Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Halime Kılıç / Türkiye (Başvuru No. 63034/11)
0

Halime Kılıç / Türkiye (Başvuru No. 63034/11)

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM

HALİME KILIÇ / TÜRKİYE

(Başvuru No. 63034/11)

KARAR
STRAZBURG

28 Haziran 2016

İşbu karar Sözleşme’nin 44 §2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup bazışekli değişikliklere tabi tutulabilir.


Halime Kılıç / Türkiye davasında,

Başkan
Julia Laffranque,
Yargıçlar
Işıl Karakaş,
NebojšaVučinić,
Paul Lemmens,
ValeriuGriţco,
KsenijaTurković,
JonFridrikKjølbro,
StéphanieMourou-Vikström
veBölüm Yazı İşleri Müdürü StanleyNaismith’inkatılımıyla Daire halinde toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm) 7 Haziran 2016 tarihinde gerçekleştirdiği kapalı oturumdaki müzakereler sonucunda anılan tarihte aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1. Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan davanın temelinde, Türk vatandaşı Halime Kılıç’ın (“başvuran”) 5 Ağustos 2011 tarihinde İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvuru (No. 63034/11) bulunmaktadır.
2. Adli yardım talebi kabul edilen başvuran, Diyabakır Barosuna bağlı Avukatlar M.Nergiz ve S. Nergiz tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise kendi görevlisi tarafından temsil edilmiştir.
3. Başvuran, kızının yaşam hakkına ayrımcı bir müdahale yapıldığını iddia etmektedir (Sözleşme’nin 2 ve 14. maddeleri). Başvuran aynı zamanda, kızının maruz kaldığı aile içi şiddetten ve kötü muamelelerden (Sözleşme’nin 3. maddesi), ulusal yargı organları önündeki yargılamanın hakkaniyetten yoksun olmasından (Sözleşme’nin 6. maddesi) ve etkili başvuru yolundan yararlanamadığından (Sözleşme’nin 13. maddesi) şikâyet etmektedir.
4. Başvuru, 24 Eylül 2013 tarihinde Hükümete bildirilmiştir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
5. Başvuran 1940 doğumlu olup, Diyarbakır’da ikamet etmektedir.
6. Başvuranın kızı Fatma Babatlı 7 Kasım 2008 tarihinde eşi S.B. tarafından öldürülmüştür. S.B. olayın akabinde intihar etmiştir. FatmaBabatlı, olayların meydana geldiği dönemde üçü küçük olmak üzere yedi çocuk annesiydi.
A. Fatma Babatlı’nın hayatını kaybetmesine neden olan olaylar
1. Fatma Babatlı’nın birinci suç duyurusu
7. Başvuranın kızı 16 Temmuz 2008 tarihinde, eşi hakkında Diyarbakır Cumhuriyet savcısına (“Cumhuriyet savcısı”) suç duyurusunda bulunmuştur. Fatma Babatlı, on yedi yıldır evli olduğunu ve evlendiği günden beri eşinden şiddet gördüğünü; çocuklarının da şiddet mağduru olduklarını ifade etmiştir. İlgili, bunlara daha fazla katlanamayacağını için babasının evine yerleştiğini belirtmiştir. Bunların yanı sıra, eşinden korktuğunu belirterek 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’dan (“4320 sayılı Kanun”) yararlanmak istediğini ifade etmiştir.
8. Fatma Babatlı’nın aynı gün, Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınmış ve ifade tutanağı düzenlenmiştir. İlgili, yedi çocuğu olduğunu, on yedi yıldır evli olduğunu ve eşi tarafından sürekli şiddet gördüğünü belirterek şikâyetini tekrar etmiştir. Fatma Babatlı ayrıca, eşinin en son üç gün önce kendisini ve çocuklarını darp ettiğini ifade etmiştir. Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını talep etmiştir. Kendisinin ve çocuklarının hayatından endişe ettiğini belirterek, eşinin evden uzaklaştırılması talebinde bulunmuştur.
9. Diyarbakır Adli Tıp Kurumu tarafından 17 Temmuz 2008 tarihinde düzenlenen raporda, Fatma Babatlı’nınmuayene sırasında, evlendikleri günden bu yana eşinden şiddet gördüğünü ve bu durumdan kimseye bahsetmediğini ve konuyla ilgili olarak doktora başvurmadığını ifade ettiği bildirilmiştir. Söz konusu rapor aşağıdaki şekildedir:
“(...)
Sol zigoma ve sol mandibula bölgesinde, sol lomber yan bölge, sol kol dış kısmında, 2-10 cm.lik boyutlarda çok sayıda mor-yeşil renkte eski ekimozlar olduğu tespit edildi. (…)
Sonuç:
Kişide tespit edilen yaralanmaların:
1. Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu;
2. Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı;
3. Kişinin vücudunda herhangi bir kemik kırığının tarif edilmediğini (…) bildirir rapordur.”

10. Cumhuriyet savcısının 4320 sayılı Kanun uyarınca koruma tedbiri uygulanması talebi üzerine yapılan inceleme sonrasında, Diyarbakır Aile Mahkemesi (“Aile Mahkemesi”) söz konusu talebin kabulüne karar vermiştir. Aile Mahkemesi bu karara varırken, tanık ifadelerinden,S.B.nin, eşi Fatma Babatlı’ya şiddet uygulandığının anlaşıldığını tespit etmiştir. Aile Mahkemesi bunun üzerine, S.B.nin,
- F.B. ye karşı şiddet ya da korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmamasına;
- Müşterek evden uzaklaştırılarak, bu evin eş ve diğer aile bireylerine tahsisine;
- Bu bireylerin birlikte oturmakta oldukları eve veya iş yerlerine yaklaşmamasına;
- Eşini iletişim araçlarıyla rahatsız etmemesine;
- Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanmış olarak eşinin yaşamakta olduğu konuta veya iş yerine gelmemesine veya bu yerlerde bu maddeleri kullanmamasına;
yönelik tedbirlerin altı ay süreyle uygulanmasına karar vermiştir.
Aile Mahkemesi, bu karara aykırı davranılması halinde özgürlükten yoksun bırakıcı cezaya hükmedileceğinin ilgiliye ihtar edildiğini kararında belirtmiştir.
11. Çarşı Polis Karakolu (“Karakol”) tarafından 24 Temmuz 2008 tarihinde Fatma Babatlı’nın ifadesi alınmıştır. Fatma Babatlı ifadesinde, eşi tarafından şiddet gördüğünü tekrar etmiştir. İlgili,şu beyanlarda bulunmuştur:
“ (...) Eşimden korktuğum için çocukları da alarak evden ayrıldım ve şu anda annemin yanında kalıyorum. (…) Eşimin evden uzaklaştırılmasını istiyorum. Kendi evime gidemiyorum (…) çünkü kocamın geri dönmesinden korkuyorum. Ayrıca, kocamın akli dengesi bozuktur (…). Benim yedi tane çocuğum olduğu için, sığınma evinde benim için uygun bir yer olmadığı söylendi. (…)”

12. Karakolda aynı gün, konuyla ilgili olarak başvuranın da ifadesi alınmıştır. Başvuran ifadesinde, kızının on altı yıldır eşinden şiddet gördüğünü; daha önce damadının, kızını dövdüğünü gördüğünü ve kendisini jiletle kestiğini belirtmiştir. Başvuran ayrıca, kızının hayatının tehlikede olduğunu ve yanına sığındığını ifade etmiştir.
13. Aynı gün, Fatma Babatlı’nın kız kardeşlerinin de ifadeleri alınmıştır. İlgililer, kardeşlerinin eşinden şiddet gördüğünü, vücudunda morluklar olduğunu, yuvası yıkılmasın diye bu duruma katlandığını; ancak son bir yıldır sorunlarının giderek büyüdüğünü ifade etmişlerdir.
14. 25 Temmuz 2008 tarihinde S.B. nin ifadesi alınmıştır. S.B. eşine şiddet uyguladığını kabul etmemiştir. S.B. eşinin diyabet hastası olduğunu, bu nedenle sıklıkla düştüğünü, bu nedenle vücudunda morluklar olduğunu ifade etmiştir.
15. Aile Mahkemesinin 18 Temmuz 2008 tarihli kararı (yukarıda 10. paragraf), 6 Ağustos 2008 tarihinde S.B.ye tebliğ edilmiştir.
16. Cumhuriyet savcısı 7 Ekim 2008 tarihinde, Ceza Kanunu’nun 53, 86/2 ve 86/3 maddeleri gereğince basit yaralama nedeniyle S.B. hakkında iddianame düzenlenmiştir. İddianameden, 16 Temmuz 2008 tarihinde aralarında çıkan tartışma sonrasında,S.B.ninmağduru basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaraladığı anlaşılmaktadır.
17. Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi (“Sulh Ceza Mahkemesi”)21 Ekim 2008 tarihinde, Savcılık tarafından hazırlanan iddianameyi kabul etmiştir.
18. Sulh Ceza Mahkemesi, yapılan yargılama sonucunda, S.B.nin hayatını kaybettiğinin anlaşılması üzerine 30 Aralık 2008 tarihinde davanın düşmesine karar vermiştir.
2. Fatma Babatlı’nın ikinci suç duyurusu
19. Fatma Babatlı 26 Temmuz 2008 tarihinde, oğlunun duruşması olması nedeniyle, iki kız kardeşiyle birlikte Adliyeye gitmiştir. Adliyeden çıkarken, S.B.nin saldırısına uğramışlardır.
20. Aynı tarihte polis memurları tarafından Fatma Babatlı ve kardeşlerinin ifadeleri alınmıştır. İlgililer, S.B.nin Adliye önünde beklediğini; Fatma Babatlı’yı oğullarının başına gelenlerden sorumlu olmakla suçlayarakçıkardığı jileti boynuna dayadığını, polisler tarafından yakalanmadanönce, erkek kardeşinin de yardımıyla üçünü de darp ettiğini ifade etmişlerdir. İlgililer, şikâyetçi olduklarını beyan etmişlerdir. Fatma Babatlı öte yandan, on iki gündür eşinden ayrı yaşadığını; boşanma davası açtığını; kadın sığınma evine gitmek istemediğini belirtmiştir.
21. Aynı gün akşam saatlerinde, Fatma Babatlı ve kardeşlerinin vücudunda bulunan yaralarla ilgili olarak üç adet adli tıp raporu düzenlenmiştir. Söz konusu raporlarda, Fatma Babatlı’nın sağ kol arka yüzünde darpa bağlı kızarıklık, ödem ve 3-4 cm. çapında şişlik bulunduğu bildirilmiştir. Si.K. ya yapılan muayene sonrası düzenlenen raporda, ilgilide, göğüste darpa bağlı ekimoz ve kızarıklık bulunduğu bildirilmiştir.Sa.K.nın göğsünde darpa bağlı kızarıklık bulunduğu bildirilmiştir.
22. Cumhuriyet savcısının 4320 sayılı Kanun uyarınca koruma tedbiri uygulanması talebi üzerine yapılan inceleme sonrasında, Aile Mahkemesi, S.B.nin,
- Eşi F.B. ye karşı şiddet ya da korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmamasına;
- Müşterek evden uzaklaştırılarak, bu evin eş ve diğer aile bireylerine tahsisine;
- Bu bireylerin birlikte oturmakta oldukları eve veya iş yerlerine 300 metreden fazla yaklaşmamasına;
- Eşini iletişim araçlarıyla rahatsız etmemesine;
- Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanmış olarak eşinin yaşamakta olduğu konuta veya iş yerine gelmemesine veya bu yerlerde bu maddeleri kullanmamasına;
yönelik tedbirlerin altı ay süreyle uygulanmasına ilişkin yeni bir karar vermiştir.
Aile Mahkemesi, bu karara aykırı davranılması halinde özgürlükten yoksun bırakıcı cezaya hükmedileceğinin ilgiliye ihtar edildiğini kararında belirtmiştir.
23. Cumhuriyet savcısı 9 Eylül 2008 tarihinde Yenişehir İlçe Emniyet Müdürlüğünden S.B.nin ve erkek kardeşinin, Adliye önünde yaşanan şiddet olayıyla ilgili olarak dinlenmelerini talep etmiştir.
24. Diyarbakır Adli Tıp Kurumu tarafından 12 Eylül 2008 tarihinde Fatma Babatlı ve kız kardeşlerinin vücudunda bulunan yaralarla ilgili olarak düzenlenen üç raporda, 26 Temmuz 2008 tarihli sağlık raporlarında dabelirtildiği üzere (yukarıda 21. paragraf), bu yaraların basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu bildirilmiştir.
25. Aile Mahkemesinin 18 Ağustos 2008 tarihli kararı (yukarıda 22. paragraf) 12 Ekim 2008 tarihinde S.B. ye tebliğ edilmiştir.
26. Cumhuriyet savcısı 25 Kasım 2009 tarihinde Fatma Babatlı’yı kasten yaralama nedeniyle S.B.nin erkek kardeşi B.B. hakkında iddianame düzenlemiştir. Savcılık aynı tarihte, Fatma Babatlı’nın kız kardeşlerinin şikâyetiyle ilgili olarak, ilgililerin, S.B.’nin ölümünden sonra şikâyetlerinden vazgeçmelerisebebiyleek kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir.
27. Sulh Ceza Mahkemesi 23 Ocak 2010 tarihinde, basit yaralama nedeniyle B.B. hakkında kamu davası açılan iddianameyi kabul etmiştir.
28. Sulh Ceza Mahkemesi 20 Nisan 2010 tarihinde, B.B. nin, FatmaBabatlı’ya yönelik basit yaralama suçunu işlediğini sabit görmüş ve yüz yirmi gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına;ilgilinin iyi hali nedeniyle yüz gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu ceza 2.000 Türk lirası adli para cezasına çevrilmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
3. Fatma Babatlı’nın üçüncü suç duyurusu
29. Cumhuriyet savcısı 8 Ekim 2008 tarihli yazıyla, Sur İlçe Emniyet Müdürlüğünden, S.B.nin 4320 sayılı Kanun gereğince hakkında verilen tedbir kararını ihlal etme nedeniyle yakalanmasını ve aynı akşam, yirmi dört saati geçmeyecek şekilde gözaltına alınmasını talep etmiştir.
30. Polis memurları 9 Ekim 2008 tarihinde, bir önceki gün, saat 23.00 sıralarında S.B. nin yakalandığını belirten bir tutanak düzenlemişlerdir. Söz konusu tutanakta bilhassa şu ifadeler yer almaktadır:
“08.10.2008 günü saat 23.00 sıralarında, (…) aile içinde kavga olduğuna dair yapılan anons üzerine, (…) ekipler olay yerine intikal etmiş ve mağdur Fatma Babatlı’yla görüşmüşlerdir. Fatma Babatlı, eşinin kendisini darp ettiğini (…) ve en son darp ettiğinde,şikâyeti üzerine, eşinin (…) Aile Mahkemesinin (…) kararı ile altı ay evden uzaklaştırma aldığını ifade etmiştir. (…)[Fatma Babatlı], eşinin o akşam evine zorla girdiğini; kendisini darp ettiğini ve eşinden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. (…) İlgili kişiye cep telefonundan ulaşılmış ve sokakta beklenmeye başlanmıştır. (…) Bir süre sonra S.B. elinde namlu uzunluğu 9,5 cm. sap uzunluğu 11 cm. olan bir bıçakla gelmiş ve bıçağı boynuna dayamıştır. S.B. yaklaşmış (…) ve “Beni rahat bırakın (…)”, “Siz kim oluyorsunuz”, “Kendimi keserim” diyerek bağırmıştır. Rezalet çıkarmış ve elinde tuttuğu bıçakla boynunun kesmeye çalışmıştır. Başını ve vücudunu duvarlara vurmak suretiyle (…) yakalanmasına direnmiştir. (…) Şahsın elindeki bıçak zorla geri alınmıştır. (…) Kelepçe takılarak şahıs gözaltına alınmıştır. Şahıs karakola getirildiği esnada (…) kendisini duvarlara vurmuş (…), “Ben ne kadar ceza alırsam alayım eve bu gece gideceğim ya da beni öldürün” şeklinde eşini tehdit etmeye devam etmiştir. İlgilinin üzerindeki sap uzunluğu 15 cm. namlu uzunluğu 53 cm. olan bıçağa el konulmuştur. (…)”
31. Aynı gün, Çarşı Polis Karakolu Komiseri tarafından düzenlenen ve çok benzer ifadeler içeren tutanakta polis müdahalesine değinilmiştir. Söz konusu tutanaktan, konuyla ilgili olarak, nöbetçi Cumhuriyet savcısına ve Aile Mahkemesine telefonla bilgi verildiği anlaşılmaktadır.
32. Aynı gün, Fatma Babatlı’nın ilk olarak, gece saat 01.00sıralarında; ikinci olarak ise saat 11.26’da olmak üzere Polis Karakolunda iki defa ifadesi alınmıştır. Fatma Babatlı ikinci ifadesinde aşağıdaki beyanlarda bulunmuştur:
“(...) Eşim beni sürekli döver. (…) Ben bu zamana kadar belki düzelir umuduyla sabrettim; fakat eşimin bir türlü düzeldiğini görmedim. Son zamanlara doğru şiddeti iyice artmaya başladı. Alkol ve esrar alarak eve gelir ve beni döverdi. Küfürler ederdi. Bu evlilikten yedi çocuğum oldu. (…) Çocuklarımı da döverdi. Dayanamaz hale gelince, 18.07.2008 tarihinde mahkemeye şikâyette bulundum. (…) Mahkeme, 4320 sayılı Kanun uyarınca hakkında altı ay tedbir uygulaması kararı çıkarmıştır. (…) O tarihten bu yana eşim bu karara uymayarak sürekli olarak beni yine rahatsız etmeye devam etti. (…) 08.10.2008 tarihinde saat 22.30 sıralarında eve içkili bir vaziyette geldi. (…) Korktuğum için kapıyı açmadım. Konuşmak istediğini söyledi (…), kapıyı açtım. Eşim (…) içeriye girer girmez beni dövmeye başladı. Üç yaşındaki oğlumu duvara itti. (…) Çocuğumu almak istedim. Bana tekrar vurmaya başladı. Daha sonra eşim kapının önüne çıkarak, Allah ve Peygamber küfür etmeye başladı. Sokaktan geçen biri onu duydu ve araya girdi. Bunun üzerine, eşim o kişiye küfür etmeye başladı ve evdeki çocuklara, bıçağını getirmesini söyledi. Çocuklar bıçağı getirdiler. Ben de [bu] vatandaşa saldıracak korkusuyla, bahçenin kapısını kapattım. Bana doğru döndü ve beni ya da ailemden birisini bıçağıyla öldüreceğini söyledi. Eve kaçtım ve kapıyı kapattım (…). Daha sonra 115’i arayarak yardım istedim. Eşim o esnada kaçtı. Polisler geldiler (…) ve eşimi telefonla aramamı söylediler. Eşimi aradım ve eve gelmesini söyledim. (…) Eve gelip polisleri gördüğünde, bıçağı boğazına dayadı ve kendini öldürmekle tehdit etti. (…) Polisler zorlukla bıçağı aldılar (…). Ben can güvenliğimden endişe ediyorum (…) Şikâyetçiyim. (…) 08.10.2008 tarihinde vermiş olduğum ifadem doğrudur. Kadın sığınma evine yerleştirilmek isteyip istemediğim soruldu. Ama kadın sığınma evine gitmek istemiyorum. Yedi çocuğum var, bu nedenle kadın sığınma evine gitmek istemiyorum.”
33. Aynı gün, Fatma Babatlı’nınsol kol dirsek hizasında kunt travma sonucu ekimoz ve hiperemi mevcut olduğunu bildirir adli tıp raporu düzenlenmiştir.
34. Yine aynı gün, Polis Karakolunda S.B.’nin ifadesi alınmıştır. S.B. eve gittiğini; zira eşiyle barıştıklarını ve çocuklarını görmek istediğini bildirmiştir. Eşiyle biraz tartıştığını ve biraz yüksek sesle konuştuğu için eşinin kendisinden korkmuş olabileceğini ifade etmiştir. S.B. aynı zamanda, eşinin kendisini telefonla arayarak eve polis geldiğini söylemesi üzerine eve geri geldiğini ve bir bıçak alarak boynuna dayadığını; zira o sırada üzgün olduğunu ve ölmek istediğini belirtmiştir.
35. Aynı gün, S.B. Cumhuriyet savcısı önünde de ifade vermiştir. Cumhuriyet savcısı, ilgiliye, eşinin vücudundaki yararlarla ilgili olarak düzenlenen adli tıp raporunu okumuştur (yukarıda 33. paragraf). S.B. nin ifadesi aşağıdaki şekildedir:
“(...) Ben üçüncü seferdir karşınıza geliyorum. Polis karakolundaki beyanımı yineliyorum. Barışmıştık; eve gelmiştim. Aramızda birkaç bağrışma oldu. Karıma biraz bağırmaya da hakkım yok mu?Daha sonra ben evden çektim gittim. (…) Ben tartışma sırasında sadece kolunu büktüm. O da ittirince hemen elimi çektim. (…)”

36. İfadesi alınması sonrasında, Cumhuriyet savcısı, S.B.yikasten yaralama, kasten silahla yaralamaya teşebbüs, silahla tehdit, kötü muamele ve 4320 sayılı Kanun’a aykırılık nedeniyle Sulh Ceza Mahkemesine sevk etmiştir. Cumhuriyet savcısı, ilgilinin tutuklanmasını talep etmiştir.
37. Bunun üzerine, S.B. nin Sulh Ceza Mahkemesi tarafından ifadesi alınmıştır. S.B. yaptıklarından pişman olduğunu; eşine ve polise karşı kötü davranışlarda bulunduğunu kabul ettiğini ve bir daha bu tür hareketlerde bulunmayacağını ifade etmiştir. Alkol nedeniyle bu duruma geldiğini; ama artık alkol kullanmayacağını; karısına ve çocuklarına daha iyi davranacağını belirtmiştir. S.B. aynı zamanda, mevcut beyanının doğru olduğunu; üzerine atılı suçlardan kurtulmak için daha önce Polis Karakolunda ve savcıhuzurunda o şekilde beyanda bulunduğunu ifade etmiştir.
38. Sulh Ceza Mahkemesi, bilhassa mevcut delil durumunu ve tutuklamanın bir ceza değil önleyici tedbir olduğunu göz önünde bulundurarak, Cumhuriyet savcısının, ilgilinin tutuklanması talebinin reddedilmesinin uygun olduğu kanaatine varmıştır. Bu nedenle, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü değilse veyahut başka bir suçtan hakkında yakalama emri düzenlenmemişse şüphelinin derhal serbest bırakılmasına karar vermiştir.Bunun yanı sıra, S.B. nin haftada iki defapolis merkezine giderek imza atması yönünde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiş olup, söz konusu adli kontrol tedbirine uymaması halinde derhal tutuklanabileceği ihtarı yapılmıştır.
39. Cumhuriyet savcısı 13 Ekim 2008 tarihinde Aile Mahkemesine başvurarak, 4320 sayılı Kanun gereğince koruma tedbiri uygulanması talebinde bulunmuştur. Aile Mahkemesi; S.B.nin,
- Eşine karşı şiddet ya da korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmamasına;
- Müşterek evden uzaklaştırılarak, bu evin eş ve diğer aile bireylerine tahsisine;
- Bu bireylerin birlikte oturmakta oldukları eve veya iş yerlerine yaklaşmamasına;
- Aile bireylerine ait eşyalara zarar vermemesine;
- Eşini iletişim araçlarıyla rahatsız etmemesine;
- Silah veya benzeri araçları güvenlik güçlerine teslim etmesine
yönelik tedbirlerin altı ay süreyle uygulanmasına dair yeni bir karar vermiştir.
Aile Mahkemesi, bu karara aykırı davranılması halinde özgürlükten yoksun bırakıcı cezaya hükmedileceğinin ilgiliye ihtar edildiğini kararında belirtmiştir.
40. Cumhuriyet savcısı 17 Kasım 2008 tarihinde, S.B.nin ölümünün ardından, 4320 sayılı Kanun’a aykırı davranma, yaralama, kötü muamele ve silahla tehdit nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
4. Fatma Babatlı’nın dördüncü suç duyurusu
41. Fatma Babatlı belirtilmeyen bir tarihte eşi hakkında Cumhuriyet savcısına yeniden suç duyurusunda bulunmuştur. FatmaBabatlı, alınan tedbir kararıyla, eşinin altı ay süreyle evden uzaklaştırıldığını; ancak evinin önünden çocuklarından ikisini kaçırdığını ve çocukları geri vermeyi kabul etmediğini ifade etmiştir. Fatma Babatlı, eşinin aynı zamanda kızını da kaçırmaya çalıştığını; oğlunu dövdüğünü; oğlunu ve onu öldürmekle tehdit ettiğini belirtmiştir. Fatma Babatlı, çocuklarının ve kendisinin hayatının güvende olmadığını belirtmiş ve acil yardım talebinde bulunmuştur.
42. Fatma Babatlı 20 Ekim 2008 tarihinde Cumhuriyet savcısına yeniden suç duyurusunda bulunmuştur. Aynı tarihte düzenlenen ifade tutanağı aşağıdaki şekildedir:
“(...) Eşim hakkında beni dövdüğü için şikâyetçi oldum. Yaptığım bu şikâyet neticesinde, Aile Mahkemesi 18.07.2008 tarihinde altı ay süreyle eşimin evden uzaklaştırılmasına karar verdi. (…) Eşim, evin önünden çocuklarımdan ikisini kaçırdı. Çocuklarım okula gitmeliler; ancak eşim onları bana vermiyor (…) Aynı zamanda kızım Y.B. yi de kaçırmaya çalıştı ama kızım korktu ve kaçtı (…). Eşim ona “Sizi kurşundan geçireceğim.” dedi ve hakaretler etti. Aynı gün, beni aradı. Bana “Çocuklar benimle; onları sana göndereceğim.”dedi (…). İki gün oldu ama hâlâ çocukları göndermedi. Onu aradığımda “Çocukları göndermeyeceğim, git polise şikâyetet.”dedi. Yaklaşık bir hafta kadar önce, oğlum R. yi de dövdü ve ona “Seni öldüreceğim; anneni ve teyzeni öldüreceğim.” dedi. Oğlum bana anlattı. Eşim bana “Benden nafaka isteme, bir gün seni boşayacağım; çocukların [velayetini] alacağım; gerekirse onları dışarı atarım.”Beni tehdit eden ve ailemi tehdit eden; uzaklaştırma kararına uymayan ve çocuklarımı döven S.B. hakkında şikâyetçiyim (...).”
43. Cumhuriyet savcısı 5 Kasım 2008 tarihinde Sur İlçe Emniyet Müdürlüğüne yazdığı yazıyla, şüphelinin adresinin tespit edilmesini; savunmasının dinlenmesini ve çocukların ifadelerinin alınmasını talep etmiştir.
44. Cumhuriyet savcısı,S.B. nin hayatını kaybetmesi nedeniyle, 15 Ocak 2009 tarihinde, müteveffanın şikâyetiyle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
B. Fatma Babatlı’nınölümü ve akabindeki ceza soruşturması
45. İki polis memuru tarafından 7 Kasım 2008 tarihinde konuyla ilgili olarakdüzenlenen tutanakta, aynı gün, saat 11.45 sıralarında, polis karakolu önünde nöbet tuttukları sırada bir kadının kendilerine doğru yaklaştığını ve bir adamın bir kadını öldürdüğü bilgisini verdiği bildirilmiştir. Polis memurları olay yerine gittiklerinde, yerde iki kişinin yattığını ve adamın yanında ateşli silah olduğunu görmüşlerdir. Ambulans ve yetkili ekipleri çağırmışlardır. Saat 12.10 sıralarında, olay yerine gelenemniyet ekiplerince, olay yeri inceleme tutanağı düzenlenmiş ve kroki çizilmiştir.
46. Aynı gün, saat 13.30’da Cumhuriyet savcısı tarafından olay yeri inceleme tutanağı düzenlenmiştir. Söz konusu tutanakta, karı koca arasında çıkan tartışma sonrasında, kocanın, öncelikle karısına ateş ettiği, akabinde kendini vurduğu bildirilmiştir. Yaralı koca, hastaneye kaldırılmıştır.
47. Aynı gün, polis tarafından tanıkların ifadelerialınmıştır. Tanıklardan biri, yolda bir adam ve kadının kavga ettiğinigördüğünü; adamın elinde silah olduğunu; korkup kaçtığını ifade etmiştir. Daha sonra silah sesi duyduğunu belirtmiştir. Polisler aynı zamanda, müteveffanın çocuklarından ikisinin de ifadesini almıştır. 1994 doğumlu kızı K.B. nin ifadesi aşağıdaki şekildedir:
“ (...) Sürekli kavga ediyorlardı, ; çünkü babam genellikle içki içiyordu. Bir yıldan beri, bu kavgalar arttı. Babam her zaman içiyordu ve annemi dövüyordu. Bu yüzden annem polis karakoluna başvurdu. Babam, evden uzaklaştırma cezası aldı. (…) Evin önüne geldi ; [erkek ve kız] kardeşlerimi kaçırdı; eve yeniden gelmek istiyordu ancak annem izin vermiyordu. Ağabeyim R. babamın davranışları nedeniyle eve gelmiyordu. [Erkek ve kız] kardeşlerime, anneme giderek, ona ve kardeşim R. ye ateş edeceğini söylemeleri konusunda yalan söylüyordu. Bir hafta önce, beni halama götürdü ve bana neden ona gelmediğimi sordu. Bende, içki içtiği için gelmediğimi söyledim. Bana da, annemi öldüreceğini söyledi. Babam bir silah satın almıştı; halamın evinde saklıyordu. Silahı görmedim ama onu [erkek ve kız] kardeşlerime göstermişti. (…) Babamdan şikâyetçiyim (…).”
Müteveffanın 1993 doğumlu oğlu R.B. aşağıdaki beyanlarda bulunmuştur:
“(...) Sürekli kavga ediyorlardı. Babam her zaman içki içiyordu ve annemi dövüyordu (…). Ben araya girdiğimde, beni de dövdü. (…) Bir hafta kadar önce, yüzüme küçük siyah bir tabancayla vurdu (…). Bizi her zaman tehdit ediyordu ve bizi döveceğini söylüyordu (…). Yaklaşık iki aydır kız kardeşinin evinde yaşıyor (…). Zaman zaman, bizi tehdit etmek için eve geliyordu ; “Sizi öldüreceğim.”, “Sizi keseceğim.” diyordu. Annem boşanma davası açtı; hâlâ devam ediyor. Annem, polis karakoluna başvurdu (…). Babamdan şikâyetçiyim (…).”
48. Aynı gün saat 15.20’de Fatma Babatlı hakkında düzenlenenölü muayene ve otopsi tutanağında, ilgilinin ölümünün, ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kemiklerinde meydana gelen kırık neticesinde beyin kanaması ve iç organlarda yaralanma ve iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu sonucuna varılmıştır.
49. Diyarbakır Çocuk Mahkemesi 10 Kasım 2008 tarihinde, müteveffanın çocuklarının ivedilikle bir Sosyal Hizmetler Merkezine yerleştirilmesine karar vermiştir.
50. Cumhuriyet savcısı 2 Aralık 2008 tarihinde Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesine yazdığı yazıyla, müteveffanın çocuklarına bir vasi tayin edilmesi talebinde bulunmuştur.
51. Başvuran 13 Ocak 2009 tarihinde Cumhuriyet savcısına görevi ihmal nedeniyle suç duyurusunda bulunmuştur. Başvuran, kızının şikâyetlerine rağmen, konuyla ilgili etkin soruşturmaya yürütmediklerini ve olaydaki ihmalleriylekızının ölümüne neden olduklarını iddia ettiği kamu görevlilerinin tespit edilmesini ve haklarında kamu davası açılmasınıtalep etmiştir. Başvuran, Sözleşme’nin 2, 3, 6, 13 ve 14. maddelerini ileri sürmüştür. Başvuran, kızının, eşiyle ilgili olarak yapmış olduğuşikâyetlere yer vermiştir. Başvuran somut olayda, kızının ilk kez suç duyurusunda bulunması ile öldürülmesi olayı arasında geçen üç buçuk aylık süre içerinde eşi aleyhine dört kez daha şikâyet başvurusunda bulunduğunu ileri sürmektedir. Söz konusu şikâyetlerinde, her defasında, çocuklarının ve kendisinin fiziksel şiddete maruz kaldığını, eşi tarafından ölümle tehdit edildiğini ve korunma talebinde bulunduğunu belirtmiştir. Başvuran, Aile Mahkemesi tarafından kızı lehine verilen üç kararın formalite niteliği taşıdığını ileri sürmüştür.Esasen, başvurana göre, birinci kararda, 4320 sayılı Kanun gereğince altı ay süreyle uyulması gerekentedbirler yer almaktaydı; dolayısıyla damadının bu ihtarlara uymaması nedeniyle tutuklanması gerekmekteydi.Başvuran, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesine (CEDAW) ve 4320 sayılı Kanun gibi ulusal mevzuattaki gelişmelere atıfta bulunarak, bu gelişmelerin sonuçsuz kaldığını iddia etmiştir: Kızının maruz kaldığı şiddet “basit yaralama” olarak değerlendirilmiştir. Başvurana göre, güvenlik güçlerinin mücadele ettikleri son şiddet eylemine rağmen, bu durum damadının tutuklanması için yeterli olarak kabul edilmemiştir.Başvurana göre, kızının tehlike çığlıkları duyulmamış; bunun yanı sıra, var olan mevzuat yeterli ve etkin olarak kullanılmamıştır. Başvuran öte yandan, 4320 sayılı Kanun bağlamında verilen tedbirlerin süresinin henüz dolmamış olmasına rağmen yeni koruma kararları verildiğini iddia etmiştir.
52. Cumhuriyet savcısı 13 Şubat 2009 tarihinde hayatını kaybetmiş olması nedeniyle, S.B. hakkında kasten adam öldürmeden dolayı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
53. Başvuranın 23 Ekim 2009 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınmıştır. Başvuran şikâyetini (yukarıda 51. paragraf) tekrar ettiğini ve tüm kamu görevlilerinin kusurlu olduklarından bahisle Devlet hakkında şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir.
54. Cumhuriyet savcısı 2 Şubat 2011 tarihinde, kamu görevlileri hakkında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilmediği kanaatiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
55. Başvuran 3 Şubat 2011 tarihinde Siverek Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak, savcının, kendisine sunulan bilgi ve belgeleri incelemeden karar verdiğini ileri sürerek, söz konusu kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Başvuran ayrıca, kızını korumak için yasal hükümlerin etkin şekilde kullanılmadığını ve görevlilerin, görevlerini gereğince yerine getirmediklerini iddia etmiştir.
56. Ağır Ceza Mahkemesi 4 Nisan 2011 tarihinde, savcının kararının usul ve yasaya uygun olduğu kanaatiyle itirazın reddine karar vermiştir.
II. İLGİLİ İÇ VE ULUSLARARASI HUKUK KURALLARI VE UYGULAMASI
A. İlgili iç hukuk kuralları ve uygulaması
1. İlgili yasal hükümler
57. 14 Ocak 1998 tarihli 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un ilk hali,Opuz/Türkiye (No. 33401/02, § 70, AİHM 2009) davasında yer almaktadır. 26 Nisan 2007 tarihli 5636 sayılı Kanun ile değiştirilmiş halinin somut olayla ilgili bölümleri M.G./Türkiye(No. 646/10, § 48, 22 Mart 2016) kararında yer almaktadır.
58. 4320 sayılı Kanun yerine, 8 Mart 2012 tarihli 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun 20 Mart 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
59. Ailenin Korunmasına Dair Kanunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik 1 Mart 2008 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Söz konusu Yönetmelikte bilhassa şu hususlar yer almaktadır:

“Tedbir kararının Cumhuriyet başsavcılığına iletilmesi ve yerine getirilmesi
Madde 15. (1) Koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet Başsavcılığına iletilir.(...).
(2) Cumhuriyet Başsavcılığı kararın uygulanmasını Genel Kolluk Kuvvetleri marifeti ile izler. Tedbir kararı içeriğine göre tarafların bulunduğu yerin bağlı olduğu kolluk kuvvetine işlem yapılmak üzere ivedilikle gönderilir. (...).
(3) Kolluğun izleme görevi, koruma kararının verildiği tarihte başlar. Kolluk kuvveti, koruma kararının içeriğine göre ilgililere bildirimde bulunur. Bu bildirim tutanak altına alınır ve karar süresince tedbirlerin yerine getirilip getirilmediği kontrol edilir. Bu kontrol, lehine koruma kararı verilen kişinin:
a) Bulunduğu konutun haftada bir kez ziyaret edilmesini;
b) (…) yakınları ile iletişim kurulmasını;
c) Komşularının bilgisine başvurulmasını;
ç) Oturulan yerin muhtarından bilgi alınmasını;
d) Bulunduğu konutun çevresinde araştırma yapılmasını,
içerir.
(4) Yukarıda belirtilen veya başka şekilde gerçekleştirilen kontrol işlemleri sonucunda kişinin, aleyhine verilen koruma kararına uymadığının tespit edilmesi halinde bu husus tutanağa bağlanır. Bu tutanağa istinaden genel kolluk kuvvetleri tarafından re’sen soruşturma yapılarak evrak en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirilir.
(5) Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş veya diğer aile bireyleri hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açar.”
2. İnsan Hakları İzleme Örgütünün Raporu
60. İnsan Hakları İzleme Örgütü4 Mayıs 2011 tarihinde “Kocandır, Döver de Sever de: Türkiye’de Aile İçi Şiddet ve Korumaya Erişim” başlıklı bir rapor yayımlamıştır.Bahse konu raporun somut olayla ilgili bölümleri aşağıdaki şekildedir:
“(...)
Türkiye’de Aile İçi Şiddetin Yaygınlığı
(...)Ocak 2009’da Hacettepe ÜniversitesiTürkiye’nin ülke çapında ilk kapsamlı kadına yönelik şiddet araştırmasını yayınladı. Ülkenintüm bölgelerinde 12.000 üzerinde kadınla yapılan görüşmeler sonucunda, Türkiye’de 15-60yaş arası kadınların %42’sinin ve kırsal alandaki kadınların %47’sinin hayatlarının birdöneminde kocalarından ya da partnerlerinden fiziksel ve/veya cinsel şiddet gördükleriortaya çıkmıştır. Bunun anlamı Türkiye’de en az onbir milyon kadının fiziksel ya da cinselşiddete uğradığı ya da uğramakta olduğudur. Bu rakamlara diğer şiddet biçimleri ya da diğeraile fertlerinden görülen şiddet dâhil değildir.

Çalışmada ayrıca cinsel ya da fiziksel şiddete uğramış kadınların sadece yüzde sekizininherhangi bir kurum, sivil toplum örgütü ya da başka bir destek kaynağına başvurduğu ortayaçıkmıştır. 2009 yılında yapılan bir başka akademik çalışmaya göre kadınların sadece yüzdeüçü yaşadıkları aile içi şiddeti muhtar, polis, jandarma, avukat ya da savcıya anlatmıştır.
(...)
Reformlar ve Sivil Toplumun Çabaları
Son yıllarda Türkiye kadının insan hakları alanında önemli yasal reformlar hayata geçirdi: 1998’de Ailenin Korunmasına Dair Kanun, 2001’de değiştirilen Türk Medeni Kanunu ve 2004-05 tarihli Türk Ceza Kanunu’nda yapılan iyileştirmeler (...).
(...)


II. Yasal Reformlar ve Eksiklikler
Türk Hükümetinin aile içi şiddete tepkisi çelişkiler, kazanımlar ve eksikliklerle dolu. Bunlarıaşağıda inceleyeceğiz.

Bir yanda Meclis ceza kanunu ve medeni kanunda ayrımcı hükümleri kaldıran ve “namus”adına işlendiği iddia edilen cinayetlerde ceza indirimini iptal eden önemli değişiklikler yapıyor;öte yandan kanunlardaki eksiklikler hala duruyor ve kolluk görevlileri aile içi şiddetmağdurlarını korumak yerine aile birliğinin korunmasına önem veriyorlar.
(...)
Hükümetin aile içi şiddete ve kadın haklarına yönelik bu istikrarsız cevabı, kadının değişenrolleri hakkında toplumun çelişik duygularını yansıtıyor. Bir savunucunun dile getirdiği gibi,Türkiye’de birçok kişi “kadının yükselişinin ailenin düşmesi” anlamına geldiğine inanıyor.
(...)

Ceza Kanunu ve Medeni Kanun Reformları
Türkiye geçtiğimiz on beş yıl içinde Medeni Kanun’da ve Ceza Kanunu’nda, çoğu kadın haklarına dair önemli kazanımlar getiren dikkate değer değişiklikler yaptı. (…) Bu reformlar neticesinde, Türk Medeni ve Ceza Kanunlarında artık aşağıdaki unsurlar yer almaktadır:

• Ceza Kanunu’nda toplumsal cinsiyet eşitliği genel ilkesi;

• “Töre” adına işlenen cinayetlerde ceza artırımı, (“namus” cinayetlerine ceza indirimi sağlayan önceki hükümlerin yerine);

• Her ne kadar aile içi şiddeti düzenleyen ayrı bir madde olmamasına rağmen yeni CezaKanunu’nun 96. maddesi eşinin ya da aile bireylerinin eziyet çekmesine yol açankişilerin üç ila sekiz yıl hapis cezasına çarptırılacağını düzenler. Ceza Kanunu’nun 232.maddesi ise aynı konutta yaşayan kişilerden birine kötü muamelede bulunan kişiye biryıla kadar hapis cezası öngörür.
(...)

Şiddetle Mücadele Programları
Türkiye’de kadına yönelik şiddetle ilgili ilerleme yalnızca hukuki düzlemle sınırlı kalmadı: son yıllarda bazı devlet kurumları, STK’lar ve medya kuruluşları konuyla ilgili programlar ve kampanyalar başlattı. (…) Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ayrıca polis memurları, yargı mensupları ve sağlık çalışanlarına eğitimler veriyor veaile içi şiddetle mücadeleye desteği arttırmak amacıyla dini görevlilerle birlikte çalışıyor.Çabalarının sonuç verdiği anlaşılıyor. (...).
(...)
III. Koruma Kanunu’nun Uygulanmasındaki Eksiklikler
Şiddetten korumaya ilişkin yasal çerçevede kuşkusuz bir iyileşme sağlandı. Ancak bu bölümdegörüleceği gibi, yasanın uygulanmasında ciddi eksiklikler bulunuyor.2009 yılında akademisyenler tarafından gerçekleştirilen büyük ölçekli bir çalışma Türkiyegenelindeki kadınların % 57’sinin, Doğu’daki kadınların ise yalnızca % 35’inin AileninKorunmasına Dair Kanun’dan haberdar olduğunu ortaya koydu.Kanunu duyan kadınlarınise sadece % 7,5’i bu Kanundan faydalanmıştı.İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün araştırması, koruma kararından haberdar olan kadınlarınbile yardım ve koruma alabilme konusunda engellerle karşılaştığını ortaya koyuyor. Araştırma aynızamanda koruma talebiyle kadınların başvurduğu polis, savcı ya da hâkimlerin kadınlarışiddete uğradığı koşullara geri gönderdiği, barışmaları için zorladığı, tıbbi rapor talep ettiği yada süreci ciddi bir biçimde geciktirdiklerine de işaret ediyor. Sonunda bir hâkim korumakararı çıkarsa da polisin uygulamayı izlemesinde ciddi eksiklikler bulunuyor.
(...)

Şiddet İhbarlarına Polis ve Jandarmanın Tepkisi
(...)
Kolluk güçleri çoğu zaman aile birliğinin korunmasına öncelik veriyor ve cezai soruşturmalarıbaşlatmak ya da kadınlara koruma kararı çıkartmalarında yardımcı olmak yerine dayak yemişkadınları kendilerine şiddet uygulamış kişiyle barışmaya zorluyor. İnsan Hakları İzlemeÖrgütü, bu eğilimin araştırma için ziyaret ettiği her şehirde var olduğunu belgeledi.

Belgelenen vakaların büyük bir bölümünde polis memurları ya da jandarma görevlilerikadınları şiddet uygulayan eşlere ya da ailelere geri göndermiş ya da çifti barışmaya zorlamakiçin kocayı karakola çağırmıştır. Bazı vakalarda ise, polis şiddete maruz kaldığını bildirmeyegelen kadınları, kendisine veya çocuklarına yine şiddet uygulandığı şikâyetiyle tekrar tekrargeri gelmelerine rağmen, defalarca geri göndermiştir

Meslek içi eğitimler ve kamu baskısı yoluyla kolluk güçlerinin yasaya dair farkındalıklarınınartması gibi bir takım alanlarda önemli ilerlemeler kaydedilmiş olsa da, şiddet mağdurukadınların şikâyetlerinin ve emniyetlerinin ciddiye alındığına güvenebilmesi için kat edilecekuzun bir yol var.
(...)

Hâkim ve Savcıların Rolü
Şiddete uğrayan bir kadın ilk aşamada polise gider; polisin de, onu koruma kararıbaşvurusunda bulunması için aile mahkemesine yönlendirmesi gerekir. Kadınlar bu kararınalınması için savcılığa da başvurabilirler. 4320 sayılı Kanun’da 2007 yılında yapılan değişiklik,savcıların koruma kararı sürecini re’sen başlatabilmesine imkân sağlamaktadır.Savcı sözkonusu başvuruyu aile hâkimine iletir; hâkim de kabul ya da ret kararı verir. Karar dahasonra savcılığa tevdi edilir ve savcılık kararın uygulanmasını polis marifetiyle izler.Bu bölümde kadınların sürecin bu aşamasında karşılaştıkları sorunlar ortaya konuluyor.Örneğin karar alma süreci acil bir koruma kararı için ziyadesiyle uzun olabiliyor; savcılarbazen bu yöndeki bir talebi hâkime intikal ettirme ya da süreci re’sen başlatmada isteksizdavranıyor; hâkimler de talebi değerlendirme konusunda çok yavaş olabiliyor. Yaygın birdiğer sorun da aile hâkimlerinin koruma kararı çıkartmak için gerekli olmayan tıbbi veyabaşka tür delilleri talep edebilmesidir.

Aile Mahkemelerinin İsteksizliği ve Karar Alma Sürecinin Yavaşlığı
Koruma kararı, aile içi şiddet riskinin yakın tehlike olduğu durumlarda alınması gereken acilbir önlemdir. Bu yüzden hızlı davranmak çok önemlidir ve savcıların ve hâkimlerin yavaşhareket etmesi, koruma kararlarının esas amacını boşa çıkarabilir. İnsan Hakları İzlemeÖrgütü, savcı ve hâkimlerin “aile meselelerine” müdahil olmalarındaki kayıtsızlıkları ve hattaisteksizlikleri nedeniyle iki günden altı aya kadar uzayan işlemler olduğunu belgelemiştir.
(...)

Koruma Kararlarının Uygulanmasının İzlenmesi
Koruma kararları ancak uygulandıkları zaman anlamlıdır; bu da kolluk kuvvetlerinin dikkat veözenini gerektirir. Koruma kararının verilmesinin ardından polis ya da jandarma görevlileribaşvurana söz konusu kararı bildirmek ve eve düzenli ziyaretler yapmakla yükümlüdür.Failin karara uymadığının tespit edilmesi halinde ise kolluk kuvvetleri olayı araştırmalı vecezai işlemlerin başlatılması için durumu savcılığa intikal ettirmelidir.Koruma kararınaaykırı davranan eş ya da aile üyesi hakkında üç aydan altı aya kadar hapis cezası verilebilir.

Hükümet, Mart 2008’de 4320 sayılı Kanun’un uygulanmasına ilişkin yayımladığıyönetmelikte kolluk kuvvetlerinin koruma kararı alan kişinin bulunduğu konutu haftada birkez ziyaret etmeleri gerektiğini belirtilmiştir. Önleyici nitelikteki bu kontroller mağdurungüvenliği için oldukça önemlidir. Şiddete başvuran birey, aleyhindeki kararı öğrenmesininardından yeniden şiddet uygulayabilir ya da karara uymamaya kararlı olabilir ki, her iki durumda bu süreci özellikle riskli bir hale getirir. (…) Ancak bizhem Diyarbakır’da hem ülkenin diğer illerinde kadınların koruma kararı alabildiği, ancakpolisin uygulamayı izlememesi yüzünden kararın anlamsızlaştığı vakalar belgeledik.
(...)

Polis ya da jandarma görevlileri şiddet uygulayan kişinin koruma kararını ihlal ettiğini önleyicikontroller ya da ihbarlar yoluyla öğrendiği takdirde meseleyi soruşturmak ve ivedilikle savcılığaintikal ettirmekle yükümlüdür. Kanun, savcıya hakkında şikâyet bulunan kişiye karşı Sulh CezaMahkemesi’nde dava açma yetkisi tanımıştır. Kararı ihlal eden eş hakkında üç aydan altı ayakadar hapis cezası hükmedilebilir. Uygulamada ise koruma kararına uymayan kişi hakkındapolisin harekete geçtiği ve savcının da bu kişiye karşı söz konusu usulü işlettiği durumlar oldukça nadirdir.(...).
(...)

IV. Sığınma Evlerinin Yetersizliği
(...)
Aile içi şiddet mağdurlarına hizmet veren ve misafirhane olarak da adlandırılan sığınma evleribüyüklüklerine, kuruluş biçimlerine ve niteliklerine göre farklılıklar gösteriyor ve merkezihükümetin sosyal hizmetler birimi (SHÇEK misafirhaneleri), belediyeler, valilikler veSTK’ların da aralarında bulunduğu farklı gruplar tarafından işletiliyor. Kimlerin sığınma eviaçabileceği, sunulması gereken hizmetler, mekâna ilişkin temel şartlar ve sığınma evi kurallarıgibi konuları belirleyen 2001 tarihli bir yönetmelik bütün sığınma evlerini kapsıyor.Burapor daha fazla sığınma evine, daha kapsayıcı kabul kurallarına ve sığınma evlerininniteliklerinin yeterli bir biçimde düzenlenmesine ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyuyor.

Sığınma Evlerinin Sayısı
Türkiye’de olması gereken sığınma evi sayısı “Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000'igeçen belediyeler, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açar.” ibaresinin yer aldığı 5393sayılı Belediyeler Kanunu ile belirlenmiştir.

Sığınma evlerinin gerçek sayısına ilişkin tahminler farklılık gösteriyor; ancak mevcut sayı herdurumda yasa gereğince olması gerekenin çok altındadır. STK’ların tahminlerine görehâlihazırda 52 adet sığınma evi bulunuyor.Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’ne göre ise37’si SHÇEK’a ait, 25’i de STK’lar, valilikler ve yerel yönetimler tarafından işletilen toplam62 adet sığınma evi var. Hâlbuki Türkiye’de nüfusu 50.000’nin üzerinde olan en az 166yerleşim birimi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, hala 100’den fazla yerleşim yerininyasaya uymadığı çok açık. Bu durumun yanı sıra nüfusu 50.000’inin üzerindeki bu yerleşim yerlerinde sığınma evi olmayan birçok belediye de bulunuyor. Yasada yer alan koşulunyerine getirilmesi için ihtiyaç duyulan sığınma evi sayısı yüzlerle ifade ediliyor.
(...)
12 yaş ve altı çocuklar genellikle sığınma evlerinde anneleriyle birlikte kalabiliyorlar. Annenin sığınma evinde uzun bir süre kalması gerektiğinde ise çocuk anneden alınıp “yurda” yerleştirebiliyor. (…)”
3. Hacettepe Üniversitesi’nin Araştırma Raporları
61. Hacettepe Üniversitesi ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2009 yılında, “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet” başlıklı bir rapor yayımlamıştır. Raporun somut olayla ilgili bölümleri aşağıdaki şekildedir:
“Kadın danışma merkezi ve sığınma evi sayısının yeterli olmaması, bu alanda çalışan kişiler tarafından dile getirilen önemli konulardan biridir (…).
(...)
Şu anda ülkemizde SHÇEK’e bağlı olanlar dâhilolmak üzere 49 sığınma evi olması, ülke nüfusu göz önüne alındığında yeterli olmaktan çok uzaktır (…). Görüşmelerde dile getirilen en önemli noktalardan bir diğeri ise, sığınma evleri sayısının az olmasının yanı sıra sığınma evinde ya da kadın konukevinde verilen hizmetin eksikliğidir (…). Aslında bir önceki bölümde de belirtildiği gibi şiddet mağduru kadınlar da sığınma evlerine başvurma konusunda “geçici olma” durumunun yarattığı güvensizliği vurgulamaktadır.
(...)

Bölüm 8. Sonuçlara Genel Bakış
Şiddet Aile İçinde: Baba Evinde, Koca Evinde
Araştırma sonuçları, kadına yönelik aile içi şiddetin ülke genelinde yaygın bir biçimde yaşandığını göstermektedir. Kadınlar sadece eşleri veya birlikte oldukları erkeklerden değil, kendi yakın çevreleri içindeki kişilerden de fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmaktadırlar. 15 yaşından önce yaşanan fiziksel şiddetin % 75’i kadınların kendi ailelerinden kişiler tarafından gerçekleştirilmektedir. (…)
Kadınların, çocukluk ve gençlik dönemlerinde daha çok babaları, anneleri ve ağabeylerinden maruz kaldıkları fiziksel şiddet, daha sonraki yıllarda erkek arkadaşları, nişanlıları, nadiren de tanımadıkları kişiler tarafından ve evlilikle birlikte eşleri tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddet biçiminde devam etmektedir. Türkiye’de evlenmiş ya da bir birlikteliği olan kadınların % 39’u yaşamlarının herhangi bir döneminde eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kalmış ve şiddete uğrayanların yaklaşık yarısı ise (% 46) vurma, tekmeleme, boğazını sıkma, bıçak ya da silah kullanma gibi ağır derecedeki şiddet biçimlerini yaşadıklarını belirtmiştir. (…) Hatta araştırma sonuçları gebelik döneminde, her 10 kadından birinin fiziksel şiddete maruz kaldığını ortaya koymuştur.
Türkiye’de evlenmiş kadınların % 15’i yaşamlarının bir döneminde cinsel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Fiziksel veya cinsel şiddetin yaşanma yüzdesinin % 42 olması, iki şiddetin daha çok bir arada yaşandığını ve fiziksel şiddetin kadınların hayatında oldukça fazla yer aldığını göstermektedir. Bu durum ayrıca, fiziksel şiddetin kadınların hayatında yaygın bir şiddet türü olduğunu ortaya koymaktadır(...).
(...)
Şiddete maruz kalan kadınların fiziksel ve ruhsal sağlıkları ciddi düzeyde etkilenmektedir. Sonuçlar, evlenmiş kadınların % 24’ünün maruz kaldığı fiziksel veya cinsel şiddet nedeniyle yaralandığını göstermektedir. Ülke genelinde şiddete maruz kalma sonucu yaralandıklarını belirten kadınların büyük bir bölümü yaralanmanın hayatlarında birçok kez olduğunu belirtmişlerdir. Şiddet sonucu yaralanan kadınların % 58’inde, yaralanma sayısı üç veya daha fazladır.
Fiziksel veya cinsel şiddet yaşamış kadınların % 33’ü yaşamlarının herhangi bir döneminde intihar etmeyi düşündüğünü; % 12’si ise intihara teşebbüs ettiklerini belirtmişlerdir. Fiziksel veya cinsel şiddet yaşamamış kadınlar için bu oranlar sırasıyla % 11 ve % 3’tür. Bu bulgular, fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalan kadınların şiddete maruz kalmayan kadınlara göre 4 kat daha fazla intihara teşebbüs ettiğini göstermektedir.
(...)

Şiddet Kuşaktan Kuşağa Aktarılıyor
(...) Türkiye’de kadına yönelik şiddetin sosyalleşme sürecinde öğrenildiğini ve dolaysıyla kuşaktan kuşağa aktarılan bir unsur olduğunu göstermektedir. Sosyalleşme sürecinde kadına yönelik şiddeti, yaşamın bir parçası olarak görev ve öğrenen, kız ve erkek çocuklar bu durumdan farklı şekillerde etkilenmektedir. Erkek çocuklar açısından, bu durum yakın çevrelerindeki kadınlara –kız kardeşlerine, sevgililerine ya da eşlerine- şiddet uygulamalarını olağan hale getirebilirken, kız çocuklarının da şiddeti daha kolay kabullenmelerine neden olabilmektedir. (…)
(...)

Kadınlar Şiddet Karşısında Yalnız
Türkiye’de şiddete maruz kalan kadınların yarısı (% 51) yaşadıkları şiddeti kimse ile paylaşmadığını belirtmiştir. Kadınların şiddeti paylaşmamalarında, şiddet yaşayan kadınların, şiddete bir kez değil birçok kez maruz kalmaları, kadınların yaşadıkları şiddet konusunda destek alacaklarına inanmamaları, çocuklarını düşünmeleri ve toplum içinde şiddetin “aileye özel bir sorun” olarak değerlendirilmesi önemli bir rol oynamaktadır. Aile ilişkilerinin yanı sıra, toplumsal ilişkilerde de şiddetin normal kabul edilmesi, sıradanlaştırılması –medyanın da belirli oranlarda katkısı ile- ve tüm aile bireylerinin şiddetten fiziksel ve psikolojik açıdan zarar görmeleri kadınların kendilerini giderek güvensiz ve çaresiz hissetmelerine neden olmaktadır (…).”

62. Hacettepe Üniversitesi ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2015 yılında yeni bir rapor yayımlamıştır. Raporun somut olayla ilgili bölümleri aşağıdaki şekildedir:
“Bölüm 14. Sonuç ve Değerlendirme
(...)
14.1. Araştırma sonuçlarına genel bakış
Kadınlara yönelik aile içi şiddet hâlâ yaygın

Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nın ortaya koyduğu ilk sonuç, ülkegenelinde kadınların maruz kaldıkları şiddetin yaygın bir biçimde yaşanmaya devamettiğidir. Kadınlar, evlilikleri ya da ilişkileri devam etsin ya da etmesin genellikle enyakınlarındaki erkekler tarafından şiddete maruz bırakılmaktadırlar; bu erkekler eş
ya da nişanlı/sözlü/erkek arkadaş başta olmak üzere, baba, ağabey ve akrabalarbiçiminde sıralanmaktadır. Araştırmanın bu konudaki bulguları, 2008 yılında yapılmışolan araştırmanın bulgularıyla benzer örüntüdedir. Şiddetin hem baba hem kocaevinde devam etmesi, kadınların en çok aile ortamı içinde, en yakınlarında bulunanerkekler başta olmak üzere, daha çok aile bireylerinin şiddetine maruz kalmaları heriki araştırmanın ortak tespitleri arasındadır.

Şiddet her zaman kadınların çok yakınında:

Eş/birlikte olunan erkeklerden kadınlara yönelen şiddet

Araştırma kapsamında görüşülen evlenmiş kadınların % 38’i, yaşamlarınınherhangi bir döneminde eşleri ya da birlikte oldukları erkekler tarafından fizikselve/veya cinsel şiddete maruz bırakıldıklarını belirtmişlerdir. Kadınların yakın ilişkidebulundukları erkeklerden maruz kaldıkları şiddet biçimleri arasında, fiziksel şiddet ilkakla gelendir. Fiziksel şiddet, her on kadının neredeyse birinde gebelik sırasında dadevam etmektedir.Türkiye genelinde fiziksel şiddet yaygınlığı, yirmi yıllık süre içinde neredeysedeğişmemiştir. Bu araştırmada %36 olarak saptanan fiziksel şiddet yaygınlığı,2008 araştırmasında % 39, aynı tarihte yapılan bir başka araştırmada% 35 ve 1994 yılında yapılan araştırmada ise % 34 düzeyindedir. Son 12 ay içindebu araştırmada % 8 olarak bulunan fiziksel şiddet 2008 araştırmasında %10’dur.

Ülke genelinde, evlenmiş kadınların % 12’si, yaşamlarının herhangi birdöneminde eşleri ya da birlikte oldukları erkekler tarafından cinsel şiddete maruzbırakıldıklarını belirtmişlerdir. Kadınların % 38’inin yaşamlarının herhangibir döneminde fiziksel veya cinsel şiddetten birine maruz kalmaları, fiziksel vecinsel şiddetin 2008 araştırmasında da tespit edildiği gibi, daha çok bir aradayaşandığına işaret etmektedir. Son 12 ay içerisinde cinsel şiddete maruz kalankadınların oranı% 5’tir (2008 araştırmasında % 7’dir).Evlenmiş kadınların % 44’ü eşleri veya birlikte oldukları erkekler tarafındankorkutma, tehdit, küfür, hakaret ve aşağılama gibi duygusal şiddet/istismar konusuolacak davranışlara maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Duygusal şiddet/istismaryaygınlığı yaşamın herhangi bir dönemi ile son 12 ay içinde 2008 araştırmasıbulgusu ile aynıdır (Her iki araştırma için sırasıyla % 44 ve % 25).

2014 araştırmasının sonuçları, evliliğin ve ilk evlenme yaşının maruz kalınan şiddetaçısından ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırma kapsamındagörüşülen 15-59 yaşları arasındaki evlenmiş kadınların % 26’sı, 18 yaşınıtamamlamadan evlenmiştir. Evliliği 18 yaşından önce gerçekleşen kadınlarınyarısı fiziksel ve/veya cinsel şiddete, yaklaşık beşte biri ise cinsel şiddete maruzkalmaktadır. Bu sonuçlar, erken evlenen kadınların daha fazla şiddete uğradıklarınıaçık olarak göstermektedir.

Boşanmış/ayrı yaşayan kadınlar şiddete daha fazla maruz kalan diğer bir gruptur.
Boşanmış/ayrı yaşayan kadınların yaklaşık dörtte üçü yaşamlarının bir döneminde
fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Bu sonuçlar kadınlarınşiddete maruz kaldıklarında evliliklerine son vermek istediklerine ya da evliliğe sonvermenin bizzat şiddete gerekçe olabileceğine işaret etmektedir. Hiç evlenmemişancak bir birlikteliği olmuş kadınlar arasında fiziksel ve/veya cinsel şiddet yaygınlığının % 7 düzeyinde olması, kadınların evlilik içinde artan şiddet mağduriyetlerinin, evlilik ilişkisi dışındaki varlığına dikkat çekmesi açısından önemlidir.(...).
(...)

Şiddetle mücadele alanındaki yasal kazanımlar ile uygulamada yaşanan sorunlar
Kadına yönelik şiddet ile mücadele alanında iki araştırma arasında geçen sürede yasal düzenlemeler açısından olumlu kazanımlar elde edilmiştir. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (İstanbul Sözleşmesi) imzalanması, yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler ile İstanbul Sözleşmesini esas alan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6284 sayılı Kanun’un 14. maddesinde hizmet ve faaliyetleri tanımlandığı gibiŞiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri’nin (ŞÖNİM) kurulması, şiddetle mücadeleaçısından atılan adımlar arasında öncelikli olanlardır.
(...)
Kadına yönelik şiddet konusunda hizmet veren kurumlar arasında en çok bilineniki kurum, karakol/polis ve konukevi/sığınmaevidir. Polise yapılan başvurulardakadınların ifadesinin alınmaması (% 81), ifade sırasında kadının yalnız olmaması(% 18 başka polis, % 14 ailesi, % 3 eşi) başvuru aşamasında karşılaşılansorunlardır. Polisin şiddet mağduru kadını başka kurum kuruluşa yönlendirilmesien yaygın uygulamadır (% 40). Ancak başvuruların % 27’sinin eş ileuzlaştırmayla sonuçlanması hâlâ bu konuda sorun olduğunu göstermektedir.En az bilinen kurum ise, 2012 yılından itibaren hizmet vermeye başlayan vehâlen pilot uygulama biçiminde belirli illerde çalışan Şiddet Önleme ve İzlemeMerkezleridir.
(...).”
B. İlgili uluslararası metinler
63. İlgili uluslararası hukuk kuralları Opuz davasında (yukarıda anılan, §§ 72-82) yer almaktadır.
64. Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme (İstanbul Sözleşmesi) 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanmıştır.İşbu Sözleşme 14 Mart 2012 tarihinde Türkiye tarafından onaylanmış ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.İstanbul Sözleşmesi’nin somut olayla ilgili bölümleriY/Slovenya (No. 41107/10, § 72, AİHM 2015 (özetler)) kararında yer almaktadır. Söz konusu Sözleşme’de bunların yanı sıra aşağıdaki hususlar da belirtilmektedir:
“(...)
Madde 3 – Tanımlar
İşbu Sözleşme’nin amacı bakımından:
a. “kadınlara yönelik şiddet”, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir;
b. “aile içi şiddet”, aile içerisinde veya hanede veya, mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi anlamına gelir.
(...)”

65. Bakanlar Komitesi’nin 1222. sayılı toplantısında (11-12 Mart 2015), yukarıda anılan Opuz kararının uygulanmasını denetlemesi sonrasında, davanın nitelikli izleme usulüne alınmasına karar verilmiştir (bk. söz konusu kararla ilgili rapor için, yukarıda anılan M.G. kararı, § 55)
66. CEDAW 12-30 Temmuz 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen 46. oturumu sırasında Türkiye ile ilgili nihai yorumları kabul etmiştir. Nihai yorumların somut olayla ilgili bölümleri aşağıdaki şekildedir:

“Kadına Yönelik Şiddet
22. Komite, Türk Ceza Kanununda yapılan değişiklikler, alınacak önlemleri ve ilgili kuruluşları belirleyen Başbakanlık Genelgesinin yayınlanması, Kadına Yönelik Şiddet İzleme Komitesinin oluşturulması, Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planının kabulü ve çeşitli farkındalık yaratma ve eğitim programları gibi kadına yönelik şiddetle mücadele etmek için alınan önlemlere takdirle dikkat çeker. Komite, kadına yönelik şiddet hususunda taraf Devletin yeni bir eylem planı geliştirdiğinin altını çizer. Ancak Komite, taraf Devlet topraklarında kadınların %39’unu etkileyen kadına yönelik aile içi şiddet de dâhil kadına yönelik şiddetin yaygınlığının devam etmesi konusunda endişelidir. Komite, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un mevcut olmasına karşın kadına yönelik şiddete ilişkin kapsamlı bir ulusal kanunun bulunmayışına dikkat çeker. Komite aynı zamanda sığınma evlerinin sayıca yetersiz olduğuna (Taraf Devlet genelinde 57 sığınma evi mevcuttur.) dikkat çekerek, bu çeşit sığınma evlerinin uygun olanak ve kaynaklardan mahrum olabileceği hususunda endişelenmektedir.
22. Komite, Taraf Devleti 19 No.lu genel tavsiye kararına uygun olarak kadına yönelik şiddeti ele almak için kapsamlı önlemler almaya öncelik vermeyi sürdürmesi hususunda teşvik eder. Komite, taraf Devlete, aile içi şiddeti de içeren kadına yönelik her türlü şiddetle mücadeleye ilişkin 4320 Sayılı Kanun’un değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi; bu gibi mevzuatlarda kadına yönelik her türlü şiddetin yasak olduğunun, şiddet mağduru kadın ve kız çocuklarının koruma kararları da dâhil acil yardım ve koruma yollarına erişime sahip olduğunun ve faillerin kovuşturulup cezalandırıldığının güvence altına alınması çağrısında bulunur. Daha önceki nihai yorumlarına (2005)paralel olarak Komite, kadına yönelik her türlü şiddeti ele alabilmelerini, şiddetle mücadele edebilmelerini ve mağdurlara yeterli destek sağlayabilmelerini garanti altına almak için kamu yetkilileri, yargı görevlileri, kolluk kuvvetleri ve sağlık hizmeti sağlayan kimseler için düzenlenen eğitim çalışmaları ve programlarının yaygınlaştırılmasını tavsiye eder. Aynı zamanda Komite, kadın ve kız çocuklarına yönelik her türlü ayrımcılığa ilişkin kamu farkındalık yaratma kampanyalarının sürdürülmesini de tavsiye eder. Buna ek olarak Komite taraf Devlete şiddet mağdurlarına sığınma evleri de dâhil ek danışmanlık ve diğer destek hizmetler oluşturmasını ve bu bağlamda gerekli tedbirleri uygulamak için yeterli kaynak ayrılmasının garanti altına alınmasını tavsiye eder. Komite, taraf Devletten kadına yönelik şiddet alanında çalışan sivil toplum örgütleri ile işbirliğini arttırmasını talep eder.
(...)”

67. CEDAW 9 Aralık 2014 tarihinde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) tarafından hazırlanan 7. Dönemsel Türkiye Raporu yayımlamıştır. Söz konusu raporun somut olayla ilgili bölümleri aşağıdaki şekildedir:
“(...)
8. 2012 yılında ilk olarak Türkiye tarafından onaylanan “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi)” cinsiyete dayalı ayrımcılık yapmama ilkesini benimsemiştir.
9. İstanbul Sözleşmesi temelinde oluşturulan ve 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ile, herhangi bir ayrım içermeyecek şekilde tüm kadınlar, çocuklar, diğer aile bireyleri ve ısrarlı takip mağdurları Kanun kapsamına dâhil edilmektedir.
(...)
25. Yürürlükte olan mevzuatın uygulamaya etkin bir şekilde yansıtılmasını sağlamak, sorumlu kurum ve kuruluşları kadın erkek eşitliği konusundaki görevleri konusunda harekete geçirmek amacıyla Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı (UEP) (2008-2013) ve Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele UEP (2007-2010) uygulanmıştır. Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele UEP, 2012-2015 dönemi için güncellenmiş ve yeniden uygulamaya koyulmuştur. (...).
(...)
29. ASPB bünyesinde kadına yönelik şiddetle mücadele amacıyla yeni bir kanun çalışması yürütülmüş, “6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” hazırlanmıştır. (…) 8 Mart 2012 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda oy birliği ile kabul edilen Kanun; 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
30. Kanun ile cinsiyete dayalı şiddet kavramı genişletilmiş, fiziksel, sözlü, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddeti de kapsayacak şekilde “şiddet”, “aile içi şiddet” ve “kadına yönelik şiddet” kavramları tanımlanmıştır. Korunan kişi ile şiddet uygulayan ve uygulama ihtimali bulunan kişi hakkında alınabilecek koruyucu ve önleyici tedbirler ayrıntıları ile düzenlenmiştir. Aile mahkemesi hâkimi dışında mülki amir ve kolluk amirine de Kanunda belirtilen hükümler çerçevesinde tedbir kararı alma yetkisi tanınmıştır. Bu çerçevede mesai saatleri dışında, hafta sonlarında ve tatillerde de tedbir kararı alınması mümkün olabilmektedir. Mağdurun gizlilik ve güvenliği de öngörülerek gerekli olması halinde tedbir kararı ile birlikte talep üzerine veya resen korunan kişi ve diğer aile bireylerinin kimlik bilgileri veya kimliğini ortaya çıkarabilecek bilgileri ve adreslerinin tüm resmi kayıtlarda gizli tutulacağı belirtilmiştir. Kanunun etkinliğini ve caydırıcılığını artırmak amacıyla şiddet uygulayanın önleyici tedbir kararına aykırı davranması halinde üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulması; aykırılığın her tekrarında on beş günden otuz güne kadar zorlama hapsinin söz konusu olacağı hükme bağlanmıştır. Şiddetin önlenmesi ve koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği “Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri”nin (ŞÖNİM) kurulması ve merkezlerce verilecek hizmetler düzenlenmiştir. Kanun hükümlerine göre verilen tedbir kararlarının uygulanmasında hâkim kararı ile teknik araç ve yöntemler kullanılabileceği öngörülmüştür. (…)
(...)
32. Nihai Yorumların 23. paragrafında da belirtilen endişeler dikkate alınarak, 6. Rapor döneminde 43 olan kamuya bağlı kadın konukevi sayısı, (…) 2011 yılında (…) 48’e yükseltilmiştir (1.014 kapasite).(…) Hâlihazırda (…) toplam 128 konukevi 3.365 kapasite ile hizmet vermektedir. (…) Ülke genelinde sadece 5 ilde kadın konukevi bulunmamakla birlikte, bu illerde de konukevi açılış çalışmaları hızla sürdürülmektedir. 2014 yılının Mayıs ayında, Bakanlığa bağlı kadın konukevlerinden 26.980’i kadın, 12.372’si çocuk olmak üzere toplam 39.352 kişi faydalanmıştır.
(...)
35. 6284 sayılı Kanun kapsamında, Mayıs 2014 itibariyle alınan koruyucu tedbir karar sayısı 31.828, önleyici tedbir karar sayısı 198.961, zorlama hapsi kararı sayısı 3.231’dir.
(...)
38. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve programlara dâhil edilmesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yasal çerçevenin uygulamalara yansıtılması ve toplumda zihniyet dönüşümünün sağlanması amacıyla başta hizmet sunucular ve politika geliştiriciler olmak üzere tüm toplumsal kesimlere yönelik eğitim programları artırılmıştır. (...).
(...)
49. “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 2007-2010 döneminde uygulanmıştır. Ulusal Eylem Planında yer alan tedbirlerin uygulanması, dönemsel toplantılar aracılığıyla izlenmiştir. Ulusal Eylem Planı, ilgili kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin kadın araştırmaları merkezlerinin katkı ve katılımları ile güncellenmiş ve "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 2012-2015, 10 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ulusal Eylem Planı’nın uygulanması süreci altı ayda bir gerçekleştirilen değerlendirme ve izleme toplantıları ile devam etmektedir.
(...)
53. 2008 yılında Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması kadınların yaşadığı aile içi şiddetin yaygınlığı, şiddet biçimleri, neden ve sonuçları ile risk faktörlerinin anlaşılması amacıyla ülke çapında yürütülmüş en kapsamlı araştırmadır. (…) Araştırma’nın güncellenme çalışmaları 2013 yılında başlamış olup araştırmanın sonuçlarının kamuoyuyla 2014 sonunda paylaşılması öngörülmektedir.
(...)
55. 6284 sayılı Kanun’un hükümlerinin uygulamaya nasıl yansıdığı, Kanun kapsamında alınan koruyucu ve önleyici tedbir kararlarının şiddet olaylarının önlenmesinde ve şiddet mağdurlarının korunmasındaki etkisinin değerlendirilmesi amacıyla 2014 yılında bir etki analizi çalışması gerçekleştirilecektir.
(...).”
68. Sivil Toplum Kuruluşları Forumu adına Sivil Toplum Yürütme Kurulu tarafından CEDAW’a sunulan, CEDAW Çalışma Grubunun 64. ön oturumu için hazırlanan gölge raporunun özetinde bilhassa şu ifadeler yer almaktadır:
“(...)

5. Şiddet

(...)

Bu nedenle, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 2011 yılında kabul edilmiş olmasına rağmen, cinsiyete ilişkin tüm yasal düzenlemelerin neredeyse tamamı – ve bu düzenlemelerin uygulanış biçimi – kadından ziyade evliliği bir müessese olarak korumak için yapılmaktadır. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, kadına yönelik şiddet sorunu daha yaygın hale gelmiş ve öldürülen kadınların sayısı 2002 yılından beri önemli ölçüde artış göstermiştir (…). Adalet Bakanlığı tarafından 2009 yılında sağlanan resmi bilgilere göre, 2002-2009 yılları arasında cinayete kurban giden kadınların sayısında %1,400 artış olmuştur. Bahsedilen yıllar sonrasında, bu kapsamda herhangi bir istatistikî veri paylaşılmamıştır. Son 5 yıla ilişkin kadına yönelik şiddet olayları hususunda resmi bir veri bulunmamasına rağmen, bu olayların sayısının çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bağımsız iletişim ağı olan Bianet tarafından 2010 ile 2014 yılları arasında toplanan istatistiklere göre, 1134 kadın öldürülmüş; 735 kadın tecavüze uğramış; 986 kadın cinsel istismara uğramış ve 1395 kadın yaralanmıştır.

(...)

Cinsel şiddet olaylarının mağdurlarının korunmasına yönelik tedbirler açısından ise, kadın sığınma evlerinin sayısı ile şiddete maruz kalan kadınlara sağlanan destek hizmetleri oldukça yetersizdir. Bu durum da, şiddetin süregelen döngüsüne katkıda bulunmaktadır.

(...).”




HUKUKİ DEĞERLENDİRME
I. SÖZLEŞME’NİN 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
69. Başvuran, ulusal makamların, kızının yaşamını korumadığını iddia etmektedir. Başvuran bilhassa, ulusal mercilerin, Aile Mahkemesi tarafından verilen tedbir kararlarına gereğince riayet edilip edilmediğini kontrol etmediklerini iddia etmektedir. Başvuran ayrıca, ulusal makamları, kızının şikâyetlerine rağmen,konuyla ilgili etkili ve yeterli soruşturma yürütmemekle ve kızını korumamakla suçlamaktadır.Başvuran, Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğini ve 2. maddesi kapsamındakipozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediğini ileri sürmektedir.
70. Başvuran, kızının adil yargılanma hakkından yararlanmadığını iddia etmektedir. Bu bağlamda, aile içi şiddet vakalarında, mağdurun korunmasının, yargılamanın adilolarak yapılmasındaönem arz ettiğini ifade etmektedir. Başvuran beyanlarını destelemek amacıyla Sözleşme’nin 6. maddesini ileri sürmektedir.
71. Başvuran son olarak, iç hukukta kızını koruyabilecek etkili hukuk yolları bulunmadığından yakınmaktadır. Bu bağlamda, kızının ölümünden sonra, kamu görevlilerinin sorumluluğuna dikkat çekmek üzere suç duyurusunda bulunduğunu; ancak başlatılan soruşturmanın, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlandığını iddia etmektedir.Başvuran, bu bağlamda Sözleşme’nin 13. maddesini ileri sürmektedir.
72. Mahkeme, olayların hukuki nitelendirilmesi konusunda tek yetkili olduğunu; başvuranlar ya da Hükümetler tarafından bunlara atfedilen nitelendirmelere bağlı olmadığını hatırlatmaktadır. Örneğin, hâkim hukuku kendiliğinden uygular (juranovitcuria)ilkesi gereğince, Mahkeme, şikâyetleri, tarafların ileri sürmediği bir madde ya da fıkra açısından re’sen incelemiştir. Esasen bir şikâyet, ileri sürülen basit hukuki araç ya da argümanlarla değil, dile getirilen olay ve olgular çerçevesinde belirginleşir(bk. Aksu/Türkiye [BD], No. 4149/04 ve 41029/04, § 43, AİHM 2012).Mahkeme,başvuranın şikâyet ettiği koşullar ile şikâyetlerini dile getirme biçimini dikkate alarak, söz konusu şikâyetleri Sözleşme’nin 2. maddesinin esas ve usulyönünden inceleyecektir. Sözleşme’nin 2. maddesinin somut olayla ilgili bölümleri aşağıdaki şekildedir:
“1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur.”
A. Kabul edilebilirlik hakkında
73. Hükümete göre, somut olayda başvuranıniç hukuk yollarını tükettiği varsayılsa bile, başvurunun altı aylık süresi dışında Mahkeme’ye sunulmuştur.Bu bağlamda, 4320 sayılı Kanun gereğince üç ayrı tedbir kararı verildiğini ve verilen kararların etkin bir şekilde koruma sağlayamadığını ifade etmektedir (yukarıda anılan Opuz kararı, § 195). Başvuran buna rağmen, Mahkeme’ye başvuruda bulunmak için uzunca bir süre beklemiştir.
74. Hükümet, başvuranın kamu görevlileri hakkında yaptığı şikâyete ilişkin yürütülen yargılamada avukat ile temsil edildiğinin altını çizmektedir. Dolayısıyla başvuranın avukatı, tedbir kararlarının niteliğini, etkin koruma teşkil edemediğini ve Mahkeme’ye başvuru süresini bilmek durumundaydı.Hükümet, 4320 sayılı Kanun uyarınca verilen tedbir kararlarının yeterli bir koruma sağlayamadığını, Kanun’un uygulanmasında ciddi sorunlar olduğunu başvuranın daha erken farketmesi ve en geç, kızının ölüm tarihinden itibaren Mahkeme’ye müracaat etmesi gerektiği kanaatindedir. Hükümet beyanlarını desteklemek için, Er ve diğerleri/Türkiye (No. 23016/04, § 52, 31 Temmuz 2012) ve Çiçek ve diğerleri/Türkiye (No. 28883/05, § 54, 26 Mart 2013) kararlarına atıfta bulunmaktadır.
75. Başvuran, Hükümetin iddialarına karşı çıkmaktadır. Başvurana göre, kızı tarafından adli merciler önünde çok sayıda başvuruyapılmış olmasına rağmen, S.B. ile ilgili olarak yerel makamlar tarafından herhangi bir etkin tedbir alınmamıştır; bu nedenle kamu görevlileri de kızının ölümünden sorumludur.Başvuran öncelikle iç hukukta adalet aradığını ancak herhangibir netice alamadığını; Cumhuriyet savcısına yapılan suç duyurusunun da kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlandığını ifade etmektedir. Başvuran, Ağır Ceza Mahkemesi önünde söz konusu kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz ettiğini; ancak itirazının, 17 Haziran 2011 tarihinde tebliğ edilen 4 Nisan 2011 tarihli kararla reddedildiğini belirtmektedir. Başvuran, altı ay süre kuralına riayet ettiğini ve 5 Ağustos 2011 tarihinde Mahkeme’ye başvuruda bulunduğunu ifade etmektedir. Başvuran, söz konusu yargılamanın sonucunu beklemeden başvuruda bulunmuş olsaydı, başvurusunun, iç hukuk yollarının tüketilmediği iddiasına takılacağını ileri sürmektedir.
76. Başvurana göre, iç hukuktaki adalet arayışına Hükümet tarafından yapılan olumsuz değerlendirme, mevcut başvuruya konu olay ve olgular ile ilgili olarak etkin hukuk yolu bulunmadığının zımnen kabulünü teşkil etmektedir.
77. Mahkeme, genel kural olarak, altı aylık sürenin, iç hukuk yollarının tüketilmesi süreci kapsamında ortaya çıkan kesin karar tarihinden itibaren işlemeye başladığını hatırlatmaktadır. Ancak başvuranın, etkili herhangi bir hukuk yoluna sahip olmadığının açık olduğu durumlarda altı aylık süre, şikâyet edilen tedbirler ya da fiiller tarihinde veyahut ilgilinin bu fiil ya da tedbirleri öğrendiği ya da etki veya zararlarını hissettiği tarihte başlamaktadır.Öte yandan, Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. fıkrası, bir başvuranın, ihtilaf konusuyla ilgili olarak iç hukukta kesin bir karar verilmeden önce, şikâyeti hakkında Mahkeme’ye başvuruda bulunmasını gerekli olduğu şekilde yorumlanamaz(Varnavave diğerleri/Türkiye [BD], No. 16064/90, 16065/90, 16066/90, 16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90, 16072/90 ve 16073/90, § 157, AİHM 2009).
78. Somut olayda, başvuran, kızını korumayı sağlamak için gerekli tedbirleri almadıklarını iddia ettiği kamu görevlilerinin tespit edilmesi ve ihmalleri nedeniyle haklarında kamu davası açılmasıtalebiyle ulusal mercilere suç duyurusunda bulunmuştur. Bunun üzerine başlatılan yargılama, Ağır Ceza Mahkemesinin 4 Nisan 2011 tarihli kararıyla sona ermiştir (yukarıda 56. paragraf). Bu bağlamda, Mahkeme, başvuranın, kızının ölümündeki sorumlulukların tespit edilmesi amacıyla iç hukukta mevcut hukuk yollarını özveriyle denediğikanaatindedir. Bu hususta, ilgili suçlanamaz. Bu nedenle, mevcut başvuru, 5 Ağustos 2011 tarihinde yani Ağır Ceza Mahkemesinin yukarıda anılan kararından itibaren altı aylık süre içinde yapılmış olması nedeniyle, Hükümetin ilk itirazının reddedilmesi uygun olacaktır.
79. Başvuranın şikâyetinin, Sözleşmenin 35. maddesinin 3. fıkrasının a) bendi anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve başka hiçbir kabul edilemezlik engeline takılmadığını tespit eden Mahkeme, kabul edilebilirliğine karar vermektedir.
B. Esas hakkında
1. Başvuranın iddiaları
80. Başvuran, kızının bizzat ve çocuklarının maruz kaldığı şiddet eylemlerinden yakınmak amacıyla çok defa suç duyurusunda bulunduğunu ifade etmektedir. Başvuran, kızının 24 Temmuz 2008 tarihli ilk ifadesinde (yukarıda 11. paragraf), eşinin akli dengesinin yerinde olmadığını belirttiğini ifade etmektedir. Kızının beyanlarına rağmen, ilgilinin psikolojik durumunu kontrol etmek amacıyla herhangi bir inceleme yapılmamıştır. Başvurana göre, bu ifadeden, kızının hem kendisinin hem de çocuklarının hayatından endişe duyduğu açıkça anlaşılmaktaydı.
81. Başvuran ayrıca, kızının ifadesini alan Cumhuriyet savcısını, kızının yeniden Polis Karakolunda ifadesinin alınmasını talep etmekle ve kızı ile damadının ifadesini birer gün araylaalmakla suçlamaktadır. Başvuran, bunu cinayete davetiye olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda, adresinin tutanaklara yazılmasının ulusal makamların ciddiyetten yoksun olduklarınınbir göstergesi olduğunu iddia etmektedir.
82. Başvurana göre, Hükümet, kızının hayatını korumak için hangi somut tedbirler alındığını açıklamamıştır. Hükümetin ileri sürdüğü üzere (aşağıda 89. paragraf), kızının yedi çocuğu olmasısığınma evine kabul edilmeye engel olmadıysa da, başvuran, kızınıbu imkândan haberdar etmeyen ve böyle bir sığınma evine yönlendirmeyen savcının atalet içinde olmasını anlamamaktadır. Başvuran ayrıca, kızının 8 Ekim 2008 tarihinde maruz kaldığı saldırıdan (yukarıda 30. paragraf) söz etmekte ve olayların vahameti karşısında ve damadının polis karakolunda kızını tehdit etmeye devam etmesine rağmen neden tutuklanmadığını sorgulamaktadır.
83. Başvuran, Türkiye’de şiddete karşı tolerans gösterildiğini iddia etmektedir. Bunun yanı sıra, kadınlara yönelik şiddet vakalarının çoğunluğunda verilen cezalar paraya çevrilmekte ve ertelenmektedir.
84. Başvuran, kızının ilk suç duyurusunda bulunması ile öldürülmesi olayı arasında geçen üç buçuk aylık süre içerisinde (boşanma davasıyla birlikte) beş defa ulusal mercilere başvuruda bulunduğunun altını çizmektedir. Başvuranın kızışikâyetlerinde, her defasında, eşi tarafından ölümle tehdit edildiğini, şiddete maruz kaldığını ve koruma tedbirinden yararlanma talebinde bulunduğunu ifade etmiştir.Aile Mahkemesi tarafından üç adet tedbir kararı alınmış olsa da, başvurana göre, bunların formalite niteliği taşıyıp taşımadıklarının ve bu tedbirlere uyulup uyulmadığının kontrol edilmemiştir. Bu bağlamda, başvuran, 18 Temmuz 2008 tarihli ilk kararın geçerlilik süresinin altı ay olduğunu; dolayısıyla kızının öldürüldüğü tarihte ilk tedbir kararının hâlâ geçerliliğini korumakta olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla başvurana göre, ilk tedbir kararına uymayan damadı aleyhinde başka tedbir kararları alınması değil, söz konusu tedbire uymadığı için tutuklanması gerekmekteydi. Başvuran, ulusal mercileri, S.B. yi,kendisine yapılan ihtarlara birçok defa uymamasına ve üzerine atılı suçların vahametine rağmen hiçbir zaman tutuklamamakla suçlamaktadır. Başvuran, damadına uygun cezalar verilmiş olsaydı ve kızı da gerekli koruma tedbirlerinden yararlanmış olsaydı kızının hâlâ yaşıyor olacağını ileri sürmektedir. Başvurana göre, S.B.nin çizdiği “tehlikeli profilin” ulusal makamlarca fark edilmemesi mümkün değildir.
85. Başvuran öte yandan, bir kanunun varlığının tek başına kadınları şiddetten korumaya yetmediğini ifade etmektedir. Bu kanunun işlevsel olabilmesi için koruma tedbirlerinin ivedilikle alınması ve etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Oysa mahkemelerce verilen kararlar sıklıkla kâğıt üzerinde kalmaktadır. Bunun yanı sıra, kızının yaşadığı şiddetin vahametine rağmen, ciddiye alınmamıştır.
86. Başvuran, Cumhuriyet savcısını 4320 sayılı Kanun’la kendisine tanınan yetkileri kullanmamakla suçlamaktadır. Başvurana göre, bu kanun uyarınca alınan üç karara riayet edilmesini sağlamak amacıyla herhangi bir uygulamada bulunulmamıştır.Başvurana göre, kızının olayında da açıkça görüldüğü üzere, kadına yönelik şiddet ancak ölümle sonuçlandıktan sonra görünür hale gelmektedir. Bu bağlamda başvuran, yetkili ulusal mercilerin, kızını korumak için herhangi bir etkin tedbir almadıklarını ve kamu görevlilerinin kızının ölümünden olduğu kadar damadının ölümünden de sorumlu olduklarını iddia etmektedir. Başvuran, kamu görevlileri aleyhinde yürütülmesini istedikleri yargılamanın sonuçsuz kaldığını belirtmektedir. Başvuran, benzer konularda, kamu görevlilerinin sorumluluğuna gidildiği hiçbir vakanın bilinmediğini ifade etmektedir.
2. Hükümetin iddiaları
87. Mahkeme’nin içtihadından doğan ilkelere atıfta bulunduktan sonra, Hükümet, başvuranın kızının hayatını kaybetmesinden üzüntü duyduğunu ifade etmekte ve Mahkeme’nin aile içi şiddet olaylarına ilişkin içtihatlarının farkında olduğunu belirtmektedir.
88. Bununla birlikte Hükümet, şu hususlara Mahkeme’nin dikkatini çekmektedir: Fatma Babatlı ve S.B.ninbaşından itibaren sorunlu bir ilişkileri vardı; ancak başvuranın kızı 16 Temmuz 2008 tarihine kadar bu hususta şikâyetçi olmamıştır.Ulusal makamlar, Fatma Babatlı’nın her şikâyetinden sonra derhal harekete geçmiş; şikâyetlerin haklı olup olmadığını tespit etmek amacıyla (müşteki, şüpheli ve tanık beyanlarının alınması, adli tıp raporları alınması gibi) birçok soruşturma işlemi gerçekleştirmiştir. Ayrıca, Aile Mahkemesi 4320 sayılı Kanun gereğince, S.B. hakkında, müşterek evden uzaklaştırma, eşe karşı şiddet veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmama, iletişim araçlarıyla rahatsız etmeme şeklinde tedbir kararları vermiştir.Hükümet, 16 Temmuz 2008 tarihli şikâyet (yukarıda 7. paragraf) sonrasında, Cumhuriyet savcısının yaralama nedeniyle ceza soruşturmaları açtığının ve öte yandan B.B.nin 26 Temmuz 2008 tarihli şikâyet (yukarıda 28. paragraf) sonrasında mahkûm edildiğinin altını çizmektedir.
89. Hükümet, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna Bağlı Kadın Konukevleri Yönetmeliği’nin 9. maddesinde kadınların konuk evine kabul koşullarının belirtildiğini ileri sürmektedir. Müteveffanın yedi çocuğunun olması, Hükümete göre, sığınma evine kabulüne engel değildi.Hükümet, F.B.ninsığınma evine kabul edilmek için herhangi bir müracaatta bulunmadığını ileri sürmektedir.
90. Hükümet son olarak, yetkililer tarafından başka türlü davranılmış olması halinde, ölümün gerçekleşmemiş olabileceği şeklinde bir sonuca varılamayacağı kanaatindedir.
3. Mahkeme’nin Değerlendirmesi
91. Mahkeme, yukarıda anılan Opuz davasında (içtihat atıflarıyla birlikte, § 159) belirtildiği üzere, aile içi şiddet konusundaki içtihadından doğan genel ilkeleri hatırlatmaktadır.Mahkeme, mevcut davayı bu ilkeler ışığında inceleyecektir.
92. Bu bağlamda, Mahkeme, bilhassa aile içi şiddet mağduru olan çocukların ve diğer savunmasız kişilerin, kişi dokunulmazlığı hakkının bu derece ağır şekilde ihlal edildiği durumlara karşı, devlet tarafından etkin önleyici tedbirler alınmak suretiyle korunmaları gerektiğini yinelemektedir (yukarıda anılanOpuzkararı, § 159).Mahkeme, Sözleşme’nin 2. maddesinin ilk cümlesinde belirtilen pozitif yükümlülüklerin aynı zamanda cinayetin sebebini ortaya koymaya ve sorumluları cezalandırmaya imkân veren etkin ve bağımsız bir adli sistem kurma zorunluluğu getirdiğini hatırlatmaktadır. Benzer soruşturmanın temel amacı, iç hukuktayaşam hakkını koruyan hükümlerin etkin şekilde uygulanmasını ve devlet görevlilerinin veya makamlarının davranışları şikâyet konusu yapıldığında, söz konusu görevlilerin veya makamların kendi sorumlulukları altında meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin sorumluluk üstlenmelerini sağlamaktır. Makul bir ivedilik ve özen gerekliliği, bu bağlamda zımnen mevcuttur (ibidem, §§ 150-151).
93. Mahkeme somut olayda, başvuranın kızının Cumhuriyet savcısına yaptığı ilk suç duyurusunda, 16 Temmuz 2008 tarihinde eşi tarafından yapılan şiddetten şikâyet etmiştir (yukarıda 7. paragraf). Bu sayede, başvuranın kızı, hayatından endişe ettiğini bildirmiştir. Bu nedenle, ulusal makamların tutumlarını bu tarihten itibaren değerlendirmek uygun olacaktır.
94. Mahkeme, taraflarca ibraz edilen bilgiler ve dosyada yer alan belgeleri dikkate alarak, başvuranın kızının, eşinden gördüğü şiddetten ve yapılan tehditlerden şikâyetçi olmak amacıyla dört defaulusal makamlara başvurduğunu gözlemlemektedir (yukarıda 7, 20, 32 ve 41-42. paragraflar). Başvuranın kızı şikâyetlerinde her defasında, kendisinin ve çocuklarının hayatından endişe ettiğini ifade etmiştir. Öte yandan, birçok defa korunma talebinde bulunmuştur. Söz konusu şiddet eylemleri, adli tıp raporları ve tanık ifadeleriyle desteklenmiştir (yukarıda 9, 12-13, 21 ve 33. paragraflar).
95. Şüphesiz, Fatma Babatlı’nınşikâyetlerine yanıt olarak, Cumhuriyet savcısı Aile Mahkemesine başvurarak koruma tedbiri uygulanmasını talep etmiştir. Bunun üzerine üç adet koruma ve tedbir kararı verilmiştir. Bununla birlikte, Mahkeme, söz konusu kararların, başvuranın kızına herhangi bir koruma sağlama konusunda tamamen etkisiz olduklarının görüldüğünü gözlemlemektedir.
96. Esasen, aile içi şiddet bağlamında koruma tedbirleri kural olarak tehlikeli bir duruma en hızlı şekilde tepki vermeye yönelik olmasına rağmen, Mahkeme öncelikle, Aile Mahkemesinin ilk kararının S.B.ye tebliğ edilmesi için on dokuz gün (yukarıda 15. paragraf); ikinci kararının tebliğ edilmesi için ise sekiz hafta (yukarıda 25. paragraf) beklendiğini tespit etmektedir.Bu gibi süreler, söz konusu durum ivedilik gerektirmesine rağmen, başvuranı derhal bir korumadan yararlanmaktan yoksun bırakmakla birlikte, bu kararların etkinliğini de yok etmiştir. Bu bağlamda, Aile Mahkemesinin birinci kararı verdiği tarih ile kararın tebliği arasında, Fatma Babatlı’nın eşi tarafından yeniden şiddet gördüğünü tespit etmek yeterlidir (yukarıda 20. paragraf ve adli tedbir kararlarının tebliği konusunda aşırı gecikmelerin anlatımı için, bk. yukarıda anılan Opuz kararında belirtilen STK raporları, §§ 92-93 ve 196).
97. Mahkeme, koruma tedbirlerinin etkinliğinin, uygun kontrol mekanizmalarıyla güvence altına alınamayacağı kanaatindedir. Oysa 4320 sayılı Kanun bu görevi Cumhuriyet savcısına yüklüyorsa da, Mahkeme, savcının, S.B.ningözaltına alınmasına karar vermek için, 8 Ekim 2008 tarihini ve iki adet bıçağı olan ilgilinin polis sorgusunu beklediğini gözlemlemektedir (yukarıda 29. paragraf). Öte yandan, S.B.nin tehlike arz ettiği açıkça tespit edilmiş olmasına rağmen, Sulh Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısının tutuklama talebini reddetmiştir (yukarıda 38. paragraf).Sulh Ceza Mahkemesi bu karara varırken, başvuranın kızınınkarşı karşıya olduğuylaöldürülme ya da yeni bir saldırıya uğrayabilme gibi risklerle ilgili olarakherhangi bir değerlendirmeyapmamıştır. Aile Mahkemesi kararlarının artık S.B. üzerinde caydırıcı tüm etkiden yoksun olduğunun tespit edilmiş olmasına rağmen, ilgili, Fatma Babatlı’nın hayatını korumak için herhangi bir pratik tedbir alınmadan serbest bırakılmıştır.
98. Üstelik 4320 sayılı Kanun’un olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte olan halinde (yukarıda 57. paragraf) tedbir kararlarına riayet edilmemesinin, özgürlükten yoksun bırakan cezayla cezalandırılabilmesi öngörülmesine rağmen, S.B. hiçbir zaman konuyla ilgili olarak etkin şekilde soruşturulmamıştır.
99. Mahkeme, yukarıda belirtilen hususlar ışığında, ulusal makamların, tedbir kararlarına uymayan S.B.yi cezalandırmayarak ve karısına karşı herhangi bir endişe duymadanşiddet uygulamayı tekrar edebileceğibir cezasızlık ortamı oluşturarak,söz konusu tedbir kararlarını tamamen etkinlikten yoksun bıraktığı kanaatindedir.
100. Mahkeme, müteveffanın, yedi çocuğuyla birlikte sığınma evinde barınabilme imkânıyla ilgili olarak tarafların farklı anlatımlarını kaydetmektedir.Bu bağlamda, Mahkeme ancak, olayların meydana geldiği dönemde Türkiye’de mevcut olan kadın sığınma evlerinin çok azsayıda olduğunu tespit edebilir (60, 61 ve 67. paragraflar). Öte yandan, Hükümetin ileri sürdüğü üzere (yukarıda 89. paragraf), müteveffayı ve çocuklarını kabul edebilecek uygun kuruluşlar mevcut olsa da, Mahkeme, başvuranın kızının, bir sığınma evine gidememe nedenlerini bildirdiği Cumhuriyet savcısıve polis memurlarının,ilgiliye, ihtiyaçlarına uygun bir kuruluşbulmayaya da böyle bir kuruluşa yönlendirmeye çalışmadıklarını gözlemlemektedir (yukarıda 11 ve 32. paragraflar). Mahkeme, başvuranın kızının içinde bulunduğu güvensizlik ve kırılganlık durumu ile moral, fiziksel ve/veya maddi durumu göz önünde bulundurmak ve netice itibariyle, kendisine uygun bir kuruluş belirleyerek, durumu en kısa sürede değerlendirme görevinin ulusal makamlara ait olduğu kanaatindedir. Ancak somut olayda durum bu şekilde değildi.
101. Netice itibarıyla, başvuranın, kamu görevlilerinin kızının ölümündeki cezai sorumluluğunun tespit edilmediğine ilişkin şikâyetiyle ilgili olarak, Mahkeme, başvuranın şikâyetlerinin Sözleşme’nin 2. maddesinin özü açısından niteliğini ve bu bağlamda vardığı tespitleri hatırlatmanın yararlı olduğu kanısındadır (yukarıda 96-100. paragraflar). Bu tespitler, iç hukuktaki yargılamaların Sözleşme’nin 2. maddesinin gerekliliklerini karşılama hususunda yetersiz olduklarını göstermektedir.
102. Bu unsurların tamamı, Mahkeme’nin, Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varması için yeterlidir.
II. SÖZLEŞME’NİN 2. MADDESİYLE BİRLİKTE 14. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
103. Başvuran, Sözleşme’nin 2. maddesi açısından ileri sürülen koşulların, kızının kadın olmasına bağlı olduğunu iddia etmektedir. Başvuran, yaşanan olayların aile içi şiddet olması nedeniyle damadının yakalanmadığını ileri sürmektedir.Başvuran, Sözleşme’nin 14. maddesini ileri sürmektedir. Söz konusu madde aşağıdaki şekildedir:
“(…) Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”
104. Mahkeme, söz konusu şikâyetin, yukarıda incelenen şikâyete bağlı olduğunu ve dolayısıyla kabul edilebilir olarak açıklanması gerektiğini tespit etmektedir.
A. Tarafların İddiaları
1. Başvuranın iddiaları
105. Başvuran, kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet ile mücadele kapsamında yasal reformlar kabul edilmiş olsa da, bunların büyük bir orandakâğıt üzerinde kaldığını iddia etmektedir. Bu bağlamda, diğer belgelerin yanı sıra, CEDAW komitesine sunulmak üzere 2010 yılında Sivil Toplum Örgütleri tarafından hazırlanan bir gölge raporuna ve İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından 2011 yılında hazırlanan Türkiye Aile İçi Şiddet ve Korumaya Erişim Konulu raporuna atıfta bulunmaktadır. Başvuran, söz konusu raporda yer alan tespitler ışığında, polisler, hâkimler ve savcılar gibi kadına yönelik şiddetle mücadele etmesi gereken devlet aktörlerinin, bu görevin kendilerine ait olmadığı; ancak aile içinde ele alınması gereken bir konu olduğu değerlendirmesinde bulunduklarını ileri sürmektedir.
106. Başvuran öte yandan, kanunların uygulanmasında ayrımcılık yapıldığını iddia etmektedir. Esasen, adli ve idari merciler, kadınlar tarafından yapılan şikâyetlerin incelenmesiyle ilgili olarak yetersiz bir tutum sergilemektedirler. Söz konusu merciler, bilhassa aile ilişkileri konusunda yapılan şikâyetleri inceleme hususunda isteksiz davranmaktadırlar. Başvuran bunun yanı sıra, kanunun, kadınların aleyhinde sınırlayıcı şekilde yorumlandığını ileri sürmektedir.
107. Başvuran, “ailenin korunmasını” amaçlayan 4320 sayılı Kanun’un adını, 2011 yılında Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı kaldırılarak yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kurulmasını, bunların yanı sıra kadına yönelik şiddetle ilgili istatistikî veri bulunmamasını eleştirmektedir. Başvuran, Opuz davasından sonra istatistiklerdeki değişiklikleri sorgulamakta ve kadına yönelik şiddetin daha da arttığı değerlendirmesinde bulunmaktadır. Bu bağlamda, şiddet neticesinde hayatını kaybeden kadın sayısıyla ilgili olarak Adalet Bakanlığı ve Aile Bakanlığı tarafından verilen ve birbiriyle tutarsız olan rakamlara atıfta bulunmaktadır. Başvuran, Adalet Bakanlığı tarafından verilen rakamlara göre, 2002 ve 2009 yılları arasında, kadına yönelik şiddetin yüzde 1400 oranında arttığını ileri sürmektedir. Başvuran bunun yanı sıra, Aile Bakanlığı tarafından verilen rakamlara göre ise; 2009 yılında 171; 2010 yılında 177, 2011 yılında 163 ve 2012 yılında 155 kadınınşiddet sonucu hayatını kaybettiğini iddia etmektedir. Başvuran, Hükümeti güvenilir istatistikî veriler hazırlamamakla suçlamaktadır.
108. Başvurana göre, kadına yönelik şiddet vakaları “basit yaralama” olarak değerlendirilerek hafife alınmakta ve cezalar paraya çevrilerek ertelenmektedir. Suç duyurusunda bulunulduğu sırada avukat yardımı halen gerekli olmamakla beraber; kadınlar yasal yollara başvurduklarında hala tek başlarınadır. Kadınları aile içi şiddetten koruma ve can güvenliklerini sağlama konusunda herhangi bir uygulama bulunmamaktadır. Kadın sığınma evi sayısı yetersiz olmakla beraber, Hükümet bu sayıyı artırmak için herhangi bir çaba göstermemektedir. Aile içi şiddet nedeniyle mağdur olan kadınlara ekonomik ve sosyal anlamda yardımcı olmak amacıyla da herhangi bir uygulama mevcut değildir. Emniyet bünyesinde, kadına yönelik şiddetle ilgili sorunları inceleme konusunda uzman bir birim halen oluşturulmamıştır. Şüphesiz kanunlar değişmiş; ancak kamu görevlilerinin ve hâkimlerin kanaatleri değişmemiştir.
2. Hükümetin iddiaları
109. Mahkeme’nin içtihadına atıfta bulunduktan sonra (Saadi/Birleşik Krallık [BD], No. 13229/03, § 63, AİHM 2008 ve Demir ve Baykara/Türkiye [BD], No. 34503/97, § 12, AİHM 2008), Hükümet, Mahkeme’nin -kadına karşı ayrımcılığın tanımını ve kapsamını incelerken- kadına karşı şiddet sorunu konusunda, daha spesifik uluslararası hukuki belgelerin hükümlerini ve uluslararası hukuk organlarının kararlarını dikkate almak zorunda olduğunu ileri sürmektedir.Bu bağlamda, Hükümet görüşlerinde, CEDAW’ın 1. maddesinde yer alan ayrımcılık tanımına yer vermektedir.
110. Hükümet ayrıca, Mahkeme’nin aile içi şiddet bağlamında ayrımcılığa ilişkin içtihatlarının farkında olduğunu ifade etmektedir.Kanun ve uygulanmadaki eksiklikleri gidermek amacıyla kadına karşı şiddeti önlemek için reformlar kabul edilmiştir. 5636 sayılı Kanun 4 Mayıs 2007 tarihinde; Ailenin Korunmasına Dair Kanunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik 1 Mart 2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Hükümet, tüm bu çabalara rağmen, uygulamada sorunlar yaşanmaya devam etmesi nedeniyle bu sorunların esaslı bir şekilde ortadan kaldırılması için kapsamlı ve eksiklikleri giderecek yeni bir kanun çalışması başlatıldığını belirtmektedir. 6284 sayılı Kanun, 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.Hükümet, bu Kanunla, kadınların daha etkili şekildekorunması için getirilen tedbirlerden söz etmekte ve bu tedbirleri ayrıntılı şekilde bilgi notu olarak görüşlerine eklemektedir.
111. Hükümet, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ni onayladığını hatırlatmaktadır. Kanunun etkin olarak uygulanmasını sağlamak amacıyla 2012/13 sayılı Genelge yayımlandığını ve Kadın Konukevlerinin Açılması ve İşletilmesi Hakkında Yönetmeliğin yürürlüğe girdiğini eklemektedir.Ayrıca, konuyla ilgili çok sayıda eğitim verilmiş ve farkındalık artırıcı faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Hükümet, Sözleşme’nin 2, 13 ve 14. maddeleri bakımından pozitif yükümlülüklerinin gereğini etkili şekilde yerine getirdiğini ileri sürmektedir. Geçmişte, uygulamada aksaklıklar bulunsa da, başvuru konusu olaydan sonraki dönemde çok sayıda yasal tedbirin yanı sıraayrımcı değil, korumacı mahiyette olan düzenlemeler getirilmiştir.

B. Mahkeme’nin Değerlendirmesi
112. Mahkeme, yerleşik içtihatlarına göre, ayrımcılığın, somut ve makul bir gerekçe olmadan, benzer durumlardaki kişilere farklı muamele yapılması anlamına geldiğinin altını çizmektedir (D.H. ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti [BD], No. 57325/00, §§ 175-180, AİHM 2007 IV).Ayrıca, bir grup üzerinde orantısız şekilde olumsuz etkileri olan genel bir politika veya tedbirin, söz konusu gruba yönelik olmasa dahi, ayrımcılık teşkil edebileceğini hatırlatmaktadır. Mahkeme daha önce, bu alandaki ispat yükü ile ilgili olarak, başvuranın farklı bir muameleye tabi tutulduğunu ispatlaması halinde, söz konusu farklılığın haklı gerekçelere dayandığını ispatlama yükümlülüğünün Hükümete ait olduğu kararına varmıştır (ibidem).
113. Mahkeme, kadına yönelik şiddetin anlamını ve kapsamını incelerken, içtihatlarında yer alan ayrımcılık kavramıyla ilgili genel açıklamaların yanı sıra bilhassa kadına yönelik şiddet ile ilgili hukuki belgelerdeki hükümleri göz önünde bulundurması gerektiğini tekrar etmektedir (yukarıda anılan Opuz kararı, § 185). Bu bağlamda, Mahkeme daha önce, Devletlerin kadınları aile içi şiddete karşı –kasıtsız bile olsa-korumamasının, kadınların kanun önünde eşitlik haklarının ihlaline neden olduğunu tespit ettiğini hatırlatmaktadır (ibidem, § 181).
114. Mahkeme öte yandan, İstanbul Sözleşmesi’nin 3. maddesinde, “ ‘kadına karşı şiddet’ ifadesinden, kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılığın anlaşılması gerektiğinin” bildirildiğinin altını çizmektedir (İlgili uluslararası hukuk, yukarıda 64. paragraf).
115. MahkemeOpuz davasında (yukarıda anılan, § 198), aile içi şiddetin özellikle kadınları etkilediğini ve Türkiye’de, yargıdaki genel ve ayrımcı nitelikteki etkisizliğin/pasifliğin, aile içi şiddeti teşvik eden bir ortam yarattığını tespit etmiştir.Söz konusu davadan bu yana, Türkiye’de, kadınlara yönelik şiddetle mücadele etmek amacıyla çok sayıda yasal ve politik girişimlerde bulunulmuştur (Opuz kararından bu yana yapılan reformların ayrıntıları için bk. 58, 62 ve 67. paragraflar). Bilhassa, 6284 sayılı Kanun kabul edilmiş (yukarıda 58. paragraf) ve İstanbul Sözleşmesi onaylanmıştır (yukarıda 64. paragraf).
116. Mahkeme, mevcut davanın koşullarının, Hükümetin övündüğü reformlardan daha önceki bir dönemde kaydedildiğinin altını çizmenin yararlı olduğu kanaatindedir(yukarıda 110-111. paragraflar). Mevcut davanın koşullarında, bunlar hakkında karar vermek hiçbir şekilde Mahkeme’nin görevi değildir; Mahkeme’nin görevi yalnızca başvuranın kızının öldürüldüğü sırada; yani 4320 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu sırada var olan hukuki ve olgusal bağlamı değerlendirmektir.
117. Bu bağlamda, Mahkeme, başvuranın İnsan Hakları İzleme Örgütünün ve CEDAW’ın raporlarına atıfta bulunarak ve şiddet sonucu hayatını kaybeden kadın sayısını ileri sürerek (yukarıda 105 ve 107. paragraflar), ihtilaf konusu dönemde kadınların şiddete karşı etkin bir korumadan yararlanmadıklarını gösteren bir delil başlangıcı sunduğu kanaatindedir.
118. Mahkeme bizzat, bu raporları ve Hacettepe Üniversitesi ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının raporlarında yer alan istatistikî verileri (yukarıda 61 ve 62. paragraflar)göz önünde bulundurarak, Türk toplumunda kadınlara yönelik şiddetin, bilhassa aile içi şiddetin,boyutunu ve devamlılığını tespit edebilirdi. Mahkeme aynı zamanda, ihtilaf konusu dönemde kadın sığınma evlerinin sayısının yetersiz olarak değerlendirildiğini de tespit edebilirdi (yukarıda 60, 61 ve 67. paragraflar)
119. Mevcut davanın koşullarında, Mahkeme, başvuranın kızının değişik sebeplerle eşi tarafından şiddet gördüğünü ve ölümle tehdit edildiğini ve ulusal makamların bu durumdan haberdar edildiklerini gözlemlemektedir. Mahkeme bu bağlamda, ulusal makamların, başvuranın kızına etkin bir koruma sağlama konusundaki ihmalleri ve ilgilinin eşinin ceza almaması hususunda vardığı tespitleri hatırlatmaktadır (yukarıda 96-100. paragraflar).
120. Mahkeme için, bu durum, ulusal mercilerin, bilhassa endişe verici olan aile içi şiddet olaylarının vahameti ve bu şiddet eylemi mağdurlarının özel hassasiyeti konusundaki inkârını yansıtmaktadır. Ulusal makamlar, başvuranın kızının maruz kaldığı şiddet eylemlerine ve ölüm tehditlerinin tekrarlanmasına genellikle gözlerini kapatarak, aile içi şiddete elverişli bir ortam oluşturmuşlardır. Ancak Mahkeme, müteveffanın, eşinin şiddet eylemleri karşısında yalnız ve korunmasız bırakılmasının kabul edilemez olduğu kanaatindedir.
121. Başvuranın şikâyet ettiği olayların, Opuz davasından sonra yaşanmış olmasına rağmen, Mahkeme, vardığı tespitin, mevcut davanın koşullarında da geçerli olduğu kanaatindedir (yukarıda 115. paragraf).
122. Mahkeme netice itibarıyla, Sözleşme’nin 2. maddesiyle birlikte 14. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır.
III. SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
123. Sözleşme’nin 41. maddesi aşağıdaki şekildedir:
“Eğer Mahkeme bu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldırabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazmin verilmesine hükmeder.”

A. Tazminat

124. Başvuran, maruz kaldığı manevi zarar bağlamında 100.000 avro talep etmektedir.
125. Hükümet, bu talebe karşı çıkmaktadır.
126. Mahkeme, manevi tazminat bağlamında başvurana 65.000 avro ödenmesinin uygun olduğunu değerlendirmektedir.
B. Masraf ve Giderler
127. Başvuran aynı zamanda, avukatlık ücreti olarak 17.600 Türk lirası; yargılama giderleri için ise 206 Türk lirası talep etmektedir. Başvuranın avukatı, dava dosyasını incelemek için 44 saat çalışmış olup; saat başına 400 Türk lirası üzerinden ücretlendirme yapılmıştır. Kanıtlayıcı belge olarak, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi sunmaktadır.
128. Hükümet, talep edilen meblağların, benzer davalar dikkate alındığında aşırı olduğunu ve başvuranın ödeme yaptıklarını gösteren belgeler ibraz etmemiş olduğunu iddia ederek bu taleplere karşı çıkmaktadır.
129. Mahkeme’nin içtihadına göre, bir başvurana, masraf ve giderlerin doğruluğunu, gerekliliğini ve ödenen miktarların makul olduğunu ispatlamak kaydıyla bu masraflar iade edilebilmektedir. Somut olayda, Mahkeme, başvuranın adli yardım talebininkabul edildiğinin altını çizmektedir. Mahkeme önündeki yargılama için başvurana 850 avro ödenmesinin yeterli olduğu kanaatindedir ve dolayısıyla başvuranın, masraf ve giderler bağlamındaki talebini reddetmektedir.
C. Gecikme Faizi
130. Mahkeme, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygulanmasının uygun olduğuna karar vermektedir.
BU GEREKÇELERLE, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Başvurunun kabul edilebilir olduğuna;

2. Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine;

3. Sözleşme’nin 2. maddesiyle birlikte 14. maddesinin ihlal edildiğine;


4.
a) Davalı Devlet tarafından başvurana, Sözleşme’nin 44 § 2 maddesi uyarınca, kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içerisinde, ödeme tarihindeki geçerli döviz kuru üzerinden davalı Devletin para birimine çevrilmek üzere, manevi tazminat olarak, ödenmesi gereken her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere, 65.000 (altmış beş bin) avro ödenmesine;
b) Söz konusu sürenin bittiği tarihten başlayarak, ödemenin yapıldığı tarihe kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;

5. Adil tazmine ilişkin kalan taleplerin reddine karar vermiştir.


Fransızca olarak yazılan işbu karar Mahkeme İçtüzüğünün 77. maddesinin 2 ve 3. fıkraları gereğince 28 Haziran 2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Stanley Naismith Julia Laffranque
YazıİşleriMüdürü Başkan

  Avukat   -   AİHM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için