Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Natıonal Unıon Of Raıl, Marıtıme And Transport Workers - Birleşik Krallık (Başvuru No. 31045/10)
0

Natıonal Unıon Of Raıl, Marıtıme And Transport Workers - Birleşik Krallık (Başvuru No. 31045/10)

DÖRDÜNCÜ DAİRE


NATIONAL UNION OF RAIL, MARITIME AND TRANSPORT WORKERS - BİRLEŞİK KRALLIK

(Başvuru no. 31045/10)




KARAR

STRAZBURG

8 Nisan 2014

SON KARAR

08/09/2014

Bu karar Sözleşme’nin 44 § 2 maddesi uyarınca kesinleşmiştir. Şekli düzeltmelere tabi tutulabilir.

National Union of Rail, Maritime and Transport Workers - Birleşik Krallık davasında,
Aşağıdaki yargıçlardan oluşan bir Daire olarak toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Dördüncü Daire),
Başkan Ineta Ziemele,
Üyeler Päivi Hirvelä,
George Nicolaou,
Ledi Bianku,
Paul Mahoney,
Krzysztof Wojtyczek,
Faris Vehabović
ve Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Fatoş Aracı,
4 Mart 2014 tarihinde yapılan özel oturumda aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1. Bu dava, National Union of Rail, Maritime and Transport Workers (Demiryolları, Denizcilik ve Ulaşım İşçileri Ulusal Sendikası) (“RMT”) tarafından 1 Haziran 2010’da Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve Kuzey İrlanda’ya karşı İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Avrupa Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesine göre Mahkeme’ye yapılan bir başvurudan (no. 31045/10) kaynaklanmıştır.
2. Başvurucu, Mahkeme’de Genel Sekreteri Bay B. Crow tarafından temsil edilmiştir. Hukuki temsilcisi Manchester’daki Thompsons Solucitors’tan Bay N. Todd’dur. Londra’da avukatlık yapan QC Bay J. Hendy ve QC Bay M. Ford’tan danışmanlık almıştır. Birleşik Krallık Hükümeti (“Hükümet”), Dışişleri ve Milletler Topluluğu Ofisi görevlisi Bayan R. Tomlinson tarafından temsil edilmiştir.
3. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (the European Trades Union Confederation - (ETUC)) ve Sendikalar Kongresi’nden (Trades Union Congress (TUC)) ortak bir görüş alınmıştır. Liberty de bir görüş iletmiştir. Bu üç örgütün müdahil olarak yazılı usule katılmalarına Daire Başkanı tarafından izin verilmiştir (Sözleşme’nin 36 § 2 maddesi, Mahkeme İç Tüzüğü’nün 44 § 2 maddesi). Hükümet, Liberty’nin görüşlerine yanıt vermiştir.
4. Başvurucu, üyelerinin menfaatlerini koruma yeteneğinin, örgütlenme özgürlüğünü ihlal edecek şekilde, kanunen aşırı ölçüde sınırlandırıldığını iddia etmiştir.
5. 27 Ağustos 2012’de başvuru Hükümet’e tebliğ edilmiştir. Ayrıca başvurunun kabul edilebilirliği ve esasının aynı anda görülmesine karar verilmiştir (madde 29 § 1).
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
6. Başvurucu, Londra’da bulunan, Birleşik Krallık’taki ulaşım endüstrisinin farklı sektörlerinde istihdam edilen 80.000’den fazla üyeye sahip bir işçi sendikasıdır.
7. Başvurucu, iç hukuk düzeninde iş uyuşmazlıklarının ayrıntılı yasal hükümler aracılığıyla düzenlendiğini kaydederek, grev eylemine tanınan kanuni koruma üzerindeki iki özel sınırlamaya işaret etmiştir; itiraz edilen sınırlamaların her biri ayrı bir olaylar dizisiyle açıklanmıştır.
A. Grev-oylaması bildirimi (Strike-ballot notice): EDF’deki durum
8. Bu başlık altında dayanılan olgular dizisi, Londra’nın yeraltı ulaşım sisteminin kullandığı elektrik gücü şebekesinin idaresi, çalışması ve bakımını sözleşmeyle üstlenmiş olan EDF Energy Powelink Ltd.’yi (“EDF”) içermektedir. RMT, şirketin toplu pazarlık konusunda tanıdığı birkaç işçi sendikasından biridir. Şirket, en büyüğü 155 işçiyle Tofnell Park’ta bulunan üç farklı sahada toplamda yaklaşık 270 personeli istihdam etmiştir. Başvurucuya göre, ilgili dönemde burada 52 RMT üyesi bulunmaktadır. Şirket, personel ücretlerinden sendika aidatı kesintisi yapmak için bir sistem kullanmadığı için, hangi çalışanlarının bir işçi sendikasına üye olduğunu bilmemektedir.
9. Başvurucu ve şirket, Haziran ve Eylül 2009 arasında birkaç sefer ödeme ve hizmet koşullarına ilişkin müzakerede bulunmuşlardır. Başvurucu, şirketin teklifinden memnun olmayınca, endüstriyel eylem (industrial action) başlatmaya karar vermiş ve 24 Eylül’de şirkete zorunlu grev oylaması bildirimini yapmıştır (bkz. aşağıda ilgili iç hukuk bölümünde). Bildirim, grevde oy kullanacak işçi kategorisini “Mühendis/Teknisyen” olarak tanımlamış ve her bir sahada bu kategoriye giren işçilerden kaç tane olduğunu belirtmiştir. Sonraki gün şirket, “Teknisyen” terimini tanımadığını belirterek başvurucuya bir yazı yazmıştır (Kendisi işçilerini daha açık bir biçimde kategorize etmektedir: tesisatçılar (fitters), birleştiriciler (jointers), test odası kontrolörleri, günlük denetçiler (day testers), vardiya denetçileri (shift testers), OLBİ tesisatçıları). Bu nedenle kendisine tebliğ edilen grev oylaması bildiriminin ilgili kanuni düzenlemelere uygun olmadığı kanısına varmıştır. Başvurucu, sonraki hafta, kullandığı terimin şirketin hangi işçilerin kapsandığını anlamasına izin verecek kadar yeterli olduğunu ve bundan ötürü de yasanın ilgili hükümlerinin amaçlarını karşıladığını ileri sürerek yanıt vermiştir.
10. İki taraf arasındaki bir yazışmanın daha ardından, şirket, başvurucunun oylamaya dayanarak endüstriyel eylem çağrısı yapmasını engellemek üzere tedbir kararı alınması için ilk derece mahkemesine başvurmuştur. Tedbir kararı 23 Ekim 2009’da Yargıç Blake tarafından verilmiştir.
11. Yargıç, başvurucunun kanuni koşulların endüstriyel eylem çağrısı yapma hakkını gereğinden fazla sınırladığı iddiasını kabul etmemiştir; aynı argüman Metrobus Ltd. - Unite the Union ([2009] EWCA Civ 829) davasında Temyiz Mahkemesi’nce de reddedilmiştir. Yargıç, sürecin henüz erken bir aşamasında olunduğu için, sona erdirilmesi için de erken olduğu argümanını da reddetmiştir. Buna karşın, hukuka aykırı bir grev eylemi riskinin tedbir kararını haklı kılacak kadar yakın olduğunu kabul etmiştir. Grevin söz konusu olduğu sektör düşünüldüğünde, bir iş bırakmanın sonuçları, başka sektörleri de geniş çapta etkileyerek, ağır olacaktır. Başvurucunun gerçekten oylamaya katılacak personel kategorisini yeterince açıklayıp açıklamadığı sorusunu ele alan yargıç, açıklamadığını tespit etmiştir; çünkü sendikanın Tufnell Park’taki üyeleri farklı alanlarda (trade) çalışan kişileri içermektedir. Başvurucu, şirkete yeterli bilgi sağlamak konusunda mutlak bir sorumluluk altında değil, fakat elinden gelenin makul düzeyde en iyisini yapma sorumluluğu altındadır. Kendi iş sınıflandırması sistemini kullanmış olması konuyla ilgilidir, fakat belirleyici değildir. Benzer biçimde, bir sendikanın böyle bir bilgiyi kaydetmeyebileceği ya da böyle bir bilgiye sahip olmayabileceği epey önemli bir husus olabilir, fakat bu mutlaka belirleyici olacağı anlamına gelmez. Başvurucu, gerekli bilgiyi küçük bir işyeri bağlamında tedarik etmenin sendika bakımından pratik olduğunu kabul etmiştir – bu nedenle de bunu yapmasının gerekmesi ne çok zahmetlidir ne de makul ölçüleri aşmaktadır. Son olarak yargıç, henüz başvurucunun tarafında bir grev çağrısı yapmak konusunda ifade edilmiş bir niyet yoksa da (oylama gerçekleştirilmemiştir), gerekli bildirimin yapılmaması ile işverenin duruma ya iş bırakmaya karşı hazırlık yaparak ya da işçileri endüstriyel eylem lehinde oy kullanmamaya ikna etmeye çabalayarak tepki gösterme imkanı arasında açık bir ilintinin bulunduğu yorumunu yapmıştır. Başvurucunun kanuni koşullara uymaktaki başarısızlığı, bu nedenle sadece teknik ya da önemsiz bir ihlal değildir.
12. Temyize izin verilmesi için yapılan başvuru 24 Kasım 2009’da dosya üzerinden reddedilmiştir. Temyize izin verilmesi için yenilenen başvuru da, artık başvurucu ve EDF arasındaki iş uyuşmazlığının çözüme ulaştığı 26 Ocak 2010 tarihinde reddedilmiştir.
13. Greve karşı ihtiyati tedbir kararı verilmesini takiben, başvurucu ilgili işçilerin tam iş tanımlarını toplamaya başlamış ve bunları yeni bir grev oylaması bildirimine eklemiştir, ki bu oylamanın sonucu endüstriyel eylemi desteklemiştir. Bu, Aralık 2009 ve Ocak 2010’un başlarına kadar devam etmiştir. EDF, 7 Ocak 2010’da, başvurucunun üyelerince kabul edilen ve 1 Nisan’dan itibaren bir toplu sözleşme olarak yürürlüğe giren iyileştirilmiş bir teklifte bulunmuştur.
B. İkincil grev eylemi: Hydrex’teki durum
14. Bu başlık altında dayanılan eylemler dizisi, Jarvis Plc. olarak bilinen bir şirketler grubunun bir parçası olan Fastline Limited tarafından demiryolu bakımında istihdam edilen bazı RMT üyelerini kapsamıştır. Gruptaki bir diğer şirket, Jarvis Rail Limited, demir yolu mühendislik işleriyle ilgilenmektedir. O dönemde Fastline ve Jarvis Rail (“Jarvis”), toplamda yaklaşık 1200 kişiyi istihdam etmektedir ve bunların 569’u RMT üyesidir. Ağustos 2007’de Fastline üstlendiği işin 20 işçiyi içeren bir kısmını Hydrex Equipment (UK) Limited (“Hydrex”) olarak bilinen bir başka şirkete devretmiştir. Bu işçilerin mevcut çalışma şart ve koşulları, yasanın gerektirdiği gibi (İşin Devrine (Çalışanların Korunması) ilişkin Düzenleme, 2006) Hydrex tarafından muhafaza edilmiştir. Başvurucuya göre, bu kapsamdaki işçiler her şeye rağmen endişelidir, çünkü Hydrew işçileri önemli ölçüde daha düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. İşçi sendikalarının da bu şirkette çok daha az etkili oldukları görülmektedir.
15. Mart 2009’da, Hydrex yönetimi eski Jarvis işçilerine zorlu pazar koşullarından dolayı çalışma şart ve koşullarının Hydrex personelininkiyle eşit düzeye çekileceği bilgisini vermiştir. Bu, başvurucuya göre, ücretlerde % 36-40 civarında bir azalma anlamına gelmektedir. Takip eden aylarda, başvurucu, ilgili işçiler adına Hydrex’e şikayetlerde bulunmuş, fakat herhangi bir anlaşma sağlanamamıştır. Şirket planına göre hareket etmeyi amaçladığını açıkladığında, başvurucu ilgili işçilere (o aşamada on yedi işçi) bir görev oylaması düzenlemiştir. İşçiler grev lehinde oy kullanmış, grev 6 Kasım ve 9 Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Grev boyunca, katılımcılar normalde işlerini yürüttükleri bir dizi sahada grev gözcülüğü yapmıştır. Bu, Hydrex’in grev gözcülüğünün yalnızca işverenin yerleşkesinde ya da yakınında gerçekleştirilebileceğini hatırlatmak ve sendikanın bu hukuka aykırı eylemin sebep olduğu ekonomik kayıptan sorumluluğunun doğacağı konusunda uyarmak üzere başvurucuya bir yazı yazmasına yol açmıştır (bkz. aşağıda iç hukuk altında).
16. 18-20 Kasım 2009 tarihleri için ikinci bir grev duyurusu yapılmıştır, fakat bu Hydrex’in başvurucuyla müzakereye yeniden başlama isteğini belirtmesi üzerine ertelenmiştir. Bu, başvurucunun Hydrex üyelerine kabul etmeleri tavsiyesiyle ilettiği gözden geçirilerek değiştirilmiş yeni bir teklife yol açmıştır. Oylama sonucu 21 Aralık 2009’da belli olmuştur. Dokuz oy kullanılmış, hepsi de Hydrex’in teklifini reddetmiştir. Başvurucuya göre, Hydrex işgücü içerisinde kendi üyelerinin sayısının azlığı karşısında, pozisyonu oldukça zayıf kalmıştır. Üyelerinin sayısı, grev eylemlerinin, gerçekte faaliyetleri hiç aksamamış olan şirket üzerinde kayda değer bir etki yaratabilmesi için ziyadesiyle azdır. Başvurucu, Jarvis üyelerini de harekete geçirebilmesi halinde, üyelerinin menfaatlerini çok daha etkili bir şekilde savunabilecek bir pozisyonda olacağı kanaatindedir. Bu ölçekte bir grev tehdidi ve a fortiori gerçek bir iş bırakma, Hydrex üzerinde mevcut şart ve koşulların korunması için kayda değer ölçüde daha fazla baskı oluşturacaktır. Başvurucu, Jarvis işçilerinin Hydrex’teki iş arkadaşlarına destek amaçlı bir greve istekli olacaklarını belirtmiştir. Fakat bunun yerine, Hydrex üyeleri yalnız hareket etmek zorunda kalmış ve sonunda da yeni şart ve koşulları kabul etmekten başka seçenekleri olmamıştır. İsteksiz bir şekilde de öyle yapmışlardır.
17. Başvurucuya göre, Jarvis ve Hydrex, sırasıya Mart 2010 ve Kasım 2011’den bu yana artık yoktur. Hydrex işletmesi, başka bir şirket tarafından satın alınmış, daha sonra Kasım 2012’de de bu şirket tarafından satılmıştır.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMA
18. EDF vakasına ilişkin olarak Yargıç Blake 1992 tarihli İşçi Sendikaları ve İş İlişkileri (Güçlendirme) Yasası’nın (the Trade Union and Labour Relations (Consolidation) Act) aşağıdaki hükümlerine atıfta bulunmuştur:
“Madde 226(1) Bir işçi sendikasının bir kimseyi grevde yer almaya ya da yer almaya devam etmeye yönelik bir eylemi,
(a) grev bir oylamayla desteklenmedikçe ve
(b) kişinin işverenine ilişkin olarak madde 226A’ya uyulmasının gerektiği durumlarda, sendika ona ilişkin olarak madde 226A’ya uymadıkça işveren bakımından korunmaz.”
“Madde 226A (1) İşçi sendikası,
(a) oylamanın açıldığı günden önceki yedinci günden geç olmamak üzere, (2). fıkrada belirtilen bildirimin, ....
sendikanın oylamaya katılma hakkı olan kişilerin işvereni olduğuna makul olarak inandığı herkese (gerekli adımların (a) bendine uygun olarak atılabileceği en geç tarihte) ulaşmasını sağlamalıdır.
(2) fıkra (1)’in (a) bendinde belirtilen yazılı bildirim —
(a) sendikanın oylama yapmayı amaçladığını belirtir,
(b) sendikanın oylamanın başlangıç günü olacağına makul bir biçimde inandığı tarihi belirtir, ve
(c) şunları içerir—
(i) fıkra (2A)’da bahsedilen listeler ve fıkra (2B)’de belirtilen rakamlarla birlikte bu rakamlara nasıl ulaşıldığına dair bir açıklama
...
(2A) Listeler şunlara ilişkindir—
(a) ilgili işçilerin ait olduğu işçi kategorilerinin bir listesi ve
(b) ilgili işçilerin çalıştığı işyerlerinin bir listesi.
(2B) Rakamlar şunlara ilişkindir—
(a) ilgili işçilerin toplam sayısı,
(b) fıkra (2A)(a)’da bahsedilen her bir kategorideki işçi sayısı ve
(c) fıkra (2A)(b)’de bahsedilen listedeki her bir işyerinde çalışan ilgili işçilerin sayısı.
...
(2D) Bu maddeye göre verilen listeler ve rakamlar ya da fıkra (2C)de bahsedilen bilgiler, sendikanın fıkra (1)(a)ya uyduğu anda sahip olduğu bilgilerin ışığında makul ölçüde pratik olduğu kadar doğru olmalıdır.”
19. Hydrex’teki durumla ilgili olarak, “bir ticari uyuşmazlığın derinleşmesini ya da devam etmesini” sağlayan fiiller bakımından haksız fiil sorumluluğuna karşı kanuni koruma (1992 tarihli Yasa’nın 219. maddesi), aynı yasanın 224. maddesi tarafından “işçiler ve işverenleri arasındaki bir uyuşmazlık” ile sınırlandırılmaktadır. İkincil eylemler, Yasa’nın aşağıda yer verilen 224. maddesi tarafından açıkça kanuni korumanın dışında bırakılmıştır:
“(2) Bir kimse, bir iş uyuşmazlığına ilişkin olarak, yalnızca, aşağıdakileri yaptığında ikincil bir eylem söz konusudur —
(a) bir başka kimseyi bir iş sözleşmesini bozmaya ikna ettiğinde ya da ifasına müdahale ettiğinde ya da bir başkasını müdahale etmeye ikna ettiğinde, veya
(b) kendisinin ya da bir başkasının işe alındığı iş sözleşmesinin ihlal edileceği veya ifasına müdahale edileceği yahut da bir başkasını bir iş sözleşmesini bozmaya ya da ifasına müdahale etmeye ikna edeceği tehdidinde bulunduğunda,
ve iş sözleşmesindeki işveren uyuşmazlığın tarafı olan işveren olmadığında.”
Yasa’nın 220. maddesindeki barışçıl grev gözcülüğüne ilişkin hükümler şöyledir:
“ (1) Yalnızca barışçıl bir biçimde bilgi elde etmek ya da bilgiyi yaymak veya barışçıl bir biçimde herhangi bir kimseyi çalışmaya veya çalışmaktan imtina etmeye ikna etmek amacıyla, bir kimsenin bir iş uyuşmazlığının derinleştirilmesi ya da devam ettirilmesinde—
(a) kendi iş yerinde ya da işyerinin yakınında, veya
(b) eğer kişi bir işçi sendikasının çalışanıysa, eşlik ettiği ya da temsil ettiği sendika üyesinin işyerinde ya da yakınında,
grev gözcülüğü yapması hukuka uygundur.
(2) (2) Eğer bir kimse normal olarak—
(a) tek bir işyerinden daha fazla mekanda, veya
(b) fıkra (1)’de bahsedilen bir amaç için katılıma uygun olmayan bir yerde
çalışıyorsa, o fıkra bakımından iş yeri, işvereninin çalıştığı ya da işinin idare edildiği herhangi bir yerleşke olacaktır.”
20. Her iki taraf da, ikincil eylemleri kanuni koruma kapsamına dahil eden daha önceki yasal rejimden bahsetmiştir. Hükümet, ikincil eylemin ilk önce 1926’daki genel grevin akabinde kabul edilen 1927 tarihli İş Uyuşmazlıkları ve İşçi Sendikaları Yasası tarafından yasaklandığı açıklamasını yapmıştır. Durum, yasağı kaldıran 1947 tarihli İş Uyuşmazlıkları ve İşçi Sendikaları Yasası ile beraber değişmiştir.
21. 1970lerde yeni reformlar yapılmıştır. 1974 tarihli İşçi Sendikası ve İş İlişkileri Yasası, endüstriyel eyleme mevcut davadaki durumda olduğundan dikkate değer ölçüde daha geniş bir koruma tanımıştır. Bu yasanın 13(1) maddesi (1976’da değiştirilen biçimiyle) şunu öngörmektedir:
“Bir iş uyuşmazlığının derinleştirilmesi ya da devam ettirilmesinde bir kimsenin gerçekleştirdiği bir eylem ancak aşağıdaki hallerde haksız fiil olarak dava konusu edilemez:
(a) diğer bir kimseyi bir sözleşmeyi ihlal etmeye ikna ediyorsa ya da sözleşmenin ifasına müdahale ediyor yahut da sözleşmenin ifasına müdahale etmeye ikna ediyorsa;
(b) (tarafı olduğu ya da olmadığı) bir sözleşmenin ihlal edileceği ya da ifasına müdahale edileceği veyahut da başka bir kimsenin bir sözleşmeyi ihlal etmeye ya da ifasına müdahale etmeye ikna etme tehdidi içeriyorsa.”
22. Bu hüküm Express Newspapers Ltd. - MacShane ve diğerleri ([1980] AC 672) davasında Lordlar Kamarası tarafından dikkate alınmıştır. Dava, gazetecilik sektöründe Ulusal Gazeteciler Sendikası tarafından yönetilen bir ikincil eylemi içermiştir. Lordlar Kamarası’nın çoğunluğu, bir fiilin madde 13(1)’in korumasından faydalanıp faydalanmadığını belirlemek için uygulanan testin öznel bir test olduğuna karar vermiştir; başka bir deyişle, kişinin söz konusu fiilin uyuşmazlıkta yer alanların amaçlarını destekleyebileceğine dürüst olarak inanması yeterlidir. Bu tür bir inancın samimiyeti mahkemeler tarafından sınanabilir, fakat grev çağrısı yapan kişinin hedefe ulaşmak konusunda makul surette ehil olduğunu kanıtlamasına gerek yoktur. Lord Wilberforce, testin niteliği konusunda farklı düşünmüş, fakat sendikaya karşı verilen tedbir kararının kaldırılması gerektiğinde hemfikir olmuştur.
23. Başvurucu, kanunun açık dilinin yorumunu teyit etmiş olmasından dolayı, MacShane kararının hukukta kayda değer bir gelişme teşkil etmediğini ileri sürmüşse de, 1980 tarihli İstihdam Yasası’nın (the Employment Act) kabulüyle sonuçlanan meclis tartışmaları sırasında ikincil eyleme yönelik kısıtlamalar getirilmesinin gerekçesi olarak davaya atıfta bulunulmuştur (ilgili yasanın 17. maddesi). 1980 tarihli Yasa, üç koşulun karşılanması halinde ikincil eylemin dokunulmazlığını korumuştur: (i) uyuşmazlığın tarafı olan işverenin ilk tedarikçileri ya da müşterilerine karşı yahut da uyuşmazlık sırasında onu ikame eden işverenin ortak işverenlerine karşı yapılması; (ii) temel amacının, uyuşmazlık boyunca uyuşmazlığın tarafı olan işveren ile tedarikçileri ya da müşterileri arasında malların ya da hizmetlerin tedarik edilmesini doğrudan engellemek ya da aksatmak olması; ve (iii) bu amacı gerçekleştirme olasılığının bulunması.
24. Şu andaki kural, yukarıda aktarılan biçimiyle, ilk olarak 1990 tarihli İstihdam Yasası ile getirilmiş ve daha sonra 1992 tarihli Yasa’da tekrar kabul edilmiştir.
25. Taraflar, 1970lere geri dönerek, Birleşik Krallık’ta grevde kaybedilen günlere ilişkin istatistiksel bilgi sunmuşladır. Hükümet, 1970-1980 arasındaki on yılda, kaybedilen günlerin ortalama sayısının 12.9 milyon olduğuna işaret etmiştir. Bu 1980lerde ortalama 7.2 milyon güne düşmüştür. 1990ların başlarından bugüne değin, her yıl ortalama 700,000 gün ile çok daha düşüktür. Bu düşüşü en azından kısmen ikincil eylemlerin yasaklanmasına bağlamıştır. Başvurucu bu yoruma itiraz etmiştir. Mevcut istatistiklerin birincil ve ikincil grevler arasında ayrım yapmadığını kaydetmiştir. Dolayısıyla da 1980 öncesindeki ikincil eylemlerin gerçek boyutlarını tespit etmek imkansızdır ve haliyle 1980 ve 1990’da getirilen kısıtlamaların etkisini belirlemek mümkün değildir. Başvurucuya göre, o dönemde ikincil eylemler görece azdır, grevlerin büyük çoğunluğu birincil grevlerdir. 1960lardan bu yana Birleşik Krallık’ın grevde kaybedilen ortalama günler bakımından tutarlı bir biçimde Avrupa ortalamasına yakın olduğunu gösteren (Hükümet’in bir yayını olan “İstihdam Gazetesi (Employment Gazette)”nde yer verilen) resmi rakamlara atıf yapmıştır. Bu kaynağa göre, 1970lerin sonlarından beri ülke orta sıralarda yer almıştır. Bunun tek istisnası, maden endüstrisindeki uzun süreli ve yaygın grevin yaşandığı 1984 yılıdır. Hükümet, Avrupa’nın geçen yirmi yıl içerisinde yaşadığı büyük dönüşümler dikkate alındığında, karşılaştırmalı istatistiklerin dikkatle yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. Birleşik Krallık’ın bu bakımdan Avrupa ortalamasına yakın kalmış olması, başvurucunun bakış açısının tersine, endüstriyel eyleme ilişkin kuralların grev organize etmeyi aşırı ölçüde zorlaştıracak kadar sınırlayıcı olmadığına işaret etmiştir.
III. İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUK
26. Başvurucu başvurusuna destek olarak diğer uluslararası hukuk belgelerine ve bunların yetkili organlar tarafından yapılan yorumlarına referanslar eklemiştir. Bu belgelerin en ilgili ve ayrıntılı olanlarına aşağıda değinilmiştir.
A. Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmeleri
27. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kabul ettiği sözleşmelerde grev hakkını açıkça tanıyan hiçbir hüküm bulunmasa da, hem Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi hem de Sözleşme ve Tavsiyelerinin Uygulanmasına dair Uzmanlar Komitesi (“Uzmanlar Komitesi”), 1948 tarihli Örgütlenme Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkı Sözleşmesi’nin (No. 87) 3 ve 10. maddelerine dayanarak, tedrici biçimde grev hakkına dair bir dizi ilke geliştirmiştir (Giving globalization a human face içerisinde özetlenmiştir, International Labour Office, 2012, 117. paragraf). Bu Sözleşme Birleşik Krallık tarafından 27 Haziran 1949’da onaylanmıştır.
1. Bildirim koşulu hakkında
28. Uzmanlar Komitesi, Birleşik Krallık’taki endüstriyel eylem için bildirim koşulları üzerinde çeşitli kereler yorumda bulunmuştur. Başvurucu 2008’de kabul edilen aşağıdaki açıklamaya atıf yapmıştır:
“Komite, daha önceki yorumlarında, bir grevin dokunulmaksızın korunması için gereken bildirim koşullarını yersiz bir biçimde külfetli bulan TUC’un yorumlarını dikkate almıştır. Komite, Hükümet’e göre, TULRA’nın 226-235. maddelerini ve 1995 tarihli Talimat’ın 104-109. maddelerinin sadeleştirilmesi için bir dizi tedbirin zaten alındığını; üstelik iş hukukunun sadeleştirilmesine yönelik Aralık 2006’da yayınlanan bir planın parçası olarak, Hükümet’in işçi sendikalarını açıkça sendikalara ilişkin hukukun daha da sadeleştirilmesi için düşüncelerini paylaşmaya davet ettiğini kaydetmektedir. O zamandan beri Hükümet grev oylamaları ve bildirimlere ilişkin hukuki düzenlemelerin sadeleştirilmesine yönelik fikirlerini incelemek üzere TUC ile müzakereler yürütmüştür. Bu müzakereler devam etmektedir. Komite, en son yorumlarında, TUC’un bu reform sürecinde herhangi bir ilerlemenin gerçekleşmediğini belirttiğini kaydeder. Komite, Hükümet’ten bir sonraki raporunda bu konudaki gelişmelere değinmesini talep eder.”
29. Daha yakın bir zamanda, Birleşik Krallık Hükümeti’ne yönelik doğrudan bir talebinde, Uzmanlar Komitesi şunları ifade etmiştir:
“Komite, daha önceki yorumlarında, bir grevin dokunulmaksızın korunması için gereken bildirim koşullarını yersiz bir biçimde külfetli bulan İşçi Sendikaları Kongresi’nin (Trade Union Congress-TUC) yorumlarını dikkate almıştır. Komite, Hükümet’ten, bu koşulların pratikteki uygulaması ve etkilerine ilişkin herhangi bir istatistik ya da raporun yanı sıra, herhangi bir gelişmeye dair bilgi sunmaya devam etmesini talep etmiştir. Komite, Hükümet’in, Temyiz Mahkemesi’nin RMT - Serco ve ASLEF - London Midland (2011) EWCA 226 davalarında verdiği kararların, Serco ve London Midland Railway tarafından iki ana ulusal ulaşım sendikasına, RMT ve ASLEF’e, karşı elde edilmiş olan tedbir kadarlarını bozduğuna dikkat çektiğini kaydeder. Her iki davada da, tedbir kararları, sendikaların kanuni oylama ve bildirim usullerini ihlal etmeleri temelinde alınmıştır. Bu dava, sendikaların adil bir oylama sürecinin gerçekleşmesini sağlama konusundaki teknik yükümlülüklerinin kapsamını değerlendiren bir dizi davanın en sonuncusudur. RMT - Serco kararında, Temyiz Mahkemesi, bazı temel açıklamalar yapmıştır, böylelikle gelecekte işverenler için, oylama ve bildirim koşullarının ihlalinin bir sonucu olarak grev eyleminin engellenmesi için tedbir kararı elde edebilmenin daha güç olması muhtemeldir. Bir Temyiz Mahkemesi’nin kararı alt dereceli bütün mahkemeler bakımından bağlayıcıdır. Bu davanın ardından, Balfour Beatty - Unite (2012) EWHC 267 (QB) davasında, Mahkeme, Serco davasını ve demokratik meşruiyet arayışı ile sendikalar ve görevlilerine gerçekçi olmayan yük bindirmek arasında bir denge kurulması ihtiyacını dikkate alarak Balfour Beatty aleyhine karar vermiştir. Komite, TUC’un, her iki kararı olumlu bir şekilde karşılamakla birlikte, bu kararların, tespit ettiği mevzuattan kaynaklanan sorunları tam olarak ele almadığına ve mevzuatın işçi sendikalardan kabul edilebilir olmayan taleplerde bulunduğuna ilişkin yorumunu kaydeder. Komite, bu gelişmeleri ilgiyle kaydeder ve Hükümet’ten TUC’un dile getirdiği endişelere ilişkin yorumlarını sunmasını talep eder.”
2. İkincil eylem hakkında
30. Uzmanlar Komitesi aşağıdaki görüşü benimsemiştir:
“Komite, ‘sempati’ grevcileri olarak anılanlara ilişkin olarak, bu biçimdeki grev eylemine ilişkin genel bir yasağın, bilhassa da üretimin giderek artan karşılıklı bağımlılığı (interdependence) ve uluslararasılaşmasıyla nitelenen küreselleşme bağlamında, istismara yol açabileceğini ve işçilerin destekledikleri asıl grevin kendisinin hukuka uygun olması kaydıyla, bu tür eylemlerde bulunabilmelerinin gerektiğini kabul etmektedir.”
(Giving globalization a human face, op. cit., 125. paragraf).

31. Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi de bu tür endüstriyel eylemin uluslararası iş hukuku tarafından korunduğunu kabul etmektedir:
“Sempati grevlerine ilişkin genel bir yasak, istismara yol açabilir ve işçiler destekledikleri asıl grevin kendisinin hukuka uygun olması kaydıyla böyle bir eylemde bulanabilmelilerdir.”
“İşçi ya da sendikanın tarafı olduğu kolektif bir uyuşmazlığa bağlı olmayan grev eylemi üzerindeki bir yasak, örgütlenme özgürlüğünün ilkelerine aykırıdır.”
(Örgütlenme Özgürlüğü, ILO Yönetim Kurulu Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi karar ve ilkelerinin özeti, Beşinci (gözden geçirilmiş) baskı, 2006, 534 ve 538).
32. Uzmanlar Komitesi, Birleşik Krallık’ın 87. numaralı Sözleşme’ye riayetine ilişkin değerlendirmesinde, ikincil grevlerin yasadışı olmasını defalarca eleştirmiştir. İlk eleştiri Birleşik Krallık’a ilişkin 1989 tarihli değerlendirmede yer almıştır:
“Komite, common law’un grev ve diğer bütün endüstriyel eylemlerin hemen hemen bütün biçimlerini medeni hukuka göre hukuka aykırı kıldığını kaydeder. Bu, bu tür eylemlere girişen işçiler ve sendikaların, bunun bir sonucu olarak zarara uğrayan işverenler (ya da diğer taraflar) tarafından zararları için açılacak davalarda sorumlu tutulabilecekleri ve (pratikte bundan daha önemlisi) tedbir kararları yoluyla (geçici ya da kalıcı olarak verilen) hukuka aykırı eylemlerde bulunmalarının engellenebileceği anlamına gelir. Komite, bu tür hukuk yollarına sınırsız erişimin, işçileri, ekonomik ve toplumsal menfaatlerini korumak ve geliştirmek için grev ya da diğer endüstriyel eylemlerde bulunma hakkından yoksun bırakacağını düşünmektedir.
Bu nedenle işçiler ve sendikaların hukuki sorumluluğa karşı bir ölçüde korumaya sahip olmaları büyük önem taşımaktadır. Bu mecburiyet, 1906’dan bu yana, işçi sendikaları, üyeleri ve görevlileri bakımından haksız fiiller karşısında ‘muafiyetler (immunities)’ biçiminde (ya da daha doğrusu ‘koruyucular’) yasal olarak tanınmıştır. ‘Muafiyetler’in şimdiki versiyonu 1974 tarihli İşçi Sendikaları ve İş İlişkileri Yasası’nda bulunabilir.
Bu koruyucuların kapsamı, 1980’den bu yana birçok bakımdan daraltılmıştır. Örneğin Komite, 1974 tarihli Yasa’nın 15. maddesinin grev gözcülüğü yapma hakkını bir işçinin kendi işyeriyle ya da sendika görevlisinin durumunda ilgili üyelerin işyeriyle sınırlayacak şekilde değiştirilirken, 1980 tarihli Yasa’nın 17. maddesinin verili bir iş uyuşmazlığına doğrudan taraf olmayan bir işverene karşı yapılan eylem anlamındaki ‘ikincil eylem’e tanınan korumayı kaldırdığını kaydeder. Buna ilaveten, ‘iş uyuşmazlığı’nın 1974 tarihli Yasa’nın 29. maddesindeki tanımı, geçmişte olduğu gibi ‘işverenler ve işçiler’ ya da ‘işçiler ve işçiler’ arasındaki uyuşmazlıklar yerine, sadece işçiler ve onların kendi işverenleri arasındaki uyuşmazlıkları içerecek şekilde daraltılmıştır.
Birlikte düşünüldüğünde, bu değişikliklerin, işçiler ve sendikalar bakımından, verili bir uyuşmazlığa doğrudan dahil olmayan taraflara karşı herhangi bir biçimdeki boykot eylemine ya da ‘sempati’ eylemine hukuka uygun olarak girişmelerini neredeyse imkansız kıldığı görülmektedir. Komite, hiçbir zaman, grev hakkının bir kullanımı olarak boykottan yararlanılması hakkında açık bir görüş ifade etmemiştir. Bununla beraber, Komite’ye, bir boykotun asıl uyuşmazlık ve ikincil eylemden birine ya da ikisine birden katılan işçilerin sosyal ve ekonomik menfaatlerini doğrudan etkilediği ve asıl uyuşmazlık ve ikincil eylemin kendiliğinden hukuka aykırı olmadığı durumlarda, o boykotun grev hakkının meşru bir kullanımı olarak kabul edilmesi gerekli görünmektedir. Bu, Komite’nin ‘sempati grevleri’ bakımından benimsediği yaklaşımla da açık bir uyum içerisindedir:
Endüstrinin yapısı ve yoğunlaşması ve işin dünyanın farklı bölgelerindeki merkezlere dağılmasından ötürü, bu tür eylemlere (yani sempati grevlerine) daha sık başvurmanın zorunlu hale geldiği görülecektir. Komite, sempati grevlerine ilişkin genel bir yasağın istismara yol açabileceğini ve işçilerin destekledikleri asıl grevin kendisinin hukuka uygun olması kaydıyla böyle bir eylemde bulanabilmeleri gerektiğini kabul etmektedir.”
33. Uzmanlar Komitesi’nin, Birleşik Krallık’a ilişkin 1995 tarihli değerlendirmesine değin, yasak üzerinde kesin bir pozisyon almadığı görülmektedir. 1995 tarihli değerlendirmesinde şu yorumları yapmıştır:
“Komite, sempati grevlerine ilişkin genel bir yasağın istismara yol açabileceğini ve işçilerin destekledikleri asıl grevin kendisinin hukuka uygun olması kaydıyla böyle bir eylemde bulanabilmeleri gerektiğini belirttiği 1994 tarihli Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Pazarlığa dair Genel Değerlendirmesi’nin 168. paragrafına Hükümet’in dikkatini çeker. Muafiyetlerin kaldırılması, bu tür endüstriyel eylemlerin haksız fiil olarak dava edilebilmesine olanak tanır ve bu nedenle de işçilerin sempati grevleri yapabilme hakları üzerinde ciddi bir engel oluşturur.”
Duruma ilişkin en son değerlendirmesinde, o zamandan bu yana bu görüşü sürdürdüğünü belirtmiştir (2012 değerlendirmesi):
“Grevler ya da diğer endüstriyel eylemler (TULRA’nın 223 ve 224. maddeleri) bakımından hukuki sorumluluktan muafiyetler: Komite, daha önceki yorumlarında, TUC’a göre, endüstriyel ilişkiler sisteminin merkezsizleştirilmiş (decentralized) yapısından ötürü, işçiler için, karmaşık şirket yapılarıyla, işi devrederek ya da şirketi gruptan ayırarak (hiving-off) sendika faaliyetlerini kolaylıkla zayıflatabilen işverenlere karşı harekete geçmenin elzem olduğunu kaydetmiştir. Komite genellikle işçilerin, bazı durumlarda, doğrudan işveren uyuşmazlığın tarafı olmasa bile, onları etkileyen konular bakımından endüstriyel eylem yapma ve destekledikleri asıl grevin hukuka uygun olması kaydıyla sempati grevlerine katılma haklarının korunmasına olan ihtiyacı dile getirmiştir. Komite Hükümet’in şu ifadelerini kaydeder: (1) 2006-08 yıllarına ilişkin raporunda belirtilen pozisyonunu koruduğu, gerekçelerin değişmediği ve bu nedenle bu alandaki yasaları değiştirmek için hiçbir planın bulunmadığı ve (2) bu konunun National Union of Rail, Maritime and Transport Workers (RMT) tarafından İHAM önüne taşınmış bir meselenin bir parçasını oluşturduğu ve Mahkeme’nin henüz davayı görmediği. Komite, hukuka uygun endüstriyel eylemin ziyadesiyle sınırlı bir şekilde tanımlanması halinde, ekonominin küreselleşmesi ve iş merkezlerinin delokalizasyonunun, işçi örgütlerinin faaliyetlerini üyelerinin menfaatlerini etkili bir biçimde savunabilecekleri şekilde örgütleyebilme hakları üzerinde ağır bir etkisinin olabileceği konusunda daha evvel dikkat çektiği endişelerini hatırlatır. Bu koşullarda Komite, Hükümet’ten bir kez daha sosyal partnerlerle tam bir danışma içerisinde TULRA’nın 223. ve 224. maddelerini gözden geçirmesini ve sonraki raporunda bu müzakerelerin sonuçlarına dair bilgi vermesini talep etmektedir.”
(Uluslararası Çalışma Konferansı Uzmanlar Komitesi Raporu, 102. Oturum, 2013, ILC.102/III(1A), ss. 195-196).
B. Avrupa Sosyal Şartı
34. Grev hakkı, Birleşik Krallık’ın 11 Temmuz 1962’de onayladığı Avrupa Sosyal Şartı’nın 6. maddesinin 4. fıkrasında korunmuştur. Bu madde şunu öngörmektedir:
“Akit Taraflar, toplu pazarlık hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla:
...
4. menfaat uyuşmazlığı durumunda çalışanların ve işverenlerin daha önce yapılan toplu sözleşmelerden doğabilecek yükümlülüklere bağlı olmak koşuluyla toplu eylem hakkını tanır.”

1. Bildirim koşulları hakkında
35. Sosyal Haklar Avrupa Komitesi (The European Committee on Social Rights-ECSR) grev oylamasına ilişkin İngiliz kurallarını incelemiş ve bu kuralları grev hakkının uygun kullanımıyla bağdaşmaz bulmuştur. Konuya ilişkin en son değerlendirmesinde (Conclusions XIX-3, 2010) şunları ifade etmiştir:
“Komite, daha önceki kararlarında, ... eyleme başlamadan önce yapılması gereken grev bildirimine ek olarak, işverene endüstriyel eylem oylamasına ilişkin bildirim yapılması koşulunu aşırı bulmuştur (Çalışma İlişkileri Yasası (the Employment Relations Act - ERA) 2004 ile getirilen basitleştirilmiş koşulları dahi). Durumda herhangi bir değişiklik olmadığı için, Komite, durumun bu bakımdan Şart’ın 6§4 maddesine uygun olmadığı yönündeki tespitini tekrar eder.”
2. İkincil eylem hakkında
36. Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ) Uzmanlar Komitesi gibi, Sosyal Haklar Komitesi de, sürekli olarak Birleşik Krallık’taki durumu eleştirmiştir. Konuya ilişkin ilk değerlendirmesinde (Conclusions XIII-1, 1993) şöyle demiştir:
“Rapora atıfla, Komite, Hükümet’in Büyük Britanya bakımından 1990 tarihli İstihdam Yasası ile kabul edilen grev hakkı üzerindeki sınırlamalara ilişkin yorumlarını kaydetmiştir. Hükümet işverenlerin bir greve katılanları işten çıkartma haklarının korunmasının önemini vurgulasa da, mevzuatın şunları yapmaya devam ettiğini de vurguladığını bilhassa kaydeder:
(i) kendi işyerlerinde barışçıl grev gözcülüğünün özel olarak korunmasına izin verir;
(ii) barışçıl ve hukuka uygun grev gözcülüğüne kanuni muafiyet sağlar;
(iii) hukuka uygun iş uyuşmazlıkları bakımından kanuni muafiyet sağlar.
Komite ayrıca, UÇÖ Uzmanlar Komitesi’nin, mevzuatın UÇÖ’nün 87 numaralı Sözleşme’siyle (Örgütlenme Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkı, 1948) uyumlu hale getirilmesi için değiştirilmesini tavsiye eden son değerlendirmelerini de kaydeder.
Komite, bu bilgiyi dikkate alarak ve aşağıda belirtilen konularda bireylere hiçbir muafiyet tanınmadığını kaydederek, on ikinci denetim periyodunda gösterilen nedenlere dayanarak ulaştığı olumsuz sonucu tekrar eder (Conclusions XIII-I, ilgili dönem 1990-1991):
- barışçıl grev gözcülüğü sırasında ikna (inducement) dışındaki ikincil endüstriyel eylem;
- gayriresmi bir eylemde yer alırken işten çıkartılan işçilere destek amacıyla düzenlenmiş endüstriyel eylem.”
37. Sosyal Haklar Komitesi Konuya ilişkin en son beyanında (Conclusions XIX-3, 2010) şöyle demiştir:
“Komite, daha önceki kararlarında ... hukuka uygun toplu eylemin işçiler ve işverenleri arasındaki uyuşmazlıklarla sınırlı olduğunu, bu nedenle de bir sendikanın de facto işverene karşı, eğer bu aynı işveren değilse, eylem yapmasının engellendiğini tespit etmiştir. Ayrıca İngiliz mahkemelerinin, bir işin bir kısmının devredilmesi durumunda, daha sonraki işveren ve daha sonraki koşullar ve şartlara ilişkin toplu eylemi dışladıklarını da kaydetmiştir (University College London NHS Trust - UNISON). Komite bu nedenle işçilerin hukuka uygun toplu eylemler aracılığıyla menfaatlerini savunabildikleri faaliyet alanının Birleşik Krallık’ta aşırı ölçüde sınırlandırılmış olduğunu kabul etmiştir. Bu göz önüne alındığında, Komite, durumun bu bakımdan Şart’ın 6§4 maddesine uygun olmadığı yönündeki tespitini tekrar etmektedir.”
C. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı
İlgili hükümler şöyledir:
“12. madde
Toplanma ve örgütlenme özgürlüğü
1. Herkes, barışçıl bir biçimde toplanma özgürlüğü ile her düzeyde, özellikle siyaset, sendika ve yurttaşlıkla ilgili konularda örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu, herkesin kendi çıkarlarını korumak için sendika kurma ve sendikalara girme hakkını da içerir.
...
28. madde
Toplu Sözleşme ve toplu eylem hakkı
İşçiler ve işverenler veya bunların ilgili kuruluşları, topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre uygun düzeylerde toplu sözleşmeler müzakere etme ve yapma ve menfaat ihtilafı olması halinde grev eylemi dahil olmak üzere kendi çıkarlarını korumak için ortak eylem yapma hakkına sahiptir.”
28. madde Şart’ın IV. bölümü altında yer almaktadır. Birleşik Krallık bakımından, Avrupa Birliği’nin İşleyişine dair Anlaşma’ya ek Protokole (No 30) de atıfta bulunmak gerekir. Protokolün ilgili kısmı şunu öngörür:
“1. madde
...
2. Özellikle, ve şüpheye mahal vermemek için, Şart’ın IV. bölümündeki hiçbir şey, Polonya ya da Birleşik Krallık’ın ulusal hukuklarında bu tür hakları tanıdıkları ölçünün ötesinde, Polonya ya da Birleşik Krallık’a karşı dava konusu edilebilir haklar oluşturmamaktadır.”
IV. KARŞILAŞTIRMALI HUKUK VERİLERİ
38. Taraflar ikincil grevlere ilişkin bazı karşılaştırmalı hukuk verileri sunmuşlardır. Her ikisi de Avrupa’da endüstriyel eylemin düzenlenmesine ilişkin bir karşılaştırmalı çalışmaya atıfta bulunmuştur (Strike rules in the EU 27 and beyond, A comparative overview , W. Warneck, European Trade Union Institute for Research, Education and Health and Safety, 2007). Bu kaynağa göre, ikincil eylem, Avrupa Birliği’ne üye devletlerin büyük çoğunluğunda, değişen sınırlama ve koşullara tabi olarak korunmuş ya da bunlara izin verilmiştir. Birleşik Krallık gibi, ikincil eyleme izin vermeyen devletler, Avusturya, Lüksemburg ve Hollanda olarak tespit edilmiştir.
39. Hükümet ilk görüşlerinde, şu devletlerdeki duruma gönderme yaparak, Birleşik Krallık’taki duruma destek göstermeye çalışmıştır: İspanya, Hollanda, İtalya, Avusturya, Norveç, Danimarka ve Almanya. Bunların, Avrupa’da ikincil eylemi birincil endüstriyel eylemlere kıyasla daha sıkı koşullara tabi tutmak konusunda geniş bir eğilimi ortaya koyduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu buna cevaben Mahkeme’ye Hükümet’in görüşleriyle çelişen birçok Avrupa ülkesindeki iş hukuku uzmanlarından görüşler sunmuştur. Başvurucu, Birleşik Krallık’ın bu açıdan Sözleşme’ye Taraf Devletler arasındaki en kısıtlayıcı devlet olduğu sonucuna ulaşmıştır. Hükümet, bu bilgilerin Avrupa’daki geniş çeşitlilik taşıyan endüstriyel ilişki sistemlerine ve geleneklere rağmen, çoğu devletin birincil ve ikincil eylem arasında ayrım yaptığını, ikincil eylemi daha çok sınırlamaya tabi tuttuğunu gösterdiği sonucuna ulaşmıştır. Başvurucuların talep ettikleri geniş hak, herhangi bir gerçek Avrupa mutabakatı ile desteklenmemiştir.
40. Mahkeme, Avrupa Sosyal Şartı’nın denetim mekanizmasının karşılaştırmalı bilgi sunduğunu kaydeder. Yukarıda belirtildiği gibi, bu kurum, bu özel gerekçeyle eleştiriye tabi tutulan tek devlet olarak görünen Birleşik Krallık’taki durumu defalarca eleştirmiştir. Sosyal Haklar Komitesi de son yıllarda şu devletlerde ikincil eylemin (bazen “sempati” ya da “dayanışma” eylemi olarak ifade edilir) hukukiliği hakkında yorumlarda bulunmuştur: Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Almanya, Malta, Norveç, Portekiz, Romanya, Slovakya, İspanya ve İsveç. Waneck çalışmasında ikincil eyleme izin vermediği tespit edilen diğer üç devlet bakımından, Mahkeme, Sosyal Haklar Komitesi’nin bu gerekçeyle Hollanda’daki duruma ilişkin herhangi bir eleştiri getirmediğini kaydeder. Sosyal Şart’ın 6. maddesinin 4. fıkrasını kabul etmemiş olan Avusturya ya da Lüksemburg’taki duruma ilişkin olarak da herhangi bir yorumda bulunmamıştır.
41. UÇÖ’nün yayınları ve hukuki tartışmaları da bazı karşılaştırmalı bilgiler sağlamaktadır. Örneğin Uzmanlar Komitesi, dayanışma grevleri üzerindeki yasağın Türk Anayasası’ndan çıkartıldığından bahsetmiştir (Giving globalisation a human face, op. cit., 125. paragraf). 87 No’lu Sözleşme’nin devlet uygulamalarına ilişkin değerlendirmesinde, Arnavutluk, Gürcistan ve Letonya’daki sempati grevlerinin hukuka uygunluğuna da değinmiştir. Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi, Macaristan’daki dayanışma grevine değinmiş (şikayet no. 2775) ve Rusya hukukunun bu tür bir eyleme açıkça imkan tanımadığını, fakat aynı şekilde yasaklamadığını da kaydetmiştir (şikayet no. 2251).
Bunlara ek olarak, Mahkeme İsviçre hukukunda grevlere “iş ilişkilerine ilişkin olmaları halinde” izin verildiğini kaydeder (Anayasa’nın 28. maddesinin 4. fıkrası). Anayasal bir yoruma göre, bir grev gerçekten çalışma koşulları hakkında olmalı ve işletmenin ya da şubenin dışında korporatist ya da siyasi amaçlar taşımamalıdır (Droit constitutionnel suisse, vol. II, Auer, Malinverni and Hottelier s. 723).
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
I. SÖZLEŞME’NİN 11. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
42. Başvurucu, grev oylamasına dair kanuni koşullar ve ikincil grev eylemine ilişkin yukarıda anlatılan iki durumun, Sözleşme’nin 11. maddesi uyarınca örgütlenme özgürlüğünü aşırı ölçüde sınırlandırdığını iddia etmiştir. 11. madde şöyledir:
“1. Herkes, barışçıl toplanma özgürlüğü ve menfaatlerinin korunması için sendikalara katılmak ve kurmak da dâhil başkalarıyla birlikte örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir.
2. Bu hakların kullanılmasına, hukukça öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik ya da kamu güvenliği, düzensizliğin ya da suçun önlenmesi, sağlığın ya da ahlakın korunması ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için getirilen sınırlamalar dışında hiçbir sınırlama getirilemez. Bu madde, bu hakların silahlı kuvvetler, polis ya da devlet idaresi üyelerince kullanılmasına hukuka uygun sınırlamalar getirilmesine engel oluşturmaz.”
43. Hükümet bu argümana itiraz etmiştir.
44. Mahkeme, başvurucu tarafından sunulan iki olay dizisini ve her birinin Sözleşme çerçevesinde yol açtığı meseleleri peş peşe inceleyecektir.
A. Kabul edilebilirlik
1. Grev oylaması bildirimi
45. Mahkeme, Hükümet’e tebliğ edilmeyen ilk şikayeti aşağıda açıklanan nedenden ötürü kabul edilebilir bulmamıştır. Başvurucunun anlattığı biçimiyle, davaya ilişkin olgular, sendikanın üyelerinin menfaatlerini korumak için harekete geçmekte biraz gecikmiş olmasına rağmen, iki ay sonra bir grevin yapılmasını sağladığını göstermektedir. Bu eylem, başvurucunun kendisinin de kabul ettiği gibi, EDF’yi sendika üyelerine yaptığı teklifi iyileştirmeye ikna etmiştir ve bundan kısa bir süre sonra bir toplu iş sözleşmesi olarak yürürlüğe girmiştir. Bu başarılı sonuç göz ardı edilemez. RMT’ye karşı tedbir kararı alınmasını sonraki olaylardan yalıtılmış bir biçimde değerlendirmek Mahkeme bakımından yapay olacaktır. Özetle, burada Mahkeme bakımından, başvurucunun 11. maddedeki haklarını kullanmasının, başvurucunun da yaptığı gibi hukukun tespit ettiği usuli yükümlülüklere riayet etmesinin gerekmesinin ötesinde müdahaleye uğradığı sonucuna ulaşmak için hiçbir dayanak bulunmamaktadır. Bu koşullar diğer uluslararası organların eleştirilerine maruz kalmışsa da (yukarıda olaylara ilişkin III. bölümde), Mahkeme şikayetleri yalnızca somut olguların ışığında inceleyebilir. EDF’deki durumun gerçekte ortaya çıkardığı şeyin, başvurucunun üyeleri adına gerçekleştirdiği nihai olarak başarılı olmuş toplu bir eylem olduğu görüşündedir. Bu nedenle başvurunun bu kısmı açıkça dayanaksızdır ve bu nedenle Sözleşme’nin 35 §§ 3 (a) ve 4 maddeleri uyarınca kabul edilebilir olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi gerekmektedir.
2. İkincil grev eylemi
46. Başvurunun ikinci kısmı bakımından, ilk kabul edilebilirlik sorunu olarak, başvurucunun aynı konuyu UÇÖ Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi’nin önüne taşımış olması ortaya çıkmaktadır. Bu, RMT başvuru formunda Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi’nin dikkatini çekmeyi amaçladığını belirterek Mahkeme’ye başvuru yaptıktan sonra gerçekleşmiştir. 6 Haziran 2013 tarihli mektupla başvurucu, Mahkeme’ye bu şikayeti “geri dönüşsüz bir biçimde geri çektiği” bilgisini vermiştir. Hükümet, iki uluslararası şikayeti birbirine paralel olarak birkaç yıl boyunca koruyup, sonra da bunlardan birini Mahkeme önünde taktiksel bir avantaj kazanmak için geri çekmenin başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Sözleşme’nin 35 § 2(b) maddesinin (aşağıda 48. paragraf) sonuçlarını katı bir biçimde yalnızca başvurucunun konuyu daha önce başka bir uluslararası şikayet mekanizmasına ilettiği vakalarla sınırlanmaması gerektiğini eklemiştir. Hükümet’e göre, böyle bir lafzi yorum bu hükmün amacını ilga edecektir; zira bir başvurucuya Sözleşme uyarınca bir şikayette bulunma ve hemen sonraki gün de aynı başvuruyu başka bir uluslararası organın önüne taşıma imkanı verecektir.
47. Başvurucu, UÇÖ’ye Temmuz 2011’de resmi yanıtını sunan Hükümet’in başından bu yana Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi’ne yapılan şikayetin farkında olduğu yanıtını vermiştir. Bu yanıtta, RMT’nin Sözleşme çerçevesindeki davaya açıkça öncelik verdiği kaydedilerek, ki bu doğrudur, Mahkeme önündeki mevcut başvurunun varlığına değinilmiştir. Bu, Birleşik Krallık’ın ilgili UÇÖ organlarının dile getirdiği eleştirileri basitçe görmezden gelirken, başvurucunun lehine alınmış bir kararı icra etmekle yükümlü olmasından dolayıdır. UÇÖ’ye yapılan şikayetin, Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi tarafından herhangi bir karar verilmesinden önce geri çekilmesi, uluslararası yargılamaların olası bir çoğulluğunu ortadan kaldırmak anlamına gelmiştir.
48. Sözleşme’nin 35 § 2(b) maddesi şunu öngörmektedir:
“2. Mahkeme, 34. maddeye göre yapılmış başvuruları aşağıdaki hallerde ele almaz:
(b) başvurunun Mahkeme tarafından daha önce incelenmiş bir konuyla aynı içeriğe sahip olması veya başka bir uluslararası soruşturma ya da uzlaşma merciine sunulmuş olup konuyla ilgili hiçbir yeni bilgi içermemesi.”
Mahkeme’nin içtihadında ortaya konduğu üzere, bu hüküm, bir başvurucunun aynı konuda başka bir uluslararası organa daha evvel başvurduğu durumlarla sınırlı değildir. Mahkeme, karar üzerinde belirleyici olanın böyle bir adımın tarihi değil, fakat Mahkeme’nin davayı incelediği tarihe değin esas hakkında bir kararın alınmış olup olmaması olduğuna karar vermiştir (Peraldi - Fransa (k.k.), no. 2096/05, 7 Nisan 2009). Mevcut davada bu olmamıştır (Başvurucu sendikanın esas hakkındaki kararını vermiş olan Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi’ne bütünüyle benzeyen bir şikayette bulunduğu POA ve Diğerleri - Birleşik Krallık (k.k.) ile kıyaslayın, no. 59253/11, 21 Mayıs 2013). Dahası Mahkeme, başvurucunun başvuru hakkını kötüye kullandığını düşünmemektedir. Daha en başında diğer bir uluslararası usulden yararlanma niyeti olduğunu Mahkeme’den gizlememiştir (bkz. a contrario Cereceda Martin ve Diğerleri - İspanya davası, no. 16358/90, 12 Ekim 1992, Decisions and Reports 73, s. 133). En sonunda bir tedbir olarak bu şikayetini geri çekme kararı Sözleşme’nin 35 § 3(a) maddesindeki anlamıyla kötüye kullanım olarak görülemez. Mahkeme bu nedenle Hükümet’in bu başlık altındaki ilk itirazını reddetmektedir.
49. Hükümet ayrıca ikincil grev eylemine ilişkin şikayetin açıkça dayanaksız olduğu için reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir. 11. madde ikincil eylem yapılmasına yönelik bir hak tanımadığı için, olayda başvurucunun örgütlenme özgürlüğünün ihlalinin ya da hatta bu özgürlüğe bir müdahalenin bulunmadığını düşünmektedir. Aksine, bu hükmün işçilerin kendi menfaatlerini korumak için toplu eylem yapmalarını öngördüğü yazımından da açıkça anlaşılmaktadır. Başka bir işçi grubuna dayanışma göstergesi olmaktan daha öteye gitmeyen sempati grevleri, toplu eylem ve içinde yer alan kişilerin doğrudan menfaatleri arasında bulunması gereken rabıtadan yoksundur. İleri sürülen olgulardan, Hydrex tarafından istihdam edilen RMT üyelerinin durumuyla, Jarvis tarafından istihdam edilen sendika arkadaşlarının durumu arasında herhangi bir gerçek bağ bulunduğu görülmemektedir. Jarvis’te çalışanların menfaatleri üzerinde benzer herhangi bir tehdit oluşmuş olsaydı, aynen Hydrex üyelerinin yaptığı gibi, onlar bakımından da grev eylemi yapmak mümkün olurdu.
50. Başvurucu, Hükümet’in 11 § 1 madde okumasını aşırı ölçüde dar bularak reddetmiştir.
51. Mahkeme, Hükümet’in bu ikinci başlık altındaki ilk itirazının, başvurunun kabul edilebilirliğinin incelendiği aşamada çözülmeye uygun olmayan, Sözleşme’nin yorumuna ilişkin bir mesele ortaya çıkardığı görüşündedir. Bu nedenle itirazı aşağıda incelemek üzere davanın esasıyla birleştirmektedir.
52. Başka herhangi bir nedenle kabul edilmez olmadığından, başvurunun ikincil eyleme ilişkin kısmı kabul edilebilirdir.
B. Esas hakkında
1. Tarafların görüşleri
(a) Başvurucu sendika
53. Başvurucu, ikincil eylem yasağının, Hydrex üyelerini çalışma şart ve koşullarında sert bir kesinti yapılmasına karşı etkili biçimde koruma kabiliyetini ağır bir biçimde sınırlandırdığını ileri sürmüştür. Jarvis’te bir sempati grevi örgütlemesi mümkün olmuş olsaydı, Hydrex’in şartları kötüleştirmekten vazgeçmesi muhtemel olacaktı. Hydrex’in istihdam ettiği çok az sayıdaki üyeyle, grevin göz ardı edilebilir bir etkisi olmuştur. Oldukça sınırlı olan hukuka uygun grev gözcülüğü imkanı durumu değiştirmemiştir. Yönetimin gözden geçirilerek değiştirilmiş teklifi, sendika liderliği tarafından olumlu bir biçimde sunulmuşsa da, oylamaya katılanlar tarafından bütünüyle yetersiz bulunarak oybirliğiyle reddedilmiştir. Başvurucu, Jarvis üyelerince yapılan bir grevin, sadece eski iş arkadaşları olan dost sendika üyeleriyle dayanışmayla değil, fakat aynı zamanda kendi çalışma şart ve koşullarını koruma endişesiyle de motive olacağını belirtmiştir. İstihdam edildikleri oldukça rekabetçi çevre göz önüne alındığında, bir şirketin personel masraflarını azaltmak için aldığı bir karar, rakip şirketlerde benzer kesintileri pekala tetikleyebilir. Hydrex’teki durumun gösterdiği gibi, bir şirket için işçilerin işlerine son vermek ve onları daha sonra daha az avantajlı şartlarla yeniden işe almak kolaydır. İkincil eylem yasağı, sendikanın belirli bir sektördeki bütün üyeleri adına yapacağı eylemlerini, bütün bu işçilerin zararına olacak biçimde zayıflatma sonucu doğurmuştur. 1980’den itibaren, toplu sözleşmelerin İngiliz ekonomisindeki rolünde kayda değer ve istikrarlı bir zayıflama olmuştur, ki bu da, en zayıf konumda olanları koruyarak, işçi sendikalarının üyeleri adına etkili bir biçimde hareket etmelerine izin verilmesini daha da yaşamsal kılmaktadır. Başvurucuya göre, ikincil grev eylemi yapma hakkı, iç hukukta yalnızca 1980’den önceki dönemde yeterli düzeyde koruma görmüştür. Dönemin Hükümeti, bu hakkı sınırlandırmayı gerekli görmemiştir. 1980 ve 1992 tarihli mevzuatın açık hedefi, işçileri zayıflatılmış bir durumda bırakarak, işçi sendikalarının rolünü ve nüfuzlarını zayıflatmaktır. Hükümet’in grev eyleminin 1970ler ve 1980lerde ekonomiye zarar verdiği yönündeki iddiaları dayanaktan yoksundur ve dahası abartılı ve yanlıştır. Herhangi bir gerçek delil bulunmamasına rağmen, işçi sendikaları Britanya ekonomisinin otuz yılın üzerindeki ekonomik sıkıntıları konusunda haksız yere suçlanmış ve bundan dolayı oldukça sınırlayıcı yasal düzenlemelere tabi tutulmuşlardır.
54. Hükümet’in, ikincil eylemin doğası gereği diğer işçileri tarafı olmadıkları ve denetleyemedikleri iş uyuşmazlıklarına karıştırma etkisi olduğuna ilişkin argümanına cevaben, başvurucu bu tür yorumların bu davadaki olgularla ilgisiz olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, yalnızca Jarvis işgücünü greve çağıracaktır, ki bu da Hydrex’i mevcut şart ve koşulları dokunulmaksızın muhafaza etmeye ikna etmek için yeterli olacaktı. Her halükarda, başvurucu, Hükümet’in ikincil grevlerin yıkıcı etkileri ve bunların üçüncü tarafların Sözleşme’deki hakları üzerinde oluşturduğu riskler (işe müdahale, geçim araçları ve hatta – uç durumlarda - yaşam ve sağlık üzerinde tehdit) hakkındaki argümanlarını genelleme olarak değerlendirerek reddetmiştir. Ceza hukuku da dahil hukukun başka alanlarında yeterince güvence bulunmaktadır. Dolayısıyla ikincil eylem üzerinde tam bir yasağın hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır. Orantılılık ilkesinin gerektirdiği gibi, şüphesiz ki daha az kısıtlayıcı bir rejim tasarlanabilirdi. Bu davaya ilişkin olguların gösterdiği gibi, barışçıl grev gözcülüğü organize etme imkanı durumu gerçekten değiştirmemiştir; ikincil eylem üzerindeki yasağın orantısız etkilerini hafifletmemiştir.
55. Başvurucu, bu Mahkeme tarafından sendika davalarında verilen birçok son karar ve kabul edilebilirlik kararına değinerek, grev eyleminde bulunma hakkının artık devletlerin saygı göstermek zorunda olduğu kendi içinde örgütlenme özgürlüğünün temel bir unsuru olarak kabul edilmesinin gerektiğini ileri sürmüştür. Alternatif olarak, Mahkeme toplu pazarlığın sendikal hakların temel bir öğesi olduğunu tespit ettiğine göre, bunu mantıken grev hakkının da eşit bir şekilde temel önem taşıdığı takip etmelidir; zira endüstriyel bir eylemin tehdidi olmaksızın, toplu pazarlık herhangi bir etkililikten yoksun kalacaktır ve yalnızca “toplu olarak dilenmek”ten biraz daha fazlası olacaktır. İkincil eylem yasağı, böylelikle örgütlenme özgürlüğünün özünü zedelemiştir. Bu ancak gerçekten zorlayıcı bazı gerekçelerin bulunması halinde kabul edilebilir. Devlet, yalnızca sınırlı bir takdir marjıyla, Mahkeme’nin oldukça özenli bir denetimine tabi olarak, katı bir gereklilik testini yerine getirmelidir.
56. Başvurucu, Mahkeme’yi, bireysel işçilerin sıkı bir biçimde şahsi olan menfaatlerinin korunmasıyla sınırlı bir sendika örgütlenme özgürlüğüne ilişkin dar bir anlayışı reddetmeye davet etmektedir. Böyle bir yorum, 11. maddenin özünü zayıflatacaktır. Mahkeme, karara bağladığı greve ilişkin hususları içeren birçok davada, uyuşmazlıkta işçiler için neyin tehlikede olduğuna hiçbir zaman herhangi bir önem atfetmemiştir. Sendikalar için daha geniş ve ortak hedefler izlemek tamamen meşrudur. Sendikacılık aslında sendika üyeleri arasında ve daha genel olarak da işçiler arasındaki dayanışmayla ilgilidir ve Sözleşme’nin 11. maddesinin yazımı buna uygun olarak yorumlanmalıdır. İşçilerin, protesto etmeleri engellenenleri ya da kendi başlarına işteki menfaatlerini savunacak kolektif güçten yoksun olanları korumak için endüstriyel eylem yapabilmeleri gerekir. Örgütlenme özgürlüğüne ilişkin bu geniş anlayış, sendikal haklar alanındaki en ünlü iki uluslararası kurum, UÇÖ Uzmanlar Komitesi ve Sosyal Haklar Komitesi tarafından da benimsenmiştir. Her ikisi de ilgili uluslararası hukuk standartlarıyla bağdaşmaz buldukları ikincil eylem yasağı bakımından Birleşik Krallık’ı defalarca eleştirmiştir. Bu, ilk uyuşmazlığın kendisinin hukuka uygun olmasının, ikincil eyleme getirilebilecek tek kabul edilebilir koşul olduğu anlamına geldiği biçiminde yorumlanmıştır. Başvurucu, Mahkeme’yi aynı pozisyonu benimsemeye davet etmiştir. Eğer bu fazla genişse, bir yakınlık kriteri, yani birincil eyleme katılan işçiler ve onlarla dayanışma içinde grev yapanlar arasında bir tür bağın bulunması koşulu düşünülebilir. Burada böyle bir bağ vardır; zira ilgili işçi grubu başlangıçta Jarvis’in işçileridir ve devirden sonra da aynı sahalarda aynı işi icra etmeye devam etmişlerdir. Onların şart ve koşullarındaki bir kötüleşme, o sektördeki bütün işçiler bakımından olumsuz sonuçlar doğurabilirdi. Modern ekonomilerde işgücü, işçilerin işlerinin ya da işlerinin bir kısmının devredilmesi, karmaşık şirket yapıları oluşturulması, acente çalıştırma, özelleştirme, işlerin ihaleyle başkalarına yaptırılması ve bunun da sonra taşerona devredilmesi, sahte serbest meslek (non-genuine self-employment) ve benzerleri aracılığıyla giderek artan bir biçimde parçalanmış hale gelmektedir. Bu, aynı işyerinde aynı işi yapan kişilerin farklı işverenlerinin olabildiği bir duruma yol açmıştır, ki bu da onların bir iş uyuşmazlığında birbirlerini hukuka uygun olarak destekleyemeyecekleri anlamına gelmektedir.
57. Birleşik Krallık, ikincil eylemi tam olarak yasaklamakla, böyle aşırı bir pozisyonu benimseyen az sayıdaki Avrupa ülkesinin bir parçası olmuştur. Avrupa devletlerinin büyük çoğunluğunun benimsediği yaklaşım, iş ilişkileri alanında genellikle aralarında farklılıklar bulunmasına rağmen, müsamahakar bir yaklaşımdır. Bu, başvurucuya göre, konu hakkında Avrupa’daki mutabakatı temsil etmektedir.
(b) Hükümet
58. Hükümet, başvurucunun Hydrex’teki duruma ilişkin anlatımını kabul etmemiştir. İç hukukun gerektirdiği gibi, eski Jarvis çalışanları grubu, devirden sonra daha önceki çalışma şart ve koşullarından yararlanmaya devam etmiştir ve bu iki yıllık bir süre boyunca devam etmiştir. O noktada, başvurucunun sunduğu belgelerin gösterdiği gibi, içinde bulunduğu finansal güçlükler şirketi ilgili kişilere yeni ve daha az avantajlı sözleşmeler teklif etmeye sevk etmiştir. Başvurucu şikayetlerde bulunarak ve sonunda da iyileştirilmiş bir teklife yol açan bir grev eylemiyle işçilerin menfaatlerini savunmuştur. Bu teklif reddedilmiş ve başvurucu teklifi yetersiz olarak tanımlamışsa da, aslında o dönemde grevi bir başarı olarak gören ve işçileri teklifin kabulü lehinde oy kullanmaya teşvik eden RMT Genel Sekreteri tarafından benimsenmiştir.
59. Jarvis grubunun istihdam ettiği RMT üyeleri bakımından, Hükümet, başvurucunun yaptığı spekülasyonların aksine, işveren tarafından onların çalışma şartları ve koşullarında, Hydrex’in yapmış olduğu gibi bir kesintinin yapılmasına yönelik herhangi bir girişimin bulunduğunu gösteren hiçbir delilin bulunmadığını kaydetmiştir. İki şirketin birbiriyle ilişkisi yoktur. Böyle bir girişim olsaydı, başvurucunun Jarvis işçileriyle menfaatlerini savunmaya yönelik bir grev örgütlemesi imkanı bulunmaktaydı.
60. Hükümet, grev hakkının iç hukukta yeterince korunduğunu iddia etmiştir. Endüstriyel eylem ilgili kanun hükümlerine uygun bir biçimde düzenlendiği sürece, işçi bireysel olarak işten çıkartmaya karşı korunur ve işçi sendikası haksız fiil bakımından muafiyetlerden yararlanır. Yerel mahkemeler, kanuni rejimin, bu Mahkeme tarafından yorumlandığı biçimiyle 11. maddeye uygun olduğuna karar vermiştir (Metrobus davası, yukarıda §11). Hükümet, ikincil eylem yasağının birincil eylemi kısıtlamamasını sağlamak için meclisin özen gösterdiğine – ikincil eylemin de başka bir uyuşmazlıkla ilişkili olarak birincil eylem oluşturması halinde hukuka uygun sayılacağına açıklık getirmiştir (1992 tarihli Yasa’nın 224(5) maddesi). Dahası, endüstriyel eyleme katılan kişilerin, başkalarını işgüçlerini geri çekmeye barışçıl bir biçimde ikna etmek amacıyla işyerlerinde ya da işyerlerinin yakınında barışçıl bir grev gözcülüğü yapmalarına izin verilmiştir.
61. Hükümet’e göre, mevcut yasal kanuni çerçeve, 1970ler ve 1980lerde yaygın olan ikincil eylemlerin İngiliz ekonomisinde yol açtığı yaygın tahribata bir tepki olarak oluşturulmuştur. 1980 tarihli İstihdam Yasası’nın kabulünden evvel, işçi sendikaları, geniş halk kesimleri gibi iş dünyası ve onların işgücü için hayli zararlı etkileri olan oldukça geniş ikincil eylem düzenleme yetkilerinden yararlanmıştır. Ekonominin bir parçasındaki bir uyuşmazlık, çatışmada hiçbir menfaati bulunmayan ve çatışmayı çözüme ulaştıracak hiçbir aracı bulunmayan üçüncü tarafları da içine katarak, hızlıca diğerlerine de sıçramıştır. Yürürlükteki mevzuatın ne denli müsamahakar olduğu MacShane davasında tamamen ortaya çıkmıştır. Dönemin Hükümeti, bunun sınırlanması gerektiğine karar vermiş ve mecliste yapılan tartışmalar sınırlandırılmamış ikincil grevlerin yol açtığı zarar ve tahribatın birçok gerçek örneğini içermiştir. On yıl sonra Hükümet, ikincil eylemin, en kısıtlı halinde dahi, özellikle de çokuluslu şirketleri yatırımlarını Birleşik Krallık’ta yapmaktan caydırarak, ekonomiye zarar verme potansiyelinin olduğu görüşündedir. Meclis buna uygun olarak mevcut yasağı kabul etmiştir. O dönemde muhalefette olan İşçi Partisi bu girişime karşı çıkmışsa da, Hükümette görevli olduğu 13 yıllık süre boyunca hiçbir zaman bunu değiştirmek için çaba sarf etmemiştir. Mevcut koalisyon hükümeti de konuyu yeniden ele almayı düşünmemiştir. Bu, grev hakkı bakımından kurulan mevcut dengenin Birleşik Krallık’ta geniş bir siyasi kabul gördüğüne işaret etmiştir.
62. Hükümet, bu Mahkeme’nin son içtihatları ışığında, 11. maddeye göre bir işçi sendikasına katılma hakkının normal olarak grev yapabilme imkanını da içerdiğini kabul etmiştir. Fakat bu hiçbir biçimde mutlak bir hak değildir – 11 § 2 maddeye uygun olan devletin takdir marjı içerisindeki koşullara ve sınırlandırmalara tabi tutulabilir. Hükümet ikincil eylemin örgütlenme özgürlüğünün temel bir öğesi olduğunu da düşünmemektedir; Mahkeme’nin hiçbiri ikincil eyleme ilişkin olmayan ilgili içtihadında da böyle bir önermeyi destekleyen hiçbir şey bulunmamaktadır.
63. Bunun yerine, bu içtihadı işçilerin menfaatleri ve sendikalarının onların adına düzenlediği eylem arasında bir rabıtanın bulunmasının gerektiği biçiminde okumaktadır. Hydrex’teki durumda bu eksiktir. Eski iş arkadaşlarına destek amacıyla Jarvis işçilerinin ikincil eylemi yalnızca dayanışma temelinde olacaktır – böyle bir eylemin aralarında herhangi bir uyuşmazlık bulunmayan Jarvis karşısında kendilerine ait hiçbir menfaatle gerçek bir bağı bulunmayacaktır. Dolayısıyla ikincil eylem üzerindeki kısıtlama örgütlenme özgürlüğünün herhangi bir temel öğesi üzerinde etki doğurmamıştır. Bu nedenle madde 11 § 1’de düzenlenen hak üzerinde hiçbir müdahale bulunmamaktadır.
64. Hükümet’in görüşüne göre, ikincil eylemin hukuk tarafından düzenlenme biçimi bütünüyle Birleşik Krallık’ın takdir marjının içerisindedir. Mahkeme’nin içtihadında kabul ettiği gibi, bu alandaki marj, içerilen toplumsal ve siyasi hususların hassasiyeti ve Avrupa’daki endüstriyel ilişkilerin ulusal çerçevelerindeki önemli farklılıkların ışığında geniş bir marj olmalıdır. Her halükarda durum, bir bütün olarak, sınırlamanın başvurucunun hakları üzerindeki etkileri ile ikincil eylemin üçüncü taraflar üzerindeki potansiyel etkileri arasında denge sağlanmasını gerektiren 11. maddenin ışığında incelenmelidir. Hükümet, başvurucunun hakları üzerindeki etkileri bakımından, ikincil eylem yasağının bir işçi sendikasının üyelerinin kendi menfaatlerini savunmak için birincil eylemde bulunma kabiliyetine müdahale etmediğine işaret etmiştir. Buna karşın, ikincil eylemin Sözleşme’deki, özellikle de 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi ve 2. maddedeki hakları da dahil başkalarının hak ve özgürlükleri üzerindeki etki alanı geniş ve kontrol edilemez etkileri düzenlenmelidir. Dengeleme faaliyetinin birbiriyle yarışan Sözleşme haklarını içermesi durumunda, Mahkeme içtihadı ulusal makamlara geniş bir takdir marjı bırakır. Hükümet’e göre, Birleşik Krallık’ta kurulan denge savunulabilir bir dengedir.
65. Bunlara ek bir husus da, Birleşik Krallık’taki endüstriyel ilişkilerin, diğer birçok Avrupa devletindeki durumun aksine, fazlasıyla merkezsizleştirilmiş yapısıdır. Hükümet, bu durumun 1970lerdeki ikincil eylemlerin tahripkar etkilerini artırdığı ve Mahkeme’nin durumu Sözleşme’nin gerekleriyle bağdaşmaz bulması halinde aynı şeyin yine olacağı görüşündedir. Ayrıca –yine Avrupa’daki diğer ulusal sistemlerdekinin aksine– işçi sendikalarının geniş bir grev eylemi yapma özgürlüğünün olduğu da akılda tutulmalıdır. İngiliz sisteminde, “barış kaydı (peace clause)” kavramı bulunmamaktadır, bu toplu bir anlaşma sürecinde endüstriyel eylem yapmamaya ilişkin bağlayıcı bir taahhüttür. Bir grevin yoğunluğu ve genişliğini sınırlandırmak için herhangi bir orantılılık kuralı da bulunmamaktadır, bu bütünüyle işçi sendikalarının karar vereceği bir konudur. Başvurucunun son 30 yılın üzerinde bir zamandır toplu pazarlıktaki düşüşe ilişkin argümanına cevaben, Hükümet, meseleye ilişkin tarafsızlığına işaret etmiştir – işçiler ve işverenlerin toplu olarak mı yoksa diğer türlü mü ilişki kuracakları onların karar vereceği bir konudur. Hükümet, düşüşün ikincil eylem yasağı ya da başvurucu tarafından anılan diğer kısıtlamalardan kaynaklandığına itiraz etmiştir. İşgüçleri geleneksel olarak hayli örgütlü olan birçok kamu teşebbüsünün özelleştirilmesi ve işçilere işçi sendikalarının müdahaleleriyle değil mahkemeler aracılığıyla icra edilebilen çok daha fazla hak tanıyan iş hukukundaki gözle görülür değişimler gibi, iş başında olan başka faktörler de bulunmaktadır.
66. Sınırlama o kadar uzun zamandır yürürlüktedir ki, Hükümet’e göre, işçi sendikası kanadında Hükümet’in ekonomik koşullardaki mevcut güçlüklere yönelik ekonomik stratejisine karşı muhalif bir tutumun emareleri ortaya çıkmışsa da, yönetim ve işgücü sınırlamaya uyum sağlamıştır. Eğer başvurucu başarılı olur ve Hükümet ikincil eylem yasağını kaldırmak zorunda bırakılırsa, ülkenin toparlanması tehlikeye atılmış olacaktır.
67. İşçi sendikalarının, grev eylemine ilişkin kuralların dışında, şikayetlerini geniş örgütlenme özgürlüğü haklarını kullanarak kamusallaştırma imkanları bulunmaktadır. Hükümet, kamuoyunun süregiden bir iş uyuşmazlığıyla ilgili bilgilendirilmesi için elektrikçiler tarafından birçok kamusal mekanda düzenlenen gösterileri örnek göstermiştir.
68. Hükümet, başvurucunun ikincil eylem üzerindeki genel yasağın bir tür yakınlık ya da uzaklık anlayışına dayalı bir sınırlamayla değiştirilebileceği önerisini reddetmiştir. Bunlar doğaları gereği belirsiz kavramlardır ve bu terimlerle formüle edilen herhangi bir kural kaçınılmaz olarak hukuki belirsizlik yaratacaktır ve bu nedenle de hukuki ihtilaflara yol açması muhtemeldir. Gerçekte başvurucunun aradığı şey, tek koşulu asıl grevin hukuka uygun olması olan, salt farklı şirketlerde çalışan işçiler arasındaki dayanışma temelinde grev eylemi örgütleme hakkıdır. Bu, herhangi bir dengeleme faaliyetini saf dışı bırakacak şekilde ikincil eylem üzerinde hiçbir kısıtlamanın bulunmamasına yönelik bir taleptir. 11. maddeden böylesine kapsayıcı bir hak türetilemez. Başvurucu Hydrex’teki durumun diğer sektörlere geniş bir biçimde yayılma riski oluşturmadığını iddia etmişse de, bu konuyla alakalı bir nokta değildir –meclis her bir davanın kendi başına değerlendirmesine izin vermemiş, açık ve tek tip bir kuralı tercih etmiştir. Dolayısıyla yasak ya Sözleşme’yle uyumludur ya da değildir. İkinci ihtimalde, sonuç, bu toplum için bütün muhtemel sonuçlarıyla ikincil eylem yapılmasına yönelik çok geniş bir hakkın tanınması olacaktır.
69. Yukarıdaki analiz, Hükümet’e göre, başvurucunun bahsettiği diğer uluslararası metinlerin hükümlerinden etkilenmemektedir. Hükümet, Sosyal Şart’ın 6 § 4 maddesine ilişkin olarak, Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin grev hakkını, aralarında menfaat çatışmasının bulunduğu durumlarda, işçi sendikaları ve işverenler arasındaki toplu pazarlık sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul ettiği görüşündedir. Bu, işçilerin menfaatlerinin doğrudan devreye girdiği, birincil endüstriyel eyleme tekabül etmektedir, ikincil eyleme değil. Hükümet ayrıca Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin bir yargı organı ya da yarı-yargısal bir organ olmadığı, fakat basitçe kararlarını yıllık olarak Bakanlar Komitesi’ne sunan bağımsız bir organ olduğu yorumunu yapmıştır. Şart’a uyulmadığı herhangi bir durumla ilişkili olarak devletlere tavsiyelerde bulunma yetkisi olan Bakanlar Komitesi’dir. İkincil eylem yasağı söz konusu olduğunda, Bakanlar Komitesi hiçbir zaman bu konuda bir tutum benimsememiştir. Her halükarda Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin Birleşik Krallık’a yönelik bu konudaki eleştirisinin dayanağı, yasağın, “gerçek” ya da de facto işverene karşı, bunun doğrudan işverenden farklı bir kişi olması halinde, işçilerin grev yapmasını engelleme etkisine sahip olabilmesidir. Bu, UÇÖ Uzmanlar Komitesi’nin dile getirdiği eleştirinin de dayanağıdır; fakat bunun Mahkeme’nin meseleyi incelemesinin olgusal dayanağını oluşturan Hydrex’teki durumla hiçbir alakası yoktur. Her halükarda, o Komite yargısal ya da yarı-yargısal bir organ değildir ve UÇÖ Sözleşmelerine ilişkin yorumları kesin değildir. Rolü, daha ziyade uluslararası çalışma standartlarının uygulanma durumuna ilişkin tarafsız ve teknik değerlendirme sağlamaktır. Aslında grev hakkı sorunu, bugünlerde Uzmanlar Komitesi’nin yorumlarının statüsünün sorgulandığı UÇÖ içerisindeki keskin bir ihtilafın da nedenidir. Buna ek olarak, Hükümet, Uzmanlar Komitesi ile grev hakkının yalnızca bir kimsenin ekonomik menfaatlerinin savunulması durumunda uygulanabilir olduğunu kabul eden Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi arasında bir ayrışma olduğunu sezmektedir. UÇÖ Yönetim Kurulu’nun duruma ilişkin bir pozisyon almaktan sakınmış olması dikkate değerdir. Dolayısıyla Hükümet, Birleşik Krallık’ın 87 numaralı Sözleşme’deki yükümlülüklerini ihlal ettiğini kabul etmemiştir.
70. Hükümet, Mahkeme’ye sunulan karşılaştırmalı bilgilere dair yorumlarında, Birleşik Krallık’ın ikincil eylemi yasaklamada ya da önemli ölçüde sınırlamada yalnız olmadığını kaydetmiştir. Avrupa’daki farklı endüstriyel ilişkiler sistemlerinin taşıdığı büyük çeşitliliği düşünüldüğünde, tam bu nokta üzerinde herhangi bir yüzeysel karşılaştırma yapmak çok da yardımcı olmayacaktır. Başvurucuların iddia ettiklerinin aksine, bu çeşitlilik geniş bir takdir marjının lehinedir.
(c) Müdahiller
(i) ETUC/TUC
71. İki kuruluş, grev hakkının özgür toplumlarda sendikacılığın işleyişi için kesinlikte elzem olduğu ve ikincil eylem üzerindeki genel bir yasağın kabul edilemez olduğu yönündeki görüşlerini belirtmişlerdir. Grev hakkını açıkça tanıyan ya da bu hakkı koruduğu yönünde kesin yorumların yapıldığı bir dizi uluslararası anlaşmaya atıf yapmışlardır. UÇÖ denetim organlarının kararlarında, grev hakkı geniş bir biçimde uygulanmış ve güçlü bir koruma görmüştür. Grev hakkına kısıtlamalar getirilebilir, fakat bunlar uygulamada grev hakkının aşırı bir biçimde sınırlandırılmasıyla sonuçlanacak biçimde olmamalıdır. Sempati grevlerine izin verilmesi gerekmektedir. Bu, Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin kararlarında da açıkça ortaya konmuştur. İkincil eylem üzerinde genel bir yasak, uyuşmazlığın tarafı olan işçilerin hiçbir koşulda kendi sendikalarının ya da sendikalarıyla daha yüksek bir düzeyde (örn. federasyon ya da konfederasyon) birleşen diğer işçi sendikalarının üyelerini desteğe davet edemeyecekleri anlamına gelmektedir. Bu, bir işçi sendikasına katılmanın anlamını zayıflatmakta ve işçilerin kriz zamanlarında karşılıklı destek için birleşmekte özgür oldukları ilkesini yansıtan 11. maddenin bu yönünün amacının altını oymaktadır. Yasak, İngiliz iş ilişkilerinde temel yasa olan, 1906 tarihli İş Uyuşmazlıkları Yasası’ndan seksen yıldan fazla bir zaman sonra gelen görece yeni bir buluştur. Hükümet, UÇÖ Uzmanlar Komitesi önünde bu kısıtlamayı gerekçelendirmekte başarısız olmuştur. Bu Komite, özellikle Hükümet’in İngiliz iş ilişkileri sisteminin merkezsizleştirilmiş doğasının yasağı zorunlu kıldığı argümanını kabul etmemiştir. Bunun aksine, Komite, bu durumun, karmaşık şirket yapılarıyla, işi transfer ederek ya da şirketi gruptan ayırarak sendika faaliyetlerini kolaylıkla zayıflatabilen işverenlere karşı eylem yapabilmeyi işçiler için çok daha önemli bir hale getirdiğini kabul etmiştir. Birleşik Krallık’taki işçilerin, aynı şirketler grubunun bir parçasını oluşturan diğer bir işverenin istihdam ettiği iş arkadaşlarına destek amaçlı eylem yapmaları, bu uyuşmazlığın sonuçlarından etkilenseler dahi, yasaklanmıştır. Bunun haklı olduğu söylenemez. İki kuruluş, Hükümet’in yasayı değiştirme ihtiyacını görmezden gelmesi ve asgari uluslararası standartların düzeyine yükseltmeyi reddetmesinden duydukları endişeyi dile getirmiştir. Avrupa devletleri arasındaki ağırlık merkezi, bu tür eylemlerin tam olarak yasaklanmasıyla hiç kısıtlanmaması arasında bir yerlerde bulunuyor gibi görünmektedir. Birleşik Krallık’ta yürürlükte olan genel yasak, her koşulda, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasıyla gerekçelendirilemeyecek olan örgütlenme özgürlüğü üzerindeki haksız bir sınırlamadır.
(ii) Liberty
72. Liberty, ikincil eylem yasağının işçilerin ve onların sendikalarının haklarına haksız müdahale oluşturduğu görüşündedir. Örneğin çok küçük işletmelerde çalışanlar ya da çalışma şart ve koşulları bir müşteri gibi üçüncü kişiler tarafından belirlenen teşebbüslerde çalışanlar veyahut da çalışan statüleri güvencesiz olanlarınki gibi birçok durumda, işçiler aslında endüstriyel eylemde bulunma haklarını kullanamamıştır. Aynı işgücünün bütün üyelerinin işvereninin aynı olduğu geleneksel durum, artık geniş ve büyüyen işçiler kategorisinin gerçekliğine karşılık gelmemektedir. İngiliz ekonomisinde 3 milyondan fazla işin taşerona yaptırıldığı, bunların büyük bir kısmının, sendika yoğunluğunun geleneksel olarak en yüksek olduğu kamu sektöründe olduğu tahmin edilmiştir. Geleneksel işgücünün bu parçalanmışlığı, genel olarak iş hukuku bakımından sonuçlar doğurmaktadır ve işçi sendikaları için giderek artan bir biçimde farklı işletmeciler arasında dağılmış olan üyelerinin menfaatlerini savunmayı giderek daha da güçleştirmiştir. Bu bağlamda, ikincil eylem yasağının sonucu, sendika üyeliğinin değerini ziyadesiyle azaltmak olmuştur; çünkü sendikanın geniş bir dayanışmayla ve doğrudan işverenleriyle olan uyuşmazlıkta üyelerinin menfaatlerini korumak üzere harekete geçmesini engellemiştir. Yasak, şirketlerin örgütlenmelerini yeniden biçimlendirmek suretiyle işçi sendikalarının nüfuzunu azaltmalarını kolaylaştırmıştır. Yerel içtihatta, bu tür koşullarda tüzel kişilik perdesinin kaldırılamayacağı açıkça kabul edilmiştir. Bu, onları gerçek karar alım gücüne ya da denetime sahip olanlara karşı etkili bir biçimde harekete geçme imkanından yoksun bırakmıştır. 1980den önce, liman işçilerinin başka bir ülkeye kayıtlı gemilerde (flagged-out vessels) çok düşük ücretlerle çalıştırılan yabancı gemicilerle dayanışma içindeki endüstriyel eyleminin hukuka uygunluğunun kabul edildiği N.W.L. Ltd. - Woods davasında Lordlar Kamarası’nın gösterdiği gibi, ikincil grevlerin kapsamı oldukça geniştir. Yasak, bazı işçileri, işverenlerinin ticari ilişkileri üzerinde finansal baskı oluşturmak biçimindeki tek etkili sendika desteği kaynağından mahrum etmiştir. Ayrıca işçi sendikalarının tanınması için gerekli kanuni usullerin dışında bırakılmış olan küçük firmalarda (21’den az işçisi olan) örgütlenme özgürlüğünü güçleştirmiştir. Eğer böyle bir işveren gönüllü olarak bir işçi sendikasını tanımayı reddederse, ikincil eylem yasağı başka işyerlerindeki sendika üyelerinin işvereni sendikanın temsil yetkisini kabul etmeye ikna etmek için endüstriyel eylem yapmasını imkansız kılmıştır.
73. Liberty, bu Mahkeme’nin tutarlı bir biçimde işçilerin örgütlenme özgürlüğünün özünü koruduğunu ve bir grevin birincil mi ya da başka bir türde mi olduğuna hiçbir zaman önem atfetmediğini ileri sürmüştür. İkincil eylem madde 11 § 2’nin koşullarına uygun olarak sınırlandırılabilir ve yarışan hak ve özgürlükler karşısında dengelenebilirse de, bu hakkın özünü zedeleyecek düzeyde olamaz.
74. Hükümet, Liberty’nin yorumlarına, Liberty’nin mevcut davanın olgularıyla ilgili olmayan daha geniş çapta, artalana ilişkin meseleleri ele aldığı yorumunu yaparak cevap vermiştir. Hükümet, geçen yirmi yıl içerisinde iş piyasasının yapısının evrim geçirdiğini kabul etse de, bunun genel olarak ilgili işçilerin sendikal hakların faydalarından yararlanmalarını güçleştirdiğini kabul etmemiştir. Gerçekte uygulama sendikaların bu tür koşullarda etkili bir biçimde hareket etmeye muktedir olduklarını göstermiştir – Liberty’nin atıfta bulunduğu üç örnek, aslında bir iş uyuşmazlığının sendikanın dahli sayesinde başarıyla çözüme ulaştırıldığı örneklerdir (üç örnek şunlardır: biri havayolları yemek servisi çalışanlarını içermiş, biri 2012 Olimpiyatları sırasında Londra’daki otobüs şoförleriyle ilgili ve biri de kamyon şoförlerini içermiştir). İşçilerin gerçekte çalışma şartlarını ve koşullarını belirleyen tarafa karşı harekete geçmelerinin engellendiği suçlaması bir hipotezden ibarettir –buna ilişkin hiçbir gerçek örnek sunulmamıştır. Son 20 yıl içerisinde her yıl grevle kaybedilen günlerin sayısında da herhangi bir düşüş olmamıştır; ki bu da Liberty’nin iç hukukun sendikal özgürlükleri giderek kısıtladığı görüşünün aksini ispatlama eğilimindedir. Bu bakımdan, Birleşik Krallık AB ve OECD ortalamasına yakındır. Hükümet, 21 işçi eşiğinin, bir işçi sendikasını tanımaktan kaçınmak için işverenlerin kolayca istismar ettiği yasal bir boşluk oluşturduğu iddiası bakımından, bunun mevcut davanın olgularıyla ilişkisini anlamamaktadır. Öyle bile olsa, işverenlerin kanuni yükümlülüklerini atlatmalarına engel olan koruyucular bulunmaktadır. Sadece gerçekten küçük firmalar dışarıda bırakılmış ve bu siyasaya dayalı geçerli nedenlerden kaynaklanmıştır. Son olarak Hükümet, ikincil eylem yapmanın örgütlenme özgürlüğünün temel bir öğesi olduğu ya da yasağın madde 11 § 2’ye göre haklılaştırılamayacağı önermesinin, Mahkeme içtihadında hiçbir açık dayanağının bulunmadığını belirtmiştir.
(d) Mahkeme’nin değerlendirmesi
(i) 11. maddenin uygulanabilirliği
75. Mahkeme ilk olarak, başvurucunun ileri sürdüğü gibi ikincil eylemin Sözleşme’nin 11. maddesinin kapsamında mı yoksa Hükümet’in ileri sürdüğü gibi kapsamı dışında mı olduğunu tespit etmelidir. Sorun, daha önceki davalarda doğrudan ortaya çıkmamış yeni bir sorundur.
76. Hükümet’in önerisi, 11. maddenin ilk paragrafının ikinci cümlesinin lafzi olarak yorumlanmasıdır. Kendi başına alındığında metnin dilinden böyle bir anlam çıkartmak mümkün olsa da, Mahkeme, Anlaşmalar Hukukuna dair Viyana Sözleşmesi’nin 31 § 1 maddesinde öngörüldüğü gibi, bir anlaşmanın hükümlerinin onların olağan anlamlarına uygun olarak, bağlamları içerisinde ve hedef ve amaçları ışığında yorumlanması gerektiğini hatırlatır. Üstelik Sözleşme’nin bir boşlukta yorumlanamayacağını, fakat uluslararası hukukun genel ilkeleriyle uyum içerisinde yorumlanması gerektiğini çok kereler belirtmiştir. Viyana Sözleşmesi’nin 31 § 1 maddesinde belirtildiği gibi, “taraflar arasındaki ilişkiye uygulanabilir olan ilgili bütün kurallar” ve özellikle de insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasına ilişkin kurallar dikkate alınmalıdır (bkz. X. - Letonya [BD], no. 27853/09, § 92, ECHR 2013, kararda daha fazla atıf bulunmaktadır). Bu bakımdan, UÇÖ’nün 87 numaralı Sözleşmesi ve Avrupa Sosyal Şartı’nda ikincil eylemin sendikal özgürlüğün parçası olarak kabul edildiği ve korunduğu yukarıda aktarılan pasajlardan (26-27. paragraflar) açıkça görülmektedir. Hükümet, bu iki belgenin denetim organlarınca benimsenmiş pozisyonlara dair daha dar bir yorum getirmişse de, bu organlar Birleşik Krallık’taki ikincil eylem yasağını işverenlerce istismar edilmesine ilişkin bir risk algılandığı için eleştirmişler ve bunu bazı örneklerle göstermiştirler. Hükümet ayrıca, bu özel uluslararası standartlara uyumluluğu denetlemekle görevlendirilmiş uzman organların yorumlayıcı beyanlarına, Sözleşme’nin amaçları bakımından atfedilen otoriteyi de sorgulamıştır. Mahkeme analizinin daha sonraki kısmında dikkate alacaktır. Şu an için Demir ve Baykara kararından şu kısma (§85) atıfta bulunmak yeterlidir:
“Mahkeme, Sözleşme metnindeki terim ve kavramların anlamlarını tanımlarken, uluslararası hukukun Sözleşme’nin dışındaki ilkelerini, bu ilkelerin yetkili organlar tarafından yapılan yorumlarını ve Avrupa devletlerinin ortak değerlerini yansıtan uygulamalarını dikkate alabilir ve almalıdır.”
Mahkeme için, 11. maddeyle ilişkili olarak, işçi sendikalarının örgütlenme özgürlüğünün kapsamının uluslararası hukukta baskın olandan daha dar olan bir yorumunun benimsenmesi bu yöntemle bağdaşmayacaktır. Buna ek olarak, sendikal özgürlüğe ilişkin bu anlayış, ikincil eylemi uzun zamandır sendikal faaliyetlerin hukuka uygun bir biçimi olarak kabul eden birçok Avrupa devletinin uygulamasında da destek bulmaktadır.
77. İkincil eylemin doğası gereği sendikal özgürlüğün temel bir unsurundan ziyade tali bir unsurunu oluşturduğu ileri sürülebilir; Mahkeme bu noktaya analizinin sonraki aşamasında geri dönecektir. Ne var ki bir işçi sendikası tarafından, bir işverene karşı sendikanın üyelerinin başka bir işverenle çatışma içinde oldukları bir uyuşmazlığı ilerletmek için grev eylemi dahil olmak üzere ikincil bir endüstriyel eyleme girişilmesi, 11. madde tarafından kapsanan sendikal faaliyetin parçası olarak değerlendirilmelidir.
78. Mahkeme bu nedenle, başvurucunun Hydrex işçilerine destek amacıyla ikincil eylem düzenleme isteğinin Sözleşme’nin 11. maddesindeki anlamıyla örgütlenme özgürlüğü hakkını ulusal hukukun getirdiği kısıtlamadan bağımsız bir biçimde kullanma yönündeki bir istek olarak görülmesi gerektiği sonucuna ulaşmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun dayandığı örnekteki gibi ikincil eylem üzerindeki kanuni yasak, başvurucunun bu hükümdeki hakkına bir müdahale oluşturmaktadır. Böyle bir müdahalenin 11. maddenin 2. fıkrasına uygun olabilmesi için, “hukuken öngörülmüş” olduğunun, meşru bir amaç taşıdığının ve bu amaçları gerçekleştirmek için “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunun gösterilmesi gerekir.
(ii) Müdahalenin hukuka uygunluğu ve meşruluğu
79. Müdahalenin hukuken öngörüldüğü konusunda taraflar arasında bir anlaşmazlık bulunmamaktadır. Mahkeme de buna katılmaktadır.
80. Müdahalenin amacı bakımından ise, başvurucu müdahalenin madde 11 § 2’de hiçbir meşruiyet dayanağının bulunmadığını ileri sürmüştür. Ulusal güvenlik ya da kamu güvenliği, düzensizliğin ve suçun önlenmesi ya da sağlığın veya ahlakın korunmasıyla ilişkili olmadığı açıktır. Meşru olduğu kabul edilen son amaç, yani “başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması”na ilişkin olarak ise, başvurucu, grev hakkının böyle bir eylemin işveren üzerindeki etkisi dikkate alınarak sınırlandırılmasının mantıksız olduğunu ileri sürmüştür. Grev eyleminin amacı, tam da işvereni işgücünün taleplerini karşılamaya ikna etmek için, işverenin pozisyonu üzerinde güçlü bir etki yaratmaktır. Bunun grev hakkını engelleyen bir gerekçe olarak hizmet etmesine izin vermek hatalı olacaktır. Başvurucu bu nedenle Mahkeme’yi bu konuda, grev eylemi üzerindeki kısıtlamanın işverene referansla “başkalarının hakları”na ilişkin olduğunu kabul ettiği UNISON davasındaki (UNISON - Birleşik Krallık (k.k.), no. 53574/99, ECHR 2002 I) muhakemesini gözden geçirmeye davet etmiştir. Bir işverenin ekonomik çıkarlarının, işçilerin insan haklarının önüne geçmesine müsaade edilmemelidir. Böyle bir muhakeme, örneğin grev eylemi yapılması ile bunun işverenin çıkarları üzerindeki sonuçları arasında herhangi bir orantılılık ilkesini kabul etmeyen Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin yaklaşımıyla ters düşmektedir. Başvurucu ayrıca, UNISON kararının bu Mahkeme’nin Gustafsson - İsveç (25 Nisan 1996, Reports of Judgments and Decisions 1996 II) davasındaki kararıyla da ters düştüğünü ileri sürmüştür. Mahkeme o davada, başvurucunun işçi sendikasının işine yönelik boykotunun 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesindeki haklarına bir müdahale oluşturduğuna ilişkin şikayetini dikkate almamıştır. Dikkate değer ölçüde ekonomik zarara yol açmış olmasına rağmen, işi üzerindeki etkinin, kendisine yardım etmesi için devletin pozitif yükümlülüğüne yol açtığını da kabul etmemiştir. Mahkeme, bunun yerine bir günlük greve katılan kamu sektörü işçilerine karşı yaptırımları içeren iki davada yaptığı gibi daha katı bir yaklaşım benimsemelidir (Karaçay - Türkiye, no. 6615/03, 27 Mart 2007 ve Kaya ve Seyhan - Türkiye, no. 30946/04, 15 September 2009). Mahkeme, bu davalarda, sonunda şikayet edilen müdahalelerin “demokratik bir toplumda gerekli” olmadıklarını tespit ederek bu noktayı açık bırakmış olsa da, söz konusu müdahalelerin meşru amaç taşıdığından ikna olmamıştır.
81. Hükümet, yasağın başkalarının hak ve özgürlüklerini, herkesten çok iş uyuşmazlığıyla bağlantısı olmayan kişilerin hak ve özgürlüklerini korumayı amaçladığını ileri sürmüştür. İkincil eylemin üçüncü taraflar üzerinde oluşabilecek potansiyel olarak geniş kapsamlı ve kontrol edilemez etkileri ışığında, iş uyuşmazlığıyla bağlantısı olmayan kişilerin korunması, açıkça meclisin yasağı getirdiği sırada taşıdığı meşru amaçlardan biridir. Hükümet, ikincil eylemin bir kimsenin geçimini kazanma hakkı gibi Sözleşme’de korunan haklardan yararlanması üzerinde nasıl bir tehdit oluşturduğunun kolayca düşünülebileceğini eklemiştir.
82. Mahkeme, mevcut davanın UNISON davasından farklı olduğu kanaatindedir. UNISON, başvurucu işçi sendikasının, hastane hizmetlerinin yakın bir zamanda özelleştirilmesi bağlamında, üyelerinin gelecekteki çıkarlarını savunmak amacıyla endüstriyel eylem yapmasının engellenmesinin şikayet konusu edildiği birincil grev eylemine ilişkindir. İç hukuktaki yargılama boyunca Temyiz Mahkemesi, böyle bir grev eyleminin toplumun üyeleri üzerindeki etkisinin ortaya çıkan hukuki sorunlarla ilişkisinin olmadığına karar vermiştir. Bu Mahkeme aynı görüşü benimsemiştir ve bu nedenle “başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” amacı bu koşullar altında yalnızca işverenin haklarına atıf yapacak şekilde anlaşılmıştır. Mevcut davayı farklı kılan, bu davanın ikincil eyleme ilişkin olmasıdır. Hükümet’in ileri sürdüğü gibi, ikincil eylemin doğası gereği birincil eyleme kıyasla çok daha geniş sonuçlar doğurması mümkündür. İş uyuşmazlığının tarafı olmayan kişilerin haklarını etkileme, ekonomide geniş bir tahribata yol açma ve hizmetlerin halka ulaştırılmasını etkileme potansiyeli taşımaktadır. Dolayısıyla Mahkeme, meclisin ikincil eylemi yasaklarken, bir iş uyuşmazlığındaki işveren tarafıyla sınırlı olmaksızın başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma meşru amacını taşıdığına ikna olmuştur.
(iii) Demokratik toplumda gereklilik
83. Geriye ikincil endüstriyel eylem üzerindeki kanuni yasağın, başvurucunun Hydrex’teki üyelerinin menfaatlerini koruma kabiliyetini etkilemesinden dolayı, “demokratik bir toplumda gerekli” olarak kabul edilip edilmediğinin belirlenmesi kalmıştır. Öyle olduğunun kabul edilebilmesi için, şikayet edilen müdahalenin “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaca” karşılık gelmesi, müdahaleyi gerekçelendirmek için ulusal makamlar tarafından gösterilen gerekçelerin ilgili ve yeterli olması ve taşınılan meşru amaçla orantılı olması gerekmektedir.
84. Mahkeme ilk önce, başvurucunun grev eylemi yapma hakkının 11. maddedeki sendika özgürlüğünün temel bir öğesi olarak kabul edilmesinin gerektiği, böylelikle de kısıtlanmasının örgütlenme özgürlüğünün tam da özüne zarar vereceği argümanını değerlendirmiştir. Mahkeme, daha önce endüstriyel eylem üzerindeki kısıtlamaların 11. maddenin ihlaline sebep olduğunu tespit ettiği birçok davayı karara bağladığını hatırlatır (örneğin bkz. Karaçay - Türkiye, no. 6615/03, 27 Mart 2007; Dilek ve Diğerleri - Türkiye, no. 74611/01, 26876/02 ve 27628/02, 17 Temmuz 2007; Urcan ve Diğerleri - Türkiye, no. 23018/04, 23034/04, 23042/04, 23071/04, 23073/04, 23081/04, 23086/04, 23091/04, 23094/04, 23444/04 ve 23676/04, 17 Temmuz 2008; Enerji Yapı-Yol Sen - Türkiye, no. 68959/01, 21 Nisan 2009). Başvurucu, bu kararlardan “zaruri doğal sonuç (indispensable corollary)” teriminin grev hakkıyla ilişkili olarak kullanıldığı sonuncu karara, bu kararı örgütlenme özgürlüğü ile ilişkilendirerek çok fazla önem vermiştir (Enerji, §24). Bununla beraber bu kararın grev hakkına imtiyazlı bir statü bahşederek 11. maddenin gelişen yorumundan ziyade, UÇÖ’nün denetim organlarınca benimsenen pozisyonuna değindiği not edilmelidir. Daha genel olarak, yukarıda bahsedilen davalar, grev eyleminin 11. madde tarafından açıkça korunduğunu göstermektedir. Mahkeme bu nedenle mevcut davada, endüstriyel eylemde bulunmaya, 11. maddenin sağladığı güvencenin temel bir öğesi statüsü verilmesinin gerekip gerekmediğini tespit etmeye ihtiyaç duymamaktadır.
85. Bu olayın koşulları, başvurucunun aslında örgütlenme özgürlüğünün temel öğeleri olduğu tespit edilmiş iki unsurundan yararlandığını göstermektedir; bunlar, bir işçi sendikasının işvereni üyeleri adına söylemek zorunda olduğu şeyi dinlemeye ikna etmeyi isteme hakkı ve toplu pazarlık yapma hakkıdır. Sendikanın Hydrex’teki üyeleri tarafından yapılan grev, bunun bir parçasıdır ve amacına ulaşamamış olsa da boşuna da olmamıştır; zira şirketin teklifini değiştirmesini sağlamıştır ve başvurucu da bu teklifi üyelerine tavsiye etmiştir. Hükümet’in başvurucuyu o dönemde değiştirilmiş teklifi destekleyip daha sonra mevcut davada tutumunu ters yönde değiştirmesini eleştirmesine rağmen, Mahkeme, başvurucunun üyelerinin olumsuz oyuna saygı duymakla bağlı olduğunu kabul etmektedir. Fakat uyuşmazlığın tarafı olan sendika üyelerinin işverenine karşı grev eylemi de dahil toplu pazarlık ve endüstriyel eylem sürecinin başvurucunun ve üyelerinin arzuladığı sonuca ulaşmamış olması, 11. madde haklarından yararlanmanın hayali olduğu anlamına gelmemektedir. Toplu pazarlık hakkı, bir toplu sözleşme “hakkı”nı içerecek biçimde yorumlanmamıştır (bu konuda bkz. Mahkeme’nin yetkililer üzerinde toplu bir sözleşmeye gerçekten katılmaları için herhangi bir yükümlülüğün bulunmamasının davanın bir parçasını oluşturmadığı yorumunu yaptığı Demir ve Baykara kararının 158. paragrafı). Ne de grev hakkı üstün gelmeye ilişkin bir hak içermektedir. Mahkeme’nin sıklıkla belirttiği gibi, Sözleşme’nin gerektirdiği, ulusal hukukta işçi sendikalarına, 11. maddeyle çelişmeyen koşullarda, üyelerinin menfaatlerinin korunması için çaba sarf etme olanağı sağlanmasıdır (Demir ve Baykara, §141; daha yakın tarihli Sindicatul “Păstorul cel Bun” - Romanya [BD], no. 2330/09, §34, 9 Temmuz 2013). Mevcut davada uyuşmazlığa dahil olan başvurucu ve üyeleri bunu büyük oranda yapabilmiştir.
86. Daha önceki sendika davalarında, Mahkeme, birey ve toplumun bir bütün olarak yarışan menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiştir. İşçilerin ve yönetimin menfaatleri arasında uygun bir dengenin kurulması hassas toplumsal ve siyasal meseleler içerdiği için, Sözleşmeci Devletlere sendikal özgürlüğün ve sendika üyelerinin mesleki menfaatlerinin nasıl korunabileceği bakımından geniş bir takdir marjı verilmelidir. Büyük Daire, bu noktaya ilişkin en son yorumunda ve bu alanda yerel sistemler arasında tespit ettiği yüksek düzeydeki farklılıklara atıfta bulunarak, marjın geniş olması gerektiğini kabul etmiştir (Sindicatul “Păstorul cel Bun”, yukarıda geçen, §133). Başvurucu ağırlıklı olarak, Mahkeme’nin davalı devlete sınırlı bir marj bırakılması gerektiğine karar verdiği Demir ve Baykara kararına dayanmıştır (bkz. kararın §119). Bununla beraber Mahkeme, söz konusu pasajın, kararın örgütlenme özgürlüğünün özüne dokunan çok geniş kapsamlı bir müdahalenin, bir işçi sendikasının kapatılmasının, incelendiği bölümünde göründüğüne işaret edecektir. Yerel makamların takdir marjını, normal demokratik süreçler aracılığıyla, ilgili ülkenin toplumsal ve ekonomik çerçevesi içerisinde sendikal özgürlüğün kullanımının düzenlenmesine ilişkin olarak katı bir biçimde mutlak olarak daralttığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Marjın genişliği, hala söz konusu sendikal hak üzerindeki sınırlamanın niteliği ve kapsamı, itiraz edilen kısıtlamayla güdülen amaç ve bu hakkın sınırsız bir biçimde kullanılmasının bir sonucu olarak zarar görmesi muhtemel olan diğer bireylerin yarışan hakları ve menfaatleri de dahil olmak üzere, Mahkeme’nin içtihadında ilgili olduğunu tespit ettiği faktörlere bağımlıdır. İlgili uluslararası belgelerin yansıttığı herhangi bir uluslararası mutabakat gibi, davada ortaya çıkan mesele bakımından Avrupa Konseyi üyesi devletler arasındaki ortak temelin derecesi de ilgili bir faktör olabilir (Demir ve Baykara, §85).
87. Eğer yasal bir kısıtlama, sendika faaliyetinin özüne dokunuyorsa, ulusal yasa koyucuya daha az bir takdir marjı tanınması gerekir ve sonuçta ortaya çıkan sendikal özgürlüğün kullanımına yönelik genel yarar adına yapılmış müdahalenin orantılılığının haklılaştırılması için daha fazlası gereklidir. Buna karşılık, eğer etkilenen sendika faaliyetinin özü değil de ikincil ya da tali bir unsuruysa, marj daha geniştir ve sendikal özgürlüğün kullanımı bakımından doğurduğu sonuçlar söz konusu olduğu ölçüde müdahalenin doğası gereği orantılı olması muhtemeldir.
88. Mevcut davada başvurucunun sendikal özgürlüğünün kullanımında maruz kaldığı müdahalenin niteliği ve kapsamı bakımından ise, Mahkeme müdahalenin başvurucunun ileri sürdüğü kadar saldırgan olmadığı görüşündedir. Davaya ilişkin olgular, başvurucunun sınırlı bir ölçekte ve sınırlı sonuçlarla da olsa, bir grev yapabildiğini göstermektedir. Söz konusu iş uyuşmazlığında hiçbir dahli bulunmayan diğer, ayrı bir şirket olan Jarvis’teki yüzlerce üyesinin muhtemel ya da fiili dahli aracılığıyla grevi tırmandırma isteği hüsrana uğramıştır. Mahkeme, başvurucunun ikincil eylemin başarılı olacağına ilişkin inancını kaydetmiştir. Kaçınılmaz olarak, konuya ilişkin herhangi bir oylamanın sonucu da dahil olmak üzere, bu yalnızca bir spekülasyon konusu olabilir – çünkü bu eylem biçimine açıkça imkan tanınmamıştır. İkincil eylem yasağının sonuçlarının başvurucunun örgütlenme özgürlüğünün tam da özüne dokunduğu söylenemez. Dava, bu gerekçeyle tümü kamu sektörü işçilerinin “birincil” ya da doğrudan endüstriyel eylemleri üzerindeki kısıtlamalara ilişkin olan yukarıda 84. paragrafta bahsedilen diğer davalardan ayrılmalıdır; ve kamu yararına sendikal faaliyetin ikincil unsurlarının düzenlenmesine ilişkin olarak ulusal makamlara tanınan takdir marjı daha geniştir.
89. Mevcut davanın konusu olan müdahalenin hedefine ilişkin olarak, 1980 tarihli İstihdam Yasası’nın kabulünden önce mecliste yapılan tartışmaların özetleri, kanun koyucunun ikincil eylem yapmaya ilişkin çok geniş olan hakkın sınırlandırılması yoluyla, iş ilişkilerinde ekonominin daha geniş kesimlerinin yararına yeni bir dengenin kurulmasına yönelik bir amacının bulunduğunu açıklığa kavuşturmaktadır. Bundan on yıl sonra, dönemin Hükümeti, ikincil eylemin çok daha sınırlı bir biçiminin dahi, ekonomi ve ülkenin ekonomik faaliyetindeki iç yatırımlar üzerinde bir risk oluşturduğuna karar vermiştir. Siyasi bir tercih olarak, endüstriyel eylemi birincil grevlerle sınırlamanın İngiliz ekonomisinde çok daha kabul edilebilir bir denge oluşturacağı görüşüne varmıştır. Hükümet, bu pozisyonu mevcut davada da tekrarlamıştır. Bu değerlendirmeye o dönemde muhalefet tarafından sert bir şekilde itiraz edilmiş ve başvurucu tarafından ekonomiye doğrudan zararı olduğunu gösteren açık bir kanıt yerine sendikalara duyulan düşmanlığa dayandığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Fakat bu davada ihtilafın konusu, muhakkak ki davalı devletin sosyal ve ekonomik stratejisiyle ilişkilidir. Bu bakımdan Mahkeme, genellikle geniş bir takdir marjına izin verir; çünkü ulusal makamlar ve bilhassa da demokratik olarak seçilmiş meclisler kendi toplumlarına ve onun ihtiyaçlarına dair doğrudan bilgiye sahip oldukları için, ilkesel olarak toplumsal ve ekonomik bakımdan neyin kamu yararına olduğunu ve hangi yasal tedbirlerin seçilen toplumsal, ekonomik ya da endüstriyel politikaların uygulanması için ülkelerinin koşullarına en uygun olduğunu takdir etmek konusunda uluslararası yargıçtan daha iyi bir konumdadırlar (diğer kararların yanı sıra bkz. Stummer - Avusturya [BD], no. 37452/02, §89, ECHR 2011).
90. Birleşik Krallık yasa koyucusunun erişimine açık olan izin verilebilir tercihlerin çeşitliliği bakımından başka sonuçlar doğuran faktörlerin bulunduğu doğrudur.
91. Bunlardan ilki, ikincil eylem konusunda Avrupa devletleri arasında bulunduğu söylenebilecek ortak temelin kapsamıdır. Mahkeme’ye sunulan karşılaştırmalı bilgi, Yunanistan, Finlandiya, Norveç ve İsveç gibi ülkelerdeki geniş ölçüde müsamahakar bir tutumdan, ikincil eylemi kabul etmeyen ya da ikincil eyleme izin vermeyenlere kadar değişen geniş bir yelpazede yer alan ulusal pozisyonları ortaya çıkartmaktadır. Yukarıda değinilen (38-41. paragraflar) diğer devletler, bu iki uç nokta arasında konumlanmaktadır. Hükümet, endüstriyel ilişkiler alanında Avrupa devletleri arasında bulunan derin yapısal ve kültürel farklılıkları vurgulayarak, karşılaştırmalı perspektifin önemini hafife almıştır. Mahkeme, sendikaların haklarına ilişkin diğer davalarda tanıdığı çeşitliliği kabul etmektedir (örn. Sindicatul “Păstorul cel Bun”, yukarıda geçen, §133, ve Sørensen ve Rasmussen - Danimarka [BD], no. 52562/99 ve 52620/99, §58, ECHR 2006 I). Buna rağmen, davalı devletin, ikincil eylem üzerindeki genel yasağıyla, konu üzerinde böyle bir kategorik duruş benimseyen küçük bir grup Avrupa devletinden biri olarak, karşılaştırmalı yelpazenin bir ucunda bulunduğu açıktır. Bununla beraber, değişken karşılaştırmalı tablo ve Birleşik Krallık’ın onun içindeki pozisyonu, kendi başına yerel makamların sendika faaliyetlerinin bu unsurunu düzenlerken, meşru takdir marjlarının dışına çıktıkları anlamına gelmemektedir.
92. İkinci olarak, bu davanın öne çıkan bir özelliği, uluslararası hukuk materyallerinin zenginliğidir. Birleşik Krallık ikincil eylemi yirmi yıldan daha uzun bir zaman önce yasaklamıştır ve bu süre boyunca UÇÖ Uzmanlar Komitesi ve Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin eleştirel yorumlarına maruz kalmıştır. Başvurucu, bu materyallere kendi lehine başvurmuştur. Hükümet, yapılan bu eleştirilerin mevcut davada ortaya konulan olgularla alakalı olduğunu ya da başka bir nedenle önemli olduğunu kabul etmemiştir. Mahkeme şimdi bu noktayı inceleyecektir.
93. Hükümet, formüle edildikleri tarzı dikkate alarak, iki organın eleştirilerinin bu davayla ilgisini tartışmıştır; çünkü bu eleştiriler başvurucunun sorguladığından bütünüyle farklı olan muhtemel durumlara yönelik olarak yapılmıştır (bkz. yukarıda 33 ve 37. paragraflar).
94. Hükümet, Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin değerlendirmelerini hukukun yetkili bir kaynağı olarak görmemiştir; zira üyelerinin bağımsızlığı ve uzmanlığına rağmen, Komite yargısal ya da yarı-yargısal bir statüye sahip değildir. Rolü, Bakanlar Komitesi’ne rapor sunmaktır. Mahkeme, Avrupa Sosyal Şartı’nda Değişiklik Yapan Protokol’de ( “Turin Protokolü” olarak da bilinir, Council of Europe Treaty Series No. 142) Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin yetkisinin koşullarının belirlenmiş olduğunu gözlemlemektedir; bu da “yasal bir bakış açısından ulusal hukuk ve uygulamanın Şart’tan doğan yükümlülüklerle uyumluluğunu değerlendirmektir.” Bu Protokolün Birleşik Krallık da dahil birçok taraf devlet tarafından onaylanmamasından ötürü henüz yürürlüğe girmediği doğrudur. Fakat Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin yorumlayıcı rolü genellikle devletler tarafından ve Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilmiş gibi görünmektedir. Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin Şart’a ilişkin yorumlarını ve devletlerin Şart’ın çeşitli hükümlerine uyumluluğuna ilişkin değerlendirmelerini defalarca dikkate almış olan Mahkeme tarafından şüphesiz ki kabul edilmektedir (örn. Demir ve Baykara; ayrıca Mahkeme’nin Komite’yi bu alanda “özellikle ehil” olarak tanımladığı bir işçi sendikası davası olan Tüm Haber Sen ve Çınar - Türkiye, no. 28602/95, §39, ECHR 2006 II).
95. Bu meseleye ilişkin olarak Bakanlar Komitesi’nin Birleşik Krallık’a hiçbir tavsiyede bulunmamış olması konusunda, Mahkeme her şeyden evvel Turin Protokolü’ne göre Bakanlar Komitesi’nin rolünün, devletlere sosyal, ekonomik ve diğer politik hususların yönlendirmesiyle seçici bir temelde tavsiyelerde bulunmak olduğunu kaydetmektedir. Rolü, Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin kararlarını doğrulamak değildir. Mahkeme, ikinci olarak, Avrupa Sosyal Şartı Resmi Komitesi’nin, Birleşik Krallık’a “Hükümet’i durumu Şart’a uygun hale getirmek için yeterli bütün adımları atmaya teşvik eden” bir uyarıyı kabul ederek, ikincil eylem sorununa dair bir Bakanlar Komitesi tavsiyesi yolunda ilk adımı atmış olduğunu kaydeder (bkz. kararlara ilişkin Rapor XIX-3 (2010), T-SG (2012) 1 final, s. 59).
96. Hükümet, UÇÖ Uzmanlar Komitesi bakımından da benzer bir yorumda bulunmuştur – bu organın resmi olarak UÇÖ Sözleşmeleri’ne bağlayıcı yorumlar getirme yetkisi bulunmamaktadır. Mahkeme’nin dikkatini, tam da grev hakkının yasal statüsü ya da hatta varlığına ilişkin UÇÖ içerisindeki devam eden bir anlaşmazlığa çekmiştir. Uzmanlar Komitesi, yakın bir zamanda “görüş ve tavsiyelerinin, UÇÖ denetim mekanizması içerisinde bağlayıcı olmadığı ve uluslararası bir belge açıkça onları böyle kabul etmedikçe ya da bir ülkenin yüksek mahkemesi kendi iradesiyle böyle olduğuna karar vermedikçe, UÇÖ dışında bağlayıcı olmadığını” belirterek kendi rolünün sınırlarını kabul etmiştir (Collective Bargaining in the Public Service: A Way Forward başlıklı raporun önsözünden, a report of the ILO Committee of Experts to the 102nd session of the International Labour Conference, 2013). Bu metin, Uzmanlar Komitesi’nin yorumlarını “bağlayıcı olmayan hukuk (soft law)” olarak tanımlayarak devam eder. Önsöz şöyle bitmektedir (§8):
“UÇÖ Sözleşmelerinin yorumu ve Uluslararası Adalet Divanı’nın bu alandaki rolüne ilişkin olarak, Komite, 1990’dan beri görev tanımının kendisine Sözleşmeleri bağlayıcı bir biçimde yorumlama imkanı tanımadığına, bunu yapma yetkisinin UÇÖ Anayasası’nın 37. maddesiyle Uluslararası Adalet Divanı’na verildiğine işaret etmiştir. Buna rağmen, Sözleşme’nin gereklerine saygı gösterilip gösterilmediğini tespit etme işlevini gerçekleştirmek için, Komite’nin Sözleşme hükümlerinin içeriğini ve anlamını değerlendirmek, yasal kapsamlarını belirlemek ve uygun olduğunda bu konulardaki görüşlerini ifade etmek zorunda olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak Komite, görüşlerinin, Uluslararası Adalet Divanı’yla çelişmediği sürece, geçerli ve genel olarak kabul görmüş olarak değerlendirilmesi gerektiği kanaatindedir. Komite, bu hususların kabulünün, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün düzgün bir biçimde çalışması için gerekli olan hukukilik ilkesi ve dolayısıyla da hukuki kesinlik için zaruri olduğu görüşündedir.”
97. Mahkeme bu açıklamanın, Sözleşme’nin bazı hükümlerinin yorumu için bu organın bir referans noktası ve kılavuz olarak rolünü yeniden değerlendirmesini gerektirdiğini düşünmemektedir (genel olarak bkz. Demir ve Baykara, yukarıda geçen, §§65-86). Hükümet 2012’deki 101. Uluslararası Çalışma Konferansı’nda dile getirilen bazı anlaşmazlıklardan bahsetmişse de, ilgili toplantının kayıtlarından anlaşmazlığın işveren grubundan kaynaklandığı ve onlarla sınırlı olduğu anlaşılmaktadır (Provisional Record of the 101st Session of the International Labour Conference, 19 (Rev.), §§82-90). Bu tartışma sırasında söz alan hükümetlerin, “grev hakkının yerleşikleşmiş ve yaygın kabul görmüş bir temel hak” olduğunu söyledikleri rapor edilmektedir. Norveç Hükümeti’nin temsilcisi, ülkesinin, Uzmanlar Komitesi’nin grev hakkının 87 numaralı Sözleşme’de korunduğu yorumunu bütünüyle kabul ettiğini eklemiştir. Her halükarda, davalı Hükümet, mevcut davada, 11. maddede tanınan bir sendikaya katılma hakkının normal olarak grev yapabilmeyi de içerdiğini kabul etmiştir (bkz. yukarıda 62. paragraf).
98. En ilgili uluslararası belgeler altında kurulan yetkili organlar tarafından dile getirilen yorumlayıcı görüşlere dair yukarıdaki analiz, Mahkeme’nin önündeki karşılaştırmalı materyale dair ulaşılan sonucu yansıtmaktadır; başka bir ifadeyle, davalı devlet ikincil endüstriyel eyleme getirdiği genel yasakla kendisini bu konudaki ulusal düzenleyici yaklaşımlar yelpazesinin en kısıtlayıcı ucunda bulmaktadır ve daha az kısıtlayıcı bir yaklaşıma davet ettiği görülen uluslararası eğilimle de uyumsuzdur. Böyle bir sonucun belli bir davada Mahkeme’nin değerlendirmesi için taşıyabileceği önem, Demir ve Baykara kararında (§85) aşağıdaki sözlerle açıklanmıştır:
“Belli bir alana özgülenmiş uluslararası belgelerden ve Sözleşmeci Devletlerin uygulamasından ortaya çıkan mutabakat, Mahkeme için, belli davalarda Sözleşme’nin hükümlerinin yorumlanmasında ilgili bir husus teşkil edebilir.”
Büyük Daire’nin yorumu, UÇÖ ve Avrupa Sosyal Şartı’nın denetim usulleriyle kıyaslandığında Mahkeme’nin denetiminin farklı karakterini yansıtır. Bu usuller altında çalışan belli bir alanda uzmanlaşmış uluslararası denetim organları, ikincil eylem yasağını analiz etmekte kullanılan daha genel terimlerin ortaya koyduğu farklı bir bakış açısına sahiptir. Bunun aksine, Mahkeme’nin görevi ilgili iç hukuku soyut olarak gözden geçirmek değildir, fakat başvurucuyu gerçekten ne şekilde etkilediğini, onun Sözleşme’nin 11. maddesindeki haklarını ne şekilde ihlal ettiğini tespit etmektir (bkz. Von Hannover - Almanya (no. 2) [BD], no. 40660/08 ve 60641/08, §116, ECHR 2012; ayrıca Kart - Türkiye [BD], no. 8917/05, §§ 85-87, ECHR 2009 (extracts)). Üçüncü taraflar gibi başvurucu da, yasağın çeşitli farazi senaryolardaki muhtemel etkileri üzerinde durmuştur, ki bunlar konuyla doğrudan ilgili işçilerin birincil eylem yapacak pozisyonda olmaması halinde, dolayısıyla da mevcut davadan farklı olarak, sendikal özgürlüğün tam da özüne dokunacak biçimde, endüstriyel eylemin herhangi bir biçimini dışarıda bırakacak kadar öteye gidebilirler. Ayrıca yasağın, işverenlerin iş merkezlerini delokalize etmek, işi başka şirketlere yaptırmak ve işi ayrı tüzel kişilere ya da fason şirketlere devretmek üzere karmaşık şirket yapıları oluşturmak gibi çeşitli yasal hilelere başvurarak, hukuku kendi avantajlarına istismar etmelerini kolaylaştıracağı kanısına varmışlardır (bkz. yukarıda 33 ve 37. paragraflar). Kısacası, işçi sendikaları kendilerini üyelerinin menfaatlerini korumaya yönelik meşru, normal faaliyetlerinin icrası bakımından ağır bir biçimde engellenmiş bulabilirler. Bununla beraber, kanuni yasağın iddia edilen bu geniş kapsamlı olumsuz etkileri Hydrex’teki durumda ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla Mahkeme, UÇÖ ve Avrupa Sosyal Şartı’nın ilgili denetim organlarınca yapılan olumsuz değerlendirmelerin, ikincil grevler üzerindeki kanuni yasağın mevcut davada şikayet edilen koşullara benzer koşullardaki işleyişinin Sözleşme’nin 11. maddesi uyarınca ulusal makamlara açık olan izin verilebilir seçenekler kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesinde ikna edici bir ağırlığa sahip olmadığı kanaatindedir.
99. Yerel makamların takdir yetkisi sınırsız değildir, fakat Avrupa denetimiyle el ele gitmektedir; belli bir sınırlamanın 11. madde tarafından korunduğu haliyle örgütlenme özgürlüğüyle uzlaştırılabilir olup olmadığı hakkında son kararı vermek Mahkeme’nin görevidir (Vörður Ólafsson - İzlanda, no. 20161/06, §76, ECHR 2010). Hükümet, ikincil grevler üzerindeki kanuni yasağı muhafaza etmeyi gerektiren “zorlayıcı toplumsal ihtiyacın”, yerel ekonomiyi, izin verilmesi halinde ülke ekonomisinin toparlanmasını riske sokacak bu tür endüstriyel eylemlerin tahripkar etkilerinden korumak olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme, bir ülkenin iş ilişkileri politikasını da içerecek şekilde anlaşılması gereken sosyal ve ekonomik politikalar alanında, genellikle yasa koyucunun politik tercihine, bu “açıkça makul bir dayanaktan yoksun” olmadıkça saygı gösterecektir (Carson ve Diğerleri - Birleşik Krallık [BD], no. 42184/05, §61, ECHR 2010). Dahası Mahkeme, yerel karar vericinin, demokratik bir toplumda fikirlerin geniş bir biçimde farklılaşabildiği genel politikaya ilişkin konulardaki rolüne atfedilen “özel ağırlığı” kabul etmiştir (Sözleşme’nin 10. maddesi bağlamında bkz. MGN Limited - Birleşik Krallık, no. 39401/04, § 200, 18 Ocak 2011; Mahkeme’nin yasa koyucunun yararlandığı “doğrudan demokratik meşruiyet”e değindiği Hatton ve Diğerleri v. Birleşik Krallık [BD], no. 36022/97, §97, ECHR 2003 VIII). İkincil eylem yasağı, yirmi yıldan fazla bir zamandır, bu süre içerisinde hükümetin iki kez değişmiş olmasına rağmen dokunulmadan kalmıştır. Bu, Birleşik Krallık’ta geniş bir siyasi görüş yelpazesini kapsayan, yasağı destekleyen demokratik bir mutabakata ve gerekçelerinin kabul edildiğine işaret etmektedir. Bu hususlar Mahkeme’yi, yerel yasa koyucunun, endüstriyel ilişkilerin siyasi, toplumsal ve ekonomik bağlamında daha geniş kamu yararına en iyi nasıl hizmet edileceğine ilişkin değerlendirmelerinde, 11. maddenin amaçları bakımından hem ilgili hem de yeterli nedene dayanmış olduğu sonucuna ulaşmaya sevk etmiştir.
100. Mahkeme itiraz edilen sınırlamanın orantılılık ilkesini zedeleyip zedelemediğini de incelemelidir. Başvurucu, yarışan haklar ve menfaatlerin herhangi bir biçimde dengelenmesini tümüyle engelleyen ve durumlar arasında bir fark gözetilmesini önleyen mutlak niteliği dikkate alındığında zedelediğini ileri sürmüştür. Hükümet, yasa koyucunun tek tip bir kural lehine vaka bazında değerlendirmeden sakınma kararını savunmuştur ve daha az kısıtlayıcı herhangi bir yaklaşımın pratik olmadığını ve etkisiz olduğunu iddia etmiştir. Mevcut davada olduğu gibi potansiyel olarak çok sayıdaki bireysel vaka arasındaki kaçınılmaz farklılıklar, meclis tarafından sağlanan genel dengeyi bozacak nitelikte değildir.
101. Mahkeme, bir müdahaleye dayanak oluşturan bir yasanın genel niteliğinin kendiliğinden orantılılık ilkesini zedelemediğini gözlemlemektedir. Daha evvel de hatırlattığı gibi, bir devlet, Sözleşme’ye uygun olarak, mevzuatın kapsamındaki her bir vakanın bireysel, zorunlu olarak farklılaşan ve belki de karmaşık koşullarına ilişkin bireyselleştirilmiş değerlendirmeler yapmaksızın önceden tanımlanmış durumlara uygulanan genel yasal tedbirler alabilir (bkz. Animal Defenders International - Birleşik Krallık [BD], no. 48876/08, §107, 22 Nisan 2013, Sözleşme ve 1 No’lu Protokol’ün farklı hükümlerine ilişkin daha fazla atıf bu kararda bulunabilir). Bu, tekil vakaların kendilerine özgü koşullarının Mahkeme’nin orantılılık analizi için öneminin olmadığı anlamına gelmez. Aslında onlar genel tedbirin uygulamadaki etkisinin kanıtlarını oluştururlar ve bu nedenle orantılılığı için önemlidirler (ibid., §108). Daha evvel belirtildiği gibi, başvurucunun, Hydrex’te geçen olaylar dizisinde kendisinin aktardığı biçimiyle örgütlenme özgürlüğü üzerindeki müdahale, objektif olarak, özellikle geniş kapsamlı bir müdahale olarak değerlendirilemez.
102. Yasanın herhangi bir biçimde gevşetilmesine eşlik eden riskler, öncelikle devletin değerlendireceği bir husustur (ibid., §108). Bu bakımdan başvurucu, daha fazla yayılma etkisi olmaksızın eylemini Jarvis’teki ikincil bir grevle sınırlı tutacağını ileri sürmüştür. Fakat bu ancak bir spekülasyon konusu olabilir. Dava dosyasındaki belgelerin gösterdiği gibi, meclisin ikincil eylemlerin geniş kapsamını daraltmasına yol açan nedenin kendisi, ikincil eylemin 1980 öncesinde asıl iş uyuşmazlığının çok daha ötesine hızla yayılma kapasitesidir. Başvurucuya göre, 11. maddenin gereklerine uymak için, Birleşik Krallık’ın bu duruma geri dönmesi gerekmektedir.
103. İçtihatta kabul edildiği gibi, yetkililerin, bireyselleştirilmiş yaklaşımın yol açabileceği belirsizlik, sonu gelmeyen hukuki ihtilaflar, vergi mükelleflerinin zararına orantısız kamu harcamaları ve muhtemel keyfilik gibi pratik güçlüklerin yanı sıra fizibiliteye ilişkin kaygılara göre hareket etmeleri meşrudur (ibid.). Bu bakımdan 1980-1990 arasındaki on yıllık süreçte, Birleşik Krallık’ın ikincil eyleme yönelik daha hafif kısıtlamalarla idare etmenin mümkün olduğunu tespit ettiğini hatırlamak uygun olur (bkz. yukarıda 23-24. paragraflar). Hükümet, bu yasal rejime yukarıda değinilen güçlüklerin eşlik ettiğini ya da bunun yasanın çıkarılma nedeni olduğunu ileri sürmemiştir. Başvurucu, bu dönemdeki yasal duruma ilişkin ayrıntılı yorumlar yapmamıştır. İlgili olması halinde, bu tür bir kısıtlamanın kabul edilebilir olmadığını ileri süreceğini eklemiş olmasına rağmen, Sözleşme ile uyumluluğuna ilişkin sorunun “bütünüyle akademik bir ilginin konusu” olduğu görüşünü benimsemiştir. Mahkeme, Birleşik Krallık’ın yasal geçmişinin yasağın akla yatkın alternatiflerinin bulunduğuna işaret etmesine rağmen, bunun konu bakımından belirleyici olmadığını gözlemlemektedir. Çünkü sorun, daha az kısıtlayıcı kuralların benimsenmesinin gerekip gerekmediği ya da devletin yasak olmaksızın meşru amacına ulaşamayacağını kanıtlayıp kanıtlayamadığı değildir. Daha ziyade, genel tedbiri benimserken, yasa koyucunun kendisine tanınan – Mahkeme’nin yukarıda gösterilen nedenlerle geniş olduğunu tespit ettiği – marj içerisinde hareket edip etmediğidir (Animal Defenders, §110) ve bütüne bakıldığında adil bir dengenin sağlanıp sağlanmadığıdır. Başvurucu sendikal dayanışma ve etkililik konusunda ikna edici argümanlar getirmişse de, bunlar Mahkeme’yi Birleşik Krallık meclisinin ikincil endüstriyel eylem üzerindeki söz konusu yasağın "demokratik bir toplumda gerekli” olarak kabul edilmesi için politik ve olgusal nedenlerden mahrum olduğu konusunda ikna edememiştir.
104. Yukarıdaki değerlendirmeler, Mahkeme’yi mevcut davada itiraz edilen özel duruma ilişkin olguların, başvurucunun üyelerini temsil ederken, işverenle uyuşmazlık içinde olan üyeleri adına işverenle müzakere ederken ve iş yerlerindeki üyeleriyle bir grev organize ederken temel öğelerinden yararlanabildiği örgütlenme özgürlüğü hakkına haksız bir müdahaleyi açığa vurmadığı kararına varmaya sevk etmiştir (bkz. yukarıda 15-16. paragraflar). Hassasiyeti kabul edilen bu yasal politika alanında, davalı devlet, ikincil eylem üzerindeki mevcut kanuni yasağı muhafaza etmesine yetecek kadar geniş bir takdir marjından yararlanmaktadır, dolayısıyla bu davanın koşullarında Hydrex’teki tartışma konusu olgulara ilişkin olarak bu yasağın başvurucunun 11. maddedeki hakkı üzerinde orantısız bir müdahale oluşturduğunu kabul etmek için hiçbir dayanak bulunmamaktadır.
105. Dolayısıyla, mevcut davanın koşullarından Sözleşme’nin 11. maddesinin ihlal edildiği kararına varılamaz.
106. Son olarak, Mahkeme yargı yetkisinin Sözleşme’yle sınırlı olduğunu vurgular. Davalı devletin UÇÖ’nün ya da endüstriyel eyleme ilişkin daha spesifik ve titiz normlar içeren Avrupa Sosyal Şartı’nın ilgili standartlarına uyumluluğunu değerlendirme yetkisi yoktur. Bu davada varılan sonuç, UÇÖ Uzmanlar Komitesi ve Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi tarafından bu standartlar ve onların amaçlarına göre yapılan analizlerin doğruluğunu sorguladığı şeklinde de anlaşılmamalıdır.
BU GEREKÇELERLE MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Davanın esasını Hükümet’in ilk itirazıyla birleştirir ve ikincil eylem yasağına ilişkin şikayetin kabul edilebilir olduğunu ve şikayetin geri kalan kısmının kabul edilebilir olmadığını beyan eder;

2. Sözleşme’nin 11. maddesinin ihlal edilmediğine karar verir.
Mahkeme Tüzüğü’nün 77 §§ 2 ve 3 maddeleri uyarınca İngilizce olarak kaleme alınmış ve 8 Nisan 2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Fatoş Aracı Ineta Ziemele
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Başkan
Sözleşme’nin 45 § 2 maddesi ve Mahkeme Tüzüğü’nün 74 § 2 maddesi uyarınca, aşağıdaki ayrık görüşler bu karara eklenmiştir.
(a) Yargıçlar Ziemele, Hirvelä ve Bianku’nun ortak mutabık görüşü;
(b) Judge Wojtyczek’in mutabık görüşü.
I.Z.
F.A.
Bu görüşlerin çevirisi yapılmamıştır, İngilizce veya Fransızcasına, Mahkeme içtihadının veritabanı olan HUDOC’tan ulaşılabilir.

© Avrupa Konseyi/Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2015.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin resmi dilleri Fransızca ve İngilizce’dir. Bu çeviri, Avrupa Konseyi’nin insan haklarına destek Fonu’nun desteğiyle hazırlanmıştır (www.coe.int/humanrightstrustfund). Mahkeme’yi bağlamamaktadır ve Mahkeme, kalitesi konusunda herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının veritabanı olan HUDOC üzerinden (http://hudoc.echr.coe.int) veya HUDOC’un bildirdiği başka veritabanları üzerinden yüklenebilir. Davanın isminin tamamen yazılması, yukarıdaki telif hakkıyla ilgili ifadeler kullanılması ve insan haklarına destek Fonu’na referans yapılması şartıyla ticari olmayan amaçlarla kullanılabilir. Bu çevirinin tamamını veya bir kısmını ticari amaçlarla kullanmak isteyen herkesin, bu durumu belirtilen adrese bildirmesi rica olunur: publishing@echr.coe.int.

© Council of Europe/European Court of Human Rights, 2015.
The official languages of the European Court of Human Rights are English and French. This translation was commissioned with the support of the Human Rights Trust Fund of the Council of Europe (www.coe.int/humanrightstrustfund). It does not bind the Court, nor does the Court take any responsibility for the quality thereof. It may be downloaded from the HUDOC case-law database of the European Court of Human Rights (http://hudoc.echr.coe.int) or from any other database with which the Court has shared it. It may be reproduced for non-commercial purposes on condition that the full title of the case is cited, together with the above copyright indication and reference to the Human Rights Trust Fund. If it is intended to use any part of this translation for commercial purposes, please contact publishing@echr.coe.int.

© Conseil de l’Europe/Cour européenne des droits de l’homme, 2015.
Les langues officielles de la Cour européenne des droits de l’homme sont le français et l’anglais. La présente traduction a été effectuée avec le soutien du Fonds fiduciaire pour les droits de l’homme du Conseil de l’Europe (www.coe.int/humanrightstrustfund) Elle ne lie pas la Cour, et celle-ci décline toute responsabilité quant à sa qualité. Elle peut être téléchargée à partir de HUDOC, la base de jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme (http://hudoc.echr.coe.int), ou toute autre base de données à laquelle HUDOC l’a communiquée. Elle peut être reproduite à des fins non commerciales, sous réserve que le titre de l’affaire soit cité en entier et s’accompagne de l’indication de copyright ci-dessus ainsi que de la référence au Fonds fiduciaire pour les droits de l’homme. Toute personne souhaitant se servir de tout ou partie de la présente traduction à des fins commerciales est invitée à le signaler à l’adresse suivante : publishing@echr.coe.int.

  Avukat   -   AİHM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için