haziran 2004’te başvurucular taciz, temel özgürlüklere keyfi müdahale, görevin kötüye kullanılması, keyfi tutuklama, kasten yaralama ithamları çerçevesinde davaya müdahil olmak için başvurdular. Saint Josse ten Noode polisi ile yaşadıkları zorlukları genel olarak özetleyip 8 Aralık 2003 ve 23 Şubat 2004 tarihindeki olaylara ilişkin olarak davaya katılma talep ettiler.
29. Memurlar A.Z. ve P.P., görevleri sırasında bireylere karşı şiddet kullanmak, özel olarak, kasten yaralama veya sair müessir fiil, Anayasa’nın güvencesi altındaki hak ve özgürlükleri ihlal eden keyfi hareketlerde bulunmak ile itham edildiler.
30. 26 Haziran 2004’te Brüksel İlk Derece Mahkemesi’nden bir tetkik hakimi P Komitesi soruşturma bölümüne şu talimatları verdi: başvurucuların müdahil olma taleplerinin alınması, şikayetlerinin detaylarının öğrenilmesi için kendileriyle görüşme yapılması, Bouyid ailesinin tutumu hakkında bir rapor hazırlanması, onlara karşı açılan davaların ve onların bulunduğu şikayetlerin bir listesinin yapılması ve bu çerçevede hangi adımların atıldığının izah edilmesi.
31. P Komitesi soruşturma bölümü, başvurucular şikayette bulunurken ifadelerinin alındığını dikkate alarak tekrar ifade alınmasına yer olmadığına karar verdi (bkz. yukarıda paragraflar 24-25). Tetkik hakimine 26 Temmuz 2004’te polisin Saint-Josse-ten-Noode’u da kapsayan bölge iç denetim biriminden gelen belgelere dayanan bir raporunu iletti. Bu rapor başvurucuların ailesi ile yerel polis gücü arasındaki ilişkilerin gelişimini anlatıyordu. Rapor aileye açılan davaları listeliyor, bu bağlamda birinci başvurucunun Aralık 2003’te hakaret tehdit ve bir polis memuruna ve N.’ye mukavemet yüzünden açılan davaya ve Ekim 1997 ile Haziran 1999 arası açılmış yedi davaya dahil olduğunu ortaya koyuyordu. Başvurucuların işbu davadaki şikayetlerinden başka aile fertlerinin üç adli şikayette bulunduğu not ediliyordu (iki tanesi P Komitesi’ne P Haziran 1999 ve Temmuz 2001’de, bir tanesi “Çocuk/Gençlik Birimi”ne 1999’da) iki şikayet ise Saint-Josse-ten-Noode’u kapsayan bölge iç denetim birimince ele alınmıştı. Son olarak, birinci başvurucuya karşı açılan bir dava bağlamında hazırlanmış olan bir rapora ve idari soruşturmaların bulgularına atıf yaparak, yerel polis birimleri ile Bouyid ailesi arasındaki sorunlu ilişkileri not etti ve ailenin “genel davranışları” hakkında şu gözlemlerde bulundu:
“Kısaca, polis memurlarına göre, Bouyid ailesi (özellikle kadınlar ve en çok da anne) kendi çocuklarının söz konusu uygunsuz hal ve tavırda herhangi bir sorumluluğu olduğunu reddediyor. Bu korumacı tutum neticesinde (çocukların) hareketleri destek görmüş oluyor. Daha genel olarak, aile fertlerinin polise karşı saldırgan ve kışkırtıcı davrandığı söyleniyor.
Polis memuru [B.]’nin karıştığı hadiseleri takiben, diyaloğu kolaylaştıracak ara bulucunun girişimi Bouyid ailesinin kadınlarının uzlaşmaz tutumu nedeniyle başarısız oldu.
1999 ve 2000’de durum bu aile için genç bir polisin arabulucu olarak atanmasını gerektirdi.”
32. 3 Ağustos 2004’te tetkik hakimi soruşturmayı kapatmaya karar verdi ve dosyayı savcılığa gönderdi.
33. 16 Kasım 2004’te memur A.Z. P Komitesi soruşturma bölümünün bir üyesi tarafından 8 Aralık 2003 olaylarıyla ilgili sorgulandı. Birinci başvurucuyu o gün Saint-Josse-ten-Noode karakoluna götürdüğü zaman, önceden tanımadığını özellikle ifade etti.
34. 10 Kasım 2005 tarihli bir başvuruda Kraliyet Savcısı “adli soruşturmanın olayların ciddi veya ikinci derecede bir suç veya kabahat teşkil ettiğini ve başka önlemlerin alınmasını haklı gösterecek delilleri ortaya koyamadığı” gerekçesiyle takipsizlik talep etti.
35. Başvurucular dava dosyasının 2 Mart 2006’da Brüksel İlk Derece Mahkemesi Havale Birimi önünde karara bağlanacağını bilgilendirildi. 1 Mart 2006’da tetkik hakimine bir başvuru göndererek yirmi ek soruşturma tedbiri talep ettiler. Talepleri davanın havale birimi önünde sine die (süresiz) ertelenmesiyle sonuçlandı.
36. 7 Mart 2006’da tetkik hakimi talep edilen iki tedbiri işleme koydu ve başvurunun kalanını kendisinin önündeki hadiselerden önceki olayları ilgilendirdikleri ve tedbirlerin gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli olmadığı gerekçesiyle reddetti. Sonuç olarak, Saint Josse ten Noode polis gücüne yönelik bütün şikayetlerini tekrar ederek, başvurucular ve diğer aile fertleri tetkik hakiminden “müdahil statüsünün genişletilmesi” talebinde bulundular, ancak talepleri reddedildi. İki ek tedbir 25 Nisan, 15 Mayıs ve 24 Mayıs 2006’da uygulandı.
37. 27 Kasım 2007 tarihli emriyle havale birimi, Kraliyet Savcısı’nın başvurusundaki gerekçeleri tasdik ederek takipsizlik kararı verdi.
38. Başvurucular emir temyiz etti.
39. 3 Aralık 2007 tarihli başvurusuyla Başsavcı takipsizlik kararının onanmasını talep etti.
40. 5 Şubat 2008’de başvurucular ve diğer aile fertleri, tetkik hakiminin kendisine iletilmediği kanaatine vardığı bütün olaylarla ilgili olarak müşteki sıfatıyla şikayetçi oldu (bkz. aşağıda paragraflar 43-44).
41. 9 Nisan 2008’de Brüksel İstinaf Mahkemesi İddianame Birimi, 8 Kasım 2003 ve 23 Şubat 2004 olaylarını ilgilendiren davayı 5 Şubat 2008 tarihli müdahil taraf şikayeti üzerine açılan yeni dava ile birleştirmeyi reddederek takipsizlik emrini şu kararla onadı:
“...
Davanın olayları aşağıdaki gibi özetlenebilir:
– Sanık [A.Z.], 8 Aralık 2003’te sivil bir kişiye, Saïd Bouyid’e karşı, onun anlatımıyla şu şekilde hukuka aykırı davranışta bulunmakla itham edilmektedir: polis memuru [A.Z.], evinin dışında onu durdurarak, iddiaya göre ceketinden yakaladı yırttı; ardından yakındaki polis karakoluna götürüldü, orada, iddiaya göre aynı memur sağ eliyle suratına tokat attı.
– Sanık [P.P.], 23 Şubat 2004’te sivil bir kişiye, Mohamed Bouyid’e karşı, onun anlatımıyla şu şekilde hukuka aykırı davranışta bulunmakla itham edilmektedir: arabasını annesi alışveriş torbalarını çıkarsın diye evinin önünde durdurması üzerine arkadaki arabanın şoförüyle bir tartışma yaşadı; şoförün şikayeti üzerine polis merkezine çağrıldı; iddiaya göre sorgu sırasında Mohamed Bouyid, ifadesini değiştirmek istediğinde eğer ifadeyi imzalamazsa onu hücreye koymakla tehdit eden sanık [P.P.] tarafından tokatlandı (bkz. Dr ... tarafından verilen sağlık raporu).
– Bouyid ailesi Saint-Josse-ten-Noode polis gücünün bazı mensuplarıyla, belli düzeyde bir gerilime ve aileye polis tarafından haşin davranılmasına sebep olan polis memuru [B.]’nin Saïd Bouyid’in arabasını çizdiğinden şüphelendiği Mart 1999’dan beri ciddi zorluklar yaşamıştır.
–Saint-Josse-ten-Noode polisinin Bouyid ailesinin hayatını çekilmez hale getiren sürekli bir kışkırtma içinde olduğu söylenmektedir.
Hem [ilgili] polis bölgesi iç denetim birimi hem Komite P soruşturma bölümü müştekilerin şikayetlerine konu olaylarla ilgili olarak derinlemesine bir soruşturma yürütmüşlerdir.
Adli soruşturmanın bulgularından ve özellikle söz konusu tarafların tutarsız ifadelerinden çıkan sonuç, suçların işlendiği iddia olunan zaman zarfına ilişkin olarak, sanıklara karşı Başsavcının maruzatında listelenen atılı suçlardan yargılanmalarını haklı gösterecek delillerin mevcut olmadığıdır.
Sanıkların isnat edilen suçları reddeden ifadeleri tutarlıdır; bu çerçevede, P Komitesi’nin müşteki ailenin genel hal ve tavrı hakkındaki, davanın bağlamına ışık tutan detaylı raporuna işaret etmek yerinde olacaktır.
Katılanlar, iddianame birimine, mahkemeye, daha önce ilk derece hakiminin dikkatine sunulmamış, sanıklara karşı esas hakkında mahkemeye sevklerini haklı gösterecek en ufak bir delil ortaya koyabilecek hiçbir yeni, ilgili ve ikna edici unsur getirememişlerdir.
Ayrıca, adli soruşturma karıştıkları iddia olunan olaylar vuku bulduğu zaman sanıklar tarafından bir suçun işlendiğini gösteren yeterli delili ortaya çıkaramamıştır.
İlaveten, dava dosyasından 5 Ağustos 1992 tarihli Polis Kanunu’nun 37. Kısmı’na riayet edilmediği çıkmamaktadır.
Kraliyet Savcısının 10 Kasım 2005 tarihli maruzatında, Başsavcınınkinde de ve havale biriminin kararında da vurgulandığı üzere, işbu davanın olayları ciddi bir suç veya kabahat teşkil etmemektedir.
...”
42. Başvurucuların – özellikle Sözleşme’nin 3. 6. ve 13. maddelere dayanan –temyiz talebi 29 Ekim 2008’de Temyiz Mahkemesi tarafından reddedildi.
D. 8 Aralık 2003 ve 23 Şubat 2004 olaylarından önceki olaylara ilişkin müşteki müdahil şikayeti
43. Saint-Josse-ten-Noode polis memurlarına yönelttikleri tüm suçlamalarla, özellikle de 8 Aralık 2003 ve 23 Şubat 2004 olaylarını önceleyen diğer olaylarla ilgili olarak, başvurucuların da dahil olduğu Bouyid ailesinin altı üyesi, 5 Şubat 2008’de Brüksel İlk Derece Mahkemesi tetkik hakimi önünde şikayetçi oldu.
44. Müşteki müdahil şikayeti altı memurun Brüksel İlk Derece Mahkemesi önünde çıkarılmalarına ve esastan davanın görülmesine yol açtı. 30 Mayıs 2012 tarihli kararıyla mahkeme memurların yargılanmasının zaman aşımına uğradığını ilan etti. Dava dosyasından anlaşıldığı kadarıyla bu karara karşı temyiz başvurusu yapılmamıştır.
II. ULUSLARARASI METİNLER, ARAÇLAR VE BELGELER
A. İnsan onuru kavramı
45. 26 Haziran 1946 tarihli Birleşmiş Milletler Şartı Dibacesi Birleşmiş Milletler halklarının “temel insan haklarına, insan onuruna ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etme” kararlılığını teyit eder. İnsan onuru kavramından ayrıca 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de bahsedilmektedir; dibacesi “insanlık ailesinin bütün fertlerinin içkin onurunun, eşit ve vazgeçilemez haklarının tanınması dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temelidir” derken 1. maddesi de “bütün insanlar insan onuru ve hakları bakımından eşit ve özgür doğarlar” hükmünü getirmiştir.
46. Aşağıdakiler dahil daha geç tarihli çok sayıda uluslararası insan hakları metni ve aracı bu kavrama atıf yapmaktadır:
- 20 Kasım 1963 tarihli Her Tür Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Bildirgesi “bütün dünyada ırksal ayrımcılığın her türünün ve tezahürünün hızlıca ortadan kaldırılması ve insan onurunun anlaşılmasının ve ona saygı gösterilmesinin güvence altına alınması gerekliliğini resmen teyit eder”; 21 Aralık 1965 tarihli (Belçika’nın taraf olduğu) Her Tür Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme dibacesinde bu bildirgeye gönderme yapar;
- 16 Aralık 1966 tarihli (her ikisi de Belçika’nın taraf olduğu) Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi dibaceleri insanlık ailesinin bütün fertlerinin eşit ve vazgeçilemez haklarının “insanın içkin insanlık onurundan türediğini” söyler. Ayrıca, ilk sözleşmenin 10. maddesi “özgürlüğünden yoksun bırakılan herkes insani ve içkin insan onuruna yaraşır şekilde muamele görmelidir” hükmünü koyar, ve ikincinin 13. maddesi “Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, herkesin eğitim hakkını tanır...[ve] eğitimin, insanın kişiliğinin ve insanlık onuru duyarlılığının tam olarak gelişmesine yönelik olması ve insan hakları ile temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmesi gerektiği hususunda mutabıktırlar...” der;
- 18 Aralık 1979 tarihli Kadına Karşı Her Tür Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (Belçika’nın taraf olduğu), dibacesinde kadına karşı ayrımcılığın “hak eşitliği ve insan onuruna saygı ilkelerini ihlal ettiğini” bilhassa vurgular;
- 10 Aralık 1984 tarihli İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme (Belçika’nın taraf olduğu), dibacesinde “insanlık ailesinin bütün fertlerinin eşit ve vazgeçilemez haklarının ... insanın içkin insanlık onurundan türediğini” vurgular;
- 20 Kasım 1989 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi (Belçika’nın taraf olduğu), dibacesinde “çocuk toplum içinde bireysel bir hayat yaşamaya tamamıyla hazırlanmalı ve Birleşmiş Milletler Şartı’nda beyan edilen ideallerin ruhuna uygun bir biçimde, özellikle de barış, insan onuru, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmeli” der (bkz. ayrıca madde 23 § 1, madde 28 § 2, madde 37, madde 39 ve madde 40 § 1);
- Zorla Kaybedilmeden Herkesin Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme (madde 19 § 2 ve madde 24 § 5 (c)) (Belçika’nın taraf olduğu);
- Engelli Hakları Sözleşmesi (Belçika’nın taraf olduğu) dibacesinde “engeli nedeniyle herhangi bir kişiye ayrımcılık kişinin içkin insanlık onurunun ve değerinin ihlalidir” der ve amaçları arasında engelli kişilerin “içkin onurlarına” saygıyı geliştirmeyi (madde 1) sayar, bu aynı zamanda konan genel ilkelerden biridir (madde 3 (a)) (bkz. aynı zamanda madde 8 (a), madde 16 § 4, madde 24 § 1 ve madde 25);
- 15 Aralık 1989 tarihli İdam Cezasının Kaldırılması Hakkında Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi İkinci İhtiyari Protokolü (Belçika’nın taraf olduğu), dibacesinde “idam cezasının lağvedilmesi insan onurunun gerçekleşmesine ve insan haklarının kademe kademe ilerlemesine katkıda bulunur” inancı ifade eder;
- Başvuru usulü öngören 19 Aralık 2011 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi İhtiyari Protokolü (Belçika’nın taraf olduğu), dibacesinde “çocuğun hak öznesi ve insanlık onuruna ve gelişen kabiliyetlere haiz bir kişi olarak statüsünü” tekrar tasdik eder;
- 10 Aralık 2008 tarihli Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar İhtiyari Protokolü (Belçika’nın taraf olduğu) ve 6 Ekim 1999 tarihli Kadına Karşı Her Tür Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi İhtiyari Protokolü (Belçika’nın taraf olduğu).
47. Çeşitli bölgesel insan hakları metinleri ve araçları da insan onuru kavramına referans yapmaktadır, bunlar arasında:
- 22 Kasım 1969 tarihli Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi (madde 5 § 2, madde 6 § 2 ve madde 11 § 1);
- Devletlerin “hepsi insanın içkin insanlık onurundan türeyen ve onun özgür ve tam gelişiminde esas teşkil eden medeni, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer hak ve özgürlüklerin etkili kullanımını destekleyip cesaretlendireceğini” (İlke VII) öngören 1 Ağustos 1975 tarihli Avrupa’da Güvenlik ve İş Birliği Konferansı Helsinki Nihai Senedi;
- 5. maddesinde “her birey insan olmakta içkin onuruna saygı ve hukuki statüsünün tanınması hakkına sahiptir” hükmünü koyan 28 Haziran 1981 tarihli Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı;
- Dibacesinde diğerlerinin yanı sıra, şunu teyit eden: “insana hem birey hem insan türünün bir ferdi olarak saygı gösterilmesi gereği ve ... insan onurunun güvence altına alınmasının önemi” 4 Nisan 1997 tarihli Biyoloji ve Tıp Uygulamaları Bakımından İnsan Haklarının ve Onurunun Korunması Sözleşmesi (Belçika’nın imzalamadığı),
- Dibacesinde “manevi ve ahlaki mirasının bilincinde olarak, Birlik, bölünemez, evrensel, insan onuru, özgürlük, eşitlik ve dayanışma değerleri üzerine kuruludur”, ve 1. maddesinde “insan onuru ihlal edilemez [ve ona] saygı gösterilmeli ve korunmalıdır” diyen (bkz. ayrıca “Adil ve hakça çalışma koşulları”na dair madde 31) 7 Aralık 2000 Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı;
- Dibacesinde ölüm cezasının lağvedilmesinin herkesin yaşam hakkının korunması ve “bütün insanların içkin insan onurunun” tam olarak tanınması için esas olduğunu vurgulayan 3 Mayıs 2002 tarihli, idam cezasının her koşulda kaldırılmasına dair Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek Protokol No. 13 (Belçika’nın taraf olduğu);
- Dibacesinde “insan ticaretinin insan haklarının ihlali ve insan onuru ile kişi bütünlüğüne karşı suç teşkil ettiği” üzerinde duran (bkz. ayrıca madde 6 ve 16) 16 Mayıs 2005 tarihli Avrupa Konseyi İnsan Ticaretine Karşı Eylem Sözleşmesi (Belçika’nın taraf olduğu).
B. Avrupa İşkenceyi ve Diğer İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezayı Önleme Komitesi Belgeleri
48. “AİÖK (CPT) Standartları” başlıklı bir belgede (CPT/Inf/E (2002) 1 – Rev. 2015), Avrupa İşkenceyi ve Diğer İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezayı Önleme Komitesi (AİÖK) şunları ifade etti:
“... 97. Önleyici yetkisini akılda tutarak, AİÖK’nin ziyaretleri sırasındaki önceliği özgürlüğünden yoksun bırakılan çocukların kötü muameleye tabi tutulup tutulmadıklarını tespit etmeye çalışmaktır. Ne yazık ki, çocuklara yasaları uygulayanlar tarafından kasıtlı kötü muamele, hiçbir şekilde ortadan kaldırılmış değildir ve birçok Avrupa ülkesinde gerçek bir sorun olmaya devam etmektedir. AİÖK heyetleri, tutuklu çocuklara kötü muameleye yönelik inandırıcı şikayetler almaya devam etmektedir. İddialar genellikle derdest etme (söz konusu çocuk kontrol altına alındıktan sonra dahi), nakil veya akabinde kurumlardaki sorguları sırasında tekme, tokat, yumruk veya sopayla vurmaya ilişkindir. Çocuklar için ayrıca, yasaları uygulayan teşkilatın hakimiyeti altında iken tehdit ve sözlü tacizin (ırkçı mahiyette olanlar dahil) mağduru olmak da nadir görülen bir hadise değildir.
...
126. ... AİÖK tarafından ziyaret edilen çok sayıda [çocuk tutukevinde], personelin, terbiyesizlik yapan çocuklara sözde “pedagojik” (eğitim amaçlı) tokat atması veya cismani cezalandırmanın diğer biçimlerini uygulamaları nadir görülen bir hadise değildir. Bu açıdan AİÖK, cismani cezanın büyük ihtimal kötü muamele teşkil edeceğini ve kati surette yasaklanması gerektiğini hatırlatır. ...”
AİÖK, 30 Ağustos 1999 tarihli dokuzuncu genel faaliyet raporunda ayrıca şunu not düştü (CPT/Inf (99) 12):
“... 24. Ziyaret edilen çok sayıda diğer kurumda [çocukların özgürlüklerinden mahrum olduğu], AİÖK heyetlerine söylenen personelin terbiyesizlik yapan çocuklara yeri geldiğinde “pedagojik tokat” atmalarının nadir olmadığıdır. Komite, kötü muamelenin önlenmesi adına, cismani cezanın her türünün hem kanunen yasaklanması hem de bundan uygulamada kaçınılması gerektiği görüşündedir. Uygunsuz hareket eden tutuklular, yalnızca kanunda öngörülen disiplin usullerine göre muamele edilmelidirler. ...”
49. 18-27 Nisan 2005 Belçika ziyaretinin ardından Belçika hükümetine sunulan raporunda (CPT/Inf (2006) 15; 20 Nisan 2006) AİÖK, diğerlerinin yanı sıra, şunları belirtmiştir:
“... 11. Ziyaret sırasında elde edilen bütün bilgilere dayanarak, AİÖK, alıkonmuş bir kişinin yasa uygulayıcılardan kötü muamele görme riskinin göz ardı edilemez olduğu sonucuna varmıştır – Belçika’ya yaptığı ilk üç ziyarette olduğu gibi –. Bu nedenle, AİÖK Belçika makamlarının bu alanda tetikte olmaya devam etmelerini ve hürriyetlerinden yoksun bırakılan çocuklar konusunda özel çaba sarf etmelerini tavsiye eder.
AİÖK ayrıca, yasaları uygulayan memurlarına, özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişilere her türlü kötü muamelenin – hakaret dahil – kabul edilemez olduğunun; kötü muamele iddiasına ilişkin herhangi bir bilginin hakkıyla soruşturulacağının; ve böylesi bir muameleden sorumlu herkesin en sert şekilde cezalandırılacağının düzenli aralıklarla hatırlatılmasını tavsiye eder.
12. Bilhassa, yasaları uygulayan memurlar tarafından bir şüpheliyi gözaltına alırken kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak, AİÖK tekrar tekrar belirtmiştir ki, özellikle ilgili kişi mukavemet gösterdiğinde veya memurların kişinin yakın bir tehdit teşkil ettiğine inanmak için geçerli sebepleri olduğunda, bu işlem kuşkusuz zor ve tehlikeli bir görevdir. Bununla birlikte, gözaltına alma sırasında kullanılan gücün kati surette gerekli olan ile sınırlı olmalıdır; ilaveten, bir kere kontrol altına alındıktan sonra derdest edilmiş kişilere vurmanın hiçbir zaman hiçbir geçerli sebebi olamaz. ...”
28 Eylül-7 Ekim 2009 Belçika ziyareti ardından hazırlanan AİÖK raporu (CPT/Inf (2010) 24; 23 Temmuz 2010), özel olarak, takip eden şu paragrafları içermektedir:
“... 13. Polis merkezlerine ziyaretleri esnasında, AİÖK heyeti özgürlüğünden mahrum bırakılmış az sayıda kişiyle buluştu. Bununla birlikte, hapishane ziyaretleri sırasında, yakın zamanda polis nezaretinde kalmış çok sayıda kişiyle görüştü.
Heyete konuşan tutukluların çoğunluğu gözaltı sırasında kasten fiziki kötü muamele vakası bildirmedi. Öte yandan, heyet, sınırlı sayıda yakalama sırasında orantısız güç kullanımı iddiası dinledi (kişi kontrol altına alındıktan sonra darbe veya aşırı sıkı kelepçe gibi) (özellikle Brüksel, Charleroi ve Marcinelle’de). AİÖK’nın genellikle kabul ettiği üzere, bir şüpheliyi gözaltına almak kuşkusuz zaman zaman zor ve tehlikeli bir vazifedir, özellikle ilgili kişi mukavemet gösterdiğinde veya memurların kişinin yakın bir tehdit teşkil ettiğine inanmak için geçerli sebepleri olduğunda. Yine de, AİÖK, polis memurlarına, gözaltına alma sırasında kullanılan gücün kati surette gerekli olan ile sınırlı tutulması gerektiği; ilaveten, bir kere kontrol altına alındıktan sonra derdest edilmiş kişilere vurmanın hiçbir zaman hiçbir geçerli sebebi olamayacağını hatırlatmayı tavsiye eder. ...”
C. Avrupa Polis Etiği Kuralları
50. Bakanlar Komitesi, 19 Eylül 2001’de kabul edilen Avrupa Polis Etiği Kuralları tavsiye kararında Rec(2001)10, “halkın polise duyduğu güven, halka karşı tutum ve davranışlarıyla, özellikle, insan onuruna ve bireyin bilhassa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerine duydukları saygıyla yakından ilgilidir” şeklindeki inancını ifade etti. Üye devletlerin hükümetlerinin iç hukuklarında, uygulamada ve kolluk davranış kurallarında, Tavsiye Karar’a ek Avrupa Polis Etiği Kurallarında ortaya konan ilkeleri, kademeli olarak uygulamaya konmaları ve mümkün olan en yaygın şekilde metnin dağıtılması amacıyla rehber edinmelerini tavsiye etti.
51. Kurallar, özellikle, polisin başlıca amaçlarından birinin, kişilerin bilhassa Sözleşme tarafından güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerine saygı ve bunların korunması (paragraf 1) olduğunu söyler. “Polis eylemi/müdahalesi kılavuz ilkeler” bölümünde, “polis hiçbir şart altında işkence veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yapamaz veya ceza veremez, bunlara önayak olamaz, teşvik edemez, bunları hoş göremez” (paragraf 36) ve polis “sadece kati surette gerekli olduğu zaman ve meşru bir amaca ulaşmak için gerektiği oranda güç kullanabilir” (paragraf 37) der. İlaveten, “faaliyetlerini yürütürken, [polis] her zaman herkesin haiz olduğu temel hakları aklında tutmalıdır” (paragraf 43) ve “polis personeli halka saygılı ve dürüst, özellikle savunmasız gruplara dahil olan bireylerin durumunu hususiyetle dikkate alarak hareket etmelidir” (paragraf 44).
D. Küçüklerin savunmasızlığı
52. 20 Kasım 1989 tarihli (Belçika’nın taraf olduğu) Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin dibacesi (“çocuk” 1. maddede “uygulanacak hukuk uyarınca erişkinliğe daha erken ulaşılmadıkça, 18 yaşın altındaki her insan” olarak tanımlanır) yukarıda aktarılan beyanlara referans yapar ve çocuğa özel koruma sağlanması gereğinin Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde (özellikle 23. ve 24. maddeler), Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (özellikle 10. madde) ve çocuğun refahında uzmanlaşmış kuruluşların ve uluslararası örgütlerin ilgili tüzüklerinde ve araçlarında tanındığını vurgular.
53. Sonraki çok sayıda uluslararası ve bölgesel metin küçüklerin savunmasızlığının hesaba katılması ihtiyacının tanınmasına dayanır. Örneğin, 25 Ekim 2007 tarihli (Belçika’nın taraf olduğu) Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürüye ve Cinsel İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi Dibacesi, çocuk “18 yaşın altındaki her kişi” olarak tanımlanırken (madde 3 (a)), “her çocuğun küçük olma statüsünün gerektirdiği ailesine, topluma, devlete düşen her tür koruma tedbirine hakkı vardır” der. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından, sırasıyla 5 Kasım 2008 ve 18 Kasım 2009’da kabul edilen, yaptırımlara ve önlemlere maruz suça sürüklenen çocuklar hakkında Avrupa kurallarına dair Tavsiye Kararı’na (CM/Rec(2008)11) ve çocukların şiddetten korunması için uyumlaştırılmış ulusal stratejilere dair Tavsiye Kararı’na (CM/Rec(2009)10) referans yapılabilir. Adı geçen ikinci araç, “çocukların kırılganlığının, savunmasızlığının ve büyümeleri ile gelişmeleri için erişkinlere olan bağımlılıklarının aileleri, toplum ve devlet tarafından şiddetin önlenmesi ve çocukların korunmasına daha büyük yatırım yapılmasını gerektirdiğini” vurgular; ilki özgürlüklerinden yoksun bırakılmış çocukların olağanüstü savunmasızlığının (Tavsiye Kararı’na ek, § 52.1) altını çizer. Çok yakın zamanda AİÖK tutuklu çocukların istisnai savunmasızlığını vurgulamıştır (AİÖK’ün 24. Genel Raporu, 2013-2014, Ocak 2015, ceza mevzuatı altında özgürlüğünden mahrum çocuklar, paragraflar 3, 98 ve 99).
HUKUK
I. SÖZLEŞME’NİN 3. MADDESİNİN İDDİA OLUNAN İHLALİ
54. Başvurucular, Saint-Josse-ten-Noode polis karakolunda iken polis memurlarının suratlarına tokat attığını iddia ettiler. Aşağılayıcı muamele mağduru olduklarını ileri sürdüler. İlaveten şikayetlerine ilişkin soruşturmanın etkisiz, eksik, önyargılı ve haddinden fazla uzun sürmüş olduğundan şikayet ettiler. Sözleşme’nin 3., 6 § 1 ve 13. maddelerine dayandılar. Bunların ilki şu şekildedir:
“Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”
55. Mahkemenin davanın olaylarının hukuki vasıflandırmasının Mahkeme’ye ait olduğunu tekrar ederek ve bu şikayetlerin aynı gerekçeyi kapsadığını tespit ederek, Daire, başvurucuların iddialarını sadece 3. madde altında incelemeyi uygun bulmuştur. Büyük Daire bu yaklaşımla mutabıktır. Dolayısıyla, aynı şekilde ilerleyecektir.
A. Daire’nin kararı
56. Kararında Daire, Mahkeme’nin Sözleşme’nin 3. maddesine ilişkin içtihadından çıkan ilkelere işaret etti. Bilhassa, söz konusu olaylar, büyük oranda veya tamamen, münhasıran mercilerin bilgisi dahilindeyse, gözaltında tamamen denetimleri altında olan kişilerde olduğu gibi, alıkonma esnasında meydana gelen yaralanmalarla ilgili olarak bir takım güçlü maddi karineler doğar ilkesine atıf yaptı. Bundan sonra, mağdurun anlatımına şüphe düşüren olayları ortaya koyan deliller getirerek tatmin edici ve ikna edici bir açıklama yapmak Hükümet’e düşmekteydi. Daire, ayrıca, bir kişi hürriyetinden yoksun bırakıldığı zaman veya daha genel olarak yasa uygulayan memurlar ile karşı karşıya kaldığında, o kişinin kendi tutumu nedeniyle kati surette gerekli hale gelmemiş fiziki kuvvete her başvuru insan onurunu zedeler ve kural olarak 3. maddede öngörülen hakkın ihlalini teşkil eder ilkesine de atıf yaptı. İlaveten kötü muamelenin 3. maddenin kapsamına girmesi için asgari bir ciddiyet seviyesine ulaşması gerektiği ilkesine işaret etti. Bunun yanı sıra, bazı şiddet türleri, ahlaki olarak ve çok genel olarak Taraf Devletlerin iç hukukları uyarınca da kınanabilirse de, 3. maddenin kapsamına girmez. Daire ayrıca, Hükümet’in başvurucuların polis memurları tarafından tokatlanması olayını kabul etmediğini ve sunulan sağlık raporlarının kayda geçen yaraların bu tip tokatlardan kaynaklandığını tespit etmediğini ileri sürdüğünü not düştü. Yine de başvurucuların iddialarının gerçekliği vs. hakkında hüküm vermenin anlamsız olduğunu, zira ispatlanmış oldukları varsayılsa bile, başvurucuların şikayet ettikleri eylemlerin, işbu davanın koşullarında, 3. maddeye aykırı muamele teşkil etmeyeceğini kabul etti. Daire şu sonuca vardı (§ 51):
“Tokatlamanın vuku bulduğu farz edilse bile, her iki durumda, başvurucuların saygısız ve kışkırtıcı davranışlarına öfkelenmiş bir polis memuru tarafından itiraf ettirme amacı güdülmeden düşüncesizce atılmış münferit bir tokattı. Ayrıca, görünen o ki, aile üyeleriyle semtteki polis memurları arasında bir gerilim ortamı vardı. Bu şartlar altında, her ne kadar başvuruculardan biri yalnızca 17 yaşında olsa da ve şayet olaylar hakikaten başvurucuların anlattığı biçimde gerçekleşmişse derin üzüntü yaşamaları anlaşılabilir olsa da, Mahkeme bunların ciddi uzun vadeli etkisi olmayan sinir anındaki tek seferlik vukuatlar olduğunu göz ardı edemez. Bu tip eylemlerin, kabul edilemez de olsa, Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine hükmetmek için yeterli derecede aşağılama ve küçük düşürmeye sebep olduğu kanaatine varılamayacağı görüşüne varır. Bir diğer deyişle, her durumda, yukarıda değinilen ciddiyet eşiğine işbu davada ulaşılmamıştır, öyle ki hükmün esas bakımından veya usuli yönden ihlal edilip edilmediği meselesi doğmaz.”
B. Büyük Daire önünde tarafların maruzatları
1. Başvurucular
57. 3. maddenin esası bakımından başvurucular, Daire’nin Büyük Daire tarafından tespit edilen ilkelerden ayrıldığından şikayet ettiler. Dairenin hürriyetlerinden yoksun bırakılan veya polisin denetimi altında olan kişilere yönelik şiddet davalarında söz konusu olan nedensellik ve ciddiyet karinelerini uygulamadığını ileri sürdüler. Bu tip davalarda, darbın izleri ile polise atfedilebilirlikleri arasında bir nedensellik bağı olduğu karinesi vardı, ki bunlar faillerin yapacağı makul açıklamalarla çürütülebilirdi. Şayet bu mümkün değilse, mağdurun hürriyetinden mahrum olduğu haller için ikinci karine devreye giriyordu: fiziki kuvvet kullanımı, bizatihi, insan onurunu ihlal ettiğinden, her tip böyle eylemin ciddi ve 3. maddeye aykırı olduğu addediliyordu; fail olduğu iddia edilen kişiler ise bu karineyi güç kullanımının mağdurun davranışı sebebiyle kesinlikle gerekli olduğunu savunarak çürütebilirdi. Başvurucular Mahkeme’nin eylemin ciddiyetini ancak “ikincil olarak” “işkence” veya “insanlık dışı” veya “aşağılayıcı” muameleden hangisini teşkil ettiğini belirlerken inceleyebileceğini ileri sürdü.
58. Başvurucular olay zamanından kısa süre sonra alınan sağlık raporlarının karakoldan çıktıktan sonra üzerlerinde darp izleri olduğunu gösterdiğini vurguladı. Bundan nedensellik karinesinin uygulandığı sonucunu çıkardılar ve Hükümet’in, iç hukukta kolluk kuvvetleri gibi, bu karineyi çürütecek herhangi bir açıklama getirmediğini, tokat hadisesini inkar etmekle yetindiklerini ifade ettiler. İlaveten, kendilerine karşı güç kullanımı ne gerekliydi ne de orantılı. Başvurucular kendilerini tokatlayan polis memurlarında herhangi bir darp izine rastlanmadığını, kendilerinin etkili fiziki mukavemette bulunmadıklarını, polis ve Belçika devletinin – başvurucuların tokatlandığını her zaman reddederek – tokatların gerekli olduğunu ortaya koyacak kabiliyette olmadıklarını ve Belçika’daki polis şiddeti bağlamının dikkate alınması gerektiğini vurguladılar. Ayrıca, semt polisi ile Bouyid ailesi arasındaki asabiyet, saygısızlık ve çatışma ortamı güç kullanma gereğini tespit etmek için yetersizdir. Birinci başvurucu şunları ekledi: polisin yapmak için kendisini durduğu kimlik kontrolü haksızdı; kontrolün gerekçeleri belli değildi; olay esnasında ceketi yırtılmıştı; kendisini tokatlayan polis memurundan çok daha ince ve zayıftı; söz konusu zamanda reşit değildi; tokat onu şoka soktu; korku ve stresi, dört yıl önce bir polis memurunun kendisini darp etmesi neticesinde kulak zarının patlamış olması nedeniyle arttı; ve polisin suskunluğu ve mesleki dayanışma güdüsüyle karşı karşıyaydı. İkinci başvurucu ise tokatlandığında oturuyor olduğunu ve doğrudan hiçbir tehdit oluşturamayacağını ekledi.
59. Başvurucular polis şiddetinin Belçika’da gündemde olan bir mevzu olduğunu belirtti: basın bu tip birçok vakayı haber yapmıştı, ve 2012 yıllık raporunda P Komitesi polis şiddeti şikayetlerinde bir artış gözlemlemişti (2010’da 468 ve 2012’de 576 tane). Ayrıca, 18-27 Nisan 2005 ziyareti sonrası hazırlanan raporunda AİÖK, “alıkonmuş bir kişinin yasa uygulayan memurlardan kötü muamele görme riskinin göz ardı edilemez” olduğunu vurgulamıştı (20 Nisan 2006, CPT/Inf(2006)15, § 11). Ayrıca, Belçika’nın üçüncü dönemsel raporuna nihai yorumlarında Birleşmiş Milletler İşkenceye, İnsanlık Dışı ve Aşağılayıcı Muameleye Karşı Komite, yasa uygulayan resmi görevliler tarafından hukuka aykırı şekilde şiddet uygulandığı yönündeki tekrar eden iddiaları kaygıyla not etti ve “kapsamlı, bağımsız ve tarafsız” soruşturmalar yapılması tavsiyesinde bulundu (28 Ekim – 22 Kasım 2013, CAT/C/BEL/CO/3, § 13). Başvurucular, ayrıca, Belçika İnsan Hakları Ligi (OBSPOL) Fransızca kısmı tarafından kurulan polis şiddeti gözlemevi internet sitesinde her hafta dört polis şiddeti şikayetinin yayımlandığını belirtti. Polis memurlarının kendileri hakkında bir şikayet olur olmaz sistematik olarak karşı şikayette bulundukları, davalar mahkeme önüne gelse bile, hükümlerin ortalama vatandaşlara göre çok daha sık ertelendiği gibi bir izlenimleri de vardı. Bu, kamuoyunda bir cezasızlık iklimi olduğu hissiyatını yaratıyordu ve birçok mağdur şikayette bulunmakta isteksiz oluyordu.
60. 3. maddenin usuli ayağına gelince, başvurucular, davalarıyla ilgili soruşturmanın Mahkeme içtihadında ortaya konan şartlara uymadığını belirttiler.
61. En başta, soruşturma, esas olarak, başvurucuların şikayetçi olduğu polislerin karakolu tarafından tutulan raporlara, tutanaklara göre ailenin davranışlarının gözden geçirilmesine dayanmaktaydı. Raporun özetinin aile fertlerinin o karakoldan polis memurlarına karşı şikayetlerini detaylarıyla sıralaması ve bu şikayetlerden bir sonuç çıkmadığını belirtmesi, buna mukabil aile fertleri hakkında polis memurları tarafından hazırlanan raporlar hakkında bilgi sunmaması – bunların çoğunda ya dosya yoktu ya da takipsizlik ile neticelenmişti – soruşturmanın polis memurlarını aklamak amacıyla yürütüldüğünü göstermekteydi. Başvurucular ilaveten soruşturmanın polis müdahalesinin hal ve şartlarına ışık tutmadığı gözlemlerini aktardı.
62. İkinci olarak, soruşturmada çok ciddi eksiklikler olduğunu iddia ettiler: tetkik hakiminin talimatlarına aykırı olarak, başvurucularla hiçbir aşamada görüşme yapılmadı; 1999’da polis merkezinden bir memurun arabasının çizilmesi olayıyla ilgili dosya bütünüyle dava dosyasına eklenmedi; ve tetkik hakimi Bouyid ailesi fertlerine karşı açılan çeşitli davaların gidişatından haberdar edilmedi (özet raporda bahsi geçen davaların bazıları aslında mevcut değildi veya başvurucuların mağdur olduklarını iddia ettikleri davalardı). Başvurucular bu eksiklikleri fark ettikleri zaman tetkik hakimine başvurarak yirmi tane ek soruşturma tedbiri talep etti, bunlardan yalnızca ikisi kabul edildi: bir elektronik postanın dosyaya eklenmesi ve birinci başvurucunun 8 Aralık 2003’de hakaretine maruz kaldığını iddia ettiği polis memurunun sorgulanması (ayrıca, başvurucuların bu delillere erişimine izin verilmedi).
63. Üçüncü olarak, bir suçun reşit olmayan mağdurlarının sorgulanması hakkında hükümlere riayet edilmedi (böyle kişilere yargı makamlarınca sorgularında bir erişkin tarafından refakat edilmesi hakkı tanıyan ve sorgunun kayda alınmasına imkan veren Ceza Yargılama Usulü Kanunu’nun 91. bis ve 92. maddelerine atıf yaptılar).
64. Dördüncü olarak, tetkik hakimi resen şu soruşturma tedbirlerinin alınmasını talep edebilirdi: birinci başvurucunun durdurulup sorgulandığı zaman yanında olan arkadaşının ifadesinin alınması; karakola giriş ve çıkışlarda alınan kamera kayıtlarının dosyaya eklenmesi; ikinci bir tıbbi görüş alınması; ve yüzleştirme.
65. Başvurucular, dolayısıyla, soruşturma makamlarının, ilgili polis memurlarını aklamak amaçlı yürütülmüş etkisiz bir soruşturmaya dayanarak suçların sabit olmadığına ve ilgilileri yargılamaya yer olmadığına karar verdiklerini ileri sürdüler.
2. Hükümet
66. Hükümet, başvurucuların, şayet bir kişi söz konusu zamanda polis nezaretindeyse yara izleri ile polise atfedilebilirlikleri arasında bir nedensellik bağı karinesi doğduğu, bu karinenin ise makul bir izahatla çürütülebileceği analizine katıldıklarını beyan etti. Ayrıca söz konusu eylemin ilgili kişi nezarette olduğu durumda ciddi sayıldığı, bu halde, karine güç kullanımının mağdurun tutumu nedeniyle kesinlikle gerekli olduğunun ispat edilmesi suretiyle çürütülebilir olsa da, Mahkeme’nin kişinin insan onurunun de facto zedelendiğini kabul ettiğini kabul etti. Hükümet hiçbir zaman bu karineleri göz ardı etmek niyetinde olmadıklarını ama polis memurlarının savlarını, bu davada yürütülen tam ve kapsamlı soruşturma bu savları makul surette yalanlayacak hiçbir şey ortaya çıkarmamışken, sorgulamamayı meşru telakki ettiklerini ifade etti.
67. Hükümet yargı makamlarının nedensellik karinesi ile eşit oranda temel bir ilke olan (ilgili devlet görevlilerinin) masumiyet karinesi ile uzlaştırmak durumunda olduklarını: yargı makamlarının bir şüphelinin ancak şikayetçiye aşağılayıcı muamele teşkil eden fiilleri işlediği makul şüphenin ötesinde sabit olduğu zaman mahkum edileceği ilkesinden ayrılamayacaklarını belirtti.
68. Hükümet işbu davada şu hususu vurguladı; (başvurucular) anlattıkları şikayet konusu olaylarla uyumlu yaraları doğrulayan sağlık raporları sunmuş olsalar da, bu yaraların tokattan kaynaklandığını ve söz konusu tokatların her iki başvurucuya polis memurları tarafından atıldığını ima eden tek şey başvurucuların ifadeleriydi. Ayrıca, ilgili memurlar başından beri şiddetle bu fiilleri işlediklerini inkar etmişti soruşturma sırasında toplanan hiçbir delil bu ifadelerini çürütmemişti. Hükümet, her seferinde durdurulmaları ve sorgulanmalarından sonra polisle karşı karşıya geldikleri bir arka planla, Bouyid ailesi fertlerinin yerel polis merkezinden olan memurlara karşı çok sayıda şikayette bulunduklarını gözlemledi. Bouyid ailesinin davranışlarına bakılırsa, başvurucuların şikayetlerinin, darp söz konusu olmasa da, ilgili polis memurlarını itibarsızlaştırma kastı ile ileri sürüldüğü düşünülebilirdi sonucuna vardılar. Duruşmada Hükümet, uzun yıllardır sorun yaşadıkları mahalli polis gücüne karşı bir dava açmak için başvurucuların kendi kendileri tokatlamış olabilecekleri tezinden bahis açtı. Hükümet’in görüşüne göre gerilim o kadar yüksekti ki böyle bir netice tahayyül edilemez değildi.
69. Dolayısıyla işbu davada “iddia edilen hadiselerin tesisi bakımından makul şüpheden fazlası vardı”.
70. Hükümet bu ifadenin, bir kişi hürriyetinden yoksun bırakıldığı zaman veya yasa uygulayan memurlar ile karşı karşıya kaldığında, o kişinin kendi tutumu nedeniyle kati surette gerekli hale gelmemiş fiziki kuvvete her başvuru insan onurunu zedeler ve kural olarak 3. maddenin ihlalini teşkil eder ilkesiyle çelişmediğini savundu.
71. Hükümet ayrıca başvurucuların, raporlar, kayıtlar, tutanaklar ve ifadeler anlamında bütün bilgi ve belgenin incelendiği etkili bir resmi soruşturmaya katılma hakkı olduğunu ileri sürdü. Öte yandan, soruşturmanın başvurucular tarafından iddia edilen olayların meydana geldiklerini tespit etmediğini dolayısıyla bir veya daha fazla muhtemel fail tespit edilmediğini iddia etti.
72. Son olarak, Hükümet işbu davanın polis şiddetiyle mücadelede bir standart vazifesi görmesini kabul edemeyeceklerini zira olayların makul bir şekilde tespit edilemediğini beyan etti.
B. Üçüncü taraf gözlemleri
1. Ghent Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi
73. Bu üçüncü taraf, Daire’nin, 3. maddedeki ciddiyet eşiğine ulaşılmadığı sonucuna varırken, başvurucuların sözde saygısız ve kışkırtıcı tutumlarını; başvurucuların ailesi ile yerel polis memurları arasında hüküm süren gergin iklimi; tokatların itiraf elde etme maksadı gütmediklerini ve hiçbir ciddi veya uzun vadeli etkisi olmayan münferit eylemler olduklarını hesaba kattığını belirtti. Üçüncü tarafın görüşüne göre, Mahkeme’nin içtihatı ışığında bu dört etkenin ilk üçü konuyla alakasızdı. Dördüncüsü geçerli bir etken olsa da, polis tarafından özgürlüğünden yoksun bırakılmış bir kişiye karşı işlenen fiil ile ilgili olarak ciddiyet eşiğinin aşılıp aşılmadığı belirlenirken asıl önem atfedilmesi gereken bir kriter olduğunu ileri sürdü; bu, polis memurlarının tamamıyla kendi hakimiyetleri altında bulunan kişilere karşı güçlerini kötüye kullanmalarıydı. Böyle durumlarda ciddiyet eşiği aşağıya çekilmeliydi. Salman / Türkiye ([BD], no. 21986/93, ECHR 2000 VII), Denis Vasilyev / Rusya (no. 32704/04, 17 Aralık 2009), ve Valiulienė / Litvanya (no. 33234/07, 26 Mart 2013) davalarına işaret eden üçüncü taraf şunu vurguladı: Mahkeme, polis nezaretinde olan kişilerin savunmasız bir durumda olduklarını ve 3. maddenin devletlere bu durumda olan kişilerin fiziki bütünlüğünü koruma vazifesi yüklediğini kabul etmiş ve mağdurun korku ve çaresizlik hissiyatını 3. maddedeki eşiğin aşılıp aşılmadığı değerlendirilirken dikkate almıştı. Üçüncü taraf, onlara mahsus savunmasızlıkları dikkate alındığında, aynı mantığın, hatta daha ileri düzeyde, hürriyetinden yoksun çocuklara uygulanacağı yönünde görüş bildirdi. Bu bağlamda, sadece bir tokadın bile, hele hele böyle bir tokat işbirliğinin reddi halinde daha ağır bir şiddet ile karşılaşılacağı tehdidi veya bir ceza olarak algılanabildiğinde, 3. maddenin gerekleriyle bağdaşmayan ciddi psikolojik sonuçları olabilirdi.
74. Üçüncü taraf Mahkeme’yi Belçika hakkındaki 2006 ve 2010 raporlarında AİÖK’nın, Belçika makamlarına “polis memurlarına ... kişileri derdest ederken güç kullanımının kesinlikle gerekli olanla sınırlı tutulması gerektiğini [ ve de] bir kere kontrol altına alındıktan sonra derdest edilmiş kişilere vurmanın hiçbir zaman hiçbir gerekçesi olamayacağını” hatırlatmasını tavsiye etmiş olduğunu hesaba katmaya davet etti. (CPT/Inf(2010)24 ve CPT/Inf(2006)15).
75. Üçüncü taraf ardından Davydov ve Diğerleri / Ukrayna (nos. 17674/02 ve 39081/02, § 268, 1 Temmuz 2010) kararında, Mahkeme’nin 3. maddenin devletlerin yasa uygulayan görevlileri profesyonel tutum ve davranışlarında yüksek düzeyde bir yetkinlik kazandıracak, öyle ki hiç kimsenin bu hükme aykırı muamele göremeyeceği şekilde eğitmesini gerektirdiğinin altını çizdi.
76. Son olarak, üçüncü taraf polis tarafından şiddet uygulanmasının Belçika’da olağanüstü bir durum olmadığının üzerinde durdu. Başvurucular gibi, P Komitesi ve OBSPOL tarafından yayımlanan istatistiklere işaret etti. Bunlara ilaveten, Belçika polis gücünün son yıllarda birçok polis şiddeti vakasına karıştığını, ve Brüksel bölgesindeki bazı polis merkezlerinde düz tutulan el ile tokadın (mümkün olduğunca az iz bırakmak için) adeta rutin bir hadise teşkil ettiğinin tespit edildiğini ekledi.
2. TELAFİ
77. Üçüncü taraf uluslararası insan hakları hukukunun yasa uygulayan görevliler tarafından fiziki güç kullanımına meşru bir amaç için gerekli ve ona orantılı olduğu oranda izin verdiğini vurguladı. Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi 10. maddesine, BM İnsan Hakları Komitesi Genel Yorum no. 20’ye, BM Yasa Uygulayan Görevliler için Davranış Kurallarına, BM Yasa Uygulayan Görevliler Tarafından Güç ve Ateşli Silah Kullanımına Dair Temel İlkelere, Avrupa Polis Etiği Kurallarına (Bakanlar Komitesi, Rec(2001)10) ve Avrupa Hapishane Kurallarına (Ki buna Mahkeme ve AİÖK atıf yapar), ayrıca Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı Demokratik Polislik Rehberi’ne atıf yaptı. Bu metinlerden şu ilkeleri çıkarttı: herkesin işkenceye, acımasız, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye veya cezaya tabi tutulmama hakkı vardı, BM Herhangi bir Tutukluluk veya Mahpusluk Altında Olan Bütün Kişilerin Korunması için İlkeler Külliyatı’nın da belirttiği gibi, bu hüküm suistimallere karşı mümkün olan en kapsamlı korumayı kapsayacak şekilde yorumlanmalıydı; önce şiddet içermeyen yollar denenmeliydi; güç yalnızca kati surette gerekli olduğu zaman ve sadece hukuka uygun yasa uygulama amaçları için kullanılmalıydı; tutuklu kişilerle ilişkilerinde, güvenliğin, ilgili kuruluşta düzenin sağlanması için kesin olarak gerekli olduğu veya kişisel güvenliğin tehdit altında olduğu haller hariç, yasa uygulayan görevliler güç kullanmamalıydı; hukuka aykırı güç kullanımı için hiçbir istisnaya veya mazerete mahal verilmemeliydi; güç kullanımı her zaman hukuka uygun amaçlara orantılı olmalıydı; güç kullanımından çekince gösterilmeliydi; zarar veya yaralanma asgaride tutulmalıydı; farklılaştırılmış güç kullanımı için bir dizi araç amade tutulmalıydı; bütün yasa uygulayan görevliler farklılaştırılmış güç kullanımı için farklı araçların kullanımında eğitilmeliydi; bütün görevliler şiddet içermeyen araçların kullanımında eğitilmeliydi.
78. Üçüncü taraf Mahkeme’nin hürriyetinden yoksun bırakılmış kişiye karşı, bir devlet görevlisi tarafından o kişinin kendi tutumu nedeniyle kati surette gerekli hale gelmemiş fiziki kuvvete her başvuru, insan onurunu zedeler ve kural olarak 3. maddede korunan hakkın ihlalini teşkil eder ilkesinin aynı zamanda Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında da benimsendiğini belirtti (Loayza Tamayo / Peru kararına atıf yaptı, 17 Eylül 1997, § 57). Ayrıca, Mahkeme, böylesi bir mutlak gerekliliğin mevcut olmadığı tespit edildiğinde, 3. maddenin ihlaline hükmetmek için, sebep olunan acının ciddiyetini tartmak gerekmediğini ortaya koymuştu (Keenan / Birleşik Krallık kararına atıf yaptı, no. 27229/95, § 113, ECHR 2001 III); böyle bir gereklilik tespit edildiğinde, muamelenin süresi, fiziki ve/veya zihinsel etkileri ve bazı durumlarda cinsiyet, yaş, mağdurun sağlık durumu, ayrıca sair hususi savunmasızlığı dahil bütün belirleyici etkenler dikkate alınmıştı; ve tutuklu kişiler savunmasızdı zira polisin veya ceza infaz memurlarının mutlak hakimiyeti altındalardı. Üçüncü taraf, 2 Haziran 2010 tarihli bir kararında (no. 543/2010) İspanyol Yüksek Mahkemesi’nin, bu savunmasızlığı dikkate alarak, bir polis memuru tarafından tutukluya atılan tokadın herhangi bir görünür yara olmamasına rağmen küçük düşürücü ve aşağılayıcı olduğu hükmünü verdiğini ekledi. Bu yaklaşım, bir önceki Terörle Mücadelede İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Geliştirilmesi ve Korunması Özel Raportörü, AİÖK ve BM İnsan Hakları Komitesi tarafından da benimsendi.
79. Üçüncü taraf, çocuk tutukluların, BM İşkence ve Diğer Acımasız, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Ceza Özel Raportörü tarafından vurgulandığı gibi, iki katı daha fazla savunmasız olduklarının altını çizdi. Özgürlüklerinden Yoksun Çocukların Korunması için BM Kuralları ve BM Çocuk Hakları Komitesi çalışmalarına ilişkin olarak üçüncü taraf, çocuklara karşı güç kullanımının çok sınırlı sayıda birkaç amaç dışında yasak olduğunun yerleşmiş olduğunu ekledi. Bu, fiziki veya kasti olmayan şiddet dahil olmak üzere, sıklıkları ve ciddiyetleri ne olursa olsun, ve hatta zarar verme kastıyla meydana gelmediklerinde bile, bütün şiddet türleri için geçerliydi. 9. raporundaki AİÖK gibi, bilhassa işbirliğinin reddine veya kötü bir davranışa cevaben güç kullanmaktan ibaret olan “pedagojik amaçlı güç kullanımını” (özellikle “pedagojik tokatlar”) kınadı, AİÖK ayrıca, karakolların genç insanların en yüksek oranda kasıtlı kötü muamele riskiyle karşı karşıya kaldığı yerler olduğunu not düştü.
80. Son olarak, üçüncü taraf, ulusal hukuk sistemlerinin uluslararası ve bölgesel standartları yansıttığını söyledi. Kesin olarak gerekli olduğu hal hariç, güç kullanımı yasağı aynı zamanda Birleşik Krallık’da, İsveç’de, Avusturalya’da, Kanada’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde de güvence altına alınmıştı.
C. Mahkeme’nin değerlendirmesi
1. Esas bakımından şikayet
(a) Genel ilkeler
81. Sözleşme’nin 3. maddesi demokratik toplumların en temel değerlerinden birini içerir (bkz. diğerleri arasında, Selmouni / Fransa [BD], no. 25803/94, § 95, ECHR 1999 V; Labita / İtalya [BD], no. 26772/95, § 119, ECHR 2000 IV; Gäfgen / Almanya [BD], no. 22978/05, § 87, ECHR 2010; El-Masri / “Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti” [BD], no. 39630/09, § 195, ECHR 2012; ve Mocanu ve Diğerleri / Romanya [BD], no. 10865/09, 45886/07 ve 32431/08, § 315, ECHR 2014 (alıntılar)). Gerçekten, işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza yasağı insan onuruna saygıya sonuna kadar bağlı bir medeniyetin değeridir.
Sözleşme’nin esasa ilişkin maddelerinin çoğundan farklı olarak, 3. madde istisna öngörmez ve madde 15 § 2 altında, ulusun bekasını tehdit eden olağanüstü halde (ibid.) dahi askıya alınamaz. Terörle veya organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi, ilgili kişinin tutumundan bağımsız olarak, Sözleşme, kesin bir dille, işkenceyi, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleyi veya cezayı yasaklar (bkz. diğerleri arasında, Chahal / Birleşik Krallık, 15 Kasım 1996, § 79, Karar Raporları 1996 V; ve Labita, Gäfgen ve El Masri, yukarıda atıf yapılan; bkz. ayrıca Gürcistan / Rusya (I) [BD], no. 13255/07, § 192, ECHR 2014 (alıntılar); ve Svinarenko ve Slyadnev / Rusya [BD], no. 32541/08 ve 43441/08, § 113, ECHR 2014 (alıntılar)).
82. 3. maddeye aykırı kötü muamele iddiaları uygun delillerle desteklenmelidir. Bu delilleri değerlendirmek için Mahkeme, ispatta “makul şüphenin ötesinde” standardını kabul eder ama böyle bir ispatın yeterince güçlü, açık ve örtüşen çıkarımlardan veya benzer çürütülmemiş maddi karinelerin birlikte mevcudiyetinden ileri gelebileceğini de ekler (bkz. diğerleri arasında, İrlanda / Birleşik Krallık, 18 Ocak 1978, özet olarak § 161, Seri A no. 25; Labita, yukarıda atıf yapılan, § 121; Jalloh / Almanya [BD], no. 54810/00, § 67, ECHR 2006 IX; Ramirez Sanchez / Fransa [BD], no. 59450/00, § 117, ECHR 2006 IX; ve Gäfgen, yukarıda atıf yapılan, § 92).
83. Bu ikinci hususta Mahkeme açıklamıştır ki: söz konusu olaylar, büyük oranda veya tamamen, münhasıran mercilerin bilgisi dahilindeyse, nezarette tamamen hakimiyetleri altında olan kişilerde olduğu gibi, alıkonma esnasında meydana gelen yaralanmalarla ilgili olarak güçlü maddi karineler doğar. İspat yükü, o zaman, mağdurun anlatımına şüphe düşüren olayları ortaya koyan deliller getirerek tatmin edici ve ikna edici bir açıklama yapacak Hükümet’e düşer (bkz. Salman, yukarıda atıf yapılan, § 100; Rivas / Fransa, no. 59584/00, § 38, 1 Nisan 2004; ve aynı zamanda, diğerleri arasında, Turan Çakır / Belçika, no. 44256/06, § 54, 10 Mart 2009; Mete ve Diğerleri / Türkiye, no. 294/08, § 112, 4 Ekim 2012; Gäfgen, yukarıda atıf yapılan, § 92; ve El-Masri, yukarıda atıf yapılan, § 152). Böyle bir izahatın yokluğunda, Mahkeme Hükümet aleyhine çıkarımlar yapabilir (bkz. diğerleri arasında, El-Masri, yukarıda atıf yapılan, § 152). Bu, nezaretteki insanların savunmasız bir pozisyonda olmaları ve makamların ise onları koruma vazifesi altında olmaları nedeniyle geçerli bir mazerete dayanmaktadır (bkz. diğerleri arasında, Salman, yukarıda atıf yapılan, § 99).
84. İşbu davada Daire, bunu, bir karakoldaki kimlik kontrolü için de (birinci başvurucunun durumunda olduğu gibi) veya bu tip yerlerde yapılan sadece bir görüşme için de (ikinci başvurucunun durumunda olduğu gibi) yerinde buldu. Yukarıda 83. paragrafta ortaya konan ilkenin bir kişinin polis veya benzer bir merci kontrolü altında olduğu bütün hallerde uygulandığını vurgulayan Büyük Daire, bunlarla mutabıktır.
85. El-Masri kararında (yukarıda atıf yapılan, § 155) Mahkeme ayrıca şunu vurgulamıştır: bir davanın şartlarından ötürü olayları tespit eden ilk derece mahkemesi rolü üstlenmekten kaçınamadığı durumlarda ihtiyatlı olması gerektiğini kabul etse de (bkz. McKerr / Birleşik Krallık (KK), no. 28883/95, 4 Nisan 2000), Sözleşme’nin 3. maddesi altında iddialar ileri sürüldüğünde, iç hukukta bir takım davalar açılmış, soruşturmalar yapılmış olsa da (bkz. Cobzaru / Romanya, no. 48254/99, § 65, 26 Temmuz 2007), “özellikle kapsamlı bir tahkikat” yapmak zorundadır (bkz. mutatis mutandis, Ribitsch / Avusturya, 4 Aralık 1995, § 32, Seri A no. 336; ve Georgiy Bykov / Rusya, no. 24271/03, § 51, 14 Ekim 2010). Bir diğer deyişle, böyle bir bağlamda Mahkeme, milli mahkemelerin bulgularını tepeden tırnağa incelemeye hazırdır. Bunları incelerken, iç hukuktaki yargılamanın kalitesini ve karar verme sürecindeki herhangi bir muhtemel kusuru dikkate alır (bkz. Denisenko ve Bogdanchikov / Rusya, no. 3811/02, § 83, 12 Şubat 2009).
86. Kötü muamele, şayet 3. maddenin kapsamına girecekse, asgari bir ciddiyet seviyesine ulaşmalıdır. Bu asgarinin belirlenmesi davanın bütün hal ve şartlarına bağlıdır; muamelenin süresi, fiziksel veya zihinsel etkileri ve bazı hallerde, mağdurun cinsiyeti, yaşı, sağlık durumu gibi (bkz. diğerleri arasında, İrlanda / Birleşik Krallık, yukarıda atıf yapılan, § 162; Jalloh, yukarıda atıf yapılan, § 67; Gäfgen, yukarıda atıf yapılan, § 88; El-Masri, yukarıda atıf yapılan, § 196; ve Svinarenko ve Slyadnev, yukarıda atıf yapılan, § 114). Başkaca etkenler, mağduru aşağılama, küçük düşürme kastının yokluğu kesin olarak 3. maddenin ihlalinin bulunmasına engel olamasa da (bkz. diğerlerinin yanı sıra, V. / Birleşik Krallık [BD], no. 24888/94, § 71, ECHR 1999 IX; ve Svinarenko ve Slyadnev, yukarıda atıf yapılan, § 114), arkasında yatan niyet ve saik ile birlikte kötü muamelenin yapılma maksadını içerir (karşılaştırın, diğerlerinin yanı sıra, Aksoy / Türkiye, 18 Aralık 1996, § 64, Raporlar 1996 VI; Eğmez / Kıbrıs, no. 30873/96, § 78, ECHR 2000 XII; ve Krastanov / Bulgaristan, no. 50222/99, § 53, 30 Eylül 2004; bkz. ayrıca diğerleri arasında, Gäfgen, yukarıda atıf yapılan, § 88; ve El-Masri, yukarıda atıf yapılan, § 196). Kötü muamelenin yapıldığı bağlam da nazara alınmalıdır, misal yükselmiş bir gerilim veya heyecan (karşılaştırın, örneğin, Selmouni, yukarıda atıf yapılan, § 104; ve Eğmez, yukarıda atıf yapılan, § 78; bkz. ayrıca, diğerlerinin arasında, Gäfgen, yukarıda atıf yapılan, § 88).
87. Böyle bir asgari ciddiyet seviyesine ulaşan kötü muamele genellikle fiilen mevcut olan cismani bir yaralanmayı veya yoğun fiziksel veya zihinsel acıyı içerir. Öte yandan, bunların söz konusu olmadığı halde dahi, muamelenin bireyi aşağılayan veya küçük düşüren, insan onuruna saygısızlık gösteren veya insan onurunu zedeleyen, veya korku, endişe veya aşağılık duygusu uyandıran nitelikte kişinin fiziksel ve duygusal direncini kıracak kabiliyette olması halinde, muamele aşağılayıcı olarak nitelenebilir ve 3. maddede düzenlenen yasağın kapsamına girebilir (bkz. diğerlerinin yanı sıra, Vasyukov / Rusya, no. 2974/05, § 59, 5 Nisan 2011; Gäfgen, yukarıda atıf yapılan, § 89; Svinarenko ve Slyadnev, yukarıda atıf yapılan, § 114; ve Gürcistan / Rusya (I), yukarıda atıf yapılan § 192). Ayrıca vurgulanmalıdır ki mağdurun, başkalarının gözünde değil, kendi gözünde küçük düşürülmüş olması bile yeterli olabilir (bkz. diğerlerinin arasında, Tyrer / Birleşik Krallık, 25 Nisan 1978, § 32, Seri A no. 26; ve M.S.S. / Belçika ve Yunanistan [BD], no. 30696/09, § 220, ECHR 2011).
88. İlaveten, davanın olayları karşısında, Mahkeme şunu vurgulamanın özellikle önemli olduğu kanaatindedir: özgürlüğünden yoksun bırakılmış veya daha genel olarak yasa uygulayan memurlar ile karşı karşıya kalmış bir kişi söz konusu olduğunda, kendi tutumu nedeniyle kesin olarak gerekli hale gelmemiş fiziki kuvvete her başvuru insan onurunu zedeler ve kural olarak 3. maddede öngörülen hakkın ihlalini teşkil eder (bkz. diğerleri arasında, Ribitsch, yukarıda atıf yapılan, § 38; Mete ve Diğerleri, yukarıda atıf yapılan, § 106; ve El-Masri, yukarıda atıf yapılan, § 207).
89. “Onur” kavramı birçok uluslararası ve bölgesel metinlerde ve araçlarda görülmektedir (bkz. yukarıda paragraflar 45-47). Her ne kadar Sözleşme bu kavramdan bahsetmese de – yine de, her şartta ölüm cezasının lağvedilmesine ilişkin Sözleşme’ye Ek 13. Protokol’ün dibacesinde görülmektedir – Mahkeme, insan özgürlüğü ile birlikte (bkz. C.R. / Birleşik Krallık, 22 Kasım 1995, § 42, Seri A no. 335 C; ve S.W. / Birleşik Krallık, 22 Kasım 1995, § 44, Seri A no. 335 B; bkz. ayrıca, diğerlerinin arasında, Pretty / Birleşik Krallık, no. 2346/02, § 65, ECHR 2002 III), insan onuruna saygının Sözleşme’nin özünün bir parçasını teşkil ettiğini vurgulamıştır (bkz. Svinarenko ve Slyadnev, yukarıda atıf yapılan, § 118).
90. Ayrıca, Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında “aşağılayıcı” muamele veya ceza ile “(insan) onuruna” saygı kavramları arasında özellikle güçlü bir bağ vardır. 1973’te Avrupa İnsan Hakları Komisyonu Sözleşme’nin 3. maddesi bağlamında “aşağılayıcı muamele” ifadesinin, bu hükmün genel amacının insan onuruna yapılan bilhassa ciddi müdahaleleri önlemek olduğunu gösterdiğini vurgulamıştı (bkz. Doğu Afrikalı Asyalılar / Birleşik Krallık, no. 4403/70, 4404/70, 4405/70, 4406/70, 4407/70, 4408/70, 4409/70, 4410/70, 4411/70, 4412/70, 4413/70, 4414/70, 4415/70, 4416/70, 4417/70, 4418/70, 4419/70, 4422/70, 4423/70, 4434/70, 4443/70, 4476/70, 4477/70, 4478/70, 4486/70, 4501/70, 4526/70, 4527/70, 4528/70, 4529/70 ve 4530/70, 14 Aralık 1973 tarihli Komisyon raporu, Kararlar ve Raporlar 78-A, § 192). Mahkeme, kendi adına, bu kavrama ilk açık atfı, “aşağılayıcı muameleyi” değil “aşağılayıcı cezayı” ilgilendiren Tyrer kararında (yukarıda atıf yapılan) yaptı. Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında söz konusu cezanın “aşağılayıcı” olduğunu tespit ederken Mahkeme, “başvurucu ağır veya uzun süreli etkili olan fiziki yaralardan muzdarip olmasa da, ¬– kamu gücünün elinde bir nesne olarak davranıldığı – cezası, tam da 3. maddenin korumayı hedeflediği amaçlardan birine, yani kişinin onuruna ve fiziki bütünlüğüne saldırı teşkil ettiği” (§ 33) olgusunu nazara aldı. Ardından gelen birçok karar “aşağılayıcı muamele” ve “(insan) onuruna” saygı kavramları arasındaki yakın irtibatı vurguladı (bkz. örneğin, Kudła / Polonya [BD], no. 30210/96, § 94, ECHR 2000 XI; Valašinas / Litvanya, no. 44558/98, § 102, ECHR 2001 VIII; Yankov / Bulgaristan, no. 39084/97, § 114, ECHR 2003 XII (alıntılar); ve Svinarenko ve Slyadnev, yukarıda atıf yapılan, § 138).
(b) Davaya uygulanması
(i) Olayların tespiti
91. Hükümet yukarıda bahsi geçen şu hususa itiraz etmedi: kişi polisin kontrolü altında kaldıktan sonra darp izleri taşıyorsa ve bu izlerin kötü muamele neticesinde meydana geldiğinden şikayet ediyorsa, durumun bu minvalde olduğu yönünde – çürütülebilir – bir karine söz konusu oluyordu (bkz. yukarıda 83-84. paragraflar). İşbu davada bu ilkenin uygulandığını da kabul ettiler. Öte yandan, başvurucular tarafından sunulan sağlık raporlarının ne bahsi geçen yaraların bir tokattan kaynaklandığını ne bu tokatların polis memurlarınca atıldığını tespit ettiğini ileri sürdüler, kaldı ki özellikle söz konusu polis memurları, bu eylemleri başından beri inkar etmişti. Soruşturma sırasında toplanan hiçbir delilin bu inkarı yalanlamadığını eklediler.
92. Mahkeme, söz konusu karineden yararlanmak için Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlalinden ötürü mağdur olduklarını iddia eden kişilerin, polis veya benzer bir mercinin kontrolü altında kaldıktan sonra kötü muamele izleri taşıdıklarını göstermek zorunda olduklarını gözlemler. Mahkeme’nin ele aldığı davaların çoğu, bu durumdaki kişilerin genellikle Mahkeme’nin esaslı ispat gücü atfettiği darp yaralanmalarını ve izlerini tasvir eden sağlık raporu sunduklarını ortaya koymaktadır.
93. Mahkeme ayrıca işbu davada sunulan sağlık raporlarının – ki gerçeklikleri tartışılmamıştır – birinci başvurucu için, “şok hali”, “sol yanakta (kaybolmakta olan) kızarıklık” ve “sol dış kulak yolu kanalında kızarıklık” (bkz. yukarıda paragraf 12) ve ikinci başvurucu için “sol yanakta çürüme” (bkz. yukarıda paragraf 16) belirttiğini not düşer. Bunlar yüze atılan tokadın muhtemel sonuçlarıdır.
94. Mahkeme ilaveten, raporların, ispat güçlerini kuvvetlendiren bir şekilde, olay günü, başvurucular Saint-Josse-ten-Noode polis merkezinden çıktıktan kısa bir süre sonra verilmiş olduklarını gözlemler. Birinci başvurucu için rapor 8 Aralık 2003 19.20’de verilmiştir, birinci başvurucu 16.00 ile 17.30 arasında polis merkezindeydi (bkz. yukarıda paragraflar 12 ve 14). İkinci başvurucu için rapor 23 Şubat 2004 tarihlidir ve 11.20’den – raporun P Komitesi’ne ibraz edildiği zaman (bkz. yukarıda paragraf 25) – önce düzenlenmiştir, ikinci başvurucu 9.44 ile 10.20 arasında polis merkezindeydi (bkz. yukarıda paragraflar 15 ve 16).
95. Mahkeme, Saint-Josse-ten-Noode karakoluna girerken böyle izler taşımıyor olduklarının tartışmalı olmadığını not eder.
96. Son olarak, iç hukuktaki yargılama boyunca söz konusu polis memurları istikrarlı bir biçimde başvurucuları tokatladıklarını reddetmişlerdir. Öte yandan, başvurucular aynı şekilde istikrarlı biçimde tam aksini iddia etmişlerdir. Kaldı ki, soruşturmada esaslı eksiklikler olduğu dikkate alındığında (bkz. yukarıda paragraflar 124-134), yalnızca soruşturmanın aksi yönde delil ortaya çıkarmadığı noktasından hareketle memurların ifadelerinin doğru olduğu sonucuna varmak imkansızdır.
97. Hükümet tarafından duruşmada dile getirilen başvurucuların polislerin başına iş açmak için kendi kendilerini tokatladıkları (bkz. yukarıda paragraf 68) varsayımına gelince, Mahkeme bunu teyit eden bir delilin olmadığını not eder. Kaldı ki, tarafların sunduğu delillere bakılırsa, söz konusu varsayım yerel mahkemeler önünde gündeme getirilmemiş görünmektedir.
98. Bütün bunların ışığında Mahkeme, başvurucuların ibraz ettikleri raporlarda işaret edilen çürüklerin Saint Josse ten-Noode karakolunda başvurucular polisin kontrolü altındayken meydana geldiğinin yeterince sabit olduğu kanaatine varır. Ayrıca Hükümet’in başvurucuların çürümenin bir polis memuru tarafından atılan tokat neticesinde meydana geldiği yönündeki maruzatlarına şüphe düşürebilecek herhangi bir delil sunamadıklarını not düşer. Bu sebeple, Mahkeme, olayların sabit olduğu sonucuna varır.
99. Geriye, başvurucuların şikayet ettikleri muamelenin Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı olduğunu iddia ederken haklı olup olmadıklarının tespiti kalmaktadır.
(ii) Başvuruculara yapılan muamelenin vasıflandırılması
100. Daha önce de Mahkeme’nin vurgulamış olduğu gibi (bkz. yukarıda paragraf 88), özgürlüğünden yoksun bırakılmış veya daha genel olarak yasa uygulayan memurlar ile karşı karşıya kalmış bir kişi söz konusu olduğunda, kendi tutumu nedeniyle kesin olarak gerekli hale gelmemiş fiziki kuvvete her başvuru insan onurunu zedeler ve kural olarak 3. maddede öngörülen hakkın ihlalini teşkil eder.
101. Mahkeme “kural olarak” kelimesinin, yukarıda bahsi geçen ciddiyet eşiğine (bkz. yukarıda paragraflar 86-87) ulaşılmadığından böyle bir ihlalin bulunmasına mahal olmayan durumlar olabileceği anlamına gelecek şekilde ele alınamayacağının altını çizer. İnsan onuruna herhangi bir müdahale Sözleşme’nin tam da özüne dokunur (bkz. yukarıda paragraf 89). Bu nedenle, yasa uygulayan memurların bir bireye karşı insan onurunu eksilten herhangi bir davranışı Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlalini oluşturur. Bu, özellikle, onların bir kişiye karşı, o kişinin davranışı nedeniyle kati surette gerekli hale gelmemişken, fiziki güç kullanması durumuna uygulanır, bunun söz konusu kişi üzerindeki etkisi ne olursa olsun.
102. İşbu davada Hükümet iki başvurucunun şikayet ettikleri tokatların kendi tutumları nedeniyle kesinlikle gerekli hale gelmiş fiziki kuvvete başvuru teşkil ettiğini iddia etmemiştir; sadece tokat atıldığını inkar etmişlerdir. Aslında, her bir tokadın saygısız olarak algılanan bir tutuma cevaben verilen fevri bir hareket olduğu dava dosyasından görülmektedir; bu yukarıda bahsedilen gerekliliği ortaya koymak için elbette yetersizdir. Mahkeme, bunun sonucunda, başvurucuların onurunun zedelenmiş olduğuna ve dolayısıyla Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine karar verir.
103. Her durumda, Mahkeme bir yasa uygulayan memur tarafından tamamıyla kendi hakimiyeti altında olan bir bireye atılan tokadın kişinin onuruna yönelik ciddi bir saldırı teşkil ettiği üzerinde durur.
104. Tokat maruz kalan kişi üzerinde hayli mühim bir etki yapar. Surata tokat kişinin vücudunun benliği ifade eden, sosyal kimliğini gösteren ve başkalarıyla iletişimde kullanılan duyularının merkezini oluşturan – görme, konuşma ve duyma – bir parçasını etkiler. Hakikaten Mahkeme, sosyal etkileşimde yüzün oynadığı rolü kaydetme imkanına sahip olmuştur (bkz. kamusal alanlarda yüzü gizleyen giysilerin giyilmesi yasağını ilgilendiren S.A.S. / Fransa [BD] no. 43835/11, §§ 122 ve 141, ECHR 2014 (alıntılar)). Vücudun bu parçasının özelliğini Sözleşme’nin 3. Maddesi bağlamında da ele almıştır; “bilhassa yeri nedeniyle”, bir kişinin tevkifi sırasında alnında şişliğe ve 2 cm’lik bir çürüğe sebep olan kafasına darp, 3. madde altında bir mesele doğurmak için yeterince ciddidir (bkz. Samüt Karabulut / Türkiye, no. 16999/04, §§ 41 ve 58, 27 Ocak 2009).
105. Mahkeme, Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında aşağılayıcı muamele olması için mağdurun kendi gözünde küçük düşürülmüş olmasının pekala yeterli olabileceğini (bkz. yukarıda paragraf 87) tekrar eder. Gerçekten de, taammüden atılmamış, kişi üzerinde herhangi bir ciddi veya uzun süreli etkiden yoksun tek bir tokadın o kişi tarafından küçük düşürücü olarak algılanabileceğinden şüphe etmez.
106. Bu özellikle tokadın yasa uygulayan memurlar tarafından kontrolleri altındaki kişilere atıldığı zaman geçerlidir, zira bu şartlar altında bu iki taraf arasındaki ilişkiyi doğası itibarıyla tanımlayan üstünlük ve aşağı olma durumunu su yüzüne çıkarır. Mağdurların böyle bir fiilin o memurlar tarafından mesleki etiğin ve meslek ahlakının çiğnenmesi anlamına gelen hukuka aykırı bir fiil ve aynı zamanda – Daire’nin kararında haklı olarak vurguladığı gibi – kabul edilemez olduğunu bilmeleri, onlarda daha da fazla keyfi muamele, adaletsizlik ve güçsüzlük hissiyatı uyandırabilir (Sözleşme’nin 3. maddesi bağlamında bu tip bir hissiyatın değerlendirmesi için, bkz. örneğin, Petyo Petkov / Bulgaristan, no. 32130/03, §§ 42 ve 47, 7 Ocak 2010).
107. Ek olarak, nezarette tutulan veya sadece sorgu veya kimlik kontrolü için bir polis merkezine çağrılmış ya da götürülmüş kişiler – başvurucuların durumunda olduğu gibi – ve daha genel olarak polisin veya benzer bir mercinin kontrolü altındaki bütün kişiler bir savunmasızlık hali içindedir. Merciler bunun sonucunda onları koruma vazifesi altındadır (bkz. yukarıda paragraflar 83-84). Memurlarından biri tarafından tokatlanma utancını yaşatarak, bu vazifeyi hiçe saymaktadırlar.
108. Tokadın mağdurun saygısız veya kışkırtıcı tutumuna öfkelenen bir memur tarafından düşüncesizce atılmış olması, burada önem arz etmez. Büyük Daire bu nedenle Daire’nin yaklaşımından bu noktada ayrılır. Mahkeme’nin daha önce vurguladığı gibi, en zor şartlarda dahi, Sözleşme kesin olarak işkenceyi, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleyi veya cezayı, ilgili kişinin davranışından bağımsız olarak yasaklamaktadır (bkz. yukarıda paragraf 81). Demokratik bir toplumda kötü muamele hiçbir zaman mercilerin karşılaştıkları sorunlara uygun bir cevap teşkil etmez. Özellikle polis “hiçbir işkence eylemini veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleyi veya cezayı hiçbir şart altında gerçekleştirmemelidir, bunlara yol açmamalıdır veya bunları hoş görmemelidir” (Avrupa Polis Etiği Kuralları, § 36; bkz. yukarıda paragraf 51). İlaveten, Sözleşme’nin 3. maddesi, devletlere, kimse işkenceye veya bu hükme aykırı muameleye tabi tutulmasın diye, yasa uygulayan memurlarını profesyonel davranışlarında üst düzey bir yetkinlik sağlayacak şekilde eğitmek gibi bir pozitif yükümlülük yükler (bkz. Davydov ve Diğerleri, yukarıda atıf yapılan, § 268).
109. Son olarak, Mahkeme, ikincil bir mülahaza olarak, birinci başvurucunun 22 Ağustos 1986 doğumlu olup 8 Aralık 2003’te 17 yaşında olduğunu not düşer. Olay zamanı reşit değildir. Kötü muamelenin, bir yetişkine kıyasla, küçük üzerinde daha büyük bir etkide bulunması – özellikle psikolojik anlamda – muhtemeldir (bkz. örneğin, Rivas, yukarıda atıf yapılan, § 42; ve Darraj / Fransa, no. 34588/07, § 44, 4 Kasım 2010). Daha genel olarak, Mahkeme birçok defa Sözleşme’nin 3. maddesi bağlamında küçüklerin savunmasızlığının altını çizmiştir. Örneğin, Okkalı / Türkiye (no. 52067/99, ECHR 2006 XII (alıntılar)); Yazgül Yılmaz / Türkiye (no. 36369/06, 1 Şubat 2011); ve Iurcu / Moldova Cumhuriyeti (no. 33759/10, 9 Nisan 2013)’da durum böyleydi. Küçüklerin savunmasızlığını hesaba katma gereği uluslararası planda da açıkça tasdik edilmiştir (bkz. yukarıda paragraflar 52-53).
110. Mahkeme, görevlerinin ifası sırasında küçüklerle muhatap olan yasa uygulayıcı memurlar için (onların) genç yaşlarından kaynaklanan savunmasızlıklarını gerektiği gibi hesaba katmalarının hayati olduğunu vurgular (Avrupa Polis Etiği Kuralları, § 44; bkz. yukarıda paragraf 51). Polisin küçüklere davranışı, sadece küçük oldukları için bile, yetişkinler için kabul edilebilir olabilecekken, Sözleşme’nin 3. maddesinin gereklerine aykırı telakki edilebilir. Bu nedenle, yasa uygulayan memurlar küçüklerle muhatap olurken daha fazla ihtiyat ve soğukkanlılık göstermelidirler.
111. Sonuç olarak, her iki başvurucuya Saint-Josse-ten-Noode polis merkezinde onların kontrolü altında iken polis memurları tarafından atılan tokat, kendi tutumlarıyla kati surette gerekli hale gelmiş olan fiziki kuvvete başvuru teşkil etmemiş ve böylece onurlarını zedelemiştir.
112. Başvurucuların sadece ufak cismani zarara işaret ettikleri ve ciddi fiziksel veya ruhsal acı çektiklerini göstermediklerinden, söz konusu muamele insanlık dışı veya, a fortiori, işkence olarak tanımlanamaz. Mahkeme, bu nedenle, işbu davada aşağılayıcı muamelenin söz konusu olduğunu tespit eder.
113. Dolayısıyla, her iki başvurucuya ilişkin olarak 3. madde esas bakımından ihlal edilmiştir.
2. Usuli yönden şikayet
(a) Genel ilkeler
114. Mahkeme diğerleri arasından El Masri’de (yukarıda atıf yapılan, §§ 182-185) ve Mocanu ve Diğerleri’nde (yukarıda atıf yapılan, §§ 316-326) ortaya konan genel ilkelere işaret eder.
115. Bu ilkeler, devlet görevlileri tarafından işkence veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza yasağının, onlar tarafından tutulan kişilerin kötü muamele iddialarını soruşturmak için bir usul öngörülmezse, uygulamada etkisiz olacağını gösterir.
116. Böylece, Sözleşme’nin 1. maddesi altında devletin genel yükümlülüğü “kendi yetki alanları içinde bulunan herkese, bu Sözleşme’de tanımlanan hak ve özgürlükleri sağlamak” dikkate alındığında, bir kişi, diğerlerinin yanı sıra, poliste veya diğer benzer mercilerde 3. maddeyi ihlal eden bir muameleden muzdarip olduğu yönünde inandırıcı bir iddiada bulunduğunda, 3. madde, zımnen bir tür etkili resmi soruşturmanın yapılmasını gerektirir.
117. Böyle bir soruşturmanın esas amacı, işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezayı yasaklayan iç hukukun, devlet görevlilerini veya organlarını ilgilendiren davalarda etkili bir şekilde uygulanmasının ve sorumlulukları altında gerçekleşen kötü muamele nedeniyle hesap verilebilirliklerinin sağlanmasıdır.
118. Genel olarak, bir soruşturmanın etkili olması için, onu yürütmekle görevli kişi ve kurumlar soruşturmanın hedefi olanlardan bağımsız olmalıdırlar. Bu, sadece herhangi bir hiyerarşik veya kurumsal bağın olmaması değil aynı zamanda fiilen bağımsızlık demektir.
119. Hangi usul kullanılırsa kullanılsın, makamlar resen harekete geçmelidirler. Ayrıca, etkili olmak için soruşturma, sorumluları teşhis etme ve cezalandırmaya yol açacak nitelikte olmalıdır. Soruşturma makamlarının sadece doğrudan güç kullanan devlet görevlilerinin eylemlerini değil, aynı zamanda somut olayı çevreleyen tüm şartları da göz önünde bulundurmasına izin verecek kadar geniş kapsamlı olmalıdır.
120. Her ne kadar bu, bir sonuç borcu olmayıp vasıta borcu olsa da, soruşturmadaki yaraların sebebini veya sorumlu kişilerin kimliğini tespit etme kabiliyetini zayıflatan herhangi bir sakatlık gereken etkililik standardının yakalanmaması riskini ortaya çıkaracaktır.
121. Bu bağlamda ivedilik ve makul süre şartları zımnen mevcuttur. Özel durumlarda bir soruşturmanın ilerlemesinin önünde engeller ve zorluklar olabilirse de, makamların hızlı bir biçimde tepki göstererek kötü muamele iddialarını soruşturmaları, genel olarak, kamuoyunun hukukun üstünlüğüne bağlılıklarına güven duymasının sağlanması ve hukuka aykırı eylemlerde bir danışıklılık veya bu tip eylemlerin hoş görüldüğü izleniminin önlenmesi için esas olduğu düşünülebilir.
122. Mağdur etkili bir biçimde soruşturmaya katılabilmelidir.
123. Son olarak, soruşturma tamam olmalıdır, makamlar her zaman ne olduğunu ortaya çıkarmak için ciddi bir girişimde bulunmalı ve soruşturmayı kapatmak için acele edilmiş ve mesnetsiz sonuçlara dayanmamalıdır.
(b) Davaya uygulanması
124. Mahkeme, başvurucuların memurlar tarafından Saint-Josse-ten-Noode karakolunda Sözleşme’nin 3. maddesini ihlal edilen muameleye tabi tutuldukları iddialarının – yerel makamlara bulunulan şikayetlerde de belirtildiği üzere – savunulabilir nitelikte olduğu görüşündedir. 3. madde bu nedenle makamların etkili bir soruşturma yürütmesini gerektirmekteydi.
125. Hükümet, yukarıda sıralandıkları haliyle içtihatta ortaya konan kriterler ışığında, soruşturmanın yürütülme biçiminin tatmin edici olduğunu ileri sürdü.
126. Mahkeme Hükümet’in bu görüşünü paylaşmamaktadır.
127. Mahkeme, başvurucuların müşteki olarak şikayette bulunduklarında bir soruşturma başlatıldığını ve işaret ettikleri iki polis memurunun vazifeleri sırasında bireylere karşı şiddet kullanmakla, özellikle, kasıtlı yaralama veya saldırı ve Anayasa’nın garanti altına aldığı hak ve özgürlükleri ihlal eden keyfi eylemlerde bulunmakla itham edildiklerini not eder. Soruşturma yasal gereklere uygun olarak tetkik hakimi yetkisi dahilinde yürütüldü. Bu nedenle, bağımsız bir makamın kontrolü altındaydı. Ayrıca, başvurucuların soruşturmaya katılamadıklarını gösteren hiçbir şey söz konusu değildi.
128. Bununla birlikte, resen hiçbir özel soruşturma tedbiri emretmemiş görünen tetkik hakimi, P Komitesi soruşturma bölümünden şunları talep etmekle yetindi; başvurucuların katılan müşteki taraf olarak başvurularının alınması, şikayetlerinin detaylarının ortaya çıkarılması için ifadelerinin alınması, Bouyid ailesinin tutumu hakkında bir rapor hazırlanması, onlara karşı açılan davaların ve onların bulunduğu şikayetlerin bir listesinin yapılması ve bu çerçevede hangi adımların atıldığının açıklanması. Söz konusu polis memurları ile başvurucuları yüzleştirmedi, bir yüzleştirme organize etmedi veya başvurucuların sunduğu sağlık raporlarını veren doktorları veya memur A.Z. birinci başvurucuyu 8 Aralık 2003’te sokakta durdurup sorguladığı zaman onun yanında olan arkadaşını (bkz. yukarıda paragraf 11) veya 23 Şubat 2004’te Saint-Josse-ten-Noode karakolundan çıktıktan kısa süre sonra ikinci başvurucunun evinde onunla görüşen polis şefi K.’yı (bkz. yukarıda paragraf 26) sorgulamadı veya sorgulanmasını emretmedi. Oysa bu tip tedbirler olayların tespitine yardımcı olabilirdi.
129. Dolayısıyla, soruşturma, olaylara karışan polis memurlarının P Komitesi soruşturma bölümüne gönderilen diğer bazı polis memurları tarafından sorgulanmasından ve bu memurlar tarafından yine polis memurlarınca (başvurucuların semtini kapsayan bölge polisi iç denetim birimi) toplanan delilleri özetleyen ve esas itibarıyla Bouyid ailesinin “genel davranışlarını” anlatan bir rapor hazırlanmasından ibaret kaldı.
130. İlaveten, savcının maruzatları veya Brüksel İlk Derece Mahkemesi Havale Birimi’nin takipsizlik emri gerekçesizdi. Ayrıca, takipsizlik emrini onaylarken Brüksel İstinaf Mahkemesi İddianame Birimi, başvurucuların söz konusu memurlar tarafından tokatlandıkları iddiasının inandırıcılığını ve ciddiyetini değerlendirmeden, neredeyse münhasıran yukarıda bahsi geçen Bouyid ailesinin davranışları hakkındaki rapora ve itham edilen polis memurlarının inkarına dayandı. İddianame Birimi’nin 9 Nisan 2008 tarihli yalnızca ikinci başvurucu tarafından sunulan sağlık raporuna çok kısa bir atıf içeren kararının, birinci başvurucu tarafından getirilen sağlık raporuna hiçbir şekilde değinmediği de not edilmelidir.
131. Bu etkenler soruşturma makamlarının başvurucuların iddialarına – dava dosyasına eklenmek üzere sundukları sağlık raporları ile desteklenmelerine rağmen – veya tamamen hakimiyeti altında bulunan bir bireye tokat atan yasa uygulayan memurun karıştığı fiilin niteliğine gereken dikkati vermediklerini gösterme eğilimindedir.
132. Son olarak, Mahkeme soruşturmanın Hükümet’in hiçbir açıklama getirmediği alışılmadık süresini not eder. Olaylar birinci başvurucu için 8 Aralık 2003’te ikinci başvurucu için 23 Şubat 2004’te gerçekleşmişti; başvurucular, 17 Haziran 2004’te katılma başvurusu yapmadan önce, P Komitesi’ne sırasıyla 9 Aralık 2003’te ve 23 Şubat 2004’te şikayette bulundular. Bununla birlikte, takipsizlik emrinin verilmesi 27 Kasım 2007’yi buldu. Brüksel İstinaf Mahkemesi İddianame Birimi ile Yüksek Mahkeme kararlarına gelince, bunlar sırasıyla 8 Nisan 2008 ve 29 Ekim 2008’de verildi. Dolayısıyla birinci başvurucunun şikayeti ile Yüksek Mahkeme’nin yargılamayı sonlandıran kararı arasında neredeyse beş yıl, ikinci başvurucu için ise dört yıl sekiz aydan fazla bir süre geçmişti.
133. Bundan önce Mahkeme’nin birçok defa vurguladığı gibi, özel durumlarda bir soruşturmanın ilerlemesinin önünde engeller ve zorluklar olabilirse de, makamların hızlı bir biçimde tepki göstererek kötü muamele iddialarını soruşturmaları, genel olarak, kamuoyunun hukukun üstünlüğüne bağlılıklarına güven duymasının sağlanması ve hukuka aykırı eylemlerde bir danışıklılık veya bu tip eylemlerin hoş görüldüğü izleniminin önlenmesi için esas olduğu düşünülebilir (bkz. diğerleri arasında, McKerr / Birleşik Krallık, no. 28883/95, § 114, ECHR 2001 III; ve Mocanu ve Diğerleri, yukarıda atıf yapılan, § 323).
134. Bütün bunların ışığında Mahkeme, başvurucuların etkili bir soruşturmadan faydalanmadıkları kanaatine varmıştır. Bunun sonucunda, Sözleşme’nin 3. maddesinin usuli yönden ihlal edildiğine hükmeder.
II. SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
135. Sözleşme 41. madde şöyledir:
“Eğer Mahkeme bu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldırabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazminat verilmesine hükmeder.”
A. Tazminat
136. Daire’nin önünde yaptıkları gibi başvurucular, müştereken, Sözleşme’nin 3. maddesinin esas bakımından ihlali nedeniyle 5,000 avro (EUR) manevi tazminat ve aynı maddenin usuli yönden ihlali nedeniyle 48,110 EUR manevi tazminat talep ettiler. İkinci tutarı, soruşturmadaki eksiklikler sonucu yaşadıkları hayal kırıklığının 7 Mart 2006’da ek soruşturma tedbirlerinin reddedilmesiyle başladığını ve 14 Kasım 2012’ye kadar sürdüğünü savunarak açıkladılar; her ikisine de, Yüksek Mahkeme’nin kararını verdiği 29 Ekim 2008 tarihine kadar (toplam 952 gün) günlük 15 EUR ve bundan sonraki dönem için günlük 5 EUR vermenin (toplam 1,455 EUR) uygun olduğunu düşündüler.
137. Büyük Daire önünde bu iddialara bir yorum yapmayan Hükümet, Daire önündeki maruzatlarında yukarıda bahsi geçen 5,000 avroluk tutarı Mahkeme’nin takdirine bıraktıklarını beyan etmişti. Aynı zamanda, Mahkeme’yi, 3. maddenin usuli yönden ihlali nedeniyle uğranan zararın başvurucular tarafından yapılan maddi değerlendirmesini, makul ve gerçekçi olmadığından, göz ardı etmeye davet etti. Şayet Mahkeme ihlalin tespiti neticesinde başvurucuların haklarının yeniden tesisinin yeterli telafi teşkil etmediği kanaatine varırsa, bu başlık altında verilecek tutarın makul bir seviyeye indirilmesi gerektiğini ekledi.
138. Mahkeme, başvurucuların mağduru oldukları Sözleşme’nin 3. maddesinin esas ve usul yönünden ihlali nedeniyle manevi zarara uğradıklarının inkar edilemez olduğu görüşündedir. Sözleşme’nin 41. maddesinin gerektirdiği gibi hakkaniyet esasına dayanarak değerlendirmesini yaparak, her birine bu başlık altında 5,000 EUR verilmesine hükmeder.
B. Yargılama giderleri
139. Daire önünde yaptıkları gibi başvurucular, yerel mahkemeler önündeki yargılama giderleri için Mahkeme’den 4,088.71 EUR talep etti. İlaveten, Mahkeme önündeki yargılamaya ilişkin, 7,051.42 EUR Marchand’ın ücreti ve 18,115.62 EUR Chihaoui’nin ücreti olmak üzere 25,167.04 EUR talep etti. İki hukukçuyla sırasıyla saati 85 EUR ve 125 EUR üzerinden anlaştıklarını açıkladılar. Marchand, başvurularının hazırlanması için otuz beş saat, Büyük Daire’ye gönderilme talebi için yaklaşık on üç saat ve Büyük Daire önündeki dilekçenin hazırlanması için yaklaşık dokuz saat üzerinden ücretlendirdi. Chihaoui Daire önündeki maruzatların hazırlanması için elli bir saat, Büyük Daire’ye gönderilme talebi için yaklaşık altmış dokuz saat ve Büyük Daire önündeki dilekçenin hazırlanması için yaklaşık dokuz saat üzerinden ücretlendirdi. Bu iddiaları destekleyen çeşitli belgeler sundular.
140. Büyük Daire önünde bu iddialara bir yorum yapmayan Hükümet, Daire önündeki maruzatlarında 85 avroluk saat ücretinin makul olduğunu düşündüklerini beyan etmişti. Öte yandan, saati 125 EUR üzerinden ücretlendirme yapan ikinci bir hukukçuya danışılmasının gereksiz göründüğünü ileri sürdü ve bu nedenle talebin bu kısmının reddedilmesini veya en azından aynı saat ücreti 85 EUR üzerinden hesaplanmasını talep etti.
141. Mahkeme içtihadına göre bir başvurucu yargılama giderlerinin fiilen ve zaruri olarak üstlenildiğinin gösterildiği ve miktar olarak makul olduğu oranda karşılanması hakkına sahiptir (bkz. örneğin, Jeunesse / Hollanda [BD], no. 12738/10, § 135, 3 Ekim 2014). İşbu davada, önündeki belgeleri ve yukarıdaki kriterleri dikkate alarak Mahkeme, başvuruculara, yerel mahkemelerde ve Mahkeme’de yaptıkları yargılama masrafları için müştereken 10,000 EUR verilmesini makul bulur.
C. Temerrüt faizi
142. Mahkeme, temerrüt faizinin Avrupa Merkez Bankası’nın gecelik borç verme faizi oranına göre tayin edilmesinin uygun olduğuna, bu orana yüzde üç puan eklenmesi gerektiğine hükmeder.
BU GEREKÇELERLE, MAHKEME
1. On dörde üç oyla, Sözleşme’nin 3. maddesinin esas bakımından ihlal edildiğine karar verir;

2. Oy birliğiyle, Sözleşme’nin 3. maddesinin usuli bakımından ihlal edildiğine karar verir;

3. On beşe iki oyla,
(a) Davalı devletin üç ay içinde şu tutarları ödemesine:
(i) manevi tazminat olarak başvurucuların her birine 5,000 EUR (beş bin avro) ve ayrıca salınabilecek her tür vergi tutarı;
(ii) yargılama gideri olarak başvuruculara müştereken 10,000 EUR (on bin avro) ve ayrıca salınabilecek her tür vergi tutarı;
(b) Yukarıdaki tutarlar üzerinden, yukarıda bahsi geçen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın temerrüt süresi için geçerli gecelik borç verme faiz oranına ek yüzdelik üç puan oranında basit faiz ödenmesine karar verir.

4. Oy birliğiyle, adil tazmin talebinin kalan kısmını reddeder.
İşbu karar, İngilizce ve Fransızca olarak Strazburg’da İnsan Hakları Binası’nda yapılan kamuya açık bir duruşmada 28 Eylül 2015 tarihinde verilmiştir.

Johan Callewaert Dean Spielmann
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Başkan
Sözleşme’nin 45 § 2 ve İç Tüzük’ün 74 § 2 hükümlerine uygun olarak, işbu karara Hakimler De Gaetano, Lemmens ve Mahoney’in ortak kısmi muhalefet şerhi eklenmiştir.
D.S.
J.C
Şerhler Türkçeye çevrilmemiştir ancak Mahkeme içtihadı veri tabanı HUDOC’tan ulaşılabilecek kararın orjinal dilindeki halinde İngilizce ve/veya Fransızca olarak bulunmaktadır.
© Avrupa Konseyi/Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2015.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin resmi dilleri, İngilizce ve Fransızcadır. İşbu çeviri, Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Vakfı Fonu’nun desteğiyle yaptırılmıştır (www.coe.int/humanrightstrustfund). Bu çeviri, Mahkeme’yi bağlamamaktadır ve Mahkeme bu çevirinin kalitesine ilişkin hiçbir sorumluluk almamaktadır. Bu çeviri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihat veri tabanı HUDOC (http://hudoc.echr.int)’tan veya çevirinin paylaşılmış olduğu diğer veri tabanlarından indirilebilir. Bu çeviri, ticari olmayan amaçlarla; davanın tam adının yukarıdaki telif hakkı ibaresi ve İnsan Hakları Vakfı Fonu’na yapılacak atıfla birlikte belirtilmiş olması şartıyla çoğaltılabilir. Şayet bu çevirinin herhangi bir kısmının ticari amaçlarla kullanılması amaçlanıyorsa, lütfen publishing@echr.coe.int adresiyle irtibata geçiniz.

© Council of Europe/European Court of Human Rights, 2015.
The official languages of the European Court of Human Rights are English and French. This translation was commissioned with the support of the Human Rights Trust Fund of the Council of Europe (www.coe.int/humanrightstrustfund). It does not bind the Court, nor does the Court take any responsibility for the quality thereof. It may be downloaded from the HUDOC case-law database of the European Court of Human Rights (http://hudoc.echr.coe.int) or from any other database with which the Court has shared it. It may be reproduced for non-commercial purposes on condition that the full title of the case is cited, together with the above copyright indication and reference to the Human Rights Trust Fund. If it is intended to use any part of this translation for commercial purposes, please contact publishing@echr.coe.int.

© Conseil de l’Europe/Cour européenne des droits de l’homme, 2015.
Les langues officielles de la Cour européenne des droits de l’homme sont le français et l’anglais. La présente traduction a été effectuée avec le soutien du Fonds fiduciaire pour les droits de l’homme du Conseil de l’Europe (www.coe.int/humanrightstrustfund). Elle ne lie pas la Cour, et celle-ci décline toute responsabilité quant à sa qualité. Elle peut être téléchargée à partir de HUDOC, la base de jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme (http://hudoc.echr.coe.int), ou de toute autre base de données à laquelle HUDOC l’a communiquée. Elle peut être reproduite à des fins non commerciales, sous réserve que le titre de l’affaire soit cité en entier et s’accompagne de l’indication de copyright ci-dessus ainsi que de la référence au Fonds fiduciaire pour les droits de l’homme. Toute personne souhaitant se servir de tout ou partie de la présente traduction à des fins commerciales est invitée à le signaler à l’adresse suivante : publishing@echr.coe.int

  Avukat   -   AİHM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için