Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Hasan Kalender Başvurusu (Başvuru Numarası: 2017/31122)
0

Hasan Kalender Başvurusu (Başvuru Numarası: 2017/31122)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HASAN KALENDER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/31122)
Karar Tarihi: 18/6/2020
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler : Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Muammer TOPAL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör : Tuğba TUNA IŞIK
Başvurucu : Hasan KALENDER
Vekili : Av. Neymetullah GÜNDÜZ

I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tapu iptal ve tescil davasının on yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvuru Konusu Uyuşmazlığın Arka Planı
8. Başvurucu, babasının gayriresmî evliliğinden 1964 yılında doğmuştur. Başvurucunun babası 1/7/1969 tarihinde, annesi ise 3/3/1980 tarihinde vefat etmiştir.
9. Başvurucunun babasının ölümü üzerine, Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinin 13/9/1969 tarihli kararıyla veraset ilamı çıkarılmıştır. Anılan veraset ilamı 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 443. maddesinde -14/11/1990 tarihinde getirilen değişikliğe kadar- miras hukuku bakımından nesebi sahih olmayanlara yarım pay verilmesi gerektiği hükmüne göre düzenlenmiştir. Söz konusu veraset ilamında başvurucu ve aynı anneden doğan kardeşleri nesebi sahih olmayanlar olarak değerlendirilmiş ve miras hisseleri yarım pay olarak gösterilmiştir.
10. Başvurucunun babasından kalan taşınmazlar üzerinde 1971 yılında yapılan kadastro çalışmalarında kadastro tespiti Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinden alınan mirasçılık belgesinin dikkate alınması suretiyle yapılmıştır.
11. Başvurucunun 27/2/2014 tarihinde Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde veraset ilamının iptali talebiyle açtığı davada 4/6/2015 tarihli karar ile Siverek Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen veraset ilamının iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun ve aynı anneden doğan kardeşlerinin 22/3/1957 tarihli ve 4727 sayılı Tescil Edilmeyen Birleşmeler ile Bunlardan Meydana Gelen Çocukların Tesciline ve Gizli Kalmış Nüfus Vakalarının Cezasız Olarak Kaydına Dair Kanun ile 23/8/1968 tarihli ve 554 sayılı Tescil Edilmeyen Birleşmeler ile Bunlardan Meydana Gelen Çocukların Cezasız Tescili Hakkında Kanun gereğince nesebi sahih çocuklar gibi babalarının hanelerine kayıt edilmelerine rağmen nesebi sahih olmayan çocuklar gibi mirastan yarım pay verilmesinin hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar ile başvurucunun da babasının evlilik içinde doğan çocukları gibi eşit oranda miras payı almaları gerektiğine hükmedilmiştir.
B. Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci
12. Başvurucu ve babasının gayriresmî evliliğinden doğan kardeşleri, babasından intikal eden taşınmazlar üzerinde 1971 yılında yapılan kadastro tespiti sırasında 1969 yılında alınan mirasçılık belgesine dayanılarak eksik pay verilmesi suretiyle tapu tahsisi yapıldığı gerekçesiyle 6/3/2014 tarihinde Hilvan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescili davası açmışlardır.
13. Mahkeme 13/7/2015 tarihli kararıyla davaya konu tüm parseller açısından kadastro tutanağının kesinleşmesinden itibaren dava açmaya ilişkin on yıllık hak düşürücü sürenin dolduğunu (kimi parseller için bu sürelerin 24 ile 44 yıl arasında olduğu belirtilmiştir), kadastro tespitinden önceki sebeplere dayalı olarak ileri sürülen iddiaların hak düşürücü süreden sonra dinlenmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme tarafından, başvurucuların 1971 yılında yapılan kadastro tespitinin 1969 yılında alınan veraset ilamına göre yapılmasına ilişkin itirazları kadastro tespitinden önceki sebep olarak belirlenmiştir.
14. Mahkeme kararı Yargıtay 16. Hukuk Dairesi tarafından 15/11/2016 tarihli karar ile onanmıştır.
15. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 25/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar başvurucuya 20/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 16/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun "Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
"30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. "
19. 743 sayılı mülga Kanun'un 10. maddesi şöyledir:
"Mümeyyiz olan reşit, medeni hakları kullanmağa salahiyettardır.''
20. 743 sayılı mülga Kanun'un 11. maddesinin birinci cümlesi şöyledir:
"Rüşt, on sekiz yaşın ikmaliyle başlar.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 18/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; babasından miras kalan taşınmazlar üzerindeki payının eksik gösterildiğini, bu durumu 2014 yılında arazi toplulaştırma faaliyetlerine başlandığı sırada öğrendiğini, Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinden veraset ilamı alındığında beş yaşında ve kadastro tespitinin yapılıp kesinleştiği tarihte altı yaşında olduğunu, annesinin vefatı sonrasında vasisinin bulunmadığını, kesinleşen kadastro tutanağına karşı on yıllık dava açma süresinin sona erdiğinde dahi reşit olmadığını (on altı yaşında olduğunu) belirtmektedir. Bu nedenlerle reşit olmadığı için dava açamayacağını, bu dönemde anne ve babasını kaybettiğini ve kendisine bir vasi atanmamış olması sebebiyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
23. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü on yıllık dava açma süresi içinde medeni hak ve yetkilerini kullanma imkânına sahip olmamasına ve hukuka aykırı uygulamalardan geç haberdar olduğuna ilişkin olduğundan başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı bakımından incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
26. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsar Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B.No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
27. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
28. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
29. Somut olayda tapu iptal ve tescil davasının on yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
30. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
31. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
32. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
33. Başvurucunun açmış olduğu tapu iptal ve tescil davasının on yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
34. Hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında olması hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre koşuluna bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge kurulması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple dava hakkının on yıllık süre koşuluyla sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
(3)Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
35. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
36. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
37. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
38. Ölçülülük ilkesi, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38). Müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken ilgili yasal düzenlemelerle birlikte somut olayın koşulları ve başvurucunun tutumu da gözönünde bulundurulmalıdır (Ahmet Ersoy ve diğerleri, B. No: 2014/4212, 5/4/2017, § 50).
39. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı anda mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili olarak derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar Çoban, § 66).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
40. Anayasa Mahkemesi önceki bir kararında, söz konusu hak düşürücü sürenin kadastroya dayanılarak düzenlenen planların ve tapu sicilleriyle belirlenmiş olan hukuksal durumun kararlılık içinde süregelmesini amaçladığından müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğunu kabul etmekle birlikte belirtilen süre içinde hukuki ve fiilî duruma dayanılarak kullanılacak dava haklarının on yıllık hak düşürücü süre ile sınırlandırılmış olmasını kamu düzeni fikrine uygun düştüğü ve tanınan sürenin hakkın kullanılmasına da elverişli bulunduğu sonucuna varmıştır (AYM, E.1991/9, K.1991/36, 8/10/1991).
41. Mahkeme, başvurucunun davasını hukuka aykırı olarak düzenlenmiş veraset ilamına dayanılarak yapılan kadastro tespiti sonucundaki tapulama işlemlerinin iptal edilmesi talebine dayandırdığını belirtmiştir. Bu nedenle asıl şikâyetin kadastro tespitinden önceki sebepler olması nedeniyle 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz edilemeyeceği ve dava açılamayacağına ilişkin hüküm gereği davanın hak düşürücü süreden sonra açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
42. Başvurucu, Mahkemenin dava açma süresine ilişkin on yıllık sürenin başlangıcı olarak kadastro tespitinin kesinleştiği 1971 yılını esas almasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir. Başvurucu; kadastro tespitinin yapıldığı dönemde küçük olduğunu, dava açma süresinin sona erdiği tarihte bile reşit olmadığını ileri sürmektedir.
43. Somut olayda davaya konu hukuki ihtilafın kadastro tespitinden önceki sebeplere dayandığı ve bu nedenle uygulanacak olan on yıllık dava açma süresi ile ilgili bir ihtilafın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvuruya konu asıl ihtilafın on yıllık sürenin başlangıcı olarak hangi tarihin esas alınması gerektiği noktasında olduğu değerlendirilmektedir.
44. Anayasa Mahkemesinin görevi davanın açılacağı veya dava açma süresinin başladığı tarihi belirlemek olmayıp derece mahkemesinin dava açma süresine ilişkin yorumunun mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir. Buna göre dosya kapsamında başvurucunun 1964 yılında doğduğu, babasının 1969 yılında vefat ettiği, aynı tarihte başvurucunun miras payının yarım hisse olarak gösterildiği veraset ilamının alındığı, 1971 yılında kadastro tespitinin yapıldığı, 1980 yılında annesini kaybeden başvurucunun 1982 yılında on sekiz yaşını doldurmak suretiyle reşit olduğu yani dava açma ehliyetini kazandığı anlaşılmaktadır. Yine somut başvuruya konu hukuki süreçte başvurucunun 2014 yılında yani elli yaşında iken veraset ilamının iptali ile başvuruya konu tapu iptal ve tescil davasını açtığı görülmektedir.
45. Başvurucu, Mahkemenin dava açma süresine ilişkin belirlediği sürenin dava açma ehliyetinin olmaması sebebiyle Mahkeme tarafından yapılan yorumun hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürerken hukuka aykırı alınmış veraset ilamına dayanılarak yapılan kadastro tespitinden davayı açtığı 2014 yılında arazi toplulaştırma faaliyetlerine başladığında haberdar olduğunu belirtmektedir.
46. Başvurucu, Mahkemenin dava açma süresine ilişkin yorumundan şikâyet etmişse de dava açma ehliyetini kazandığı 1982 yılından başvuruya konu davayı açtığı 2014 yılına kadar neden dava açmadığına ilişkin haklı nedenleri başvurucunun göstermediği tespit edilmiştir. Bununla birlikte başvuruya dayanak olan gerekçeli kararda yer verilen hukuki tespitler ile olayın koşulları birlikte irdelendiğinde başvurucunun aynı anneden doğan kardeşleriyle birlikte babalarından miras kalan taşınmazlar üzerinde diğer kardeşlerine (anne ayrı) oranla yarım pay almış olmasına ilişkin olaydan haberdar olmadığı kabulünü haklı kılan nedenlerin var olduğu söylenemez. Bu itibarla somut olayda derece mahkemelerinin gerek uyuşmazlık konusu olguyu gerekse bu olgudan hareketle dava açma süresinin hesaplanma usulünü ve sürenin başlatılacağı tarihi belirlemesiyle ilgili yorumunun öngörülemez nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla derece mahkemelerinin 3402 sayılı Kanun'da yer alan dava açma süresine ilişkin kuralları hukuka uygun şekilde uyguladığı ve dava açma süresinin başlangıcına esas alınan tarihin belirlenmesine ilişkin yorumun başvurucunun dava açmasını aşırı derecede zorlaştıracak ya da imkânsız kılacak nitelikte katı bir yaklaşım içermediği sonucuna varılmıştır. Neticede başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu değerlendirilmektedir.
47. Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
48. Başvurucu, tapu kayıtlarının düzeltilmesine ilişkin davanın reddedilmesi sonucunda maddi kayıplarının meydana gelmiş olması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
49. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
50. Somut olayda tapu iptali ve tescil istemiyle başlatılan yargılama süreci, süre aşımı gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmesi ile sonuçlanmış ve ret kararı kesinleşmiştir.
51. Başvurucuların mülkiyet hakkının ihlaliyle ilgili iddialarını usulüne uygun olarak zamanında yargı yoluna iletmediği ve bunun bir sonucu olarak davanın esası yönünden bir inceleme yapılmadan, usul hükümleri nedeniyle reddedildiği görülmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına dair ihlal iddiası için başvuru yolunun usulüne uygun olarak tüketildiğinden söz edilemez.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

  Avukat   -   AYM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için