Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Mamatkulov Ve Askarov/Türkiye Davası (Başvuru No: 46827/99, 46951/99)
0

Mamatkulov Ve Askarov/Türkiye Davası (Başvuru No: 46827/99, 46951/99)

MAMATKULOV VE ASKAROV/TÜRKİYE DAVASI
(Başvuru No: 46827/99, 46951/99)
Strazburg
4 Şubat 2005
Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (46827/99 ve 46951/99) başvuru no’lu davanın
nedeni Rustam Sultanovich M. ile Zainiddin Abdurasulovich A.’nın (başvuranlar) Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne 11 ve 22 Mart 1999 tarihlerinde Avrupa İnsan Haklarının Korunması ve Temel
Özgürlükler Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca yapmış oldukları başvurulardır.
Başvuranlar, İstanbul Barosu avukatlarından İ.Ş. Ç., Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise ortak vekil M.
Özmen tarafından temsil edilmektedir.
OLAYLAR
DAVA OLAYLARI
Başvuranlar 1959 ve 1971 doğumlu olup, Özbekistan Cumhuriyeti’nde tutuklu bulunmaktadırlar.
Başvuranlar, Özbekistan’da bir muhalefet partisi olan Erk’in (Özgürlük) üyeleridir.
Birinci Başvuran, Mamatkulov
Birinci başvuran, 3 Mart 1999’da turist vizesiyle Almaata’dan (Kazakistan) İstanbul’a gelmiştir.
Başvuran, İstanbul Atatürk Havaalanı’nda uluslararası bir tutuklama emriyle Türk polisi tarafından
tutuklanmış ve cinayet, Özbekistan’da bir bomba patlamasıyla yaralanmalara sebep olma ve
Özbekistan Başkanı’na karşı terörist saldırı girişimi şüphesi üzerine gözaltına alınmıştır.
Özbekistan Cumhuriyeti, Türkiye’yle yapılacak iki taraflı bir anlaşma ile başvuranın iadesini
istemiştir.
5 Mart 1999’da Bakırköy Cumhuriyet Savcısı, birinci başvuranın gözaltına geri gönderilmesi için
sorgulama yargıcına başvuruda bulunmuştur. Aynı gün birinci başvuran yargıç önüne getirilmiş ve
Ceza İşlerinde Karşılıklı Yardım Avrupa Sözleşmesi uyarınca kırk beş gün süre için gözaltına geri
alınmıştır.
11 Mart 1999’da birinci başvuran Bakırköy Ceza Mahkemesi yargıcı ile görüşmüştür. Aynı gün,
acil başvurular prosedürüne göre çıkarılan bir emirle, yargıç birinci başvurana karşı yapılan
suçlamalara değinmiş ve söz konusu suçların siyasi ya da askeri değil, sıradan suçlar olduğunu
belirtmiştir. Yargıç aynı zamanda, iadesini askıya alarak başvuranı gözaltına geri gönderen bir emir
çıkarmıştır. Birinci başvuran suçlamaları reddetmiş ve suçsuz olduğunu iddia etmiştir.
11 Mart 1999’da yapılan duruşmada sunulan yazılı layihalarda, birinci başvuranın temsilcisi
müvekkilinin ülkesinin demokratikleşmesi için çalıştığını, Özbekistan’daki siyasi muhaliflerin
yetkililer tarafından tutuklandığını ve hapishanede işkenceye maruz bırakıldıklarını iddia etmiştir.
Ayrıca, müvekkilinin söz konusu zamanda Kazakistan’da olduğunu ve Türk yetkililerden hayatı
tehlikede olduğu için siyasi sığınma hakkı istediğini eklemiştir. Temsilci, müvekkilinin siyasi nitelikli
bir suçtan dolayı kovuşturulduğunu iddia etmiş ve Türk Ceza Kanunu’nun 9 § 2 Maddesi’ne
dayanarak Ceza Mahkemesi’nden Özbekistan’ın iade isteğini reddetmesini istemiştir.
Birinci başvuran, 11 Mart 1999’da acil başvurular prosedürüne göre çıkarılan emre karşı 15 Mart
1999 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi, dava
dosyasını inceledikten sonra 19 Mart 1999’da birinci başvuranın itirazını reddetmiştir.
İkinci Başvuran, Askarov
İkinci başvuran, 13 Aralık 1998’de sahte bir pasaportla Türkiye’ye giriş yapmıştır. Özbekistan
Cumhuriyeti’nin iade isteği üzerine hareket eden Türk Polisi, 5 Mart 1999’da başvuranı tutuklamış ve
gözaltına almıştır. Başvuran cinayet, Özbekistan’da bir bomba patlamasıyla yaralanmalara sebep olma
ve Özbekistan Başkanı’na karşı terörist saldırısı girişiminden zan altında bulunmaktadır.
AVRUPA
KONSEYĐ
CONSEIL DE
L'EUROPE
________________________________________________________________________________________________________________________
© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2005. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı
tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı
bilgisiyle beraber olması koşulu ile Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı’na atıfta bulunmak
suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.
7 Mart 1999’da Bakırköy Cumhuriyet Savcısı, ikinci başvuranın gözaltına geri gönderilmesi için
sorgulama yargıcına başvuruda bulunmuştur. Aynı gün ikinci başvuran kendisini gözaltına geri alan
yargıç önüne getirilmiştir.
Fatih Cumhuriyet Savcısı, 12 Mart 1999 tarihli bir mektupla, ikinci başvuranın tabiiyetinin ve
iddia edilen suçun niteliğinin belirlenmesi için Fatih Ceza Mahkemesi’ne başvurmuştur.
Ceza Mahkemesi başvuranı dinledikten sonra, 15 Mart 1999 tarihli bir kararla Türk Ceza
Kanunu’nun 9. Maddesi çerçevesinde başvuranın tabiiyetini ve suçun niteliğini belirlemiştir.
Mahkeme, başvuranın sorumlu tutulduğu suçların siyasi ya da askeri nitelikli değil, “olağan suçlar”
olduğu kararına varmıştır. Mahkeme ayrıca, iadesini askıya alarak başvuranı gözaltına geri gönderen
bir emir çıkarmıştır.
11 Mart 1999’da yapılan bir duruşmada, ikinci başvuranın temsilcisi müvekkilinin sorumlu
tutulduğu suçun siyasi nitelikli olduğunu ve Özbekistan’daki siyasi muhaliflerin yetkililer tarafından
tutuklanıp hapishanede işkenceye maruz bırakıldığını ileri sürmüştür. Temsilci ayarıca, ikinci
başvuranın söz konusu zamanda sahte bir pasaportla Türkiye’de bulunduğunu eklemiştir.
İkinci başvuran 18 Mart 1999’da, 15 Mart 1999 tarihli karara karşı İstanbul Ağır Ceza
Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi, dava dosyasını inceledikten sonra 26
Mart 1999’da itirazı reddetmiştir.
Başvuranların iadesi ve sonraki olaylar
18 Mart 1999’da AİHM’nin ilgili Dairesi’nin Başkanı, AİHM Kuralları’nın 39. Maddesi’ne
dayanarak, tarafların çıkarı ve AİHM önündeki işlemlerin düzgün bir şekilde ilerlemesi için, yetkili
Daire’nin 23 Mart 1999 tarihinde toplanmasından önce başvuranların Özbekistan’a geri
verilmemesinin daha iyi olacağını Hükümet’e açıklamaya karar vermiştir.
19 Mart 1999’da Türk Hükümeti, başvuranların iadesini öngören bir kararname çıkarmıştır.
23 Mart 1999’da Daire, 39. Kural’da belirtilen ara tedbiri uzatmaya karar vermiştir.
27 Mart 1999’da başvuranlar Özbek yetkililerine teslim edilmiştir.
19 Nisan 1999 tarihli bir mektupta Hükümet, Özbek yetkililerden iki başvuran hakkında
aşağıdaki teminatları aldığı konusunda AİHM’yi bilgilendirmiştir: 9 Mart ve 10 Nisan 1999’da
Ankara’daki Özbek Elçiliği, Özbekistan Cumhuriyeti Cumhuriyet Savcısı’ndan iki mektupla Dışişleri
Bakanlığı’ndan iki not iletmiştir.
Hükümet 11 Haziran 1999’da, Özbekistan Dışişleri Bakanlığı’ndan 8 Haziran 1999 tarihli
diplomatik bir notu AİHM’ye iletmiştir.
Hükümet, 8 Temmuz 1999 tarihli bir mektupta, Özbekistan Cumhuriyeti Anayasa
Mahkemesi’nin 28 Haziran 1999 tarihinde verdiği kararla başvuranları suçlu bulduğunu ve hapis
cezasına mahkum ettiğini AİHM’ye bildirmiştir.
Başvuranların temsilcileri AİHM’ye verdikleri 15 Eylül 1999 tarihli mektupta, müvekkilleriyle
iletişim kuramadıklarını, Özbekistan’daki hapishane koşullarının kötü olduğunu ve mahkumların
işkenceye maruz bırakıldıklarını ifade etmişlerdir.
15 Ekim 2001 tarihinde Özbekistan Dışişleri Bakanlığı Taşkent’teki Türk Elçiliği’ne bilgi
vermiştir.
23 Ekim 2001 tarihinde yapılan duruşmada Hükümet, 19 Ekim 2001’de Taşkent’teki Türk
Elçiliği’nden iki memurun Taşkent’ten 750 ve 560 kilometre uzaklıkta bulunan Zarafshan ve Şayhali
Hapishanelerindeki başvuranları ziyaret ettiklerini AİHM’ye bildirmiştir. Elçilik memurlarına göre,
başvuranların sağlık durumları iyiydi ve hapishane koşullarından şikâyetçi değillerdi.
3 Aralık 2001’de Özbek makamları, başvuranların bulunduğu hapishanelerdeki doktorların
hazırladığı sağlık raporlarını Hükümet’e bildirmiştir.
Özbek makamlarının ilettiği listelere dayanarak Hükümet, başvuranların Ocak 2002 ve 2004
tarihleri arasında yakın akrabaları tarafından birçok kez ziyaret edildiğini 16 Nisan 2004 tarihinde
AİHM’ye bildirmiştir.
Başvuranların temsilcileri bugüne kadar başvuranlarla görüşememişlerdir.
İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUK VE UYGULAMA
1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi
1969 Viyana Sözleşmesi’nin 31. Maddesi.
İnsan haklarının korunmasının evrensel kuralları
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi Usul Kuralları’nın 86. Maddesi.
Komite, 26 Temmuz 1994’te (Glen Ashby / Trinidad ve Tobago davasında), ölüm cezasının
infazını ertelemesi için geçici önlemlere uymayı reddeden bir Devlet’in ilk davasını karara
bağlamıştır. Komite, Taraf Devlet’in İhtiyari Protokol’ü onaylayarak Protokol hükmünde bulunan
işlemlerde Komite ile işbirliği içinde olmayı taahhüt ettiğini belirtmiştir.
19 Ekim 2000 tarihli kararında (Dante Piandiong, Jesus Morallos ve Archie Bulan / Filipinler),
Komite şu ifadede bulunmuştur:
“Sözleşme’ye taraf olan bir Devlet, İhtiyari Protokol’e bağlı kalarak İnsan Hakları Komitesi’nin
Sözleşme’de (Önsöz ve 1. Madde) belirtilen hakların ihlalinden dolayı mağdur olduklarını iddia eden
bireylerin bildirilerini kabul etme ve değerlendirme yetkisine sahip olduğunu kabul etmektedir. Bir
Devlet’in Protokol’e bağlılığı, Komite ile işbirliği içinde bulunması demektir. Taraf olan bir Devlet’in
Komite’nin bildirileri değerlendirmesine, incelemesine ve görüşlerini bildirmesine engel olacak
şekilde hareket etmesi, yükümlülüklerine ters düşmektedir.”
Komite, 15 Mayıs 2003 tarihli kararında bu kuralı yinelemiştir.
Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi
İşkenceye Karşı Komite’nin Usul Kuralları’nın 108 § 9 Maddesi, İşkence ve Diğer Zalim, İnsanlık
Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin ihlal edildiğini iddia eden bireylerin
başlattığı takibatlarda benimsenecek geçici önlemleri mümkün kılmaktadır.
Geçici bir önlem olarak iadesinin ertelenmesi istenmiş olmasına rağmen Peru’ya geri verilen ve
Venezuela’da oturan Perulu bir vatandaşın davasında (Cecilia Rosana Nuñez Chipana / Venezuela, 10
Kasım 1998), İşkenceyi Önleme Komitesi, Devlet’in “Sözleşme’nin özüne uymadığı” görüşünü ifade
etmiştir.
Geçici bir önlem olarak Kanada’dan iadesinin ertelenmesi istenmiş olmasına rağmen, Kanada’da
oturan bir Hint vatandaşının Hindistan’a iadesiyle ilgili bir başka kararda (T.P.S. / Kanada, 16 Mayıs
2000 tarihli karar), İşkenceyi Önleme Komitesi istenen geçici önlemlere uyulmadığını yinelemiştir.
Uluslararası Adalet Divanı
Uluslararası Adalet Divanı Tüzüğü’nün 41. Maddesi.
Uluslararası Adalet Divanı, birçok davada geçici önlemlerin amacının uyuşmazlık taraflarının
haklarını korumak olduğunu belirtmiştir.
LaGrand davasıyla (Almanya / Amerika Birleşik Devletleri) ilgili 27 Haziran 2000 tarihinde
verdiği kararda Uluslararası Adalet Divanı şu ifadede bulunmuştur:
“102. … 41. Madde’nin Tüzük’te görülmesini gerektiren bağlam, Mahkeme’nin işlevlerini yerine
getirirken engellenmesini önlemektir; öyle ki uyuşmazlık taraflarının hakları Mahkeme önünde
korunmamaktadır. Tüzüğün amacından ve 41. Madde’den, geçici önlemleri belirtme gücünün bu
önlemlerin bağlayıcı olmasını gerektirdiği anlaşılmaktadır. 41. Madde’de belirtilen geçici önlemlerin
bağlayıcı olmak zorunda olmadığı görüşü Madde’nin amacına aykırıdır.
103. 41. Madde hükmündeki kuralların bağlayıcı özelliğine dikkat çeken ve Mahkeme’nin önem
verdiği bir gerekçe de Uluslararası Adalet Divanı tarafından halihazırda kabul edilmiş olan ilkedir.
‘Bu ilke uluslararası mahkemeler tarafından kabul edilmiş ve aynı şekilde birçok sözleşmede yer
almıştır … şöyle ki, dava tarafları verilecek kararın uygulanmasıyla ilgili hak kaybı doğuran sonuçlara
yol açacak önlemlerden kaçınmalıdır.’”
İnsan haklarının korunmasıyla ilgili Inter-Amerikan sistem
Inter-Amerikan İnsan Hakları Komisyonu
Inter-Amerikan İnsan Hakları Komisyonu Usul Kuralları’nın 25. Maddesi.
Önleyici tedbirlerin kapsamı, bireysel dilekçeler hakkında Komisyon’un getirdiği tavsiyelerin
kapsamına atıfta bulunarak belirlenmektedir. Loayza Tamao / Peru davasıyla ilgili olarak 17 Eylül
1997 tarihli kararında, Inter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi şu ifadede bulunmuştur: “Devlet,
Inter-Amerikan Komisyonu gibi koruma organlarının tavsiyelerini uygulamak için her türlü çabayı
göstermelidir…”
Inter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi
Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 63 (2) Maddesi.
Inter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi Usul Kuralları’nın 25. Maddesi.
Inter-Amerikan Mahkemesi, esaslarla ilgili kararlarının etkin olmasını sağlamak için geçici
önlemlere uymanın gerekli olduğunu birçok kez ifade etmiştir.
Geçici önlemleri gerektiren iki düzenlemede, Inter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi, Amerika
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin taraf Devletlerinin “Sözleşme’nin bütün şartlarına tamamen uyması
gerektiğini ve mağdurların haklarının yerine getirilmesini engelleyen önlemler almaktan kaçınmaları
gerektiğini” belirtmiştir.
ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ’NÜN ÖZBEKİSTAN İLE İLGİLİ VERDİĞİ BRİFİNG VE
RAPOR
Söz konusu zamanda Özbekistan’daki durumla ilgili olarak Uluslararası Af Örgütü, Birleşmiş
Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi için Ekim 1999’da açıklanan bir brifing vermiştir.
HUKUK
I. AİHS’NİN 2. VE 3. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar, Özbekistan Cumhuriyeti’ne iade edilmelerinin, AİHS’nin aşağıdaki 2. ve 3.
maddelerine aykırı olduğunu öne sürmüştür:
Madde 2
“1. Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir
suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse
kasten öldürülemez.
2. Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk haline
gelmesi sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmış sayılmaz:
a) Bir kimsenin yasadışı şiddete karşı korunması için;
b) Usulüne uygun olarak yakalamak için veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir kişinin
kaçmasını önlemek için;
c) Ayaklanma veya isyanın, yasaya uygun olarak bastırılması için.”
Madde 3
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”
Dava olaylarının ışığı altında, AİHM, bu şikâyeti öncelikle 3. madde uyarınca inceleyecektir.
A. Daire Kararı
Daire, olaylara ilişkin kesin bulgulara ulaşılamamasının nedeni olarak, AİHS’nin 3. maddesine
dayanarak öne sürdükleri iddiaları destekleyecek ek araştırmalar yapılması imkânının başvuranlara
tanınmamasını göstermiştir. Daire, bu hükmün ihlal edildiği kararına varmasını sağlayacak yeterli
kanıt olmadığı görüşündedir (bkz. Daire kararının 74. ve 77. paragrafları).
B. Tarafların iddiaları
1. Başvuranlar
Başvuranları temsil eden avukatlar, başvuranların iadesi sırasında, Özbekistan’a teslim
edilmelerinin, 3. madde ile yasaklanan muameleye tabi tutulmalarına neden olacağını düşünmek için
somut nedenler bulunduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, Özbek hapishanelerinde bulunan kötü
şartları ve işkence uygulamalarını bildirmişlerdir.
İddialarını desteklemek için, insan hakları alanındaki “uluslararası araştırma kurumları”
tarafından hazırlanmış, hem siyasi muhaliflerin işkenceye ve başka biçimlerdeki kötü muamelelere
maruz kalmasını kapsayan idari tutumdan, hem de Özbek rejimin muhaliflere yönelik baskıcı
politikalarından şikâyetçi olan raporlara atıfta bulunmuşlardır.
Avukatlar, başvuranların Türkiye’deki iade işlemlerinde yöneltilen suçlamaları reddettiğini ve
savunmalarında ilgili kanıtlar gösterdiğini belirtmiştir. Buna göre, kendilerine istedikleri bir
avukattan yasal yardım alma hakkı tanınmayan başvuranların Özbek yetkili makamlar önünde aynı
suçlamaları tamamen kabul etmesi, işlemedikleri suçları “itiraf etmeleri” için işkenceye ve başka kötü
muamelelere maruz kaldıklarını göstermiştir.
2. Hükümet
Hükümet, yalnızca yasaklanan muamele ya da cezanın talep eden devlette uygulanılacağından
emin olunması ve ilgili kişinin, kendisini işkenceye ya da kötü muameleye maruz kalacağına
inandıran somut nedenleri olduğunu gösteren güçlü kanıtlar sunması halinde 3. madde’nin iade etme
işlemleriyle ilişkili olarak uygulanması gerektiğini öne sürmüştür.
Hükümet, başvuranların, Özbek yetkili makamlarından teminat alındıktan sonra iade edildiğine
dikkat çekmiştir. Bu teminatlar arasında ölüm cezası vermemek ve başvuranların işkence ya da kötü
muameleye maruz kalmamasını veya genel olarak mallarına el konulmamasını sağlamak da
bulunmaktadır. Özbek yetkili makamları, Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Sözleşmesi’ne taraf
olan Özbekistan Cumhuriyeti’nin, sözkonusu Sözleşme’nin hem Türkiye’ye hem de bir bütün olarak
uluslararası topluluğa ilişkin şartlarına uyma yükümlülüğünü kabul ve teyit ettiğine dair bir güvence
vermiştir. Üstelik insan hakları kuruluşlarının raporları, 3. madde’ye aykırı bir muamele olduğu
iddialarını destekleyecek bir bilgi içermemektedir.
Hükümet, başvuranların, terörist eylemlerle suçlandığına, Özbekistan Yargıtayı tarafından
sırasıyla, yirmi ve on bir yıl hapis cezasına çarptırıldığına ve duruşmalarına Türk Büyükelçiliğine ve
diğer ülkelerin büyükelçiliklerine bağlı görevliler ile Helsinki İzleme Komitesi’ne bağlı temsilcileri de
kapsayan seksene yakın kişinin katıldığına dikkat çekmiştir. Hükümet, hapishanedeyken, Türk
Büyükelçiliğine bağlı iki görevli tarafından ziyaret edilen başvuranların mahkemeden önce ya da
sonra kötü muameleye maruz kalmadıklarını belirttiklerini de eklemiştir.
Hükümet, 3. maddenin, iade eden Devlete sürekli bir sorumluluk yükleyecek şekilde
yorumlanmaması gerektiğini ileri sürmüştür. İade edilen şahsın suçlu bulunmasından ve cezasını
çekmeye başlamasından sonra, iade eden Devlet’in sorumluluğu kalmamalıdır. Bir şüphelinin, onu
teslim alan Devlet’te hüküm giymesinden ve cezaya çarptırılmasından sonra gördüğü muamele ya da
cezalara, suçlu iade anlaşmasının şartları uyarınca onu iade eden Devlet nedeniyle maruz kaldığına
karar vermek, 3. maddenin dilini kabul edilemez biçimde zorlamak anlamına gelecektir. AİHS’ye
Taraf olmayan yabancı Devletlerin iç işlerine ilişkin bir yargıda bulunmayı gerektireceğinden, böyle
bir karar uluslararası anlaşmaların sağladığı haklara müdahale edecek ve uluslararası yargı sürecinin
normlarıyla çatışacaktır. Uluslararası terörizm ve organize suçla mücadelede işbirliğinde bulunma
becerisini kısıtlayarak Sözleşmeci Devlete ciddi bir zarar verme riski bulunmaktadır.
3. Üçüncü taraf müdahiller
İnsan Hakları İzleme Örgütü ile AIRE Centre, sözkonusu dönemde Özbekistan’daki bağımsız
Müslümanların gördüğü baskıya atıfta bulunmuştur; özellikle de aynı suçtan yargılanan diğer
sanıkların yakın akrabalarının işkenceye maruz kaldığını ve Özbek hapishanelerindeki kötü
muamelelerin sonucunda siyasi mahkumların yaşamlarını kaybettiğini belirtmiştir. Üstelik,
Özbekistan’daki mevcut siyasi durum ve güvenlik kuvvetlerinin etkin bir yargısal denetim altında
bulunmaması göz önüne alındığında, Özbek Hükümeti’nden alınan güvenceler başvuranlar için
yeterli bir garanti oluşturmamaktadır.
C. AİHM’nin değerlendirmesi
1. İlgili ilkeler
Sözleşmeci Devletler, yerleşik uluslararası yasalar uyarınca ve AİHS’yi de kapsayan sözleşmelerin
getirdiği yükümlülüklere bağlı olarak, yabancıların ülkeye girişini, ikametini ve sınırdışı edilmelerini
denetleme hakkına sahiptir. Siyasi iltica hakkı Sözleşme’de ya da Protokollerinde yer almamaktadır
(bkz. Vilvarajah ve Diğerleri/İngiltere, 30 Ekim 1991 tarihli karar, Seri A no. 215, s. 34, § 102).
AİHM’nin yerleşik içtihatları, sözkonusu kişinin iade edilmesi halinde, kendisini teslim alan
ülkede 3. maddeye aykırı muamelelere maruz kalacağına dair gerçek bir risk bulunduğuna inanmak
için somut kanıtların sunulması sözkonusu olduğunda, Sözleşmeci Devlet’in şüpheliyi iade etmesinin
3. madde kapsamında bir soruna neden olabileceğini; dolayısıyla da Sözleşme uyarınca bu Devlet’e
sorumluluk yükleyeceğini göstermektedir. Böyle bir sorumluluğun belirlenmesi, kaçınılmaz olarak,
suçluyu talep eden ülkedeki şartların AİHS’nin 3. maddesi uyarınca değerlendirilmesini
gerektirmektedir. Bununla birlikte, genel uluslararası hukukta, AİHS’de ya da başka bir yerde, teslim
alan ülkenin sorumluluğuna ilişkin yargıda bulunmanın ya da bu sorumluluğu belirlemenin gerekli
olduğu belirtilmemiştir. Devletlerin AİHS uyarınca girdiği ya da girmesi mümkün olan yükümlülük,
suçluyu iade eden Sözleşmeci Devlet’in aldığı tedbirlerin doğrudan, kişinin yasaklanan kötü
muameleye maruz kalması sonucunu doğurması nedeniyle girilen bir yükümlülüktür (bkz.
Soering/İngiltere, 7 Temmuz 1989 tarihli karar, Seri A no. 161, s. 35, §§ 89-91).
İşkenceye ya da insanlık dışı aşağılama veya cezaya maruz kalacağına inanmak için somut
nedenlerin bulunduğu bir durumda, bir Sözleşmeci Devlet’in kişiyi, bilinçli bir şekilde, başka bir
Devlet’e teslim etmesinin, Önsöz’ün atıfta bulunduğu “ortak siyasi gelenekler, idealler, özgürlük ve
hukukun üstünlüğü mirasına” aykırı olduğu açıktır (yukarıda anılan Soering, s. 35, § 88).
Gerçekten 3. maddeye aykırı bir muamele riski olduğuna inanmak için gereken somut nedenlerin
gösterilip gösterilmediğini belirlerken, AİHM, sorunu kendisine sunulan ya da eğer gerekirse proprio
motu olarak elde edilen tüm malzemelerin ışığında değerlendirecektir. Bu gibi davalarda, 3. madde
uyarınca Sözleşmeci Devletler’e yüklenen sorumlulukların doğası, bir kişiyi kötü muameleye maruz
kalma riskine sokmak olduğundan, riskin mevcudiyeti, ilk olarak, iade sırasında Sözleşmeci Devlet
tarafından bilinen ya da bilinmesi gereken gerçeklere göre değerlendirilmelidir; ancak AİHM’nin,
iadeden sonra günışığına çıkan bilgileri dikkate alması da engellenmemiştir. Bu durum, Sözleşmeci
Taraf’ın başvuranın endişelerinin yerinde olup olmadığına dair yaptığı değerlendirmenin kabul ya da
reddedilmesinde yararlı olabilir (bkz. Cruz Varas ve Diğerleri/İsveç, 20 mart 1991 tarihli karar, Seri A
no. 201, ss 29-30, §§ 75-76; ve yukarıda anılan Vilvarajah ve Diğerleri, s. 36, § 107).
Ancak, eğer AİHM’nin davayı incelediği sırada başvuran, iade ya da sınırdışı edilmemişse, göz
önüne alınması gereken süre AİHM huzurundaki işlemlerin süresi olacaktır (bkz. Chahal/İngiltere, 15
Kasım 1996 tarihli karar, Raporlar 1996-V, §§ 85-86).
Genellikle bu durum, sınırdışı ya da iade, AİHM tarafından Mahkeme İçtüzüğü’nün 39. maddesi
uyarınca bildirilen bir geçici tedbirin sonucunda geciktiğinde ortaya çıkmaktadır. Çoğunlukla böyle bir
bildirim, AİHM’nin zanlıyı talep eden ülkede 3. madde ile yasaklanan bir muamele riski olup
olmadığını belirlemek için gereken ilgili tüm kanıtları henüz toplayamadığı anlamına gelmektedir.
Üstelik, kötü muamelenin 3. madde kapsamına girmesi için belirli bir asgari şiddet derecesine ulaşmış olması
gereklidir. Bu asgarinin değerlendirilmesi, eşyanın doğası gereği, görecelidir; muamelenin ya da cezanın doğası ve
bağlamı, infazın biçimi ile yöntemi, süre, fiziksel ya da zihinsel etkiler gibi davanın tüm şartlarına bağlıdır (bkz.
yukarıda anılan Vilvarajah ve Diğerleri, s. 36, § 107).
Kötü muamele iddiaları uygun kanıtlarla desteklenmelidir (bkz. mutatis mutandis, Klaas/Almanya, 22 Eylül
1993 tarihli karar, Seri A no. 269, ss. 17-18, § 30).
2. Yukarıdaki ilkelerin sözkonusu davaya uygulanması
3. maddeye dayanarak bir şikâyette bulunulabilmesi için, iadenin yapıldığı dönemde
başvuranların Özbekistan’da 3. madde ile yasaklanan bir muameleye tabi tutulacağına dair gerçek bir
risk bulunduğu kesin olarak belirlenmelidir.
AİHM, başvuranların temsilcileri tarafından bildirilen, uluslararası insan hakları kuruluşlarının
idari bir işkence uygulamasını, siyasi muhaliflere yönelik diğer kötü muameleleri ve Özbek rejiminin
bu gibi muhaliflere karşı takındığı baskıcı politikayı kınayan raporlarındaki bilgilere ilişkin görüşleri
kaydetmiştir. AİHM, Uluslararası Af Örgütü’nün 2001 raporunda, “Yasaklanan İslami muhalefet
partilerini ve hareketlerini destekledikleri iddia edilen kişilerin güvenlik kuvvetleri tarafından kötü
muameleye ve işkenceye maruz bırakıldığına yönelik raporlar… devam etmiştir” denildiğine de
dikkat çekmektedir.
Ancak, Özbekistan’daki genel durumu tarif etmelerine karşın, bu bulgular, sözkonusu davada
başvuranlar tarafından yapılan iddiaları desteklememektedir ve başka kanıtlarla güçlendirilmeleri
gereklidir.
Başvuranlar, AİHM tarafından İç Tüzüğün 39. maddesi uyarınca belirlenen geçici tedbirlere
rağmen 27 Mart 1999’da Özbekistan’a iade edilmiştir. Dolayısıyla, başvuranların Özbekistan’da 3.
madde tarafından yasaklanan bir muameleye maruz kalmalarına dair gerçek bir risk olup olmadığını
değerlendirirken göz önüne alınması gereken bu tarihtir.
AİHM, İç Tüzük 39. maddeyi uygulayarak, o sırada mevcut bilgiler ışığında gerçek bir risk olup
olmadığı hakkında nihai bir karar vermesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Türkiye, 39. Madde
uyarınca belirlenen tedbire uymuş olsaydı, ilgili tarih AİHM’nin eklenen kanıtların ışığında davayı
gördüğü tarih olacaktı (bkz. yukarıda anılan Chahal, §§ 85-86). Türkiye’nin, AİHM tarafından yapılan
bildirime uymaması, AİHM’nin normal usuli işlemleri izlemesini engellemiştir. Yine de, AİHM’nin,
iade işlemleri talep edilen şekilde ertelenmiş olsaydı sonucunun ne olacağı konusunda tahminde
bulunması mümkün değildir. Bu nedenle, AİHM, Türkiye’nin 3. madde altındaki sorumluluğunu 27
Mart 1999 tarihindeki duruma dayanarak değerlendirmek zorunda kalacaktır.
AİHM, Hükümet’in Özbek Hükümeti’nden bir güvence aldıktan sonra başvuranların iade
edildiği yönündeki iddialarını kayıtlara almıştır. Belgedeki ifadeler, “başvuranların mülklerine el
konması ve başvuranların işkenceye maruz kalması ya da ölüm cezasına çarptırılması sözkonusu
değildir” şeklindeki güvencenin, “Özbekistan Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme
Sözleşmesi’nin taraflarından biridir ve bu Sözleşme’nin hükümlerinin hem Türkiye hem de bir bütün
olarak uluslararası topluma ilişkin şartlarına uyma yükümlülüğünü kabul ve teyit etmektedir”
cümlesini de ekleyen Özbekistan Cumhuriyet Savcısı tarafından verildiğini göstermektedir. Hükümet,
aynı zamanda, Mamatkulov ile Askarov’un yattığı Özbek hapishanelerinin doktorlarından alınan
tıbbi raporları da sunmuştur.
Kendisine sunulan belgelerin ışığında, AİHM’nin, yukarıda sözkonusu tarihte, başvuranların 3.
madde tarafından yasaklanan bir muameleye tabi tutulacağına yönelik gerçek bir risk bulunduğuna
inanmak için somut bir neden olduğuna karar vermesi mümkün değildir. AİHM’nin, Türkiye’nin
İçtüzük 39. madde uyarınca yapılan bildirime uymaması nedeniyle gerçek bir risk olup olmadığını
dava şartları dahilinde uygun bulduğu şekilde değerlendirememesi, aşağıda, 34. madde kapsamında
incelenmelidir.
Dolayısıyla, AİHS’nin 3. maddesi ihlal edilmemiştir.
Başvuranların 3. maddeye dayanarak bulundukları iddiaları değerlendiren AİHM, bunları 2.
madde altında ayrıca incelemeye gerek olmadığına karar vermiştir.
II. AİHS’NİN 6 § 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar Türkiye’deki iade işlemlerinin ve Özbekistan’daki cezai işlemlerin adaletsizliğinden
şikâyetçi olmuştur. İddialarını AİHS’nin ilgili kısmı aşağıda verilen 6 § 1. maddesine dayanarak
ortaya koymuşlardır:
“1. Herkes… cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda… yasayla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının… hakkaniyete uygun… olarak görülmesini
istemek hakkına sahiptir.”
A. Daire kararı
Daire, 6 § 1. maddenin Türkiye’deki iade işlemleri için uygulanamayacağına karar vermiştir (bkz.
Daire kararının 80-81. paragrafları). Özbekistan’daki cezai işlemlere ilişkin olarak, kendisine sunulan
kanıtların, başvuranların hakkaniyete uygun bir davadan mahrum bırakıldığını kanıtlamadığına ve
bu noktada 6 § 1. madde uyarınca farklı bir sorun çıkmadığına karar vermiştir (bkz. Daire kararının
87. paragrafı).
B. Türkiye’deki iade işlemleri
Başvuranlar, dava dosyasındaki tüm belgelere erişmelerine ya da işledikleri iddia edilen suçların
nitelendirilmesine ilişkin görüş bildirmelerine izin verilmediği için, davalarının, iade taleplerine
ilişkin karar veren mahkemede hakkaniyete uygun olarak görülmediğini öne sürmüştür.
AİHM, AİHS’nin 6 § 1. maddesi dahilinde, yabancıların ülkeye girişlerine, kalışlarına ve sınırdışı
edilmelerine ilişkin kararların, bir başvuranın siyasi haklarının veya yükümlülüklerinin ya da
kendisine yöneltilen bir suçlamanın tespiti ile ilişkisi olmadığını yineler (bkz. Maaouia/Fransa [BD],
no. 39652/98, § 40, AİHM 2000-X; Penafiel Salgado/İspanya (karar), no. 65964/01, 16 Nisan 2002;
Sardinas Albo/İtalya (karar), no. 56271/00, 8 Ocak 2004).
Dolayısıyla, sözkonusu davada 6 § 1. madde uygulanamaz.
C. Özbekistan’daki cezai işlemler
Başvuranlar kendi ülkelerinde hakkaniyete uygun bir şekilde yargılanma imkânlarının
olmadığını ve ölüm cezasına çarptırılıp idam edilmeleri ihtimalinin bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu
bağlamda Özbek yargı makamlarının yürütme makamlarından bağımsız olmadığını iddia etmişlerdir.
Başvuranların temsilcileri, davanın başlamasına kadar başvuranların dışarı ile haberleşmelerine
olanak tanınmadığını ve kendi seçtikleri bir avukat tarafından temsil edilmelerine izin verilmediğini
öne sürmüşlerdir. Suçlu kararının dayandığı ifadelerin işkence altında alındığını söylemişlerdir.
Hükümet, AİHS’nin 6 § 1. maddesi uyarınca, başvuranların iadesinin Devlet’e sorumluluk
yükleyemeyeceğini belirtmiştir.
Müdahil tarafların ikisi, İnsan Hakları İzleme Örgütü ile AIRE Centre, davalarının başlamasına
kadar başvuranların haberleşmelerine olanak tanınmadığını ve avukatlarının soruşturmayı yürüten
savcı tarafından atandığını, kendi seçtikleri bir avukat tarafından temsil edilmelerine izin verilmediğini
bildirmiştir.
AİHM, yukarıda anılan Soering kararında şunları söylediğine dikkat çeker (s. 45, § 113):
“6. madde ile garanti altına alınan cezai işlemlerde hakkaniyete uygun yargılanma hakkı,
demokratik toplumlarda önemli bir yere sahiptir. AİHM, kaçağın hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının açıkça ihlal edildiği ya da bu hakkın ihlal edilmesi riskini yaşadığı durumlarda, istisnai
olarak, 6. maddeye dayanarak verilen iade kararının sorgulanması olasılığını dışlamamaktadır.”
AİHM, sözkonusu davada, başvuranların 27 Mart 1999’da Özbek yetkililerine teslim edildiğine
dikkat çeker. Özbekistan Cumhuriyeti Yargıtay’ı 28 Haziran 1999’da Mamatkulov ile Askarov’u çeşitli
cürümlerden suçlu bularak onları sırasıyla yirmi ve on bir yıl hapse mahkum etmiştir.
AİHM, 2. ve/veya 3. madde tarafından yasaklanan muameleye maruz kalma riski gibi, zanlının
teslim edildiği ülkede adaletin açıkça engellenmesi riskinin de, ilgili kişilerin iade edilmesi sırasında
Sözleşmeci Devlet’in elinde bulunan ya da bulunması gereken gerçeklere dayanarak
değerlendirilmesi gerektiği kanısındadır. İade işlemlerinin, AİHM’nin İçtüzüğün 39. maddesi
uyarınca bulunduğu bir bildirimin ardından tehir edildiği durumlarda, AİHM davayı incelerken,
adaletin açıkça engellenmesi riskini de mevcut bilgiler ışığında değerlendirmelidir.
Başvuranlar 27 Mart 1999’da Özbekistan’a iade edilmiştir. Mevcut bilgiler ışığında, başvuranların
teslim alan Devlet’te adil bir şekilde yargılanmalarından şüphe duymak için nedenler olsa da, davadaki
olası usulsüzlüklerin, yukarıda sözügeçen Soering kararının 113. paragrafının anlamı dahilinde adaletin
açıkça engellenmesi manasına geldiğini kanıtlayacak yeterli delil bulunmamaktadır. Türkiye’nin, AİHM
tarafından Mahkeme İçtüzüğü’nün 39. Maddesi uyarınca bulunulan bildirime uymaması, AİHM’nin
adaletin açıkça engellenmesi riski bulunup bulunmadığını değerlendirirken kendisine yardımcı olacak
ek bilgilere ulaşmasını engellemiştir. Bu durum 34. madde uyarınca aşağıda incelenecektir.
Dolayısıyla 6 § 1. madde ihlal edilmemiştir.
III. AİHS’NİN 34. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranların temsilcileri, AİHM tarafından Mahkeme İçtüzüğü’nün 39. Maddesi uyarınca
bildirilen tedbire rağmen Mamatkulov ile Askarov’u iade ederek Türkiye’nin, AİHS’nin 34. maddesi
uyarınca aldığı yükümlülükleri yerine getirmediğini öne sürmüştür.
AİSH’nin 34. maddesi şu şekildedir:
“İşbu Sözleşme ve Protokollarında tanınan hakların Yüksek Sözleşmeci Taraflardan biri
tarafından ihlalinden zarar gördüğü iddiasında bulunan her gerçek kişi, hükümet dışı her kuruluş
veya kişi grupları Mahkeme’ye başvurabilir. Yüksek Sözleşmeci Taraflar bu hakkın etkin bir şekilde
kullanılmasına hiçbir suretle engel olmamayı taahhüt ederler.”
Mahkeme İçtüzüğü’nün 39. maddesi şu şekildedir:
“1. Daire veya gerekiyorsa Daire Başkanı, bir tarafın veya ilgili herhangi bir kişinin talebi üzerine
veya doğrudan kendisi, tarafların menfaati veya önündeki davanın gereği gibi görülebilmesi için
alınması gerektiğini düşündüğü geçici tedbirleri taraflara bildirebilir.
2. Bu tedbirlere ilişkin bildirimler Bakanlar Komitesine verilir.
3. Daire, bildirdiği bir geçici tedbirin uygulanmasıyla bağlantılı bir konu hakkında taraflardan
bilgi isteyebilir.”
A. Daire Kararı
6 Şubat 2003 tarihli kararında, Daire izleyen hükmü vermiştir:
“110. …iddia edilen ihlalde mağdur olan kişiye tazmini mümkün olmayan bir zarar verilmesini
önlemek için kendilerine geçici tedbir bildirilen AİHS’ye Taraf Devletler, bu tedbirlere uymalı ve nihai
kararın otoritesi ile etkinliğine zarar verecek her türlü eylem ve ihmallerden kaçınmalıdır.
111. Dolayısıyla, Türkiye, AİHM tarafından Mahkeme İçtüzüğü’nün 39. maddesi uyarınca
bildirilen geçici tedbirlere uymayarak, AİHS’nin 34. maddesinde belirlenen yükümlülüklerini ihlal
etmiştir.”
B. Tarafların görüşleri
1. Başvuranlar
Başvuranların temsilcileri, müvekkillerinin iade edilmesinden sonra yetkili makamlara yaptıkları
tüm başvurulara rağmen onlarla haberleşemediklerini belirtmiştir. Dolayısıyla, başvuranlar, 3.
maddeye dayanarak ileri sürdükleri iddiaları destekleyecek kanıt elde etmek için araştırmada
bulunma imkânından mahrum kalmıştır. Bu nedenle, başvuranların iadesi AİHM’ye yaptıkları
başvurunun etkili bir şekilde sunulmasını engellemiştir.
2. Hükümet
Hükümet, AİHS’nin 34. maddesi uyarınca farklı bir dava konusu bulunmadığını, zira bu hükme
dayanan şikâyet ile başvuranların AİHS’nin 3. maddesine dayanarak getirdikleri ve Hükümet’in
asılsız olduğunu söylediği şikâyetin aynı olduğunu ifade etmiştir.
Hükümet, AİHM’nin sözkonusu davada İçtüzüğün 39. maddesine dayanarak bildirdiği geçici
tedbirlerin etkisine ilişkin olarak, Sözleşmeci Devletlerin bu tür bildirimlere uymalarının yasal bir
zorunluluk olmadığı savını desteklemek için yukarıda anılan Cruz Varas ve Diğerleri kararına atıfta
bulunmuştur.
Hükümet’in sunduğu görüşlere göre, sözkonusu davadaki geçici tedbirleri bildiren yazıdaki
şartlardan, tedbirin bağlayıcı olmasının amaçlanmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Uluslararası
mahkemeler, uluslararası anlaşmalar tarafından kendilerine verilen yetkiler çerçevesinde
çalışmaktadır. Eğer anlaşma onlara bağlayıcı geçici tedbirler getirme yetkisini vermiyorsa, böyle bir
yetkileri olamaz.
3. Üçüncü müdahil taraf
Uluslararası Hukukçular Komisyonu, genel uluslararası hukuk ilkeleri, anlaşmalar hukuku ve
uluslararası içtihatlar ışığında, Mahkeme İçtüzüğü’nün 39. maddesi uyarınca bildirilen geçici
tedbirlerin ilgili Devlet için bağlayıcı olduğu görüşünü sunmuştur.
C. AİHM’nin Değerlendirmesi
İlgili Hükümet’in AİHM tarafından, Mahkeme İçtüzüğü’nün 39. maddesi uyarınca bildirilen
tedbirlere uymaması, ilgili Devlet’in, AİHS’nin 34. maddesi uyarınca kabul ettiği, başvuranların kişisel
başvuru hakkından faydalanmasına engel olmama yükümlülüğünü ihlal edip etmediği sorusunu
ortaya atmaktadır.
1. Genel hususlar
(a) Bireysel başvuru hakkının kullanımı
AİHM, daha önce, kişisel başvuru hakkına ilişkin hükümlerin (34. madde, 11 No.’lu Protokol’ün
yürürlüğe girmesinden önceki eski 25. madde) insan haklarının korunmasına yönelik AİHS sisteminin
etkinliğini sağlayan temel güvencelerden biri olduğunu belirtmiştir. Bu önemli hükmü yorumlarken
AİHM, AİHS’nin insan haklarının ve temel özgürlüklerinin topluca uygulanmasına yönelik bir
anlaşma olarak özel karakterini de dikkate almalıdır. Klasik türdeki uluslararası anlaşmaların aksine
AİHS, Sözleşmeci Devletler arasındaki karşılıklı taahhütlerden çok daha fazlasıdır. Karşılıklı ve iki
taraflı taahhütlerden oluşan bir ağın ötesinde, Önsöz’deki ifadeyle, “toplu uygulamadan” yararlanan
nesnel yükümlülükler oluşturur (bkz. mutatis mutandis, Loizidou/Türkiye (ön itirazlar), 23 Mart 1995,
Seri A no. 310, § 70).
Kişilerin korunmasına yönelik bir sözleşme olarak AİHS’nin amacı, hükümlerinin, bireysel
uygulamalar sisteminin bir parçası olarak getirdiği teminatları pratik ve etkin kılacak şekilde
yorumlanıp uygulanmasını gerektirir. Buna ek olarak, güvence altına alınan hak ve özgürlüklere
ilişkin tüm yorumlar “demokratik bir toplumun ideallerini ve değerlerini koruyup geliştirmek için
tasarlanmış bir sözleşme olan AİHS’nin genel ruhuna” uygun bir şekilde yapılmalıdır (bkz. yukarıda
anılan Soering, § 87; ve mutatis mutandis, Klass ve Diğerleri/Almanya, 6 Eylül 1978 tarihli karar, Seri
A no. 28, s. 18, § 34).
Bireysel başvuru hakkının kullanılmasını engellememe taahhüdü, bireyin şikâyetini etkili bir
şekilde AİHM huzuruna getirme ve takip etme hakkına müdahale etmeyi yasaklar. Bu konu daha
önceki kararlarında, AİHM tarafından ele alınmıştır. 34. madde ile getirilen bireysel başvuru
sisteminin etkin bir şekilde işleyebilmesi açısından, başvuranların ya da olası başvuranların yetkili
makamlardan şikâyetlerini geri çekmeleri ya da değiştirmelerine yönelik herhangi bir baskı altında
kalmadan AİHM ile özgürce haberleşebilmeleri şarttır. AİHM’nin daha önceki kararlarında
vurguladığı gibi, “baskı” yalnızca gerçek ve olası başvuranlara, aile üyelerine ya da yasal
temsilcilerine yönelik doğrudan ve açık yıldırma eylemlerini değil, başvuranları AİHS’nin öngördüğü
hukuk yollarından yararlanmaktan vazgeçirmeye ya da caydırmaya yönelik tüm diğer uygunsuz
dolaylı eylemleri de kapsamaktadır (diğerlerinin yanı sıra bkz. Petra/Romanya, 23 Eylül 1998 tarihli
karar, Raporlar 1998-VII, § 43; Kurt/Türkiye, 25 Mayıs 1998 tarihli karar, Raporlar 1998-III, s. 1192, §
159; Aksoy/Türkiye, 18 Aralık 1996 tarihli karar, Raporlar 1996-VI, s. 2288, § 105; ve Akdivar ve
Diğerleri/ Türkiye, 16 Eylül 1996 tarihli karar, Raporlar 1996-IV, s. 1219, § 105). Sözkonusu davada,
AİHM, 34. madde’de belirtilen yükümlülüğün, in fine olarak, Sözleşmeci Devletler’in yalnızca
başvuranlara baskı yapmaktan değil, bir başvurunun konusunu yok etmek ya da ortadan kaldırmak
suretiyle bunu lüzumsuz hale getirecek, ya da başka bir şekilde AİHM’nin davayı normal prosedürler
çerçevesinde ele almasını engelleyecek herhangi bir eylem ya da ihmalden de kaçınmasını gerektirdiği
sonucuna varır.
(b) AİHS sisteminde geçici tedbirlerin bildirimi
Mahkeme İçtüzüğü’nün 39. maddesi, bir Daireye, ya da gerektiğine bu Daire’nin başkanına,
geçici tedbirler bildirme yetkisi tanımaktadır. İçtüzük 39. maddenin hangi şartlar altında
uygulanabileceği Mahkeme İçtüzüğü’nde belirtilmemiştir, ancak AİHM tarafından içtihatlar ile
belirlenmiştir. AİHS’nin 11. No.’lu Protokolü’nün 1998 yılında yürürlüğe girmesinden önce Avrupa
İnsan Hakları Komisyonu’nun uygulamasında da olduğu gibi AİHM, İçtüzüğün 39. maddesini
yalnızca belirli şartlar altında uygulamaktadır.
Geçici tedbirler yalnızca sınırlı alanlarda bildirilmiştir. Birçok geçici tedbir talebi almasına karşın
AİHM, pratikte, İçtüzüğün 39. maddesini yalnızca tazmini mümkün olmayan açık bir zarar riskinin
mevcut olması halinde uygulamaktadır. AİHS’de İçtüzüğün 39. maddesinin hangi alanlarda
uygulanacağına ilişkin özel bir hüküm bulunmasa da, bunun uygulanmasına yönelik talepler
genellikle yaşama hakkına (2. madde), işkenceye ve insanlık dışı muameleye maruz kalmama hakkına
(3. madde) ve istisnai olarak da özel ve aile yaşamına saygı hakkı (8. madde) ile AİHS tarafından
güvence altına alınan diğer haklara ilişkindir. Geçici tedbir bildirilen davaların büyük çoğunluğu
sınırdışı etme ve iade işlemlerine ilişkindir.
Pek çok durumda, tedbirler ilgili Hükümet’e bildirilmiştir, ancak AİHM’nin geçici tedbirleri
başvuranlara bildirmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (diğerlerinin yanı sıra bkz. AİHM
2004’te yayınlanacak olan İlaşcu ve Diğerleri/Moldova ve Rusya [BD], no. 48787/99, § 11). Devletler’in
bildirilen geçici tedbirlere uymadığı davaların sayısı çok azdır.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun 13 Aralık 1974’te yürürlüğe giren Rules of Procedure’ının
36. maddesi şu şekildedir:
“Komisyon, ya da Komisyon’un oturum halinde olmadığı durumlarda Başkan, taraflara, taraflar
veya huzurundaki işlemlerin uygun bir şekilde yürütülmesi açısından kabul edilmesi arzu edilir
bulunan herhangi bir geçici tedbir bildirebilir.”
Komisyon, geçici tedbirler konusunu düzenleyen hükümlerin yürürlüğe girmesinden önce bile,
ilgili Hükümetler’den, huzurundaki başvurunun amacını ortadan kaldırması mümkün önlemlerin
uygulanmasını durdurmalarını talep etmekten çekinmemiştir. Komisyon, özellikle de iade ve sınırdışı
davaları için, bu uygulamayı çok erken bir tarihte kullanmaya başlamış ve ilgili Devletler işbirliği
yapmaktan kaçınmamıştır (diğerlerinin yanı sıra bkz. Yunanistan/İngiltere, no. 176/56; X./Federal
Alman Cumhuriyeti, no. 2396/65; Danimarka, Norveç, İsveç ve Hollanda/Yunanistan, no. 3321/67,
3322/67, 3323/67 ve 3344/67; Danimarka, Norveç ve Hollanda/Yunanistan, no. 4448/70; ve E. R./Federal
Alman Cumhuriyeti, no. 5207/71).
Brückmann/Federal Alman Cumhuriyeti davasında (başvuru no. 6242/73), dava Komisyon
huzurunda beklerken, ilgili Devlet iç hukuk önlemlerini kendi inisiyatifi ile durdurmuştur.
Eski AİHM’nin 1 Ocak 1983’te yürürlüğe giren İçtüzüğü’nün 36. maddesi şu şekildedir:
“1. Bir Daire’in oluşturulmasından önce, AİHM Başkanı, Taraflardan birinin, Komisyon’un,
başvuranın ya da ilgili diğer kişilerin talebi üzerine, ya da proprio motu olarak, taraflardan birine, ya
da gerektiğinde başvurana, kabul etmeleri tavsiye edilen herhangi bir geçici tedbir bildirebilir.
Oluşturulduktan sonra Daire veya, eğer Daire oturumda değilse, Başkan aynı yetkiye sahip olacaktır.
…”
Eski AİHM tarafından geçici tedbirlerin bildirildiği en dikkate değer dava, AİHM’nin İçtüzüğün
36. maddesi uyarınca, dava işlemleri Strazburg’da beklerken başvuranı Birleşik Devletler’e iade
etmesinin arzu edilmediğini İngiliz Hükümeti’ne bildirdiği, yukarıda anılan Soering davasıdır.
AİHS’ye ve AİHM’nin kararına uyabilmek için İngiliz Hükümeti’nin Birleşik Devletler’e bulunduğu
taahhüdü yerine getirmemesi gerekmiştir (§§ 31 ve 111). Bu şekilde, karar, bu davadaki Sözleşmeci
Devlet’in AİHS altındaki yükümlülükleri ile bir suçlu iade anlaşması uyarınca üçüncü taraf bir
Devlet’e karşı yükümlülükleri arasındaki çatışmayı, önceliği ilkine vererek çözümlemiştir.
2. Başvuranların iadesi, başvuru hakkının etkili bir şekilde kullanılmasını engellemiş midir?
Sözkonusu dava gibi başvuranın AİHS’ye dayanan en temel haklarından birini kullanmasına
tazmin edilemez bir zarar gelmesi riskinin bulunduğu davalarda, geçici bir tedbirin amacı, AİHM
tedbirin gerekçesini belirlerken statükonun sürdürülmesini sağlamaktır. Dolayısıyla, başvurunun
konusunu oluşturan olayın mevcudiyetinin devamını sağlamak amacını taşıyan geçici tedbir, AİHS’ye
dayanan şikâyetin esasına dahildir. Başvuran açısından, yapılan başvuru ile ulaşılmak istenen amaç,
tazmini mümkün olmayan bir zarara uğramadan önce AİHS’ye dayanan hakkının korunmasıdır.
Dolayısıyla, başvuru konusunun ilgili Devlet’in eylemleri ya da ihmalleri nedeniyle tazmini mümkün
olmayan bir zarar görme riski altında olduğuna karar verildiğinde, geçici tedbir, AİHS’nin 34.
maddesine dayanan kişisel başvuru hakkının “etkili kullanımını” kolaylaştırmak amacıyla başvuran
tarafından talep edilir ve AİHM tarafından kabul edilir.
Sözkonusu davada, AİHM tarafından başvuranların AİHS’nin 2. ve 3. maddelerine dayanarak
iddia ettikleri haklar için sağlanabilen koruma seviyesi, başvuranların Özbekistan’a iade edilmeleri
nedeniyle geri dönülemez şekilde zarar görmüştür.
Buna ek olarak, AİHM, başvuru hakkının etkin kullanımı mefhumunun, Strazburg’daki işlemler
süresince, AİHM’nin başvuruyu normal usule göre inceleyebilmesini gerektirdiği kanısındadır.
Sözkonusu davada, başvuranlar iade edilmiş ve dolayısıyla, avukatlarıyla teması kaybetmeleri
nedeniyle, AİHS’nin 3. maddesine dayanarak öne sürdükleri iddiaları destekleyecek kanıtlara
ulaşmaya yönelik incelemelerini sürdürme şansından mahrum bırakılmışlardır. Sonuç olarak,
AİHM’nin başvuranların gerçekten kötü muamele riski ile karşı karşıya olup olmadığını gerektiği gibi
değerlendirmesi ve eğer öyleyse, AİHS’nin güvencelerini kuruluş amacının gerektirdiği gibi “pratik
ve etkin” bir şekilde uygulaması engellenmiştir.
AİHM, daha önce, AİHS’de açık bir ifadenin bulunmaması durumunda, organlarının İçtüzük 39.
madde (eski 36. madde) ile ya da tek başına ele alındığında 34. Madde’den (eski 25. madde) veya
başka herhangi bir kaynaktan bağlayıcı geçici tedbir bildirme yetkisi alıp alamayacağını incelemiştir
(yukarıda anılan Cruz Varas ve Diğerleri; ve Conka ve Diğerleri/Belçika (karar), no. 51564/99, 13 Mart
2001). Bu davalarda, AİHM, in fine olarak 34. maddenin ya da diğer kaynakların böyle bir yetki
tanımadığına karar vermiştir (yukarıda anılan Cruz Varas ve Diğerleri, ss. 36-37, §§ 102-103).
Sözkonusu davayı incelerken, AİHM genel uluslararası hukuk ilkelerini ve bu konuda
yukarıdaki Cruz Varas ve Diğerleri kararından sonra diğer uluslararası kuruluşlar tarafından
belirtilen görüşleri de göz önüne alacaktır.
AİHM, bu bağlamda AİHS’nin, Anlaşmalar Hukuku’na İlişkin 23 Mayıs 1969 tarihli Viyana
Sözleşmesi’nin, “taraflar arasındaki ilişkilere uygulanabilecek uluslararası hukuk kurallarının”
dikkate alınmasını öngören 31 § 3. (c) maddesi ışığında yorumlanması gerektiğini yineler. AİHM,
Devletlerin yükümlülüklerini, bu alanı düzenleyen uluslararası hukuk ilkeleri ile bağlantılı olarak
belirlemeli ve AİHS’nin insan haklarını koruyan niteliğini dikkate almalıdır (Golder - İngiltere, 21
Şubat 1975 kararı, seri A no. 18, § 29). Dolayısıyla, AİHS, mümkün olduğunca, parçası olduğu diğer
uluslararası hukuk ilkeleriyle uyumlu olarak yorumlanmalıdır (Al-Adsani - İngiltere [BD], no.
35763/97, § 60, AİHM 2001-XI).
Şikâyetin, Birleşmiş Milletler organları, İnter-Amerikan Mahkemesi ve Komisyonu veya
Uluslararası Adalet Divanı’ndaki anlaşmazlıkların halli için mevcut bireysel başvuru işlemleri
çerçevesinde yapılmasına bağlı olarak, geçici veya tedbir nitelikli önlemlere farklı kurallar uygulanır.
Kimi durumlarda bu tür tedbirler, anlaşmanın kendisi ile, kimi durumlarda ise usule ilişkin kurallarla
sağlanır (bkz. 40., 43., 46., 49., 51., 52. paragraflar).
Yakın tarihli bazı kararlar ve ara kararlarda, uluslararası mahkemeler ve kurumlar, geçici
tedbirlerin önem ve amacına vurgu yapmış ve bu tedbirlere uygun hareket etmenin, esaslara ilişkin
kararlarının etkinliğini sağlamak açısından gerekli olduğuna işaret etmiştir. Uluslararası
anlaşmazlıklara ilişkin işlemlerde, geçici tedbirlerin maksadı, tarafların haklarını korumak ve
böylelikle anlaşmazlığa bakan organın, anlaşmazlık sürecinden doğan sorumluluk tespitinin ortaya
çıkaracağı sonuçları uygulamasını sağlamaktır.
Dolayısıyla, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun içtihadı bağlamında, geçici
tedbirlere uygun hareket etmemek, ilgili Devlet’in, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Anlaşması
ve bununla ilgili İhtiyari Protokolle belirlenen yasal yükümlülüklere uygun hareket etmemesi ve
bireysel iletişim işlemleri bağlamında Komite ile işbirliği yapma görevini yerine getirmemesi
anlamına gelir.
Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi, birkaç defa bir Taraf Devlet’in geçici tedbirlere
uygun hareket etmemesi hususunu incelemiştir. Komite’nin makul olarak nitelendirdiği geçici
tedbirlere uygun hareket etmenin, sözkonusu kişiyi, Komite’de yürütülen işlemlerin sonucunu
hükümsüz bırakabilecek tazmin edilemez bir zarardan korumak açısından temel olduğuna hüküm
getirmiştir.
Geçici tedbirlere ilişkin ara hükümlerde, İnter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi, Amerikan
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temel hedefi olan insan haklarının etkin korunmasını teminat altına
almak bağlamında “Sözleşmeci Devletlerin mağdur olduğu iddia edilen kişilerin haklarının iade
edilmesine sekte vuracak davranışlardan kaçındığını” belirtmiştir (bkz. James et al. v. Trinidad ve
Tobago davasındaki 25 Mayıs ve 25 Eylül 1999 hükümleri).
27 Haziran 2001 tarihli LaGrand kararında, Uluslararası Adalet Divanı şunu ifade etmiştir:
“Tüzük’ün amacı ve hedefi, Uluslarası Adalet Divanı’nın, Tüzük’le temin edilen işlevleri yerine
getirmesini; ve özellikle, kararları Tüzük’ün 59. maddesine uygun olarak almak suretiyle uluslararası
anlaşmazlıkların yasal olarak halli işlevini yerine getirmesini sağlamaktır. 41. madde [nin amacı] ise…
Uluslararası Adalet Divanı huzurunda anlaşmazlığa taraf olanların haklarının korunmamasından
dolayı işlevlerini yerine getirmesinin engellenmesini önlemektir. Tüzük’ün amacı ile 41. maddenin
içeriği, kendi kapsamları dahilinde yorumlandığında, geçici tedbir bildirme yetkisi; bu yetki
gerektiğinde kullanıldığı sürece, ve şartlar, tarafların Uluslararası Adalet Divanı’nın nihai kararı ile
belirlenen haklarını korumayı ve onlara zarar gelmesini önlemeyi gerektiriyor ise, bu tedbirlerin
bağlayıcı nitelikte olmasını gerekli kılar. 41. maddede belirtilen geçici tedbirlerin bağlayıcı
olmayabileceği düşüncesi sözkonusu maddenin amacına ve hedefine terstir.”
Ayrıca, bu kararda, Uluslararası Adalet Divanı, 41. maddenin birinci paragrafında geçen
“bildirme yetkisi” (İngilizce metinde “power to indicate”) (Fransızca metinde “pouvoir d’indiquer”)
ve ikinci paragrafında geçen “ileri sürmüştür” (İngilizce metinde “suggested”) (Fransızca metinde
“indication”) sözcüklerinin katı bir biçimde dilbilmsel olarak tartışılmasına bir nokta koymuştur.
Anlaşmaların kendi amaçları ışığı altında yorumlanmasını teminat altına alan Viyana Anlaşmalar
Hukuku Sözleşmesi’nin 31. maddesine atıfta bulunarak geçici tedbirlerin bağlayıcı olduğunu
belirtmiştir. Bu yaklaşım daha sonra, Uluslar arası Adalet Divanı’nın 31 Mart 2004 tarihli Avena ve
Diğer Meksika Vatandaşları davası kararında teyit edilmiştir (Meksika - ABD).
AİHM, yukarıda değinilen Cruz Varas ve Diğerleri davasında, AİHS’nin eski 25 § 1. maddesi (şu
anki 34. maddesi) bağlamında Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun, bağlayıcı niteliği olan geçici
tedbirler alma yetkisinin olup olmadığı hususunda karar vermiştir. Bu maddenin yalnızca Komisyon
huzuruna getirilen işlemler için geçerli olduğunu ve bireyin şikâyetini Komisyon’a sunma ve takip
etme hakkına müdahale etmeme zorunluluğunu ortaya koyduğunu not etmiştir. Ayrıca, 25.
maddenin başvurana, Sözleşme’nin 1. Bölümü’nde veya Sözleşme’nin Protokollerinde ifade bulan
temel haklardan farklı olarak, usuli nitelikli haklar verdiğini eklemiştir. Dolayısıyla AİHM, kendisini,
kendi yetkisini araştırmakla değil, Komisyon’un geçici tedbir koyma yetkisini araştırmakla
kısıtlamıştır. Komisyon bünyesindeki işlemlerin niteliği ve Komisyon’un rolü bağlamında, verilen
bildirimleri incelemiş ve şu sonuca varmıştır: “Devlet’in dikkatinin, Komisyon’da beklemede olan
sorunun çözümüne zarar vermenin tehlikelerine odaklandırıldığı durumlarda; ortaya çıkacak
herhangi bir 3. madde ihlali, … geçici tedbirlerin bildirimine uygun olmaması sebebiyle, daha da
ağırlaşmış olarak görülecektir” (Cruz Varas ve Diğerleri, § 103).
Bu bağlamda, AİHM; AİHM ve Bakanlar Kurulu’nun aksine, Komisyon’un bir Sözleşmeci
Devlet’in AİHS’ni ihlal ettiği şeklinde bağlayıcı bir karar verme yetkisi bulunmadığını vurgular.
Komisyon’un esasa ilişkin görevi ön hazırlık niteliği taşımaktadır ve AİHS’nin ihlal edilip edilmediği
hususundaki görüşü ise bağlayıcı değildir.
Yukarıda anılan Conka ve Diğerleri kararında, AİHM, 109. paragrafta değinilen iddiaya atıfta
bulunmuş ve eklemiştir: “Belçika yetkili makamları, Mahkeme İç Tüzüğü’nün 39. maddesince
bildirilmiş olan tedbirleri dikkate almama kararları için herhangi bir gerekçe göstermeksizin,…
başvuranları aynı gün sınır dışı etmişlerdir. Yalnızca istisnai durumlarda yapılan bu tür tedbir
bildirimlerine uygun hareket etmek, yerleşmiş bir uygulama olarak ele alındığında, bu tür bir işlemin,
‘yapılması makul ve uygulanabilir bulunduğunda AİHM ile iyi niyete dayalı işbirliğine gitme’ ile
bağdaştırılması güçtür’”.
AİHM, herhangi bir kural gereği geçmiş kararlarına uygun hareket etmekle bağlı değildir; ancak,
hukuki netlik ve öngörü açısından, çok iyi bir sebep olmadıkça, geçmiş kararlarından sapma yoluna
gitmemelidir (bkz. diğerlerinin yanı sıra, mutatis mutandis, Chapman - İngiltere [BD], no. 27238/95, § 70,
AİHM 2001-I; ve Christine Goodwin - İngiltere [BD], no. 28957/95, § 74, AİHM 2002-VI). Ancak, AİHS’nin,
öngördüğü hakların, teorik ve yanıltıcı değil, uygulanabilir ve etkili olmasını sağlayacak şekilde
yorumlanması ve uygulanması büyük önem arz etmektedir. AİHS, bugüne ait koşullar ışığı altında
yorumlanması gereken ve uygulaması olan bir sözleşmedir (bkz. diğerlerinin yanı sıra, Tyrer - İngiltere,
25 Nisan 1978, Seri A no. 26, ss. 15-16, § 31, ve yukarıda anılan Christine Goodwin, § 75).
Ayrıca, AİHM, AİHS’deki bireysel başvuru hakkının, başlangıçta, hakların korunması sisteminin
opsiyonel bir kısmı olarak tasarlanmış olmasına rağmen, zaman içerisinde çok büyük önem
kazandığını ve AİHS’nde ifade bulan hak ve özgürlüklerin korunması mekanizmasının kilit ögesi
haline geldiğini vurgular. 1 Kasım 1998’e kadar hüküm süren sistemde, Komisyon; yalnızca,
Sözleşmeci Taraf, Komisyon’un yetkisini tanıdığına dair resmi bir bildiri yayınladığında, bireysel
başvuruları ele alma yetkisine sahipti; ki bunu da tespit edilmiş bir süre içinde yapabilmekteydi. Ancak
şu anki haliyle, hakların korunmasına dair sistemde 11 sayılı Protokol’le değişiklik yapılmıştır, ve
bireysel başvuru hakkı artık Sözleşmeci Devletler’in onayına bağlı değildir. Dolayısıyla, bireyler bugün
AİHS tarafından kendilerine doğrudan tanınan hakları ve özgürlükleri takip etmede uluslararası
düzeyde gerçek anlamda bir başvuru hakkına sahip olmuşlardır.
Bu bağlamda AİHM, genel uluslararası hukuk, anlaşmalar hukuku ve uluslararası içtihat ilkeleri
ışığında, geçici tedbirlerin kapsamının yorumlanmasının, bu tedbirlerle ilgili olan işlemlerden ya da
bu tedbirlerin korumakla yükümlü olduğu esaslara ilişkin kararlardan ayrı tutulamayacağını not
eder. AİHM bu bağlamda, Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 31 § 1. maddesinin,
anlaşmaların amaçları ve hedefleri ışığında iyi niyetle yorumlanması ve etkili olma ilkesiyle tutarlı
olması gerektiğini yineler.
AİHM, kendisininken farklı anlaşma kurallarıyla işlemesine rağmen, Uluslararası Adalet Divanı,
İnter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi, İnsan Hakları Komitesi, ve Birleşmiş Milletler İşkenceyi
Önleme Komitesi’nin, yakın tarihli kararlarında, tazmini mümkün olmayan zarar riskiyle karşı
karşıya olan tarafların savunulan haklarının korunmasının, uluslararası hukukta geçici tedbirlerin
temel hedefini teşkil ettiğine işaret eder. Aslında sözkonusu yasal sistem ne olursa olsun, yargının
doğru ve yerinde uygulanması, işlemler devam ederken geri dönüşü olmayan hiçbir bir eylemde
bulunulmamasını gerektirir (bkz. mutatis mutandis yukarıda anılan Soering).
Devlet’in yükümlülükleri konusunda karar verirken, sınır dışı veya iade işlemlerindeki etkili
hukuk yoluna başvurma hakkına ilişkin olarak AİHM, daha önce, erteleme etkisi olan hukuk
yollarının bulunmasının önemine dikkat çekmiştir. 13. madde bağlamında etkili hukuk yolu kavramı,
AİHS’ye aykırı olan ve potansiyel olarak geri dönüşü olmayan sonuçları olan tedbirlerin alınmasını
önleyecek bir hukuk yolunu gerekli kılar. Bunun sonucu olarak, yerel makamların bu tedbirlerin
AİHS’yle uyumlu olup olmadığını incelemesinden önce bu tedbirlerin alınması 13. maddeye uygun
değildir (Conka - Belçika, no. 51564/99, § 79, AİHM 2002-I). Bir bireyin insan haklarının korunması
için gerekli olan hukuk yollarının etkili olmasına ilişkin ilkenin, iç hukuk işlemlerinde
uygulanabilirken, neden AİHM’nde yürütülen uluslararası işlemlerde asli nitelikli bir gereklilik
olmayacağını anlamak güçtür.
Ayrıca, AİHS sistemi kapsamında, sürekli olarak uygulandığı şekliyle, geçici tedbirlerin,
AİHM’nin başvurunun doğru bir biçimde incelenmesini engelleyebilecek geri dönüşü olmayan
durumları önlemede ve yeri geldiğinde, savunulan AİHS haklarının uygulanabilir ve etkili
sonucunun başvurana tanınmasını sağlamada çok önemli rolü vardır. Buna göre, bu koşullarda,
sorumlu bir Devlet’in geçici tedbirlere uygun hareket etmemesi, 34. maddeyle teminat altına alınan
bireysel başvuru hakkının etkinliğine ve Devlet’in, AİHS’nin 1. maddesinde zikredilen hak ve
özgürlükleri korumaya ilişkin aldığı resmi yükümlülüğe zarar verecektir.
Bu davada olduğu gibi, AİHM tarafından ilan edilen geçici tedbir bildirimleri, AİHM’nin
başvuruyu etkin bir biçimde incelemesine olanak sağlamakla kalmaz, ayrıca başvurana AİHS ile
tanınan korunma haklarının etkili olmasını teminat altına alır; bu tür bildirimler aynı zamanda,
Bakanlar Komitesi’ne, nihai kararın uygulanmasını denetleme imkânı tanır. Dolayısıyla, bu tedbirler,
ilgili Devlet’in, AİHM’nin, AİHS’nin 46. maddesi uyarınca bağlayıcılığı bulunan nihai kararına uygun
hareket etme yükümlülüğünü yerine getirmesini sağlar.
Sonuç olarak, geçici tedbir bildirimlerinin bir Sözleşmeci Devlet üzerindeki etkileri, - bu davada
sorumlu Devlet üzerindeki etkileri - AİHS’nin 1., 34., ve 46. maddelerince Sözleşmeci Devletlere
verilen yükümlülükler ışığında incelenmelidir.
Yukarıda ortaya konulduğu haliyle davanın olayları açıkça göstermektedir ki, başvuranların
Özbekistan’a iade edilmesi nedeniyle AİHM’nin, benzeri davalardaki yerleşik uygulamaları ile
uyumlu bir biçimde, başvuranların şikâyetlerini etraflıca ele almasına ve gerektiğinde, onları, iddia
edildiği gibi, muhtemel AİHS ihlallerine karşı korumasına olanak tanınmamıştır. Sonuç itibarıyla,
başvuranların AİHS’nin 34. maddesiyle teminat altına alınan kişisel başvuru haklarından fiili olarak
yararlanmaları engellenmiştir; başvuranların iadesi bunu hükümsüz kılmıştır.
3. Sonuç
AİHM, AİHS’nin 34. maddesi uyarınca Sözleşmeci Devletler’in, bireyin kişisel başvuru
hakkından fiili olarak yararlanmasını engelleyebilecek her türlü davranıştan veya ihmalden
kaçınmakla yükümlü olduğunu yineler. Bir Sözleşmeci Devlet’in geçici tedbirlere uygun hareket
etmemesi; AİHM’nin, başvuranın şikâyetini etkili bir biçimde incelemesini engellemek, başvuranın
kendi haklarından fiili olarak yararlanmasını engellemek ve böylelikle, AİHS’nin 34. maddesini ihlal
etmek olarak görülecektir.
Elindeki belgeleri dikkate alarak AİHM, Mahkeme İç Tüzüğü’nün 39. maddesince belirtilen
geçici tedbirlere uygun etmemesi nedeniyle Türkiye’nin, AİHS’nin 34. maddesinde ifade bulan
yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna varmıştır.
IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
AİHS’nin 41. maddesi şu şekildedir:
“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollarının ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek
Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde,
hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”
A. Tazminat
Başvuranların vekilleri, Daire’de her bir müvekkilleri için talep ettikleri 1,000,000 Fransız frankı
karşılığı olan 304,898 Euro tutarındaki maddi ve manevi tazminat talebini Büyük Daire’de
yinelemişlerdir.
Daire, izleyen hükmü vermiştir (bkz. Daire kararının 115. paragrafı):
“Başvuranlar, yaptıkları maddi tazminat talebinin niteliğini belirtmediğinden, AİHM’nin bu
iddiayı reddetmekten başka bir seçeneği yoktur. Sözkonusu manevi tazminat ile ilgili olarak ise,
AİHM, 34. maddeyle ilgili hükmünün, 41. madde bağlamında yeterli adil tazmin oluşturduğu
kanısına varmıştır.”
Hükümet, Büyük Daire’nin herhangi bir AİHS ihlali tespit etmesi halinde, Daire’nin hükmünü
kabul edeceğini ifade etmiştir. Bundan başka, talep edilen tutarların haddinden fazla olduğunu öne
sürmüştür.
Daire gibi, AİHM de, iddia edilen manevi tazminat gereğinin kanıtlandığı kanısında değildir.
Bunun aksine, AİHM, dava şartları dahilinde, başvuranların, sadece sorumlu Devlet’in 34.
madde bağlamındaki yükümlülüklerini yerine getirmemesine hüküm getirmekle tazmin
edilemeyecek ve Türkiye’nin 34. madde ihlal etmesi sonucunda, inkar edilemeyecek bir manevi zarar
gördüğüne hüküm getirmiştir.
Sonuç itibarıyla, 41. madde kapsamında yaptığı tarafsız değerlendirme sonucunda, AİHM her bir
başvurana 5,000 Euro manevi tazminat ödenmesini kararlaştırmıştır.
B. Mahkeme Masrafları
Başvuranların vekilleri, Daire’deki taleplerini yinelemiş ve Büyük Daire’de yürütülen işlemlerin
karşılığı olan ücret konusunu ise AİHM’nin takdirine bırakmıştır.
Hükümet, mahkeme masraflarına ilişkin olarak öne sürülen talebin gereği gibi kanıtlanmadığı
kanısındadır.
Daire kararının verilmesine kadar yürütülen işlemler için, AİHM başvuranlara, Avrupa Konseyi
tarafından ödenen 905 Euro çıkarılmak üzere 10,000 Euro ödenmesine karar vermiştir.
AİHM, kendi bünyesinde yapılan bütün masraflar için başvuranlara, Avrupa Konseyi tarafından
ödenen 2,613.17 Euro çıkarılmak üzere 15,000 Euro ödenmesine karar vermiştir.
C. Gecikme Faizi
AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde
edilecek oranın gecikme faiz oranı olarak benimsenmesine karar vermiştir.
YUKARIDAKİ GEREKÇELERE DAYANARAK MAHKEME,
1. Üçe karşı on dört oyla AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmediğine,
2. AİHS’nin 2. maddesi bağlamında yapılan şikâyetin ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığına
oybirliğiyle,
3. 6 § 1. maddenin Türkiye’deki iade işlemleri için geçerli olmadığına oybirliğiyle,
4. Dörde karşı on üç oyla, Özbekistan’daki ceza işlemlerine ilişkin olarak 6 § 1. maddenin ihlal
edilmediğine,
5. Üçe karşı on dört oyla Türkiye’nin, AİHS’nin 34. maddesinde belirtilen yükümlülükleri yerine
getirmediğine,
6. Üçe karşı on dört oyla,
(a) Sorumlu Devlet’in, uygulanabilecek vergilerle birlikte üç ay içinde başvurana,
(i) başvuranların her birinin ikamet ettiği ülkenin para birimine çevrilmek üzere 5,000 Euro (beş
bin Euro) manevi tazminat,
(ii)Avrupa Konseyi’nden alınan 2,613.17 Euro tutarındaki (iki bin altı yüz on üç Euro on yedi
cent) adli yardım çıkarılmak ve ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilmek
üzere 15,000 Euro (on beş bin Euro) maddi tazminat ödenmesine,
(b) üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için Avrupa Merkez
Bankası’nın uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın gecikme faizi
olarak uygulanmasına;
7. Oybirliğiyle başvuranın diğer adil tazmin taleplerinin reddine
KARAR VERMİŞTİR.
İngilizce ve Fransızca olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 § 2. ve 3. maddeleri
uyarınca 4 Şubat 2005 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
Paul Mahoney Luzius Wildhaber
Sekreter Başkan
AİHS’nin 45 § 2. maddesi ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 74 § 2. maddesi uyarınca aşağıdaki
görüşler karara eklenmiştir:
(a) Sn. Cabral Barreto’nun gerekçede farklı çoğunlukla aynı görüşü;
(b) Sn. Rozakis’in kısmi muhalefet şerhi,
(c) Sir Nicolas Bratza, Sn. Bonello ve Sn. Hedigan’ın ortak kısmi muhalefet şerhleri,
(d) Sn. Caflisch, Sn. Türmen ve Sn. Kovler’in ortak kısmi muhalefet şerhleri.
YARGIÇ CABRAL BARRETO’NUN GEREKÇEDE FARKLI ÇOĞUNLUKLA AYNI GÖRÜŞÜ
(Çeviri)
Çoğunluğun, Türkiye’nin bu davada AİHS’nin 34. maddesinden kaynaklanan yükümlülüklerini
yerine getirmediği görüşüne katılıyorum.
AİHM’nin davayı incelemesinden önce, Türkiye’nin, başvuranların Özbekistan’a iade
edilmemesi talebine uygun hareket etmemesi, başvurunun etkili bir biçimde incelenmesini imkânsız
kılmıştır.
Böylece, başvuranların bireysel başvuru haklarından fiili olarak yararlanmaları engellenmiştir.
Ancak çoğunluğun vardığı şu görüşe muvafakat etmekte güçlük çekiyorum:
“Bir Sözleşmeci Devlet’in geçici tedbirlere uygun hareket etmemesi, AİHM’nin, başvuranın
şikâyetini etkili bir biçimde incelemesini engellemek, başvuranın hakkından fiili olarak
yararlanmasını engellemek ve böylelikle, AİHS’nin 34. maddesini ihlal etmek olarak görülecektir.”.
Bu genel çıkarım, birkaç yıl önce Cruz Varas ve Diğerleri - İsveç davasında yerleştirilen ve Conka
- Belçika davasında tekrar teyit edilen ilkelerden ayrılma anlamına gelmektedir.
Eğer çoğunluğun gerekçesini doğru olarak anladıysam, bir Hükümet’in sadece geçici tedbirler
koyulması talebine uygun hareket etmemesi, kendi başına, AİHS’nin 34. maddesinin ihlal edilmesi
anlamına gelmektedir.
Benim kabul etmekte zorluk çektiğim bu “mekanik” 34. madde ihlali hükmüdür.
Kanımca, Devletlerin geçici tedbirlere bağlayıcı nitelik vermemiş olması, AİHM’nin de vermesini
engellemekte ve yine AİHM’nin, Devlet’lerin kabul etmek istemedikleri yükümlülüklerini kabul
etmelerini sağlamasını engellemektedir.
Ancak, Sözleşmeye Taraf Devletler, bireysel başvuru hakkının kullanılmasını engellememeyi
kabul etmişlerdir.
Dolayısıyla, şayet geçici bir tedbir talebini reddetmek, başvuru hakkının kullanılmasını
engellemiş ise, varılan sonuç, AİHS’nin 34. maddesinden kaynaklanan yükümlülüklerin ihlal edilmiş
olduğu şeklinde olmalıdır.
Ancak, böyle bir redde rağmen, eğer başvuran, başvurma hakkını etkili olarak kullanabilmiş ve
AİHM davasını uygun bir biçimde ele almış ise, varılan sonuç farklı olmalıdır.
Bu, kanımca, AİHS’nin ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün hükümlerinin bir sonucudur ve kararda
vurgulanması gerekirdi.
Hükümet’in AİHM’nin talebine uygun hareket etmemesine rağmen, başvuranın bireysel başvuru
hakkını fiili olarak kullanabildiği ve AİHM’nin başvuruyu uygun koşullarda etraflıca incelediğini
gözlemlemekteyim.
Özellikle, AİHS’nin 3.maddesi kapsamına girebilecek durumlarda bir bireyin rahatsızlığı olduğu
halde tutulduğu ve bu durumu sona erdirmek için geçici tedbirlerin alınmasını yerinde kılacak
derecede vahim olan gözaltı vakaları akla geliyor.
Bu tür davalarda, usuli boyutlar sözkonusu olmaz.
Hükümet’in AİHM talebine uygun hareket etmemesi, AİHM’nin 3. maddenin ihlaline
hükmetmesi, ve hatta daha ağır bir 3. madde ihlaline hükmetmesi anlamına gelebilir; ancak, bu, 34.
maddenin ihlali demek değildir, zira başvuran başvurma hakkını kullanmış ve AİHM de şikâyeti
gerektiği gibi ele almıştır.
Akla gelen diğer bir dava türü ise, başvuru incelenmeden önce, AİHM tarafından yapılan iade
edilmeme talebine rağmen bir bireyin ölüm cezası olan bir ülkeye iade edilmesidir.
Ancak, başvuranın, talep eden ülkede görev yapan bir avukat tarafından temsil edilmiş olduğu
gerçeği, bu ülkenin, başvuran ve avukatı arasında işe yarar bir iletişim kurulmasına olanak tanıdığı, ve
bir bakımdan da başvuranın şikâyetini daha iyi koşullarda sunmasına yardımcı olduğu anlamına
gelmektedir.
Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin, AİHM’ne bağlayıcı geçici tedbirleri kabul ettirme yetkisi
vermemesinden ötürü müteessir olmakla birlikte, yalnızca, Sözleşmeci Devlet’in geçici tedbirlere
uygun hareket etmemesinin başvuranın, başvuru hakkını kullanmasını engellemesi ve böylece
şikâyetin AİHM tarafından etkili bir biçimde incelenmesini imkânsız kılması halinde AİHS’nin 34.
maddesinin ihlal edileceği sonucuna varmış bulunuyorum.
YARGIÇ ROZAKIS’İN KISMİ MUHALEFET ŞERHİ
Çoğunluğun, bu davada AİHS’nin 34. maddesinin ihlal edildiği fakat 3. maddesinin ihlal
edilmediği şeklindeki görüşünü paylaşıyorum ancak 6. maddenin ihlal edilmediği şeklindeki
görüşlerine katılmıyorum. Buna ilişkin gerekçeler Sn. Bratza ve Sn. Hedigan’ın, benim de tamamıyla
katıldığım, kısmi muhalefet şerhinde daha detaylı ele alınmıştır.
YARGIÇ BRATZA, YARGIÇ BONELLO VE YARGIÇ HEDIGAN’IN ORTAK
KISMİ MUHALEFET ŞERHLERİ
1.Çoğunluğun, başvuranları Özbekistan’a iade etmekle Türkiye’nin AİHS’nin 34. maddesindeki
yükümlülüklerini yerine getirmediğine dair vardığı sonuca ve gerekçelerine katılmakla beraber, yine
çoğunluğun, başvuranların iadesinin AİHS’nin 3. ve 6. maddelerinin ihlaline yol açmadığı kararlarına
katılmıyoruz. Kanımızca, her iki madde bağlamında başvuranların hakları ihlal edilmiştir.
3. Madde
2. AİHS’nin 3. maddesinin uygulanmasını düzenleyen, bir bireyin iade veya sınır dışı edilmesi
durumlarına ilişkin genel ilkeler, kararın 66 ila 70 paragraflarında özetlenmiştir. Bu özete yalnızca
şunu eklemek isteriz: 3. maddede ifade bulan kötü muamele yasağı, iade ve sınır dışı durumlarında
dahi mutlak bir yasaktır ve sözkonusu kişinin davranışları, her ne kadar istenmeyen, tehlikeli ya da
terörizmle bağlantılı olursa olsun, 3. maddeye ters bir muamele riskinin tespit edildiği durumlarda
esas ele alınması gereken husus olarak görülemez (bkz. 15 Kasım 1996 tarihli Chahal - İngiltere kararı,
Raporlar 1996-V, § 79-80). Ayrıca, bu tür bir riskin tespit edildiği durumlarda, iadeyi reddetmenin
uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınan hakları ihlal edeceğini veya uluslararası yargı
sürecinin normlarıyla çatışacağını veya Sözleşmeye Taraf olmadığı halde, talep eden ülkedeki
şartların AİHS’nin 3. maddesine uygun olup olmadığının değerlendirilmesini gerektireceğini
belirtmek de bir çözüm değildir (bkz. 7 Temmuz 1989 tarihli Soering - İngiltere kararı, Seri A no. 161,
§§ 83 ve 88-91).
3. Kararda not edildiği gibi, şayet iade edilirse sözkonusu şahsın iade edildiği ülkede 3. madde ile
yasaklanan türden muameleye maruz kalması riski, sözkonusu iade veya sınır dışı sırasında, asıl
olarak şahsı iade etmekle sorumlu Sözleşmeci Devlet tarafından bilinen veya bilinmesi gereken
bilgiler ışığında incelenmelidir. AİHM, şahsın iade edilmesinden sonra elde edilen ve Sözleşmeci
Devlet’in takdirini, veya başvuranın endişelerinin yerli olup olmamasını onaylamada veya
reddetmede değerli olabilecek bilgileri dikkate alma hakkından yoksun değildir. Ancak, AİHM’nin
Vivarajah kararında da açık olduğu üzere (Vivarajah ve Diğerleri - İngiltere, 30 Ekim 1991 kararı, Seri
A no. 215, s. 37, § 112), başvuranın iade edildiği ülkede maruz kaldığı gerçek muameleye dair kanıtlar
kati değildir; asıl husus, şahsın 3. maddeye dokunacak derecede kötü muameleye maruz kalacağının,
sınır dışı etme esnasında öngörülüp görülemediğidir.

  Avukat   -   AİHM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için