Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Parrıllo / İtalya (Başvuru No. 46470/11)
0

Parrıllo / İtalya (Başvuru No. 46470/11)

BÜYÜK DAİRE


PARRILLO / İTALYA

(Başvuru no. 46470/11)


KARAR

STRAZBURG

27 Ağustos 2015



Bu karar kesindir ancak yazıma ilişkin düzeltmelere tabi tutulabilir.

Parrillo / İtalya davasını,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aşağıdaki hakimlerden oluşan Büyük Dairesi:
Dean Spielmann, Başkan,
Josep Casadevall,
Guido Raimondi,
Mark Villiger,
Isabelle Berro,
Ineta Ziemele,
George Nicolaou,
András Sajó,
Ann Power-Forde,
Nebojša Vučinić,
Ganna Yudkivska,
Vincent A. De Gaetano,
Julia Laffranque,
Paulo Pinto de Albuquerque,
Helen Keller,
Faris Vehabović,
Dmitry Dedov, hakimler,
ve Johan Callewaert, Büyük Daire Yazı İşleri Müdür Yardımcısı,
18 Haziran 2014 ve 22 Nisan 2015 tarihlerinde kapalı oturumda müzakere etmiş,
Belirtilen son tarihte işbu kararı vermiştir:
USUL
1. Bu dava İtalya Cumhuriyeti’ne karşı bir İtalyan vatandaşı olan Adelina Parrillo (“başvurucu”) tarafından İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması için Sözleşme (“Sözleşme”)’nin 34. maddesi uyarınca 26 Temmuz 2011 tarihinde Mahkeme’ye yapılan başvuruya (no. 46470/11) dayanmaktadır.
2. Başvurucu Roma’da avukatlık yapan Nicolò Paoletti, Claudia Sartori ve Natalia Paoletti tarafından temsil edilmiştir. İtalya hükümeti (“Hükümet”) vekilleri Paola Accardo ve Gianluca Mauro Pellegrini tarafından temsil edilmiştir.
3. Başvurucu, bilhassa, 19 Şubat 2004 tarihli bilimsel araştırmaya tıbbi destekli üreme yoluyla döllenmiş embriyo bağışı hakkında Kanun No. 40 Kısım 13 altındaki yasağın, sırasıyla Sözleşme’nin 8. maddesi ve Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1’in 1. maddesi tarafından korunan özel hayata saygı hakkı ile mal mülk dokunulmazlığı hakkına uygun olmadığını iddia etti. Ayrıca, Sözleşme’nin 10. maddesinde güvence altına alınan, ve başvurucuya göre bilimsel araştırmanın temel bir veçhesi olduğu ifade özgürlüğünün de ihlal edildiğinden şikayet etti.
4. Başvuru Mahkeme’nin İkinci Kısmına tevdi edildi (İç Tüzük 52 § 1).
5. 28 Mayıs 2013’te Sözleşme’nin 8. maddesi ve Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1’in 1. maddesi altındaki şikayetler Hükümet’e iletildi ve başvurunun kalan kısmı kabul edilemez bulundu.
6. 28 Ocak 2014’te İkinci Kısmın Işıl Karakaş, Başkan, Guido Raimondi, Peer Lorenzen, Dragoljub Popović, András Sajó, Nebojša Vučinić ve Paulo Pinto de Albuquerque, hakimler, ve Stanley Naismith, Kısım Yazı İşleri Müdürü’nden oluşan bir Dairesi, Büyük Daire lehine davadan el çekmişlerdir. Taraflardan hiçbiri el çekme kararına itiraz etmemiştir (Sözleşme 30. madde ve İç Tüzük 72. madde).
7. Büyük Daire, Sözleşme’nin 26. maddesi (4) ve (5) fıkraları ile İç Tüzüğün 24. maddesi hükümlerine göre oluşturulmuştur.
8. Başvurucu ve Hükümet’in her ikisi de başvurunun kabul edilebilirliği ve esası hakkında yazılı görüş sunmuştur.
9. Hukuk ve Adalet için Avrupa Merkezi (“ECLJ”), dernekler Movimento per la vita, Scienza e vita, Forum delle associazioni familiari, Luca Coscioni, Amica Cicogna Onlus, L’altra cicogna Onlus, Cerco bimbo, VOX – Osservatorio italiano sui Diritti, SIFES – Society of Fertility, Sterility and Reproductive Medicine ve Cittadinanzattiva ve 46 İtalyan Parlamentosu üyesine yazılı yargılamaya katılma izni verilmiştir (Sözleşme’nin 36 § 2 maddesi ve İç Tüzük 44 § 3).
10. İnsan Hakları Mahkemesi binasında, Strazburg’ta, 18 Haziran 2014 günü ( İç Tüzük 59 (3)) aleni bir duruşma yapılmıştır.

Duruşmada hazır bulunanlar:
(a) Hükümet için
P. ACCARDO,
G. MAURO PELLEGRİNİ, Ortak vekiller;
A. MORRESİ, Ulusal Biyoetik Komitesi üyesi ve fiziksel kimya profesörü, Kimya, Biyoloji ve Biyoteknoloji Bölümü, Perugia Üniversitesi,
D. FEHİLY, müfettiş ve teknik danışman, Ulusal Nakil Merkezi, Roma,
Danışmanlar;

(b) Başvurucu için
N. PAOLETTİ,
C. SARTORİ,
N. PAOLETTİ, avukatlar, Dava vekili;
M. DE LUCA, biyokimya profesörü ve “Stefano Ferrari”Rejeneratif Tıp Merkezi müdürü, Modena ve Reggio Emilia Üniversitesi,
Danışman.

Mahkeme P. Accardo, A. Morresi, N. Paoletti, M. De Luca ve C. Sartori’yi, ayrıca P. Accardo, G. Mauro Pellegrini, M. De Luca, N. Paoletti ve N. Paoletti’nin hakimlerin sorularına cevaplarını dinlemiştir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
11. Başvurucu 1954’te doğmuştur ve Roma’da yaşamaktadır.
12. 2002’de, eşiyle birlikte, Roma’daki Avrupa Hastanesi Üreme Tıbbı Merkezi’nde (“merkez”) “in vitro fertilizasyon” (tüp bebek / bir tür suni dölleme) (“IVF”) tedavisi olarak yardımcı üreme tekniklerine başvurdu. IVF tedavisiyle elde edilen beş embriyo dondurularak muhafaza altına alındı (“cryopreservation”).
13. Embriyolar nakledilmeden önce başvurucunun eşi 12 Kasım 2003’de, savaş muhabirliği yaptığı (Irak) Nasıriye’de bir bombalı saldırıda hayatını kaybetti.
14. Embriyoların kendisine yerleştirilmemesine karar verdikten sonra başvurucu, bunları bilimsel araştırma için bağışlamak ve böylece iyileştirilmesi zor hastalıkların tedavisindeki ilerlemelere katkıda bulunmak istedi.
15. Büyük Daire önündeki duruşmada sunulan bilgiye göre, başvurucu embriyoların saklandığı merkeze, embriyoların verilmesi için başarısızlıkla sonuçlanan birçok sözlü talepte bulundu.
16. Başvurucu, 14 Aralık 2011 tarihli bir mektupla, kök hücre araştırmalarında kullanılabilsinler diye, merkezin müdüründen beş dondurulmuş embriyonun tahliyesini talep etti. Müdür bu talebi, bu tip araştırmaların, İtalya’da 19 Şubat 2004 tarihli Kanun No. 40 Kısım 13 (“Kanun no. 40/2004”) uyarınca yasaklandığı ve bir suç olarak cezaya tabi olduğu gerekçesiyle reddetti.
17. Söz konusu embriyolar şu an IVF tedavisinin yapıldığı merkezde dondurularak saklama bankasında depolanmış durumdadır.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMA
A. 10 Mart 2004’den beri yürürlükte olan 19 Şubat 2004 tarihli Kanun no. 40 (“Tıbbi destekli üremeyi düzenleyen kurallar”)
Kısım 1 – Amaç
“1. İnsan kısırlığından veya verimsizliğinden kaynaklanan üreme sorunlarına çare olmak amacıyla, bu şekilde döllenen özne de dahil olmak üzere ilgili bütün kişilerin haklarını güvence altına alan bu yasayla belirlenen şartlarda ve usullere uygun olarak tıbbi destekli üremeye başvurulabilir.”
Kısım 5 – Erişim şartları
“... [sadece] rüşt yaşına erişmiş, karşıt cinsten, evli veya birlikte yaşayan, üreme çağındaki ve hayattaki [kişilerden oluşan] çiftler destekli üreme yöntemlerine başvurabilir.”
Kısım 13 – İnsan embriyoları üzerinde deneyler
“1. İnsan embriyosu üzerinde her deney yasaktır.
2. İnsan embriyosu üzerinde klinik ve deneysel araştırmaya ancak embriyonun sağlığını ve gelişimini korumak için, münhasıran tedavi veya teşhis amaçlı yapılmak ve alternatif yöntemler olmaması şartıyla izin verilir.
...
4. Alt bölüm 1’deki yasağı ihlal eden herkes, iki yıldan altı yıla hapis cezasıyla ve 50,000’den 150,000 avroya kadar para cezasıyla cezalandırılır.
5. Bu kısımda düzenlenen suçtan hüküm giyen sağlık personeli bir yıldan üç yıla kadar meslekten men edilir.”
Kısım 14 – Embriyolara teknoloji uygulanmasının sınırları
“1. 22 Mayıs 1978 tarihli Kanun no. 194 hükümleri saklı kalmak kaydıyla [anneliğin sosyal korunması ve hamileliğin iradi olarak sonlandırılması hakkında kurallar] embriyoların dondurularak saklanması veya imhası yasaktır.
2. Embriyo üretme yöntemleri, bir seferlik ve eş zamanlı yerleştirme için kesinkes gerekli olandan daha fazla sayıda embriyo yaratılması ile sonuçlanmamalıdır ve hiçbir hal ve şartta üçten fazla embriyo yaratılmamalıdır.
3. Embriyoların ilgili kadının sağlık durumunu etkileyen ciddi ve ispatlanmış, embriyoların döllenmesi zamanında ise öngörülemez olan mücbir sebeplerden ötürü rahme yerleştirilemediği hallerde, embriyoların mümkün olan en yakın tarihte gerçekleştirilmesi gereken nakil zamanına kadar dondurulmuş halde saklanmasına izin verilir.”
18. Anayasa Mahkemesi, 1 Nisan 2009 tarihli karar no. 151 ile (bkz. aşağıda paragraflar 29-31), Kanun no. 40/2004 Kısım 14 (2)’nin embriyo üretme yöntemleri, “bir seferlik ve eş zamanlı yerleştirme için” kesinkes gerekli olandan daha fazla sayıda embriyo yaratılması ile sonuçlanmamalıdır “ve hiçbir hal ve şartta üçten fazla embriyo yaratılmamalıdır” hükmünü anayasaya aykırı buldu. Ayrıca Kısım 14(3)’ü de, embriyoların naklinin kadının sağlığının tehlikeye atılmadan yapılması gerektiğini öngörmediği gerekçesiyle anayasaya aykırı buldu.
B. Doğum için evlat edinme (“ADP”) hakkında Ulusal Biyoetik Komitesi Görüşü (18 Kasım 2005)
19. Kanun no. 40/2004’ün yasalaşmasını takiben, Ulusal Biyoetik Komitesi terk edilmiş dondurulmuş embriyoların akıbeti meselesini inceledi. Yasa bu konuyla ilgili özel bir hüküm öngörmüyordu fakat artan embriyoların bilimsel araştırma için kullanılmasını zımnen yasaklıyordu.
20. Bu bağlamda Komite “doğum için evlat edinme”, yani bir çifte veya kadına fazla embriyoları yerleştirme için evlat edinmesi imkanını veren ve böylece söz konusu embriyoların onları dünyaya getirme ve bir aile başlatma amacıyla kullanılmasına izin veren bir uygulama, lehine görüş bildirdi.
C. 11 Nisan 2008 tarihli Sağlık Bakanlığı Kararnamesi (“Destekli üreme hakkında açıklayıcı notlar”)
“... Embriyoların dondurularak saklanması: ... Dondurularak saklanmaya elverişli iki kategori embriyo vardır: birincisi, yerleştirme bekleyen embriyolardır, 2004 tarihli Kanun no. 40 yürürlüğe girmeden önce dondurularak saklananlar da dahil olmak üzere; ikincisi, terk edilmiş olarak tasdik edilmiş bulunan embriyolardır ...”
D. 8 Ocak 2010 tarihli “Embriyolar Çalışma Komisyonu” nihai raporu
21. 25 Haziran 2009 tarihli bir kararname ile Sağlık Bakanlığı, dondurularak saklama şeklinde destekli üreme merkezlerinde depolanmış embriyolar için bir Çalışma Komisyonu atadı. Aşağıda görülen, bu komisyonun 8 Ocak 2010’da oy çokluğu ile kabul ettiği nihai raporundan bir parçadır:
“Embriyoların imhasının hukuken yasaklanması, iki hal dışında, donmuş bir şekilde saklamayı kesmenin yasaklanması olarak anlaşılmalıdır: çözülmüş embriyo annenin veya isteyen bir başka kadının rahmine yerleştirilebilecekken; veya doğal ölümün veya bir organizma olarak daimi surette yaşayabilirliğinin kaybı tıbben ilan edilebilecekken. Bugünkü [bilimsel] bilgi ışığında, bir embriyonun yaşayabilirliği çözülmedikçe belgelenemez, bu da şöyle paradoksal bir durum yaratmaktadır: embriyo bir kere çözüldüğünde ikinci kez dondurulamaz ve eğer derhal rahme yerleştirilmezse ölüm kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. Dolayısıyla, dondurulmuş embriyoların belirsiz süreyle saklanması olasılığı, belirsizlik halinde en güvenli yol olarak söz konusu olmaktadır. Öte yandan, bilimsel araştırmalardaki ilerlemelerin, dondurularak saklanan embriyoların ölümünü veya her hal ve karda yaşayabilirliklerinin kaybını teşhis etmek için kriterler ve yöntemler belirlemeyi mümkün kılacağı varsayılabilir. Böylece şu an mevcut olan - ve hukuken kaçınılmaz olan – potansiyel olarak sınırsız süreli saklama paradoksunu aşmak mümkün olacaktır. Bu sonucu beklerken, [tekrar teyit edilmelidir ki] 2004 tarihli Kanun no. 40 Kısım 14’de öngörülen dondurulmuş olanlar da dahil olmak üzere embriyoların yok edilmesi hakkındaki açık yasak göz ardı edilemez. Fazla embriyoların akıbeti hakkında hepsi bu değildir; Kanun no. 40’ı yapan kanun koyucu, bunların imhalarını değil depolanmalarını tercih etmiş, böylece akıbetlerinin belirsiz olduğu halde bile hayatta tutulmalıdırlar şeklinde bir ilke tesis etmiştir.”
E. İtalya Cumhuriyeti Anayasası
22. Anayasa’nın ilgili maddeleri şu hükümleri içerir:
Madde 9
“Cumhuriyet kültürün, bilimsel ve teknik araştırmanın gelişmesini teşvik eder. ...”
Madde 32
“Cumhuriyet sağlığı bireyin temel bir hakkı ve ortak bir menfaat olarak güvence altına alır. ...”
Madde 117
“Yasama erki Devlet ve Bölgeler tarafından Anayasa’ya ve Topluluğun hukuk düzeninden ve uluslararası yükümlülüklerden kaynaklanan sınırlara uygun olarak kullanılır. ...”
F. Anayasa Mahkemesi’nin 24 Ekim 2007 tarihli kararları no. 348 ve 349
23. Bu kararlar Yüksek Mahkeme ile bir İstinaf Mahkemesi’nin 11 Temmuz 1992 tarihli kamulaştırma tazminatının hesaplanması kriterlerine dair Yasama Kararnamesi no. 333’ün Anayasa’ya, Sözleşme’nin 6 § 1 maddesine ve Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1’in 1. maddesine uygunluğu hakkında sorduğu soruları ele alır. Mahkeme’nin Scordino / İtalya (no. 1) ([BD], no. 36813/97, ECHR 2006 V) davasında verdiği Büyük Daire kararını hesaba katar.
24. Bu kararlarda, yasamanın uluslararası yükümlülüklere uyma zorunluluğunu tekrar ettikten sonra (Anayasa 117. madde) Anayasa Mahkemesi, herhangi bir yasa ile Anayasa’nın arasında ortada diyerek İnsan Hakları Sözleşmesi’ne İtalyan hukuk düzeninde atfedilen yeri tanımlar. Anayasa Mahkemesi, ayrıca, aşağıdaki mahkemelerin iç hukuk kurallarını İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Mahkeme içtihadına uygun olacak şekilde yorumlamak durumunda olduklarını ve şayet böyle bir yorum imkansızsa veya mahkemeler iç hukukun Sözleşme’ye uygunluğundan şüphe ederlerse, anayasaya aykırılık iddiasını Anayasa Mahkemesi’ne götürmesi gerektiğini beyan etmiştir (bkz. karar no. 349, paragraf 26, aşağıda 6.2).
25. 24 Ekim 2007 tarihli Karar no. 348’in ilgili bölümleri şöyledir:
“4.2. ... [Anayasa madde 117] ışığında İtalyan hukuk düzenindeki etkisini belirlemek amacıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin hükümlerinin yeri ve rolünü tanımlamak gerekmektedir. ...
4.3. Bir yandan [bu hükümler] temel hakların korunmasını tamamlarken, ve dolayısıyla bizzat İtalyan Anayasası tarafından korunan değerlere ve temel ilkelere ek yaparken, öte yandan alelade yasa kaynağı olarak resmi statülerini korurlar. ...
Bugün Anayasa Mahkemesi, uygulamanın içindeki hukukçuların gündelik işleri için ciddi pratik sonuçları olan [yukarıda işaret edilen] normatif ve kurumsal soruyu açıklığa kavuşturmaya davet edilmiştir. ...
Sıradan mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı yasaları iptal etme yetkisi yoktur, zira ikisi arasında iddia edilen uyumsuzluk Anayasa madde 117 § 1’in muhtemel ihlalini ilgilendiren ve [böylece] Anayasa Mahkemesi’nin münhasır yetki alanına giren bir anayasaya aykırılık meselesi doğurur. ...
4.5. Anayasa madde 117 § 1’de güvence altına alınan ilke, Devletin ve Bölgelerin yasama erkleri üzerinde bağlayıcı olan “uluslararası hukuk yükümlülükleri” ancak gerektiği gibi tayin edilmişse uygulamada işler hale gelecektir. ...
4.6. Diğer uluslararası hukuk sözleşmeleri ile kıyasla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir mahkemenin, Sözleşme’nin hükümlerini yorumlama rolü verilmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini ihdas etmiş olma hususiyeti vardır. [Sözleşme] madde 32 § 1: “Mahkeme’nin yargı yetkisi, 33, 34, 46 ve 47. maddelerde belirlenen koşullar uyarınca kendisine sunulan, bu Sözleşme’nin ve Protokollerinin yorumu ve uygulanmasına ilişkin tüm sorunları kapsar.” der.
Kanun hükümleri hukuk uygulayanların ve en başta da mahkemelerin onları yorumlamaları vasıtasıyla anlam kazandığından (vivono), Sözleşme madde 32 § 1’in doğal sonucu, İtalya’nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalayarak ve onaylayarak üstlendiği uluslararası hukuk yükümlülüklerinin, kendi mevzuatını Sözleşme hükümleriyle, onları yorumlamak ve uygulamak için özel olarak kurulmuş [Avrupa] [İnsan Hakları] Mahkemesi’nin o hükümlere verdiği anlama uygun olarak, uyumlu hale getirme görevini de içermesidir. Bu nedenle, İtalyan mahkemelerininkine ek olarak işleyen bir yargı yetkisinden bahsetmek doğru değildir; daha ziyade, imzacı Devletlerin Avrupa Mahkemesi’ne tanıdığı, böylece bu özel alanda uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin açıklığa kavuşturulmasına katkı sağlayan, üstün bir yorumlama rolü söz konusudur.
4.7. Bundan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerinin, Strazburg mahkemesi tarafından yorumlandıkları haliyle, anayasa hukuku gücünde oldukları ve böylece anayasal meşruiyetlerinin bu mahkeme tarafından denetlenmesinden kurtuldukları sonucu çıkarılmamalıdır. Tam da söz konusu bu hükümler, (normlar hiyerarşisinde) daha altta kalmakla birlikte, anayasal ilkeleri tamamladıklarından, Anayasa’ya uygun olmaları gerekir ... .
Yukarıda belirtildiği gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri Avrupa Mahkemesi tarafından yapılan yorum vasıtasıyla anlam kazandığından, anayasaya uygunluk denetiminde o yorumlardan çıkan normlara itibar etmelidir, tek başlarına değerlendirilen hükümlerin kendilerine değil. Ayrıca, Strazburg mahkemesi kararları, milli yasaların anayasaya uygunluklarının denetiminde koşulsuz şartsız bağlayıcı değildir. Bu denetim, her zaman, Anayasa madde 117 § 1 tarafından yüklenen, uluslararası hukuk yükümlülüklerinden doğan sınırlarla Anayasa’nın diğer maddelerinde güvence altına alınmış anayasal olarak korunan menfaatler arasında bir denge kurma işi olmalıdır. ...
5. Yukarıda ortaya konan metodolojik ilkeler ışığında, başvuran mahkeme tarafından talep edilen anayasaya uygunluk denetimi şunları belirleyecek şekilde yapılmalıdır: a) gerçekten, söz konusu iç hukuk hükmüyle ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yorumlandığı haliyle ve madde 117 § 1’deki anayasal ilkeyi tamamlayan bir kaynak olarak görülen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri arasında yorum yoluyla çözülemeyecek bir ihtilaf olup olmadığı ve b) o ilkeyi tamamlayan ve [Avrupa] Mahkemesi tarafından yapılan yoruma uygun olarak anlaşılan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerinin İtalyan anayasal düzeniyle uyumlu olup olmadığı. ...”
26. 24 Ekim 2007 tarihli karar no. 349’un ilgili bölümleri şöyledir:
“ 6.2 ... Anayasa madde 117 § 1 [‘de ortaya konan ilke] [anlamına gelmez] uluslararası anlaşmalarda konan ve alelade yasalar ile uygulamaya sokulan hükümler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerinde olduğu gibi, anayasal statüyü haiz olarak görülmelidir. Bahis konusu anayasal ilke yasamaya bu hükümlere uyma vazifesi yüklediği için, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, dolayısıyla madde 117 § 1’de atıf yapılan “uluslararası hukuk yükümlülüklerine” aykırı her milli hüküm, sırf bu nedenle (ipso facto) bu anayasal ilkeyi ihlal edecektir. Genel olarak anılan uluslararası hukuk yükümlülüklerine ve [altında yatan anayasal] ilkeye hayat ve maddi içerik vererek (dà vita), madde 117 § 1 nihayetinde, bir davada önem arz edebilecek Sözleşme hükümlerine bir referans yaratır, öyle ki bunlar genellikle “araya giren hükümler” olarak nitelenir, aşağıda tartışılacağı üzere, onlar da anayasaya uygunlukları bakımından denetlenir.
Bundan milli hukuku söz konusu uluslararası hukuk hükmüne uygun yorumlamanın olağan mahkemelere düştüğü çıkar ... Bu mümkün değilse veya mahkeme milli hukukun “araya giren” Sözleşme hükmüne uygunluğundan şüphe ediyorsa, Anayasa madde 117 § 1 ışığında anayasaya aykırılık iddiasını Anayasa Mahkemesi önüne götürülmesi icap eder ... .
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile ilgili olarak, diğer uluslararası sözleşmelere kıyasla havi olduğu hususiyeti dikkate alınmalıdır zira (Sözleşme) sadece imzacı devletlerin karşılıklı hak ve ödevlerini sıralamanın ötesine geçer. (Sözleşme) temel hakların korunması için yeknesak bir sistem yaratmıştır. O sistemin uygulanması ve yorumlanması, haliyle, ilk olarak üye devletlerin mahkemelerine düşer, ki bunlar Sözleşme hukukuna göre olağan mahkemelerdir. Öte yandan, uygulamadaki mutlak birlik, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin merkezileştirilmiş bir şekilde yorumlanması ile güvence altına alınmıştır – bu konuda son söze sahip ve kaza yetkisi “bu Sözleşme’nin ve Protokollerinin yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin tüm sorunları” kapsayan (Sözleşme, madde 32 § 1) Strazburg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne tevdi edilmiş bir vazife. ...
Her ne kadar ikisi de mümkün olduğunca etkili bir biçimde temel hakları koruma gayesini paylaşsalar da, Anayasa Mahkemesi ve Strazburg Mahkemesi son tahlilde farklı rollere sahiptir. Roma Sözleşmesi ve protokollerinin yorumlanması Strazburg Mahkemesi’nin işidir; bu, bütün üye devletlerde tek bir koruma seviyesinin uygulanmasını garanti eder.
Öte yandan, anayasaya aykırılığı düzenleyen Anayasa madde 117 § 1 uyarınca, bir iç hukuk hükmünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir ya da daha fazla hükmü ile uyumsuzluğu nedeniyle Anayasa Mahkemesi önünde anayasaya uygunluğu meselesi – yorum yoluyla aşılamayacak – gündeme getirilmişse, gerçekten böyle bir çelişki olup olmadığını belirlemek ve [böyle bir uyumsuzluk varsa] Strazburg Mahkemesi tarafından yorumlandıkları şekliyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin mevcut hükümlerinin en azından İtalyan Anayasası’nın sağladığına denk bir temel haklar koruması sağladığından emin olmak işbu mahkemeye düşer.
Bu Strazburg Mahkemesi’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir hükmüne yaptığı yorumun değerlendirilmesini değil ... ama o hükmün üye devletler tarafından açıkça bu iş ile görevlendirilmiş mahkemenin yaptığı yorumu ile, ilgili anayasa hükümlerine uygun olup olmadığının doğrulanmasını gerektirir. Bu nedenle, doğru bir denge Anayasa’nın yüklediği uluslararası yükümlülüklere riayetin sağlanması görevi ile bunun bizzat Anayasa’nın ihlali ile sonuçlanmasına mani olma gereği arasında kurulacaktır.”
G. Anayasa Mahkemesi İçtihadı
1. 24 Ekim 2006 tarihli Anayasa Mahkemesi emri no. 396
27. Bu emirde Anayasa Mahkemesi Cagliari Mahkemesi tarafından yerleştirme öncesi teşhisin kullanılmasını yasaklayan Kanun no. 40/2004 Kısım 13 hakkında yapılan anayasaya aykırılık itirazını kabul edilemez buldu.
28. Bu hükmü verirken Anayasa Mahkemesi, ön karar için başvuran mahkemenin anayasaya aykırılık itirazını sadece Kanun no. 40/2004 Kısım 13 ile sınırlı tuttuğunu, oysa, ön karar başvurusunun şartlarına göre, aynı kanunun başka hükümlerinin de, bilhassa Kısım14(3) olmak üzere, yerleştirme öncesi teşhisi yasaklayan sonuçları olduğunu gözlemledi.
2. 1 Nisan 2009 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı no.151
29. Bu karar, belirli sayıda embriyo (en fazla üç) yaratılması ile bunların eş zamanlı olarak yerleştirilmesi zorunluluğunu ve ayrıca artan embriyoların dondurularak saklanması yasağını getiren Kanun no. 40/2004 Kısım 14(2) ve 14(3) hükümlerinin anayasaya uygunluğuna ilişkindir.
30. Anayasa Mahkemesi söz konusu alt kısımların anayasaya aykırı olduğunu tespit etti zira bunlar kadınları birçok defa uyarılmış yumurtlama döngüsüne girmeye ve ayrıca seçici kürtaj yasağı gerekçesiyle çoklu hamilelik riskini almaya zorlayarak kadın sağlığını tehlikeye atmaktaydı.
31. Karar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne hiçbir atıf yapmamaktadır. Başvuran mahkemeler de Sözleşme’ye atıf yapmamıştır (Lazio Böle İdare Mahkemesi ve Floransa Mahkemesi).
3. 8 Mart 2010 tarihli Anayasa Mahkemesi emri no. 97
32. Bu emirde Anayasa Mahkemesi Milano Mahkemesi’nin önüne getirdiği itirazları kabul edilemez ilan etti çünkü bu meseleler zaten 151/2009 sayılı kararında ele alınmıştı.
4. 22 Mayıs 2012 tarihli Anayasa Mahkemesi emri no. 150
33. S.H. ve Diğerleri / Avusturya ([BD], no. 57813/00, ECHR 2011)’ya atıf yapan bu emirde, Anayasa Mahkemesi önüne gelen ve Kanun no. 40/2004 ile konan heterolog (farklı kaynaklardan) dölleme yasağını ilgilendiren dosyayı alt mahkemeye iade etti.
5. 10 Haziran 2014 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı no. 162
34. Bu karar, Kanun no. 40/2004’deki, tıbben tespit edilmiş kısırlık veya üremede verimsizlik halinde heterolog dölleme kategorik yasağının anayasaya uygunluğunu ilgilendirmektedir.
35. Genel yetkili üç mahkeme Anayasa Mahkemesi’nden söz konusu yasanın Anayasa’nın 2. (ihlal edilemez haklar), 3. (eşitlik ilkesi), 29. (ailenin hakları), 31. (Devlet’in ailenin haklarını koruma borcu) ve 32. (sağlık hakkı) maddelerine uygun olup olmadığıyla ile ilgili bir ön karar talep etti. Bu mahkemelerden biri – Milano Mahkemesi – mahkemeden ayrıca söz konusu yasanın Sözleşme’nin 8. ve 14. maddelerine uygunluğu hakkında da karar vermesini talep etti.
36. Anayasa Mahkemesi ilgili yasa hükümlerini anayasaya aykırı buldu.
37. Özellikle, yargılamaya taraf başvurucuların ebeveyn olma ve çocuklu bir aile kurma seçiminin, Anayasa madde 2, 3 ve 31’in korumasına muhtaç olan özel ve aile hayatları alanında kendi kaderlerini tayin etme özgürlüklerinin bir veçhesi olduğunu belirtti. Ayrıca kati surette kısır olan veya üremede verimsizlikten muzdarip kişilerin sağlıklarının korunması hakkına sahip olduklarını (Anayasa, madde 32) gözlemledi.
38. Söz konusu haklar etik mülahazalara bağlı olarak bir takım sınırlamalara tabi tutulabilirse de, bu sınırlamaların, aksi halde anayasal güvence altına alınmış diğer özgürlüklerin korunması imkansız olmadıkça, kategorik bir yasağa varamayacağı tespitinde bulundu.
39. Söz konusu yasa hükümlerinin Sözleşme’nin 8. ve 14. maddelerine uygunluğu ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi, bahse konu yasa hükümlerinin anayasallığı hakkında vardığı sonuçların bu sorulara cevapları havi olduğunu gözlemlemekle yetindi (bkz. yukarıya).
H. Yerleştirme öncesi teşhise erişimde milli mahkemelerin emirleri
1. 22 Eylül 2007 tarihli Cagliari Mahkemesi emri
40. Bu emirde Cagliari Mahkemesi, davacıların ilk önce ivedi usul başlattıklarını, bu çerçevede anayasaya aykırılık itirazı yapıldığını gözlemledi. Bu itirazın, 24 Ekim 2006’da kabul edilen Anayasa Mahkemesi emir no. 396 ile kabul edilemez bulunduğunu (bkz. yukarıda paragraflar 27-28), dolayısıyla Anayasa’nın ışığında iç hukukun nasıl yorumlanacağı konusunda yol göstermediğini ekledi.
41. Kendi önündeki hukuk davasıyla ilgili olarak mahkeme, iç hukukta yerleştirme öncesi teşhise erişimi engelleyen açık bir yasak olmadığını ve yasayı bu şekilde böyle bir yasak varmış gibi yorumlamanın davacıların almayı arzu etmiş oldukları tıbbi tedavi hakkında gerektiği gibi bilgilendirilme hakkına aykırı olacağını vurguladı.
42. İlaveten, yerleştirme öncesi teşhis yasağının, sonradan ikincil düzenlemeyle, yani 21 Temmuz 2004 tarihli Sağlık Bakanlığı kararnamesi no. 15165 (özellikle şu hükmü getiren bölüm: “Kısım 14(5) [2004 tarihli Kanun no. 40] anlamında, in vitro yaratılan embriyoların sağlık durumunu belirleyen testler, bu embriyoların gözlemlenmesinden başka bir amaçla yapılamaz – dovrà essere di tipo osservazionale) ile getirildiğini not düştü. Bunu, yasallık ilkesine ve Avrupa Konseyi “Oviedo Sözleşmesi”ne aykırı buldu.
43. Son olarak Kanun no. 40/2004’ü yerleştirme öncesi teşhise izin verecek şekilde yorumlamanın, anne lehine tanınan sağlık hakkı ile bağdaştığını gözlemledi. Sonuç olarak, davacıların yerleştirme öncesi teşhise erişim izni verdi.
2. 17 Aralık 2007 tarihli Floransa Mahkemesi emri
44. Bu emirde, Floransa Mahkemesi, yukarıda atıf yapılan Cagliari Mahkemesi ermine atıf yaptı ve onun iç hukuk yorumu ile mutabık olduğunu beyan etti. Böylece, davacılara yerleştirme öncesi teşhise erişim izni verdi.
3. 29 Haziran 2009 tarihli Bologna Mahkemesi emri
45. Bu emirde, Bologna Mahkemesi, bunun Anayasa Mahkemesi’nin 1 Nisan 2009 tarihli ve 151 sayılı kararındaki (bkz. yukarıda paragraflar 29-31) iç hukuk yorumunda tanınmış olan kadının sağlığının korunması ile bağdaştığını söyleyerek, davacılara yerleştirme öncesi teşhise erişim izni verdi.
4. 9 Ocak 2010 tarihli Salerno Mahkemesi emri
46. İvedi usulü takiben kabul edilen bu emirde Salerno Mahkemesi 11 Nisan 2008 tarihli Sağlık Bakanlığı kararnamesi no. 31639 ile getirilen yeniliklere, yani, in vitro yaratılmış embriyoların sağlık durumunu belirleyen testlerin artık sadece bu embriyoların gözlemlenmesiyle sınırlı olmadığına ve erkeğin cinsel yolla bulaşan virütik hastalıkların taşıyıcısı olduğu çiftler için de destekli üremeye erişime izin verildiğine işaret etti.
47. Yerleştirme öncesi teşhise, embriyonun sağlık durumunu belirlemeyi amaçlayan doğum öncesi (antenatal) tedavi yöntemlerinden yalnızca biri, gözüyle bakılması gerektiği sonucuna vardı.
48. Sonuç olarak, davacıların in vitro embriyosunun yerleştirme öncesi teşhisine izin verdi.
5. 9 Kasım 2012 tarihli Cagliari Mahkemesi emri
49. Cagliari Mahkemesi bu emirde yukarıda atıf yapılan emirlerdeki gerekçeye gönderme yaptı. İlaveten, 24 Ekim 2007’de Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlar no. 348 ve 349’un hukuku yerleştirme öncesi teşhise erişimi sağlamak maksadıyla yorumlamanın, özellikle Strazburg Mahkemesi tarafından Costa ve Pavan / İtalya (no. 54270/10, 28 Ağustos 2012) davasında verilen karara bakılırsa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olduğunu gösterdiğine işaret etti.
6. 15 Ocak 2014 tarihli Roma Mahkemesi emri
50. Bu emirde mahkeme, kısır veya üremede verimsizlikten muzdarip olmayan çiftlere yerleştirme öncesi teşhis elde etmek amacıyla yardımcı üreme tekniklerini kullanmayı yasaklayan Kanun no. 40/2004 Kısım 1(1), (2) ve Kısım 4(1)’in anayasaya aykırılığı ileri sürülmüştür. Mahkeme meseleyi ayrıca Sözleşme’nin 8 ve 14. maddeleri açısından ele almıştır.
51. Costa ve Pavan / İtalya (yukarıda atıf yapılan) kararını göz önünde tutarken, yasanın geniş yorumlanmaması gerektiğini, zira yardımcı üreme tekniklerine erişimin kısır veya üremede verimsiz çiftlere mahsus olduğunun açıkça düzenlenmediğini tespit etti.
I. Floransa Mahkemesi’nin Kanun no. 40/2004 Kısım 13’ün anayasaya aykırılığı iddiası
52. 7 Aralık 2012 tarihli bir kararla Floransa Mahkemesi, Kanun no. 40/2004 Kısım 13 altındaki artan embriyoların bilimsel araştırma için bağışlanması yasağının, Anayasa’nın sırasıyla bilimsel araştırma özgürlüğünü ve sağlık hakkını teminat altına alan 9. ve 32. maddeleri çerçevesinde anayasaya aykırılığını iddia etti.
53. 19 Mart 2014’te Anayasa Mahkemesi Başkanı, işbu Parrillo / İtalya (no. 46470/11) başvurusu hakkında Büyük Daire’nin kararını beklemek üzere davanın görüşülmesini erteledi.
III. AVRUPA KONSEYİ BELGELERİ
A. İnsan embriyolarının ve fetüslerinin teşhis, tedavi, bilimsel, sınai ve ticari amaçlarla kullanımı hakkında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Tavsiye Kararı 1046 (1986)
“... 6. [Parlamenterler Meclisi] Bu gelişmenin embriyonun ve fetüsün hukuki durumunu özellikle riskli hale getirdiğinin ve hukuki statülerinin şu an hukuken tanımlanmamış olduğunun farkında olarak;
7. Ölü ya da yaşayan embriyoların ve fetüslerin kullanımını düzenleyen uygun hükümlerin halihazırda mevcut olmadığının farkında olarak;
8. Dölleme anından itibaren gelişen insan yaşamına müdahaleyi mümkün kılan bilimsel ilerleme karşısında, hukuki korumanın kapsamının belirlenmesinin aciliyetine ikna olarak;
9. Embriyonun veya fetüsün veya dokularının kullanımı konusunda etik görüşlerin farklılığını ve değerler arasında doğan uyuşmazlıkları dikkate alarak;
10. İnsan embriyolarının ve fetüslerinin her hal ve şartta insan onuruna saygı ile muamele edilmeleri gerektiği ve onlardan alınan maddeler ve dokuların kullanımının sıkı sıkıya açıkça tedaviyi hedefleyen amaçlarla ve bunun için başka bir vasıta olmadığı hallerle sınırlandırılması ve düzenlenmesi gerektiğini düşünerek;
...
13. Avrupa’da iş birliği ihtiyacının altını çizerek,
14. Bakanlar Komitesi’nin:
A. üye devletlerin hükümetlerine şu çağrıda bulunmasını tavsiye eder:
...
ii. insan embriyolarının ve fetüslerinin ve bunlardan gelen maddelerin ve dokuların sınai bağlamda kullanımını sadece tedavi amacıyla ve bunun için başka bir vasıta olmadığı hallerle, ekte listelenen ilkelere uygun olarak, sınırlandırmak ve mevzuatlarını bu ilkelerle uyumlu hale getirmek veya bunlara uygun kurallar kabul etmek, diğerlerinin yanı sıra, imha veya kullanımın teşhis veya tedavi amaçlı yapılabileceği şartları belirlemek;
iii. insan embriyolarının hayattayken veya ölümden sonra araştırma yapılması amacıyla in vitro dölleme yoluyla yaratılmasını yasaklamak;
iv. bu tekniklerin istenmeyen kullanımı veya saptırılması olarak telakki edilebilecek her şeyi yasaklamak, şunlar dahil:
...
- yaşayabilir insan embriyoları üzerinde deney;
- yaşayan insan embriyoları üzerinde deney, yaşayabilir olsunlar ya da olmasınlar ...”
B. İnsan embriyolarının ve fetüslerinin bilimsel araştırmada kullanımı hakkında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Tavsiye Kararı 1100 (1989)
“... 7. İnsan embriyosunun gelişiminde art arda gelen aşamalar kaydederek ... bir organizma olarak tedrici bir farklılaşma da gösterdiğini ve fakat süregelen biyolojik ve genetik kimliğini koruduğunu düşünerek;
8. Çelişkileri, riskleri ve bu alanlarda münhasıran milli standartların öngörülebilir eksikliklerini aşmak için Avrupa’da iş birliği ve mümkün olan en kapsamlı düzenleme ihtiyacını hatırlatarak,
...
21. Herhangi bir bilimsel araştırma amacıyla, örneğin onlardan genetik madde, hücre, doku veya organ elde etmek için, kasıtlı olarak embriyoların veya fetüslerin yaratılması ve/veya canlı tutulması, in vitro veya in utero, yasaklanmalıdır.
...”
54. Bu tavsiye kararına ekin ilgili paragrafları şöyledir:
“B. Yaşayan yerleştirme öncesi embriyolar: ...
4. Tavsiye Kararları 934 (1982) ve 1046 (1986) uyarınca, yaşayabilir in vitro embriyoların araştırılmasına sadece şu şartlarda izin verilmelidir:
- teşhis niteliğinde tatbiki amaçlar için veya önleyici ya da tedavi edici amaçlar için;
- şayet patolojik olmayan genetik miraslarına bir müdahale yapılmıyorsa.
5. ... yaşayan embriyolar üzerinde araştırma yasaklanmalıdır, bilhassa:
- şayet embriyo yaşayabilir ise;
- şayet hayvansal bir modeli kullanmak mümkünse;
- eğer gerektiği gibi yetkili kamu sağlığı veya bilimsel mercilere veya vekaleten ilgili ulusal disiplinlerarası komiteye (veya onun tarafından) sunulmuş ve izin alınmış projelerin çerçevesinde öngörülmemişse;
- eğer yukarıda bahsedilen mercilerce konan süre sınırları dışında ise.
...
H. İnsan embriyosuna ait maddelerin bağışı ...
20. İnsan embriyosuna ait maddelerin bağışına sadece teşhis, önleme veya tedavi amaçlı bilimsel araştırma için izin verilmelidir. Satışı yasaklanmalıdır.
21. Herhangi bir bilimsel araştırma amacıyla, örneğin onlardan genetik madde, hücre, doku veya organ elde etmek için, kasıtlı olarak embriyoların veya fetüslerin yaratılması ve/veya canlı tutulması, in vitro veya in utero, yasaklanmalıdır.
22. İnsan embriyosuna ait maddelerin bağışı ve kullanımı, bağışlayan ebeveynlerin özgür iradeleriyle verdiği yazılı rızası şartına tabi olmalıdır.
23. Organ bağışı her tür ticari unsurdan yoksun bırakılmalıdır. Embriyoların veya fetüslerin veya parçalarının veren ebeveynleri veya diğer taraflar tarafından alımı veya satımı, ithalatı, ihracatı da yasaklanmalıdır.
24. Tehlikeli ve imha edici biyolojik silah yapımı için insan embriyosuna ait maddelerin bağışı ve kullanımı yasaklanmalıdır.
25. Bu tavsiye kararında, “‘yaşayabilir’ embriyolar” gelişmelerine engel olmaları muhtemel biyolojik özellikler göstermeyen embriyolar şeklinde anlaşılmalıdır; bununla birlikte, insan embriyolarının ve fetüslerinin yaşayabilir olmamaları, yalnızca, embriyonun içkin kusurlarına dayanan objektif biyolojik kriterlere göre belirlenmelidir.”
C. Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi (“Oviedo Sözleşmesi”) 4 Nisan 1997
Madde 2 – İnsanın önceliği
“İnsanın menfaatleri ve sağlığı, toplumun veya bilimin münhasır menfaatinden üstündür.”
Madde 18 – In vitro embriyolar üzerinde araştırma
“1. Hukukun in vitro embriyolar üzerinde araştırmaya izin verdiği halde, embriyonun uygun biçimde korunmasını güvence altına almalıdır.
2. Araştırma amacıyla insan embriyosu yaratılması yasaktır.”
Madde 27 – Daha geniş koruma
“Bu Sözleşme hükümlerinden hiçbiri, biyoloji ve tıbbın uygulanmasına ilişkin olarak bir taraf devletin, bu Sözleşme’de sağlanandan daha geniş kapsamlı koruma sağlaması imkanını sınırlayan veya sair surette etkileyen bir şekilde yorumlanamaz.”
D. Oviedo Sözleşmesi’ne Biyomedikal Araştırmaya İlişkin Ek Protokol, 25 Ocak 2005
Madde 2 – Kapsam
“1. Bu Protokol sağlık alanında insana müdahale içeren bütün araştırma faaliyetlerini kapsar.
2. Bu Protokol in vitro embriyolar üzerinde yapılan araştırmalara uygulanmaz. In vivo fetüsler ve embriyolar üzerinde yapılan araştırmalara uygulanır.
...”
E. 19 Haziran 2003’te yayımlanan İnsan Embriyosu ve Fetüsünün Korunmasına Dair Biyoetik İdare Komitesi Çalışma Grubu Raporu – Sonuç
“Bu rapor, in vitro insan embriyosunun korunması konusunda Avrupa’da halihazırda mevcut olan pozisyonların ve bunları destekleyen argümanların bir özetini sunmayı amaçladı.
Rapor, in vitro embriyonun korunması ihtiyacı geniş bir uzlaşmayı göstermektedir. Bununla birlikte, embriyonun statüsünün tanımlanması güçlü iddialara dayanan temel bir takım farklılıklarla karşılaşılan bir alan olmaya devam etmektedir. Bu farklılıklar, in vitro embriyonun korunmasına ilişkin diğer mevzular etrafında görülen ayrışmaların çoğunun büyük oranda temelini oluşturur.
Bununla birlikte, embriyonun statüsü hakkında bir mutabakat sağlanamasa da, biyomedikal alanda son gelişmeler ve ilgili potansiyel tedavi edici ilerlemeler ışığında bazı meseleleri yeniden inceleme imkanı düşünülebilir. Bu bağlamda, farklı ülkeler tarafından yapılan temel tercihleri kabul eder ve bunlara saygı duyarken, üzerinde bütün ülkelerin anlaştığı in vitro embriyoyu koruma ihtiyacı ile ilgili olarak, in vitro embriyoların yaratılmasını ve kullanılmasını içeren prosedürlerin uygulanmasında uygun şartların sağlanması için ortak yaklaşımların tespit edilmesi mümkün ve arzu edilir görünmektedir. Bu raporun amacı, bu hedef doğrultusunda fikir geliştirilmesine yardımcı olmaktır.”
F. İnsan kök hücre araştırmasına dair Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kararı 1352 (2003)
... 3. İnsan kök hücreleri her yaştan insandan alınan ve giderek artan sayıda dokulardan ve sıvılardan türetilebilir ve sadece embriyoya ait kaynaklarla sınırlı değildir.
...
5. Embriyoya ait kök hücrelerin toplanması şimdilik insan embriyolarının parçalanmasını gerektirmektedir.
...
7. Meclis, bugün halihazırda, bütün dünyada, bilimsel araştırmaya uygun bir miktar embriyoya ait insan kök hücre hattının mevcut olduğunu vurgular.
...
10. İnsan varlığının araştırma amacıyla yok edilmesi bütün insanların yaşam hakkına ve insanın her türden araçsallaştırılması ahlaki yasağına aykırıdır.
11. Bu nedenle Meclis, üye devletlere çağrıda bulunur:
i. İnsan yaşamına gelişiminin bütün aşamalarında saygı duyduğu müddetçe kök hücre araştırmalarını desteklemek;
ii. Hücrenin çoklu potansiyelinin kullanımını ileri götürmek ve rejeneratif tıpta yeni yöntemler geliştirmek için etik ve toplumsal anlamda ayrışmaya sebep olmayan bilimsel yöntemleri cesaretlendirmek;
iii. İnsan embriyolarının araştırma amaçlı üretilmesi yasağını etkili kılmak için Oviedo Sözleşmesi’ni imzalamak ve yürürlüğe koymak;
iv. Erişkin kök hücreleri alanında Avrupa ortak temel araştırma programlarını desteklemek;
v. İzin verilen ülkelerde, insan embriyolarının parçalanmasını içeren her kök hücre araştırmasına gerektiği gibi izin verildiğinden ve araştırmanın yetkili milli mercilerce denetlendiğinden emin olmak;
vi. Ülkelerin milli mevzuatta güvence altına alınan etik değerlere aykırı uluslararası araştırma programlarına katılmama kararlarına saygı duymak ve böyle ülkelerin doğrudan ya da dolaylı bu tip araştırmalara katkıda bulunmalarını beklememek;
vii. Salt faydacı ve iktisadi mülahazalara nazaran araştırmaların etik boyutuna öncelik vermek;
viii. Şeffaflık ve demokratik hesap verilebilirliğin güçlendirilmesi amacıyla, bilim insanlarının ve sivil toplumdan temsilcilerin insan kök hücresi araştırmaları hakkında çeşitli proje türlerini tartışabilecekleri organların kurulmasını teşvik etmek.”
G. Bakanlar Komitesi tarafından 15 Mart 2006’da kabul edilen Bakanlar Kurulu’nun insan kaynaklı biyolojik materyaller üzerindeki araştırmalara dair üye devletlere tavsiye kararı (Rec(2006)4),
55. Embriyoya veya fetüse ait dokulara uygulanmayan (bkz. madde 2, paragraf 3) bu tavsiye, biyolojik materyalleri alındıktan ve depolandıktan sonra bir araştırma projesinde kullanılabilecek kişilerin temel haklarını korumayı amaçlar: (i) bu tavsiye kararının kabulünden önceki belirli bir araştırma projesi için (ii) gelecekteki, henüz belirlenmemiş bir araştırma için veya (iii) başlangıçta klinik veya adli amaçlarla alınmış bakiye materyal olarak. Bu tavsiye kararı, diğerlerinin yanı sıra, üye devletler bakımından uygulama kılavuzlarının tesis edilmesini teşvik etmeyi ve ilgili kişilerin özel hayatlarına yönelen araştırma faaliyetleriyle ilişkili riskleri asgariye indirmeyi amaçlar. Ayrıca biyolojik materyallerin elde edilmesi ve toplanması hakkında kuralları koyar.
H. “Bilim ve Teknolojide Etik”, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kararı 1934 (2013)
“2. ... Meclis, bilim ve teknolojinin niyet ve amaçlarına, kullandıkları araçlar ve metotlara, bunların muhtemel sonuçlarına ve yan etkilerine, ve faaliyette bulundukları kurallar ve davranışlar sisteminin bütününe - ulusal, bölgesel üstü ve küresel düzeyde – daha uyumlu etik bir değerlendirme yapılması gerektiği kanaatindedir.
3. Meclis etik mülahazalar için küresel düzeyde daimi bir yapının bulunmasının, bir “etik kodu” belirlenmesindense, etik meseleleri “hareket eden bir hedef” olarak ele almayı mümkün kılacağı ve “insan kimliği” veya “insan onuru” gibi kavramların tanımı gibi en temel varsayımları dahi düzenli aralıklarla yeniden sorgulamaya imkan vereceği inancındadır.
4. Meclis, etik konusunda devam eden düşünce üretimine dahil olmak ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne dayanan bir dizi temel etik ilkeyi tasarlamak ve düzenli aralıklarla gözden geçirmek imkanlarını incelemek amacıyla UNESCO’nun Bilimsel Bilgi ve Teknoloji Etiği Dünya Komisyonu (COMEST) kurma girişimini memnuniyetle karşılar. Avrupa Konseyi’nin bu sürece katkıda bulunması gerektiği inancındadır.
5. Bu bakımdan, Meclis Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne, Avrupa’da siyasi ve hukuki eyleme rehberlik edebilecek doğmakta olan etik meselelerin ve başlıca etik ilkelerin tespit edilmesi amacıyla, etik mülahazalar için ilgili meclis komiteleri ve ilgili uzman komitelerin - Biyoetik Komitesi (DH-BIO) dahil olmak üzere - üyeleri arasında iş birliği vasıtasıyla esnek ve gayrı resmi bir yapı tesis etmeyi değerlendirmesini tavsiye eder.
6. Bilim ve teknolojide Avrupa ortak etik çerçevesini kuvvetlendirmek için Meclis, henüz bunu yapmamış olan üye devletlerin biyoloji ve tıbbın uygulanmasına ilişkin olarak insan haklarının ve insanın onurunun korunması için sözleşme: İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’ni (ETS No. 164, “Oviedo Sözleşmesi”) ve Ek Protokollerini imzalayıp yürürlüğe koymalarını ve Biyoetik Komitesi çalışmalarına tamamıyla dahil olmalarını tavsiye eder.
...
10. Bilim ve teknolojide Avrupa ortak etik çerçevesini kuvvetlendirmek için Meclis, Avrupa Birliği’ni ve UNESCO’yı Avrupa Konseyi ile iş birliği yapmaya ve bu amaçla:
10.1 Bilimin ve teknolojinin bütün alanlarını kapsayarak ve Avrupa Konseyi’nin başlattığı Ulusal Etik Komiteleri Avrupa Konferansı (COMETH) ve daha yakın zamanda Avrupa Birliği Komisyonu tarafından finanse edilen Ulusal Etik Konseyleri Forumu (NEC Forum) ve Avrupa Konseyi Biyoetik Komitesi toplantıları çerçevesinde kazanılan deneyimleri kullanarak, düzenli bir şekilde deneyimleri ve en iyi uygulamaları teati etmek için, Avrupa çapında ve bölgesel platformlar yaratmaya;
10.2 Bilim ve teknolojinin bütün alanlarında uygulanacak bir dizi etik temel ilkeyi belirlemeye ve bunları düzenli aralıklarla gözden geçirmeye;
10.3 Etik kurallarını ve denetim usullerini uyumlaştırmak için üye devletlere yardım etmek üzere Avrupa Komisyonu Araştırma ve Teknolojik Gelişme için Yedinci Çerçeve Programı (2007-2013) (FP7) altındaki etik şartların olumlu etkisine dayanarak yol göstermeye
davet eder.”
IV. İLGİLİ AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU VE BELGELERİ
A. Avrupa Komisyonu’nda Yeni Teknolojilerde Etik ve Bilim Avrupa Grubu (EGE)
56. Avrupa Komisyonu tarafından 1991’de kurulmuş olan EGE, uzmanlardan oluşan bağımsız bir kuruldur; vazifesi Avrupa Komisyonu’na bilim ve yeni teknolojilere ilişkin etik meselelerde danışmanlık yapmaktır. EGE in vitro embriyoların araştırma amaçlı kullanımı konusunda iki mütalaa vermiştir.
1. Görüş no. 12: 5. Çerçeve Program bağlamında insan embriyolarının kullanımını içeren araştırmaların etik yönleri, 14 Kasım 1998
57. Bu görüş Avrupa Komisyonu talebiyle, Avrupa Parlamentosu’nun 5. Çerçeve program bağlamında insan embriyolarının yok edilmesiyle sonuçlanan araştırma projelerinin Topluluk finansmanından çıkartılması önerisini takiben yayımlanmıştır. İlgili bölümleri şöyledir:
“... 2.6 ... Avrupa araştırma programları kapsamında, insan embriyosu üzerinde araştırma meselesine sadece bütün üye devletlerde ortak temel etik ilkelere saygı çerçevesinde değil, aynı şekilde, bu alanda yürürlükte olan ulusal mevzuatlarda ve uygulamalarda ifadesini bulan çeşitli felsefi ve etik anlayışları da dikkate alarak yaklaşılmalıdır. ...
2.8 Yukarıda belirtilen ilkeler ve şartlar ışığında, Grup, Topluluk Beşinci Çerçeve Programı etik boyutu uyarınca, fon sağlamada, farklı ülkelerde farklı etik tercihlerin konusu olan insan embriyosu araştırmaları a priori dışarıda bırakılmamalıdır görüşündedir ...”
2. Görüş no. 15: İnsan kök hücresi araştırmaları ve kullanımının etik yönleri, 14 Kasım 2000
58. Bu görüşün ilgili kısımları şöyledir:
“2.3. Çoğulculuk ve Avrupa Etiği
... Avrupa çoğulculuğu bağlamında, embriyo araştırmalarını yasaklamak veya bunlara izin vermek her üye devletin kendisine kalmıştır. İkinci durumda, insan onuruna saygı embriyo araştırmalarının düzenlenmesini ve keyfi deneyler ile insan embriyolarının araçsallaştırılması risklerine karşı güvencelerin sağlanmasını gerektirir.
2.5. İlgili Araştırma Alanının Etik Açıdan Kabul Edilebilirliği
Grup bazı ülkelerde embriyo araştırmasının yasak olduğunu not düşer. Ancak bu araştırmalara kısırlık tedavisinin geliştirilmesi amacıyla izin verildiği takdirde, ciddi hastalıkları veya yaraları iyileştirmek üzere yeni tedaviler geliştirmek amacıyla böyle araştırmaların kapsamının genişletilmesine engel olacak belirli bir argüman bulmak zordur. Kısırlık üzerine yapılan araştırmalarda olduğu gibi, kök hücre araştırmaları insanların derin acılarını dindirmek gayesindedir. Her durumda, araştırma için kullanılmış olan embriyolar imha edilmek durumundadır. Sonuç olarak, eğer bu programda tanımlanan etik ve hukuki şartlara uyuyorsa, bu tip araştırmaların finansmanını Avrupa Birliği Araştırma Çerçeve Programı’nın dışında bırakmak için herhangi bir gerekçe yoktur.”
B. Avrupa Parlamentosu ve Konseyi, 13 Kasım 2007 tarihli, ileri tedavi tıbbi ürünlerine dair ve Direktif 2001/83/EC ile Tüzük (EC) No. 726/2004’te değişiklik yapan Tüzük No. 1394/2007
“(7) İleri tedavi tıbbi-ilacımsı ürünlerinin topluluk düzeyinde düzenlenmesi, üye devletlerin, embriyoya ait kök hücreler veya hayvani hücreler gibi herhangi bir tipte insan hücresinin kullanımına izin verip vermeme konusunda aldıkları kararlara müdahale etmemelidir. Bu, ayrıca, o hücreleri ihtiva eden, onlardan ibaret olan veya onlardan türetilmiş tıbbi ürünlerin satışını, tedarikini veya kullanımını yasaklayan veya sınırlandıran ulusal mevzuatın uygulanmasını etkilememelidir.”
C. 18 Ekim 2011 tarihli Avrupa Birliği Adalet Divanı Kararı (C-34/10 Oliver Brüstle / Greenpeace e.V.)
59. Alman Federal Mahkemesi (Bundesgerichtshof) tarafından ön karar için gönderilmesine takiben verilen bu karar, Avrupa Birliği Adalet Divanı, Biyoteknolojik İcatların Hukuki Korumasına Dair 6 Temmuz 1998 tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konseyi Direktifi 98/44/EC’nin yorumlanmasına ilişkindir.
60. Tartışmalı olan, direktifin insan embriyolarının sınai veya ticari amaçlarla kullanımı patent konusu olamaz ilkesini yumuşatarak, patentlemeden hariç tutmanın “insan embriyosuna uygulanan ve onun için kullanışlı olan tedavi veya teşhis amaçlı icatları etkilemediğini” ifade eden bölümüydü.
61. Adalet Divanı söz konusu direktifin amacının bilimsel araştırma bağlamında insan embriyolarının kullanımını düzenlemek olmadığını gözlemledi. Direktif, biyoteknolojik icatların patente elverişliliği ile sınırlıydı. Mahkeme, ardından, insan embriyolarının kullanımını kapsayan icatların, bilimsel araştırmaya hizmet ettiklerini iddia ettikleri hallerde dahi (söz konusu patent olduğunda, bu amaçlar diğer sınai veya ticari amaçlardan ayırt edilemezdi) patent konularından hariç tutulmaya devam ettikleri değerlendirmesinde bulundu. Adalet Divanı, aynı zamanda, bu hariç tutmanın insan embriyosuna uygulanan ve onun için kullanışlı olan tedavi veya teşhis amaçlı icatları etkilemediğine işaret etti.
D. Avrupa Birliği tarafından araştırma ve teknolojik gelişmeye fon sağlanması
62. 1984’ten beri Avrupa Birliği, birçok yıla yayılan dönemleri kapsayan çerçeve programlar aracılığıyla bilimsel araştırmalar için fon sağlamıştır.
63. Avrupa Topluluğu Araştırma, Teknolojik Gelişme ve Demonstrasyon Faaliyetleri için (2007-2013) Yedinci Çerçeve Programı’na İlişkin Karar’ın No. 1982/2006/EC ilgili bölümleri şöyledir:
Madde 6 – Etik ilkeler
“1. Yedinci Çerçeve Programı altında yürütülen bütün araştırma faaliyetleri temel etik ilkelere uygun olarak yürütülür.
2. Aşağıda sayılan araştırma alanları, işbu Çerçeve Program altında finanse edilmez:
– üreme amaçlı insan klonlanmasını hedefleyen araştırma faaliyeti,
– insanın genetik mirasını değiştirmeyi amaçlayan böyle değişiklikleri kalıtımsal hale getirebilecek araştırma faaliyeti,
– yalnızca araştırma amaçlı veya somatik hücre nükleer transferi vasıtası da dahil olmak üzere kök hücre sağlanması için insan embriyosu yaratma amaçlı araştırma faaliyeti.
3. Gerek erişkin gerek embriyo olsun insan kök hücreleri üzerinde araştırma, bilimsel önerinin içeriğine ve ilgili üye devletteki hukuki çerçeveye bağlı olarak desteklenebilir. ...”
64. Ufuk (“Horizon”) 2020 – Araştırma ve Geliştirme Çerçeve Programı (2014-2020)’nı kuran Avrupa Parlamentosu ve Konseyi’nin 11 Aralık 2013 tarihli 1291/2013 Tüzüğü’nün ilgili bölümleri şöyledir:
Madde 19 – Etik ilkeler
“1. Ufuk 2020 altında yürütülen bütün araştırma geliştirme faaliyetleri etik ilkelere, ilgili ulusal, Birlik (AB) ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ek Protokolleri de dahil olmak üzere uluslararası mevzuata uygun olmalıdır ...
...
3. Aşağıda sayılan araştırma alanları finanse edilmez:
(a) üreme amaçlı insan klonlanmasını hedefleyen araştırma faaliyeti;
(b) insanın genetik mirasını değiştirmeyi amaçlayan böyle değişiklikleri kalıtımsal hale getirebilecek araştırma faaliyeti;
(c) yalnızca araştırma amaçlı veya somatik hücre nükleer transferi vasıtası da dahil olmak üzere kök hücre sağlanması için insan embriyosu yaratma amaçlı araştırma faaliyeti.
4. Gerek erişkin gerek embriyo olsun insan kök hücreleri üzerinde araştırma, bilimsel önerinin içeriğine ve ilgili üye devletteki hukuki çerçeveye bağlı olarak desteklenebilir. Bütün üye devletlerde yasak olan araştırma faaliyetleri için fon sağlanamaz. Üye devlette yasak olan bir faaliyet için fon sağlanamaz.
...”
E. Avrupa Vatandaşlarının “İçimizden biri” İnisiyatifi Hakkında Avrupa Komisyonu Komünikasyonu COM(2014) 355 Kesin (Brüksel, 28 Mayıs 2014)
65. 10 Nisan 2014’te vatandaşların “İçimizden Biri” girişimi (örgütü) insan embriyosunun yok edilmesini içeren bilimsel projelerin Avrupa fonları dışında tutulması için yasalarda değişiklik yapılmasını talep etti.
66. 28 Mayıs 2014 tarihli Komünikasyonu’nda Avrupa Komisyonu, bu talebi, söz konusu projeleri fonlama önerisinin kök hücre araştırmaları için etik mülahazaları, potansiyel sağlık faydalarını ve desteğini Avrupa Birliği düzeyinde dikkate aldığı gerekçesiyle destekleyemeyeceğini bildirdi.
V. İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUK
A. İnsan embriyosuna ait kök hücre araştırmalarının etik yönlerine dair Unesco Uluslararası Biyoetik Komitesi (IBC) Raporu (6 Nisan 2001)
67. Raporun sonuç kısmının ilgili bölümleri şöyledir:
“A. IBC, bu konuda, araştırmadan kaçınmak dahil, belirli bir pozisyon belirlemek adına, insan embriyosuna ait kök hücre araştırmasının ulusal düzeyde tartışılmasının arzu edilen bir konu olduğunu kabul eder. Tartışmaların, farklı görüşlerin ifade edilmesine ve mümkün olduğu zaman bu tedaviye yönelik yeni ve önemli araştırma alanında kabul edilebilir sınırlar dahilinde bir fikir birliğine varılmasına imkan verecek şekilde, uygun ulusal düzenleme seviyesinde yapılması için çağrıda bulunur.
Bu alanda sürekli bir eğitim ve bilgi süreci söz konusu olmalıdır. Devletler, bu tip araştırmaların doğurduğu etik meseleler hakkında toplumda devam eden ve ilgili bütün aktörleri dahil eden bir diyalog başlatmak için uygun tedbirleri almalıdırlar.
B. Embriyoları ilgilendiren araştırmanın hangi şekline izin verilmiş olursa olsun, böyle araştırmaların etik mülahazalara gereken ağırlığı veren ve uygun kılavuz ilkeler koyan devlet destekli bir düzenleme ve denetleme sistemi çerçevesi içinde yürütülmesini temin eden adımlar atılmalıdır. IVF ile fazladan elde edilmiş yerleştirme öncesi embriyoların tedavi amaçlı embriyoya ait kök hücre araştırmaları için bağışına izin verilmesi söz konusu olduğunda, her iki donör ebeveynin onuruna ve haklarına özel önem gösterilmelidir. Bu nedenle, bağışın ancak donörlere araştırmanın sonuçları hakkında tam ve kapsamlı bilgi verildikten ve onlar özgür iradeleriyle aydınlatılmış rızalarını peşin olarak verdikten sonra yapılması esastır. Araştırmanın yürütülmesindeki amaçlar, ve yapılma tarzı, yürüten araştırmacılardan bağımsız olması gereken uygun etik komitelerin değerlendirmesine tabi olmalıdır. Bu, böyle bir araştırmanın geçmişe dönük etik değerlendirmesini de kapsamalıdır. ...”
B. Murillo ve Diğerleri / Kosta Rika kararı (Inter) Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi (28 Kasım 2012)
68. Bu davada Amerika Mahkemesi, Kosta Rika’daki in vitro dölleme yasağı hakkında bir karar verdi. Mahkeme, diğerlerinin yanı sıra, “gebelik” ancak embriyo rahme yerleştirildikten sonra gerçekleştiğinden, embriyoya (yaşam hakkını koruyan) Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi madde 4.1 anlamında bir “kişi” gözüyle bakılamayacağını kabul etti.
VI. KARŞILAŞTIRMALI HUKUK
69. Kırk üye devletin insan embriyolarının bilimsel araştırma amacıyla kullanılması hakkındaki mevzuatlarına ilişkin Mahkeme’nin önündeki bilgiye göre, üç ülke (Belçika, İsveç ve Birleşik Krallık) insan embriyoları üzerinde bilimsel araştırmaya ve bu amaçla embriyo yaratılmasına izin veriyor.
70. Bilimsel araştırma için embriyo yaratılması on dört ülkede yasak . Bununla birlikte, bu ülkelerde, belli şartlarla, artan embriyoları kullanan araştırmalara genellikle izin veriliyor.
71. İtalya gibi üç üye devlet (Slovakya, Almanya ve Avusturya) kural olarak embriyo üzerinde bilimsel araştırmayı yasaklıyor; buna ancak, embriyonun sağlığının korunması veya araştırmanın yurtdışından getirilen hücre hatları üzerinde yürütülmesi gibi çok sınırlı hallerde izin veriyor.
72. Slovakya’da, söz konusu araştırmaya doğrudan katılan kişilerin sağlıkları yararına tıbbi amaçlı araştırmalar dışında, embriyolar üzerindeki her araştırma kesin olarak yasak.
73. Almanya’da, kural olarak, araştırma amaçlı embriyoya ait hücrelerin ithali ve kullanımı kanunla yasaklanmış durumda; sadece istisnai hallerde ve belli şartlarda buna izin veriliyor.
74. Avusturya’da yasa, “yaşayabilir hücrelerin” in vitro dölleme dışında başka amaçla kullanılamayacağı hükmünü getiriyor. Öte yandan, “yaşayabilir hücreler” kavramı kanunda tanımlanmamış. Uygulamaya ve hukuki görüşlere göre, kanundaki yasak sadece “totipotent” embriyo hücrelerini ilgilendiriyor.
75. Dört ülkede (Andora, Letonya, Hırvatistan ve Malta) hukuk açıkça embriyoya ait kök hücreler üzerinde herhangi bir araştırmayı yasaklıyor.
76. On altı ülkede ise konu düzenlenmemiş. Bunlar, Ermenistan, Azerbaycan, Bosna Hersek, Gürcistan, İrlanda, Lihtenştayn, Litvanya, Lüksemburg, Moldova Cumhuriyeti, Monako, Polonya, Romanya, Rusya, San Marino, Türkiye ve Ukrayna. Bu devletlerden bazıları uygulamada kısıtlayıcı bir yaklaşıma sahipken (örneğin, Türkiye ve Ukrayna), diğer bazıları daha ziyade yasaklamayan bir tutum içindeler (örneğin, Rusya).
HUKUK
77. Mahkeme, ilk olarak, Hükümet’in bu başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin birçok itirazı olduğunu not düşer. Başvurucunun iç hukukta mevcut olan yolları tüketmediği; Sözleşme madde 35 § 1’deki altı aylık süre içinde başvurunun yapılmadığı; ve başvurucunun mağdur sıfatı olmadığı ileri sürüldü. Mahkeme bu itirazları, aşağıda, başvurunun diğer yönlerine geçmeden inceleyecektir.
I. İÇ HUKUK YOLLARININ TÜKETİLMEMESİ
A. Hükümet’in maruzatları
78. Hükümet, başvurucunun alelade bir hukuk mahkemesi önünde embriyolarını bilimsel araştırmaya bağışlaması yasağı hakkındaki şikayetlerini, İtalyan Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık gerekçesiyle ileri sürebileceğini belirtti. Bunu desteklemek üzere, mahkemelerin Kanun no 40/2004’ü Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ışığında yorumladıkları çok sayıda milli mahkeme kararı sundular, özellikle yerleştirme öncesi teşhise erişimle ilgili olarak (Sırasıyla Cagliari Mahkemesi’nin 22 Eylül 2007 ve 9 Kasım 2012 tarihli, Floransa, Bologna ve Salerno Mahkemelerinin 17 Aralık 2007, 29 Haziran 2009 ve 9 Ocak 2010 tarihli emirleri, bkz. yukarıda paragraflar 40-49).
79. Hükümet’e göre, 24 Ekim 2007 tarihli Anayasa Mahkemesi kararlarının (no. 348 ve 349) gerektirdiği gibi, ilgili mahkeme embriyo bağışını yasaklayan yasayı Sözleşme ışığında yorumlamak durumunda kalacaktı.
80. Şayet mahkeme yasaya kendi yaptığı yorum ile davacının ileri sürdüğü hakları arasında aşılmaz bir ihtilaf olduğu kanaatine varırsa, Anayasa Mahkemesi’ne anayasaya aykırılık itirazı yapmak zorunda kalacaktı. (Anayasa) Mahkemesi, bunun üzerine, insan haklarına uygunluk meselesini esastan inceleyecek ve iç hukuk hükümlerini makabline şamil olarak davanın tarafları dışında herkes için iptal edebilecekti.
81. İlaveten, Kanun no. 40/2004’ün anayasaya uygunluğu konusunda çeşitli davalar zaten Anayasa Mahkemesi’ne taşınmıştı. Bu bağlamda birçok karar da verildi; bilhassa, Anayasa Mahkemesi emirleri no. 369, 97 ve 150 (sırasıyla 24 Ekim 2006, 8 Mart 2010 ve 22 Mayıs 2012’de kabul edilen), 1 Nisan 2009’da verilen karar no. 151, ve sırasıyla 7 Aralık 2012 ve 15 Ocak 2014’te kabul edilen Floransa ile Roma mahkemeleri emirleri (bkz. yukarıda paragraflar 27-33 ve 50-53).
82. Hükümet’in maruzatlarına göre, başvurucu ayrıca 24 Haziran 2013 tarihli Protokol No. 15 ile getirilen yerellik (“meseleye en yakın ve uygun yerde karar alma”) ilkesini de ihlal etmişti zira Mahkeme’ye şikayette bulunmadan önce iç hukuk yollarına başvurmamıştı.
83. Son olarak, bu davayla aynı konuda bir başka davada anayasaya uygunluk konusu Floransa mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü (bkz. yukarıda paragraflar 52-53). Eğer Anayasa Mahkemesi kararı davacı aleyhine olursa, davacı yine de davasını Mahkeme önüne taşıma imkanına sahip olacaktır.
B. Başvurucunun maruzatları
84. Başvurucuya göre, olağan mahkemeler önündeki her girişim başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkumdu zira iç hukuk, embriyoların bilimsel araştırma için bağışlanmasına kategorik bir yasak getirmişti.
85. Başvurucu ayrıca anayasal denetim yolunun Sözleşme madde 35 § 1 uyarınca tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak telakki edilemeyeceğini çünkü İtalyan hukuk sisteminin bireylere Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan başvurma imkanı tanımadığını belirtti.
86. Son olarak, 19 Mart 2014’te Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın, Hükümet’in gönderme yaptığı Floransa mahkemesi tarafından yapılan itirazla ilgili incelemesini Büyük Daire işbu davada karar verene kadar ertelediğine işaret etti.
C. Mahkeme’nin değerlendirmesi
87. Mahkeme, her şeyden önce, madde 35 § 1 uyarınca ancak bütün iç hukuk yolları tüketildikten sonra bir meseleyi ele alabileceğini tekrar eder. Başvurucular milli mahkemelere, kural olarak Sözleşmeci Devletlere sağlanması hedeflenen, kendilerine karşı ileri sürülen ihlalleri önleme veya telafi etme imkanı vermiş olmak durumundadırlar. Bu kural, iddia edilen ihlal için iç hukuk sisteminde halihazırda mevcut etkili bir yol olduğu varsayımına dayanır. Madde 35 § 1’in tüketilmesini şart koştuğu yollar sadece iddia edilen ihlalle ilgili olan, erişilebilir ve yeterli olan yollardır. Böyle yolların varlığı, sadece teoride değil aynı zamanda uygulamada da yeterince kesin olmalıdır, aksi halde bu yollar lazım gelen erişilebilirlik ve etkililik bakımlarından noksan olacaktır: bu şartların karşılandığını ortaya koymak davalı devlete düşer (bkz. diğerleri arasında, McFarlane / İrlanda [BD], no. 31333/06, § 107, 10 Eylül 2010; Mifsud / Fransa (KK) [BD], no. 57220/00, § 15, ECHR 2002 VIII; Leandro Da Silva / Lüksemburg, no. 30273/07, §§ 40 ve 42, 11 Şubat 2010; ve Vučković ve Diğerleri / Sırbistan [BD], no. 17153/11, §§ 69-77, 25 Mart 2014).
88. İşbu davada, 24 Ekim 2007 tarihli Anayasa Mahkemesi kararları no. 348 ve 349’ün başlattığı anayasallık denetimi sistemine dayanarak Hükümet, iç hukukta başvurucuya amade olan yolların tüketilmediğini ileri sürdü. Esas hakkında karar örneklerine ve Anayasa Mahkemesi’nin Kanun no. 40/2004 hakkındaki kararlarına atıf yaptılar.
89. Mahkeme en başta şunu gözlemler: yukarıda bahsi geçen kararlarda (no. 348 ve 349), Anayasa Mahkemesi, alelade kanunlar ile Anayasa arasında bir yerde olduğuna kanaat getirerek, İnsan Hakları Sözleşmesi’ne İtalyan hukuk sisteminde atfedilen yeri tanımladı. Ayrıca iç hukuku İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Mahkeme içtihadına uygun bir biçimde yorumlamanın alelade mahkemelerin hakimlerine düştüğünü tespit etti. Böyle bir yorumun imkansız olduğu veya mahkemenin iç hukukun Sözleşme’ye uygunluğundan şüphe ettiği durumda, anayasaya uygunluk denetimi için konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürmek zorunluluğu vardı.
90. Mahkeme ayrıca tekrar ifade eder ki; özellikle tesis edilmiş olan bir yolun yokluğunda, olduğu söylenen iç hukuk yolunun evrimi ve erişilebilirliği, kapsamı ve uygulaması, Hükümet tarafından milli mahkemelerin içtihadına atıf yapılarak gösterilmelidir (bkz. mutatis mutandis, Melnītis / Letonya, no. 30779/05, § 50, 28 Şubat 2012; McFarlane, yukarıda atıf yapılan, §§ 115-27; Costa ve Pavan / İtalya, no. 54270/10, § 37, 28 Ağustos 2012; ve Vallianatos ve Diğerleri / Yunanistan [BD], no. 29381/09 ve 32684/09, §§ 52-58, ECHR 2013 (alıntılar)).
91. İşbu davada Mahkeme, Hükümet’in Kanun no. 40/2004’ü ilgilendiren bir sürü davaya atıf yaptığını lakin artan embriyoların araştırma için bağışlanması konusunun karara bağlandığı hiçbir yerel mahkeme kararı örneği sunamadığını gözlemler. Ayrıca Mahkeme, başvurucuyu, hukukun yasakladığı bir adım için hukuki başvuru yapmamış olduğundan dolayı eleştiremez.
92. Hükümetin önceden böyle bir zorunluluk yokken, kararlar no. 348 ve 349’un alınmasıyla, alelade mahkemelerin yasağı içeren kanunu Sözleşme ve Strazburg içtihadı ışığında yorumlamak zorunda kaldıkları iddiasına gelince, çeşitli mülahazalar Mahkeme’yi bunun, diğerlerinin yanı sıra destekli üreme alanında, yerleşik hukuk uygulamasında takip edilmediği sonucuna varmaya sevk etmiştir.
93. Her şeyden önce Mahkeme, artan embriyoları bilimsel araştırmaya bağışlama yasağını ilgilendiren bu davaya benzer bir başka davada, Floransa mahkemesinin 7 Aralık 2012’de Anayasa Mahkemesi önünde Kanun no. 40/2004 Kısım 13’ün, sırasıyla bilimsel araştırma özgürlüğünü ve sağlık hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 9 ve 32. maddeleri uyarınca (bkz. yukarıda paragraf 22) anayasaya aykırılığını ileri sürdüğünü not düşer. Mahkeme, bununla birlikte, ilk derece mahkemesinin söz konusu yasağın Sözleşme tarafından garanti altına alınan haklara uygun olup olmadığı ile ilgili bir soru sormadığını gözlemler.
94. İkinci olarak Mahkeme, birkaç istisna dışında, alt derece mahkemeleri ile Anayasa Mahkemesi’nin Kanun no. 40/2004 ile ilgili Hükümet’in işaret ettiği kararlarının (bkz. yukarıda paragraflar 78 ve 81) İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıf yapmadığını not eder. Anayasa Mahkemesi emirleri no. 396/2006 ve 97/2010, ve kararı no. 151/2009; Cagliari, Floransa, Bologna ve Salerno mahkemelerinin sırasıyla 22 Eylül 2007, 17 Aralık 2007, 29 Haziran 2009 ve 9 Ocak 2010 tarihli emirleri, ve Floransa mahkemesinin 7 Aralık 2012 tarihli kararına bakılırsa, durum bu minvaldedir.
95. Şüphesiz, heterolog dölleme yasağını ilgilendiren bir davayı alt derece mahkemesine geri gönderdiği 22 Mayıs 2012 tarihli emir no. 150’de Anayasa Mahkemesi diğerlerinin yanı sıra Sözleşme’nin 8. ve 14. maddelerine de atıf yapmıştır. Bununla birlikte Mahkeme, aynı davadaki 10 Haziran 2014 tarihli 162 sayılı kararında Anayasa Mahkemesi’nin, söz konusu yasağı, sadece ilgili Anayasa hükümleri (madde 2, 31 ve 32) çerçevesinde incelemiş olduğunu göz ardı edemez. Üç alt derece mahkemesinden yalnızca biri tarafından (bkz. yukarıda paragraf 35) dikkate alınan Sözleşme’nin 8 ve 14. maddeleriyle ilgili olarak ise, anayasaya uygunluk hakkında vardığı sonuçların bu hükümler altında doğan meseleleri kapsadığını gözlemlemekle yetindi (bkz. yukarıda paragraf 39).
96. Dolayısıyla, Cagliari Mahkemesi (9 Kasım 2012) ve Roma Mahkemesi (15 Ocak 2014) emirleri, Sözleşme’yi ve içtihadını hesaba katmaktaki başarısızlığın yalnızca iki istisnasıydı. Mahkeme’nin Costa ve Pavan (yukarıda atıf yapılan) davasında varmış olduğu sonuçlara itibar ederek, Cagliari mahkemesi davacıların yerleştirme öncesi teşhise erişimine izin verdi ve Roma mahkemesi bu hususta Anayasa Mahkemesi önünde anayasaya aykırılık itirazını yaptı. Vaka bunlar, Hükümet tarafından referans olarak verilen on bir davadan, burada söz konusu olandan farklı bir konuyu ilgilendiren ve biri hakkında Mahkeme’nin zaten karar vermiş olduğu münferit iki davadır.
97. İlaveten, Kanun no. 40/2004 Kısım 13’ün Sözleşme’de teminat altına alınmış haklara uygunluğu yeni bir meseledir; Mahkeme, başvurucuya açık olan şikayetlerini alelade bir mahkeme önünde ileri sürme imkanının etkili bir yol olduğuna ikna olmamıştır.
98. Kararlar no. 348 ve 349, Strazburg Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesi’nin rollerinin farkını, birincisinin vazifesinin Sözleşme’yi yorumlamak ikincisinin görevinin belli bir iç hukuk hükmüyle Sözleşme’de sağlanan haklar arasında bir uyuşmazlık olup olmadığını diğerlerinin yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yorumu ışığında belirlemek olduğu tespitinde bulunarak (bkz. yukarıda paragraf 26) kendisi açıklamıştır.
99. İlaveten, 19 Mart 2014’te Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafından alınmış olan, 7 Aralık 2012 tarihinde Floransa mahkemesinin yaptığı başvurunun incelenmesini Mahkeme işbu davadaki kararını verene kadar erteleyen karar (bkz. yukarıda paragraf 53) bu yaklaşımla bağdaşmaktadır.
100. Bu bağlamda Mahkeme, diğerlerinin yanı sıra, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve içtihadının iç hukuk düzenindeki yerini incelediği yakın tarihli bir kararında (no. 49, 26 Mart 2015’te tevdi edilmiş) Anayasa Mahkemesi’nin alelade mahkemelerin Mahkeme içtihadına uymak zorunluluğunun sadece içtihadın yerleşik olması veya pilot kararda ifade edilmesi halinde söz konusu olduğunu söylediğini gözlemler.
101. Her hal ve karda, Mahkeme birçok defa gözlemlemiştir ki İtalyan hukuk sisteminde, ihtilafa taraf olanların doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hakkı yoktur. Sadece davanın esasını görmekte olan mahkeme, re’sen veya taraflardan birinin talebi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne başvurma imkanına sahiptir. Dolayısıyla, böyle bir başvuru Sözleşme uyarınca tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olamaz (bkz. diğerleri arasında, Brozicek / İtalya, no. 10964/84, 19 Aralık 1989, § 34, Seri A no. 167; Immobiliare Saffi / İtalya [BD], no. 22774/93, § 42, ECHR 1999 V; C.G.I.L. ve Cofferati / İtalya, no. 46967/07, § 48, 24 Şubat 2009; Scoppola / İtalya (no. 2) [BD], no. 10249/03, § 75, 17 Eylül 2009; ve M.C. ve Diğerleri / İtalya, no. 5376/11, § 47, 3 Eylül 2013). Öte yandan, Komisyon ve Mahkeme, diğer üye devletlerle ilgili olarak, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olduğunu kabul etmiştir (bkz. örneğin, W. / Almanya, no.10785/84, 18 Temmuz 1986, Kararlar ve Raporlar (DR) 48, sf. 104; Union Alimentaria Sanders SA / İspanya, no. 11681/85, 11 Aralık 1987 DR 54, sf. 101 ve 104; S.B. ve Diğerleri / Belçika (KK), no. 63403/00, 6 Nisan 2004; ve Grišankova ve Grišankovs / Letonya (KK), no. 36117/02, ECHR 2003 II (alıntılar)).
102. Bütün bunları dikkate alarak Mahkeme, sistemin kararlar no. 348 ve 349 doğrultusunda yerel hükümlerin Sözleşme ışığında yorumlanmasını gerektirmesinin yukarıdaki sonucu çürütebilecek bir dönüm noktası teşkil ettiği görüşünde değildir (bkz. aksi yönde, bireysel başvuru sisteminin kurulmasını takiben Türk Anayasa Mahkemesi’ne başvuruların etkililiğini kabul eden Mahkeme’nin yakın tarihli kararları: Hasan Uzun / Türkiye (KK), no. 10755/13, §§ 25-27, 30 Nisan 2013 ve Ali Koçintar / Türkiye (KK), no. 77429/12, 1 Temmuz 2014).
103. 24 Ekim 2007 tarihli kararlar no. 348 ve 349 ile konan ilkeler, bilhassa İtalyan hukuk sisteminde Sözleşme’ye atfedilen yerle ve milli yargı makamlarına yerel standartları ve Anayasa’yı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Mahkeme içtihadı ışığında yorumlamaları için verilen cesaretle ilgili olarak, memnuniyetle karşılanmalıdır. Mahkeme ayrıca şunu not eder; destekli üreme dışında diğer alanlarda, Anayasa Mahkemesi’nin bir iç hukuk hükmünü, diğerlerinin yanı sıra, Sözleşme’de güvence altına alınan haklara ve Mahkeme içtihadına uygun olmadığı gerekçesiyle anayasaya aykırı ilan ettiği birçok karar verilmiştir (bkz. örneğin, iflası takiben hukuki yetkisizlik hakkında 5 Mart 2008 tarihli karar no. 39, ihtiyati tedbirlerin icrası için yapılan duruşmaların aleniyeti hakkında 17 Mart 2010 tarihli karar no. 93, ve ceza hukukunun makabline şamil uygulanması hakkında 3 Temmuz 2013 tarihli karar no. 210).
104. Bununla birlikte, ilk olarak, İtalyan sisteminin bireyler için Anayasa Mahkemesi’ne ancak dolaylı başvuruyu tanıdığı not edilmelidir. Ayrıca Hükümet; embriyoların araştırma için bağışlanması söz konusu olduğunda, başvurucu tarafından genel yetkili mahkemeler önünde açılacak bir davanın, bu mahkemelerin Sözleşme ışığında Anayasa Mahkemesi’ne anayasaya aykırılık itirazı yapma vazifesi ile birlikte ele alındığında, işbu dava için, başvurucunun tüketmiş olması gereken etkili bir hukuk yolu teşkil ettiğini, yerleşik içtihat ve uygulamayla destekleyerek gösterememiştir.
105. Bütün bunlar ve Anayasa Mahkemesi’nin benzer bir davayı incelemeyi Mahkeme işbu davadaki kararını verene kadar askıya aldığı dikkate alınarak, davalı hükümetin itirazı reddedilmelidir.
II. ALTI AYLIK BAŞVURU SÜRESİNE RİAYET
A. Hükümet’in maruzatları
106. Duruşmada Hükümet, bilimsel araştırma için embriyo bağışını yasaklayan kanunun 10 Mart 2004’te yürürlüğe girdiğini ve başvurucunun embriyolarının böyle bir bağış yapmak üzere tahliyelerini, embriyoların dondurulmuş olarak saklandığı üreme tıbbı merkezine bir mektup gönderdiği tarih olan 14 Aralık 2011’e kadar talep etmediğini belirterek başvurunun süresi dışında yapıldığı itirazında bulundu.
B. Başvurucunun maruzatları
107. Başvurucu bu itiraza, duruşma sırasında, üreme tıbbı merkezine embriyolarının tahliyesi için 14 Aralık 2011 tarihinde gerçekten yazılı bir talepte bulunduğunu ancak daha önceden de aynı talepleri sözlü olarak yapmış olduğunu belirterek cevap verdi.
108. Her durumda başvurucu üreme tıbbı merkezine yapılacak her talebin sonuçsuz kalmaya mahkum olduğunu zira uygulanacak hukukun kategorik olarak embriyoların bilimsel araştırma için bağışını yasakladığını savundu.
C. Mahkeme’nin değerlendirmesi
109. Mahkeme başvurucu tarafından dayanılan hakka müdahalenin doğrudan mevzuattan kaynaklandığı hallerde, şikayet konusu mevzuatın sadece yürürlükte tutulmasının dahi söz konusu hakka devam eden bir müdahale teşkil edebileceğini zaten kabul etmiştir (bkz, örneğin, Dudgeon / Birleşik Krallık, 22 Ekim 1981, § 41, Seri A no. 45, ve Norris / İrlanda, 26 Ekim 1988, § 38, Seri A no. 142, eşcinsel olan başvurucuların, eşcinsel pratikleri ceza gerektiren suç haline getiren yasaların özel hayatlarına saygı haklarını ihlal ettiğinden şikayet ettikleri davalar).
110. Mahkeme yakın bir zamanda, başvurucuların, eşcinsel çiftler olarak karşı cinsten çiftlerin hukuken kurabildikleri “medeni birliği” kuramamaları gerekçesiyle Sözleşme’nin 14. ve 8. maddelerinin devam eden ihlalinden şikayet ettikleri Vallianatos ve Diğerleri / Yunanistan ([BD], no. 29381/09 ve 32684/09, § 54, ECHR 2013 (alıntılar)) kararında bu doğrultuda ilerlemiştir. İlaveten, kamuya açık alanlarda yüzü saklayacak kıyafet giyilmesi kanuni yasağı hakkındaki S.A.S. / Fransa ([BD], no. 43835/11, § 110, ECHR 2014 (alıntılar)) davasında Mahkeme, başvurucunun durumunun, Sözleşme’nin 8. maddesince korunan hakların kullanılmasına devam eden müdahale tespit etmiş olduğu Dudgeon ve Norris davalarındaki başvurucularınkiyle benzer olduğunu gözlemledi.
111. Mahkeme yukarıda atıf yapılan davalarda şikayet konusu mevzuatların başvurucuların gündelik yaşantısı üzerindeki etkilerinin, bu davadakine göre, çok daha esaslı ve doğrudan olduğunu kabul eder. Yine de, burada söz konusu olan embriyoların bilimsel araştırma için bağışı hakkındaki kanuni yasak, inkar edilemez bir biçimde başvurucunun özel hayatı üzerinde bir etkiye sahip. Başvurucu ve embriyoları arasındaki biyolojik bağlantıdan ve onların yaratılmasının kökeninde yatan bir aile kurma planından doğan bu etki, Kanun no. 40/2004’ün yürürlüğe girmesinin doğrudan bir sonucudur ve o günden beri başvurucuyu sürekli surette etkilemekle devam eden bir durum teşkil eder (bkz. dondurulmuş embriyoların potansiyel olarak süresiz olarak bu şekilde saklanmasından söz eden 8 Ocak 2010 tarihli embriyolara dair Çalışma Komisyonu nihai raporu, yukarıda paragraf 21).
112. Bu tip bir davada, Mahkeme içtihadına göre, altı aylık süre şikayet edilen durum sona ermeden işlemeye başlamaz (bkz. diğerleri arasında, Çınar / Türkiye, no. 17864/91, Komisyon kararı, 5 Eylül 1994). Sonuç olarak Mahkeme, Hükümet’in sürenin söz konusu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren işlemeye başladığı savını kabul etmez.
113. Ayrıca, hükümetin iddiası adeta, başvurucunun ilgili yasa yürürlüğe girdiği tarihten itibaren embriyolarını bağışlamak istediğini varsaymaya gider ki bu, Mahkeme tarafından hakkında tahmin yürütmeye açık bir konu değildir.
114. Dolayısıyla, başvurunun yapılmasında gecikilmesi gerekçesiyle Hükümet tarafından Sözleşme madde 35 § 1 çerçevesinde ileri sürülen itiraz kabul edilemez.
III. BAŞVURUCUNUN MAĞDUR SIFATI
A. Hükümet’in maruzatları
115. Hükümet ayrıca başvurucunun mağdur sıfatı olmadığı gerekçesiyle de itiraz ileri sürdü; 12 Kasım 2003’den – başvurucunun eşinin vefat ettiği tarih – Kanun no. 40/2004’ün yürürlüğe girdiği 10 Mart 2004’e kadar, başvurucu embriyolarını araştırmalara bağışlayabilirdi çünkü o zaman konuyu düzenleyen kurallar konmamıştı, dolayısıyla bu tip bir bağış yasak değildi.
B. Başvurucunun maruzatları
116. Başvurucu duruşmada, eşinin ölümü ile yasanın yürürlüğe girdiği tarih arasında sürenin çok kısa olduğunu – takriben dört ay – ve o süre zarfında IVF tedavisiyle elde ettiği embriyolarla ne yapmak istediği konusunda kesin bir karar verecek durumda olmadığını belirtti.
C. Mahkeme’nin değerlendirmesi
117. Mahkeme başvurucunun özel hayatına müdahale doğrudan mevzuattan kaynaklandığı hallerde, şikayet konusu mevzuatın yürürlükte tutulmasının söz konusu hakkın kullanımına devam eden bir müdahale teşkil ettiğini tekrar ifade eder. Başvurucunun durumunda, bu mevzuatın varlığı, bizatihi, sürekli olarak ve doğrudan başvurucunun özel hayatını etkiler (bkz. yukarıda atıf yapılan Dudgeon, § 41, ve Norris, § 34).
118. İşbu davada başvurucu, Kanun no. 40/2004 yürürlüğe girdiğinden beri embriyolarını araştırmaya bağışlayamamaktadır (bkz. ayrıca yukarıdaki paragraf 113). Durum o zamandan beri değişmediğinden, başvurusunu yaptığı zaman başvurucunun embriyolarını araştırma için bağışlamak istemesi Mahkeme’nin mağdur sıfatını tespiti için yeterlidir. İlaveten, Hükümet’in başvurucunun eşinin ölümü ile kanunun yürürlüğe girmesi arasında geçen süre zarfında embriyolarını bilimsel araştırma için bağışlayabileceği savıyla ilgili olarak Mahkeme, başvurucu tarafından verilen bilgiye itibar eder; buna göre, bahsedilen bu kısa sürede başvurucu embriyolarının kaderi hakkında kesin bir karar verememişti.
119. Dolayısıyla davalı Hükümet’in başvurucunun mağdur sıfatı olmadığı yönündeki itirazı reddedilmelidir.
IV. SÖZLEŞME’NİN 8. MADDESİNİN İDDİA EDİLEN İHLALİ
120. Sözleşme’nin 8. maddesine dayanarak başvurucu, Kanun no. 40/2004 Kısım 13 altındaki embriyoların bilimsel araştırmaya bağışlanması yasağının özel hayatına saygı hakkının ihlali ile sonuçlandığını iddia etti. Madde 8’in ilgili bölümleri şöyledir:
“1. Herkes özel ... hayatına, ... saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
A. Tarafların maruzatları
1. Hükümet’in iddiaları
121. Hükümet, en başta, insan embriyolarının bilimsel araştırmaya bağışlanıp bağışlanamayacağı sorusunun “özel hayata saygı” kavramına girmediğini belirtti.
122. Duruşmada Hükümet, Sözleşme’nin 8. maddesinin bu davaya ancak dolaylı olarak; yani sadece, başvurucunun embriyoların transferini sağlayarak bir aile kurmayı istediği ve Kanun no. 40/2004’nin uygulanması nedeniyle buna engel olunduğu halde uygulanabileceğini ileri sürdü.
123. Her durumda Hükümet, başvurucunun iddia ettiği özel hayata müdahalenin hukuka uygun olduğunu, embriyonun potansiyel yaşamının korunması meşru amacı uğruna yapıldığını savundu.
124. Şikayete konu önlemin orantılılığına gelince Hükümet, yazılı gözlemlerinde Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1 madde 1 çerçevesinde ileri sürdükleri argümanlara atıf yapmakla yetindi. Bununla birlikte Hükümet, duruşmada, başvurucunun dondurularak saklanmış olan embriyoların insan yaşamı geliştiremeyeceğini sehven ortaya attığını iddia ederek İtalyan mevzuatının tutarsız olmadığını belirtti. Bu bağlamda, eğer düzgün yapılırsa, dondurularak saklamanın süre sınırı olmadığı ve henüz dondurulmuş olarak saklanan bir embriyonun yaşayabilirliğini onu çözmeden belirleyebilecek bir bilimsel araç bulunmadığı tespitinde bulundu.
125. Hükümet, ayrıca, kürtaja izin veren İtalyan hukukunda, embriyoları araştırmaya bağışlama yasağının çelişkili olmadığını, zira kürtajda fetüsün hayatının korunmasının açıkça annenin durumu ve menfaatleri ile karşılaştırılması gerektiğini ifade etti.
126. Duruşma sırasında bunlara ek olarak, embriyoların Avrupa hukuku ile korunduğunu gözlemledi. (Hükümet’in) maruzatlarına göre, 4 Nisan 1997 tarihli Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi (“Oviedo Sözleşmesi”) katiyen devletleri embriyolar üzerinde yıkıcı bilimsel araştırmaya izin vermeye mecbur etmiyordu çünkü bu tip araştırmaları yürütme tercihi devletlerin bu alanda sahip olduğu geniş takdir yetkisinin içine giriyordu.
127. Kanun no. 40/2004 hazırlık çalışmalarının, kanunun, bu konudaki bir dizi bilimsel ve etik görüşün ve meselenin hesaba katıldığı esaslı bir çalışmanın sonucu olduğunu gösterdiğini eklediler. İlaveten, söz konusu yasa birçok referandumun konusu olmuştu, diğerlerinin yanı sıra, Kısım 13’ün korunması ile ilgili olan geçersiz ilan edilmişti çünkü asgari oy oranına ulaşılamamıştı.
128. Ayrıca, İtalyan bilimsel araştırmaların yurtdışından ithal edilen ve orjinal embriyoların parçalanmasından elde edilen embriyoya ait hücre hatlarını kullandığını itiraf ederken, bu hücre hatlarının üretiminin İtalyan laboratuvarların talebi üzerine gerçekleşmediğini vurguladı ve bütün dünyada tüm bilim camiasına sağlanmış yaklaşık üç yüz embriyoya ait hücre hattının bulunduğunu gözlemledi. Bu bağlamda, bir insan embriyosunun kasten parçalanmasının halihazırda parçalanmış insan embriyolarından gelen hücre hatlarının kullanımı ile kıyaslanamayacağının altını çizdi.
129. Avrupa Birliği bilimsel araştırma fonu ile ilgili olarak Hükümet, Araştırma ve Teknolojik Gelişme için Yedinci Çerçeve Programı ile “Ufuk 2020” Araştırma ve Geliştirme için Çerçeve Programı’nın (bkz. yukarıda paragraf 64), ister Avrupa’da üretilmiş ister üçüncü ülkelerden ithal edilmiş olsun, embriyoların yok edilmesini içeren projeler için fon sağlamadığını belirtti.
130. Son olarak, 18 Kasım 2005 tarihli “doğum için evlat edinme – ADP” (bkz. yukarıda paragraflar 19-20) hakkındaki görüşünde Ulusal Biyoetik Komitesi’nin yaşamlarına saygı gösterecek çözümler bulmak amacıyla artan embriyoların akıbeti konusunu ele aldığını gözlemledi.
131. Hükümet’in görüşüne göre, Anayasa Mahkemesi’nin heterolog döllemeyi anayasaya aykırı bulduğu, böylece in vitro dölleme ile elde edilen fazla embriyoların yıkıcı olmayan amaçlar için, bu alanda İtalyan mevzuatının güttüğü amaca uygun olarak, kullanılmasına imkan veren 10 Haziran 2014 tarihli 162 sayılı karara bakılırsa, bu çözüm şimdi bir gerçeğe dönüşebilirdi.
2. Başvurucunun iddiaları
132. Başvurucu, en başta, Mahkeme içtihadına göre “özel hayatın” geniş bir kavram olduğunu ortaya attı (şu davalara atıf yaptı; Pretty / Birleşik Krallık, no. 2346/02, § 61, ECHR 2002 III ve Evans / Birleşik Krallık [BD], no. 6339/05, § 71, ECHR 2007 I).
133. Trajik bir şekilde eşini kaybetmiş olduğunu, bu nedenle de, dilediği gibi bir aile kurma kabiliyetinde olamadığını belirterek devam etti. Duruşmada; eşinin ölümü ile yasanın yürürlüğe girmesi arasında sadece dört ay geçtiğini, haliyle aile kurma planları üzerine düşünmek için gereken zamanı olmadığını, her hal ve karda, embriyoların post mortem transferinin yasal olmadığını izah etti.
134. Dolayısıyla, devletin de onu, onları araştırma için bağışlamaktansa, embriyolarının imhasına tanıklık etmeye mecbur ettiğini, oysa bağışın asil bir amaç güdeceğini ve yaşadığı acı hadiselerden sonra onu bir nebze de olsa teselli edeceğini belirtti. Bu şartlarda, özel hayat hakkının mevzubahis olduğunu ileri sürdü.
135. Ayrıca embriyo bağışı yasağının tamamen mantıksız olduğunu savundu çünkü sistemin sunduğu tek diğer seçenek embriyoların imhasıydı. Duruşmada, İtalyan hukuk sitemindeki tutarsızlıklara işaret etti; Hükümet’in ileri sürdüğü embriyonun yaşam hakkı, hamileliğin üçüncü ayına kadar kadının kürtaj yaptırma imkanı ile veya İtalyan laboratuvarlarının embriyoların parçalanmasıyla yurtdışında elde edilmiş embriyoya ait hücre hatlarını kullanmaları ile bağdaşmıyordu.
136. İlaveten, embriyoları yerleştirme dışı amaçlarla bağışlama imkanının kamu yararına hizmet ettiğini zira indüklenmiş (“induced”) pluripotent kök hücreler üzerindeki araştırmaların henüz (doğal) kök hücre üzerindeki araştırmaların yerini almadığını, dolayısıyla, ikincinin, bilhassa bazı çaresi olmayan hastalıkların tedavisinde en gelecek vadeden araştırma yöntemleri arasında yerini koruduğunu belirtti.
137. Ayrıca, yerleştirilmesi öngörülmeyen embriyoların bilimsel araştırmaya bağışlanması imkanı hakkında Avrupa’da mevcut olan fikir birliği dikkate alınırsa, devletin işbu davada geniş bir takdir yetkisinin olmadığını ileri sürdü.
138. Duruşmada, 18 Ekim 2011 tarihli Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın Oliver Brüstle / Greenpeace e.V. davasında (bkz. yukarıda paragraflar 59-61) verdiği kararına atıf yaptı. Bu kararın insan embriyolarının yok edilmesini içeren yeniliklerin patentlenmesinin yasaklanmasına ilişkin olduğunu not ederek, icatların kendilerinin – ve önceleyen araştırmaların – Avrupa’da yasaklanmış olmadığı çıkarımını yaptı.
139. Son olarak, 28 Mayıs 2014 tarihli Avrupa Komisyonu’nun Avrupa Vatandaşları “İçimizden Biri” İnisiyatifi hakkındaki Komünikasyonu’nun (bkz. yukarıda paragraflar 65-66) embriyoya ait insan kök hücresi üzerindeki araştırmaların fonlanmasının mümkün olduğunu teyit ettiğini ileri sürdü.
3. Üçüncü tarafların gözlemleri
(a) Hukuk ve Adalet için Avrupa Merkezi (“ECLJ”)
140. ECLJ bu davada, – başvurucunun önem atfettiği – bilimin menfaatlerinin Oviedo Sözleşmesi 2. maddede güvence altına alınan “insanın önceliği” ilkesi uyarınca, embriyoya saygı gereğinin üstünde olmadığını ileri sürdü.
141. Ayrıca, Mahkeme’nin önüne gelmiş olan ve destekli üremeye ilişkin meseleleri ilgilendiren bütün davalarda başvurucuların özel ve aile hayatlarına müdahalenin, çiftin ya da annenin çocuk sahibi olmasını engelleyen bir yasadan kaynaklandığını gözlemledi. Durum, başvurucunun, IVF tedavisi gördüğü zaman post mortem gebeliği yasaklayan herhangi bir yasa olmamasına rağmen, embriyoların transferini talep etmeme kararı almış olması nedeniyle burada farklıydı.
142. Son olarak, her ikisine de yukarıda atıf yapılan S.H. ve Diğerleri / Avusturya ve Evans’a işaret ederek, üye devletlere bu alanda geniş bir takdir yetkisi verildiği gözleminde bulundu.
(b) Carlo Casini tarafından temsil edilen dernekler Movimento per la vita, Scienza e vita ve Forum delle associazioni familiari
143. Bu dernekler, “özne” olan insan embriyoları üzerindeki yıkıcı deneylerin hukuken yasaklandığını ve Oviedo Sözleşmesi’nin böyle deneylere izin verme yükümlülüğü yüklemediğini ileri sürdü.
144. Üye devletlerin bu alanda geniş bir takdir yetkisine sahip olduklarını gözlemledi.
(c) Filomena Gallo tarafından temsil edilen dernekler Luca Coscioni, Amica Cicogna Onlus, L’altra cicogna Onlus ve Cerco bimbo ile kırk altı İtalyan Parlamentosu üyesi
145. Bu üçüncü taraflar; “özel hayat” kavramının gelişmekte olan bir kavram olduğunu, kesin ve nihai bir tanıma elverişli olmadığını ve başvurucunun, diğerlerinin yanı sıra, kendi biyolojik materyalini, tam olarak, ebeveyn olma planına artık dahil olmayan ve her durumda imha edilmeye mahkum embriyolarını, araştırmaya bağışlama tercihine saygı duyulması hakkını talep ettiğini belirttiler.
146. Söz konusu müdahalenin, dayanılan amaç ile haklı hale gelmediğini zira İtalyan hukukunun embriyonun hayatına mutlak bir koruma sağlamadığını eklediler.
(d) Maria Elisa D’Amico, Maria Paola Costantini, Massimo Clara, Chiara Ragni ve Benedetta Liberali tarafından temsil edilen dernekler VOX – Osservatorio italiano sui Diritti, SIFES – Society of Fertility, Sterility and Reproductive Medicine ve Cittadinanzattiva
147. Bu dernekler Kanun no. 40/2004 Kısım 13’ün bireylerin, süresiz olarak dondurulmuş vaziyette saklanması gereken, dolayısıyla ciddi masraflar üstlenilmesine sebep olan, kendi embriyolarının akıbeti hakkında karar verme özgürlüklerini kısıtladığını vurguladı.
148. Onlara göre, dondurulmuş olarak muhafaza ne ölüme mahkum embriyolar için ne de zaman geçtikçe bu embriyoların “kalitesi” düştüğünden yerleştirme için çok uzun süre saklanan embriyoları kullanmak için genellikle pek de hevesli olmayan çiftler için hiçbir şekilde kullanışlı değildi. Dondurulmuş olarak saklama, embriyoların depolandığı tıbbi merkezler için de bir o kadar faydasızdı.
B. Mahkeme’nin değerlendirmesi
1. Bu davaya Sözleşme’nin 8. maddesinin uygulanabilirliği ve başvurucu tarafından ileri sürülen şikayetin kabul edilebilirliği
149. İşbu davada Mahkeme ilk kez, Sözleşme’nin 8. maddesi altında teminat altına alınan “özel hayata saygı” hakkının başvurucu tarafından ileri sürülen in vitro dölleme suretiyle elde edilmiş embriyoların bilimsel araştırmaya bağış maksadıyla kullanılması hakkını kapsayıp kapsayamayacağı konusunda karar vermeye çağrılmıştır.
150. Hükümet, söz konusu hükmün işbu davada ancak dolaylı olarak ve sadece “aile hayatı” için, bir diğer deyişle, başvurucunun dondurularak saklama ve ardından embriyolarının yerleştirilmesi suretiyle bir aile kurmak istemesi ve fakat buna Kanun no. 40/2004’ün uygulanması nedeniyle engel olunması halinde uygulanabileceğini iddia etti.
151. Öte yandan, başvurucu, başvuru formunda (bkz. yukarıda paragraf 14) ve duruşmada (bkz. yukarıda paragraf 116), eşinin vefatından beri artık bir aile kurmak niyetinde olmadığını beyan etti. Ayrıca, Mahkeme önünde hiçbir zaman Sözleşme 8. madde altında aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğinden şikayet etmedi.
152. Mahkeme’nin önündeki bu davanın konusu, aslında, başvurucu tarafından ileri sürülen embriyolarının kaderlerini tayin etme hakkının, en fazla “özel hayat” ile bağlantılı bir hakkının kısıtlanmasını ilgilendirmektedir.
153. Başvurucu gibi Mahkeme de, ilk başta, içtihadına göre Sözleşme’nin 8. maddesi anlamında “özel hayat” kavramının geniş bir kavram olduğunu, kesin ve nihai bir tanıma elverişli olmadığını ve diğerlerinin yanı sıra bir tür kendi kaderini tayin hakkını kapsadığını (bkz. Pretty, yukarıda atıf yapılan, § 61) gözlemler. Kavram ayrıca, ebeveyn olma ya da olmama her iki kararına da saygı hakkını içerir (bkz. Evans, yukarıda atıf yapılan, § 71, ve A, B ve C / İrlanda [BD], no. 25579/05, § 212, ECHR 2010).
154. Mahkeme tarafından incelenmiş olan destekli üreme ile elde edilmiş embriyoların akıbeti meselesinin gündeme geldiği davalarda Mahkeme, tarafların seçim yapma özgürlüğüne itibar etmiştir.
155. Evans (yukarıda atıf yapılan) davasında in vitro döllemeye taraf olanların Sözleşme’nin 8. maddesi altında dayanabilecekleri çatışan haklar arasında kurulacak dengeyi irdelerken Büyük Daire, “başvurucunun genetik olarak ebeveyn olma kararına saygı hakkına eski eşinin başvurucuyla kan bağına dayalı bir çocuk sahibi olmama kararına saygı hakkından daha fazla değer verilmesi gerektiği kanaatine varmamıştır” (bkz. Evans, yukarıda atıf yapılan, § 90).
156. İlaveten, başvurucunun, diğerlerinin yanı sıra, milli makamların embriyolarının depolandıkları tıp merkezinden kendi seçtiği başka bir uzmanlaşmış kliniğe nakline izin vermemelerinden şikayet ettiği Knecht / Romanya (no. 10048/10, 2 Ekim 2012)’da Mahkeme, başvurucu aile hayatına saygı hakkının da ihlalini ileri sürmüş olsa da (bkz. paragraf 51), 8. maddenin sadece başvurucunun özel hayatına saygı bakımından uygulanabilir olduğunu kabul etmiştir (bkz. Knecht, yukarıda atıf yapılan, § 55).
157. İç hukukla ilgili olarak Mahkeme, Hükümet’in duruşmada ileri sürdüğü gibi, 10 Haziran 2014 tarihli Anayasa Mahkemesi’nin heterolog dölleme yasağını anayasaya aykırı bulduğu karar no. 162 (bkz. yukarıda paragraflar 34-39) sayesinde bir çiftin veya bir kadının fazla embriyoları kendisine yerleştirilmek üzere evlat edinmesi durumu olan, Ulusal Biyoetik Komitesi’nin de 2005’de öngördüğü “doğum için evlat edinmenin” artık mümkün olduğunu gözlemler. Mahkeme, ayrıca, bahse konu kararda Anayasa Mahkemesi’nin başvurucuların ebeveyn olma ve çocuklu bir aile kurma tercihinin “özel ve aile hayatları alanını ilgilendiren kendi kaderlerini tayin özgürlüğünün” bir veçhesi olduğunu tespit ettiğini not eder (bkz. yukarıda paragraf 37). Bu demektir ki İtalyan hukuk sistemi de, in vitro döllemeye taraf olanların yerleştirilmeyecek embriyoların akıbeti hakkında seçim yapma özgürlüğüne ehemmiyet vermiştir.
158. İşbu davada Mahkeme, embriyoların ilgili kişinin genetik kodlarını taşıması ve dolayısıyla o kişinin genetik materyalinin ve biyolojik kimliğinin kurucu bir parçasını teşkil etmesi nedeniyle in vitro dölleme yapılan kişi ile bu şekilde döllenen embriyo arasında doğan bağı dikkate almak durumundadır.
159. Mahkeme başvurucunun embriyolarının akıbeti hakkında bilinçli ve üzerinde düşünülüp taşınılmış bir tercih kullanması kabiliyetinin özel hayatının mahrem bir tarafını ilgilendirdiği ve bu nedenle kendi kaderini tayin hakkıyla ilişkili olduğu sonucuna varır. Dolayısıyla Sözleşme’nin 8. maddesi özel hayata saygı hakkı bakımından işbu davada uygulanabilir.
160. Mahkeme, son olarak, bu şikayetin Sözleşme madde 35 § 3 a) anlamında alenen mesnetten yoksun olmadığını ve başka hiçbir gerekçeyle de kabul edilemez bulunamayacağını belirtir. Dolayısıyla kabul edilebilir ilan edilmelidir.
2. Başvurucunun şikayetinin esası
(a) “Hukuka uygun” bir “müdahale” olup olmadığı
161. Taraflar gibi, Mahkeme de, Kanun no. 40/2004 Kısım 13’deki in vitro dölleme ile elde edilen ve yerleştirilmeyecek embriyoların bilimsel araştırmaya bağışlanması yasağının başvurucunun özel hayatına saygı hakkına bir müdahale teşkil ettiği kanaatindedir. Bu bağlamda, Mahkeme, başvurucu in vitro döllemeye başvurduğu zaman bu teknikle elde edilmiş ve fakat yerleştirilmemiş embriyoların bağışlanmasını düzenleyen herhangi bir yasa hükmü bulunmadığını vurgular. Bunun sonucunda, yasa yürürlüğe girene kadar, başvurucu, embriyolarını bilimsel araştırmaya bağışlamaktan hiçbir surette alıkonmamıştı.
(b) Güdülen amacın meşruiyeti
162. Duruşmada Hükümet, şikayet konusu önlem ile güdülen amacın “embriyonun yaşam potansiyelinin” korunması olduğunu belirtti.
163. Mahkeme, madde 8 § 2’de listelendiği haliyle bireyin özel hayatına saygı hakkının istisnalarının sınırlı sayıda olduklarını ve dar yorumlandıklarını tekrar eder. Bunun Sözleşme’ye uygun olması için, özgürlüğe getirilen sınırlandırmanın, özellikle, bu hükümde sayılanlarla ilişkilendirilebilecek bir amaç gütmesi gerekmektedir (bkz. S.A.S. / Fransa, yukarıda atıf yapılan, § 113).
164. Mahkeme, ne yazılı gözlemlerde ne de duruşmada sorulan soruya cevaben Hükümet’in Sözleşme’nin 8. maddesi 2. fıkrasına atıf yapmış olduğunu gözlemler.
165. Bununla birlikte, Sözleşme’nin 8. maddesi altındaki gözlemlerinde Hükümet, Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1, 1. madde (bkz. yukarıda paragraf 124) ile ilgili olarak ortaya koydukları mülahazalara atıf yapmıştır; buna göre, İtalyan hukuk sisteminde, insan embriyosu, insan onuruna gösterilmesi gereken saygıyı haiz bir hukuk öznesidir (bkz. aşağıda paragraf 205).
166. Mahkeme ayrıca, benzer bir şekilde, iki üçüncü tarafın da (ECLJ ve dernekler Movimento per la vita, Scienza e vita ve Forum delle associazioni familiari) insan embriyosunun (hak) özne(si) statüsünde olduğunu belirttiklerini (bkz. yukarıda paragraflar 140 ve 143) not düşer.
167. Mahkeme, “embriyonun yaşam potansiyelinin korunmasının”, ahlakın ve diğerlerinin hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ilişkilendirilebileceğini kabul eder (bkz. ayrıca Costa ve Pavan, yukarıda atıf yapılan, §§ 45 ve 59). Öte yandan, bu Mahkeme tarafından “diğerleri” kelimesinin, Hükümet’in kullandığı terimlerle kastetmiş olduğu gibi, insan embriyolarını kapsayıp kapsamadığı hakkında bir değerlendirme ima etmemektedir (bkz. A, B ve C / İrlanda, yukarıda atıf yapılan, § 228).
(c) Demokratik bir toplumda önlemin gerekliliği
(i) Destekli üremeye ilişkin olarak Mahkeme içtihadında ortaya konmuş ilkeler
168. Mahkeme, şikayete konu önlemin demokratik bir toplumda gerekliliğini tespit ederken, bir bütün olarak davanın ışığında, o önlemi haklı göstermek için sunulan gerekçelerin Sözleşme’nin 8. maddesi fıkra 2’deki amaçlar açısından alakalı ve yeterli olup olmadığını ele alacağını tekrar eder (bkz. diğerleri arasında, S.H. ve Diğerleri, yukarıda atıf yapılan § 91; Olsson / İsveç (no. 1), 24 Mart 1988, § 68, Seri A no. 130; K. ve T. / Finlandiya [BD], no. 25702/94, § 154, ECHR 2001 VII; Kutzner / Almanya, no. 46544/99, § 65, ECHR 2002 I; ve P., C. ve S. / Birleşik Krallık, no. 56547/00, § 114, ECHR 2002 VI).
169. Ayrıca, her hal ve karda, 8. madde altında bir devletin sahip olduğu takdir yetkisinin genişliğini tespit ederken, birçok etkenin hesaba katılması gereklidir. Bir bireyin varlığının veya kimliğinin özellikle önemli bir veçhesi söz konusu olduğunda, devlete tanınan takdir yetkisi genellikle dar olacaktır (bkz. Evans, yukarıda atıf yapılan, § 77, ve orada atıf yapılan diğer kararlar, ve Dickson / Birleşik Krallık [BD], no. 44362/04, § 78, ECHR 2007 V). Ya söz konusu menfaatin göreceli önemi ya onu korumanın en iyi yoluna gelince Avrupa Konseyi üye devletleri arasında bir görüş birliği söz konusu olmadığında ise, bilhassa dava hassas ahlaki ve etik meseleler doğuruyorsa, takdir yetkisi daha geniş olacaktır (bkz. S.H. ve Diğerleri, yukarıda atıf yapılan, § 94; Evans, yukarıda atıf yapılan, § 77; X, Y ve Z / Birleşik Krallık, 22 Nisan 1997, § 44, Karar Raporları 1997 II; Fretté / Fransa, no. 36515/97, § 41, ECHR 2002 I; Christine Goodwin / Birleşik Krallık BD], no. 28957/95, § 85, ECHR 2002 VI; ve A, B ve C / İrlanda, yukarıda atıf yapılan, § 232).
170. Mahkeme ayrıca, her durumda, “yasama tarafından bulunan çözümlerin kendi denetiminin ötesinde olmadığını” gözlemlemiştir. Yasama sürecinde hesaba katılan ve yasama tarafından yapılmış olan tercihlere sevk eden argümanların dikkatlice incelenmesi ve bu hukuki tercihlerden doğrudan etkilenenlerinki ile devletin yarışan menfaatleri arasında hakkaniyetli bir denge kurulup kurulmadığını belirlemek Mahkeme’ye düşer” (bkz. S.H. ve Diğerleri, yukarıda atıf yapılan, § 97).
171. Yukarıda bahsi geçen davada Mahkeme, ayrıca Avusturya Parlamentosu’nun henüz “suni üremeyi düzenleyen kuralların bilimde ve toplumdaki dinamik gelişmeleri dikkate alan kapsamlı bir değerlendirmesine girişmediğini” gözlemledi ve “hukukun sürekli gelişme halinde olduğu, bilim ve hukukta bilhassa dinamik bir gelişmeye tabi olan bu alanın, Sözleşmeci Devletler tarafından sürekli gözden geçirilmesi ihtiyacı içinde olduğunu” vurguladı (bkz. S.H. ve Diğerleri, yukarıda atıf yapılan, §§ 117 ve 118).
172. Costa ve Pavan’da (yukarıda atıf yapılan, § 64) Mahkeme, yerleştirme öncesi teşhis bakımından İtalyan mevzuatının şu noktada tutarlı olmadığını belirtti; yerleştirmenin ilgili bireylerin sağlıklı taşıyıcısı oldukları hastalıktan etkilenmemiş olan embriyolar ile sınırlandırılmasına müsaade etmiyordu ama başvurucunun söz konusu hastalıkla doğacak bir fetüsü kürtajla aldırmasına izin veriyordu.
173. (Mahkeme) ayrıca, özellikle in vitro dölleme tekniklerinin kullanılmasının sürekli gelişmekte olan bir alanda hassas ahlaki ve etik meseleler doğurduğunu gözlemleyerek (bkz. Knecht, yukarıda atıf yapılan, § 59), destekli üremeyi düzenleyen en uygun kuralların seçiminde kendi kararını milli makamların kararları yerine geçirmek gibi bir vazifesi olmadığını beyan etti.
(ii) Yukarıdaki ilkelerin işbu davaya uygulanması
174. Mahkeme en başta, yukarıda atıf yapılan kararlardan farklı olarak, bu davanın müstakbel ebeveynlikle ilgili olmadığını gözlemler. Dolayısıyla, kuşkusuz önemli olsa da, başvurucu tarafından ileri sürülen embriyoları bilimsel araştırmaya bağışlama hakkı Sözleşme’nin 8. maddesinin korumasını davet eden çekirdek haklardan biri değildir çünkü başvurucunun varlığının ve kimliğinin hususiyetle önem arz eden bir veçhesini ilgilendirmemektedir.
175. Sonuç olarak ve içtihadında ortaya konmuş olan ilkeleri nazara alarak Mahkeme, davalı devlete işbu davada geniş bir takdir yetkisi tanınması gerektiği görüşüne varır.
176. İlaveten şunu gözlemler; yerleştirilmeyecek embriyoların bağışı meselesi açık olarak “nazik ahlaki ve etik sorular” (bkz. Evans; S.H. ve Diğerleri; ve Knecht, hepsine yukarıda atıf yapılmıştır) gündeme getirmektedir ve Mahkeme’nin önündeki karşılaştırmalı hukuk verileri (bkz. yukarıda paragraflar 69-76), başvurucunun iddialarının tersine, bu konuda Avrupa’da bir görüş birliği olmadığını (bkz. yukarıda paragraf 137) göstermektedir.
177. Görünen o ki, bazı üye devletler bu alanda yasaklayıcı olmayan bir tutum benimsemişlerdir: Mahkeme’nin hakkında bilgi sahibi olduğu kırk devletten on yedisi insan embriyosuna ait hücre hatları üzerinde araştırmaya müsaade etmektedir. Diğer bazı devletlerde, düzenleme yoktur ancak ilgili uygulama yasaklayıcı değildir.
178. Öte yandan, bazı devletler (Andora, Letonya, Hırvatistan ve Malta) embriyoya ait hücreler üzerinde her araştırmayı açıkça yasaklayan yasalar kabul etmiştir. Diğerleri bu tip araştırmalara, bunları ancak bir takım katı şartlara bağlamak kaydıyla, örneğin amacın embriyonun sağlığının korunması olmasını veya araştırmanın yurtdışından gelen hücreleri kullanmasını şart koşmak gibi (Slovakya, Almanya, Avusturya ve İtalya’nın durumu), izin vermektedir.
179. İtalya dolayısıyla Avrupa Konseyi’nin insan embriyolarının bilimsel araştırmaya bağışını yasaklayan tek üye devleti değildir.
180. Ayrıca, yukarıda atıf yapılan Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği belgeleri, yerel makamların, insan embriyolarının yok olması söz konusu olduğunda, diğerlerinin yanı sıra insan hayatının başlangıcı anlayışında içkin etik ve ahlaki meseleleri ve farklı üye devletler arasında konu hakkında mevcut olan görüşlerin çokluğunu dikkate alarak, sınırlandırıcı bir mevzuat kabul etmekte geniş bir takdir yetkisine sahip olduklarını doğrulamaktadır.
181. Bunun bir örneği, 27. maddesinde bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, biyoloji ve tıbbın uygulanmasına ilişkin olarak bir taraf devletin, bu sözleşmede sağlanandan daha geniş kapsamlı koruma sağlaması imkanını sınırlayan bir şekilde yorumlanamaz hükmünü getiren Oviedo Sözleşmesidir. Avrupa Komisyonu Bilimde ve Yeni Teknolojilerde Etik Avrupa Grubu’nun 14 Kasım 2000’da kabul edilen Görüşü no. 15, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin İnsan Kök Hücresi Araştırmalarına Dair Kararı 1352 (2003) ve 13 Kasım 2007 tarihli ileri tedavi tıbbi ürünlerine dair Avrupa Parlamentosu ile Konseyi Tüzüğü (EC) No. 1394/2007 benzer hükümler barındırmaktadır (bkz. yukarıda paragraf 58, III-F ve IV-B).
182. Avrupa düzeyinde getirilen sınırlamalar daha ziyade bu alandaki aşırılıkları ölçülü hale getirmeyi amaçlar. Örneğin, Oviedo Sözleşmesi madde 18’deki bilimsel araştırma için insan embriyosu yaratma yasağı veya sürecin insan embriyolarının yok edilmesini içerdiği hallerde bilimsel icatların patent alması yasağı (bkz. Avrupa Birliği Adalet Divanı Oliver Brüstle / Greenpeace e.V. 18 Ekim 2011).
183. Bunlar bir kenara konduktan sonra, devletin takdir yetkisi sınırsız değildir ve yasamanın bulduğu çözümlere ulaşırken nazara aldığı argümanları incelemek ve söz konusu bu tercihlerden doğrudan etkilenenlerinki ile devletin menfaatleri arasında hakkaniyetli bir denge kurulup kurulmadığını belirlemek Mahkeme’nin vazifesidir (bkz. Evans, yukarıda atıf yapılan, § 86, ve S.H. ve Diğerleri, yukarıda atıf yapılan, § 97).
184. Mahkeme bu bağlamda, Hükümet’in duruşmada, Kanun no. 40/2004’ün hazırlık çalışmalarına dayanarak, yasanın bu konudaki farklı bilimsel ve etik soruları ve görüşleri hesaba katan birçok tartışmaya sebep olduğunu belirttiğini (bkz. yukarıda paragraf 127) not düşer.
185. XII. Daimi Komitesi tarafından 26 Mart 2002’de meclise sunulan bir rapora bakılırsa destekli üreme alanında çalışan doktorlar, uzmanlar ve dernekler tartışmalara katkıda bulundular ve bu tartışmaların en can alıcı kısmı laiklik yanlıları ile mezhepçi bir yaklaşıma sahip olanları karşı karşıya getiren bireysel özgürlükler alanında oldu.
186. Ayrıca, 19 Ocak 2004’taki müzakerelerde Kanun no. 40/2004, diğerlerinin yanı sıra, Kısım 1 altında embriyonun bir hukuk öznesi olarak tanınmasının heterolog dölleme ve dondurularak saklanan embriyoların yerleştirilmeyecek olanlarının bilimsel araştırma için kullanılması gibi bir dizi yasağa sebep olduğu gerekçesiyle de eleştirildi.
187. Hükümet gibi Mahkeme de Kanun no. 40/2004’ün gereken oy oranı sağlanmadığı için geçersiz ilan edilen birçok referanduma konu edildiğini tekrar eder. İyileştirilmesi güç hastalıklar alanında İtalya’da bilimsel araştırmaların geliştirilmesi için, böyle bir referandum Kısım 13’ün embriyolar üzerinde bilimsel araştırmalara verilecek izni onların sağlığı ve gelişimini koruma şartına bağlayan bölümünün kaldırılmasını önermişti.
188. Mahkeme dolayısıyla söz konusu yasanın yapım sürecinde yasamanın ilgili farklı menfaatleri, özellikle de devletin embriyoyu koruma menfaati ile ilgili kişilerin embriyolarını araştırmaya bağışlama şeklindeki bireysel anlamda kendi kaderlerini tayin hakkını kullanma menfaatini hesaba kattığını gözlemler.
189. Mahkeme, başvurucunun, şikayet konusu müdahalenin orantısız olduğu savını desteklemek üzere ortaya attığı tıbbi destekli üreme hakkındaki İtalyan mevzuatının tutarsız olduğu iddiasını not eder.
190. Yazılı maruzatında ve duruşmada başvurucu, Hükümet’in savunuculuğunu yaptığı embriyonun korunması ile bir kadının sağlık sebebiyle üç aya kadar hamileliğini sonlandırma hakkının ve ayrıca İtalyan araştırmacıların yurtdışında parçalanan embriyolardan elde edilen embriyoya ait hücre hatlarını kullanmalarının tutarlı olmadığını gözlemledi.
191. Mahkeme’nin vazifesi, İtalyan mevzuatının tutarlılığının soyut denetimini yapmak değildir. Mahkeme’nin analizinde dikkate alınmak için, başvurucunun şikayet ettiği çelişkilerin Mahkeme önünde ileri sürülen şikayetin konusuyla, yani embriyolarının akıbeti konusunda kendi kaderini tayin hakkının sınırlandırılması ile alakalı olması gerekir (bkz. mutatis mutandis, Olsson (no. 1), yukarıda atıf yapılan, § 54, ve Knecht, yukarıda atıf yapılan, § 59).
192. İtalya’da yurtdışında embriyoların parçalanmasıyla elde edilmiş embriyoya ait ithal hücre hatları üzerinde yapılan araştırmalara gelince, Mahkeme, başvurucu tarafından ileri sürülen embriyolarının akıbetine karar verme hakkı bilimsel araştırmaya katkıda bulunma dileğiyle ilgili olsa, buna başvurucuyu doğrudan etkileyen bir durum gözüyle bakılamayacağını gözlemler.
193. İlaveten, Mahkeme, Hükümet’in duruşmada verdiği İtalyan laboratuvarlarında araştırmalar için kullanılan embriyoya ait hücre hatlarının İtalyan mercilerinin talebi üzerine üretilmiş olmadıkları bilgisini kaydeder.
194. Mahkeme, Hükümet ile, kasıtlı surette ve fiilen bir insan embriyosunun parçalanmasının, daha önceden parçalanmış insan embriyolarından elde edilmiş olan hücre hatlarının kullanılmasıyla kıyaslanamayacağı konusunda mutabıktır.
195. Bunlardan çıkan sonuç, başvurucunun iddia ettiği gibi mevzuatta çelişkiler olsa bile, bunların işbu davada başvurucunun dayandığı hakkına doğrudan etki edebilecek nitelikte olmadıklarıdır.
196. Son olarak, Mahkeme bu davada, embriyoları bilimsel araştırmaya bağışlama tercihinin, eşi vefat ettiğinden, sadece başvurucuya ait olduğunu gözlemler. Mahkeme önünde, suni dölleme zamanı söz konusu embriyolar üzerinde başvurucuyla aynı menfaatlere sahip eşinin aynı tercihi yapacağını gösteren bir delil yoktur. Ayrıca, bu durum için iç hukukta bir düzenleme yapılmamıştır.
197. Yukarıda ortaya konan nedenlerden ötürü Mahkeme, işbu davada Hükümet’in sahip olduğu geniş takdir yetkisinin sınırlarını aşmadığı ve söz konusu yasağın Sözleşme madde 8 § 2 anlamında “demokratik bir toplumda gerekli” olduğu görüşüne varmıştır.
198. Sonuç olarak, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde başvurucunun özel hayatına saygı hakkı ihlal edilmemiştir.
V. SÖZLEŞME’YE EK PROTOKOL NO. 1 MADDE 1’İN İHLALİ İDDİASI
199. Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1 madde 1’e dayanarak başvurucu, embriyolarını bağışlayamamaktan ve ölümlerine kadar onları dondurulmuş olarak saklamak zorunda bırakılmaktan yakındı. Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1 madde 1 şu hükmü koyar:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal - mülk dokunulmazlığına saygı hakkı vardır. Bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal - mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
A. Tarafların maruzatları
1. Hükümet’in iddiaları
200. Hükümet en başta, insan embriyosuna bir “şey” olarak bakılamayacağını ve her hal ve karda ona ekonomik bir değer atfetmenin kabul edilemez olduğunu belirtti. İtalyan hukuk sisteminde insan embriyosunun, insan onuruna saygı hakkına sahip bir hukuk öznesi addedildiğini beyan etti.
201. Hükümet ayrıca, özellikle bunun gibi, Avrupa Konseyi üye devletleri arasında bir görüş birliği olmayan, karmaşık ahlaki ve etik meselelerin söz konusu olduğu alanlarda, işbu davada insan hayatının başlangıcının belirlenmesi konusunda, Mahkeme’nin üye devletlere geniş bir takdir hakkı sağladığını belirtti (yukarıda atıf yapılan Evans’a işaret etti, § 56).
202. Hükümet, bu davada, Protokol 1 madde 1’in ihlal edilmediği sonucuna vardı.
2. Başvurucunun iddiaları
203. Başvurucu, in vitro dölleme ile oluşturan embriyoların “birey” olarak ele alınamayacağını zira eğer (rahme) yerleştirilmezlerse fetüse evrilemeyeceklerini ve doğamayacaklarını belirtti. Başvurucu hukuken onların “mal-mülk” olduklarını iddia etti.
204. Bu şartlarda embriyoları üzerinde bir mülkiyet hakkı olduğunu ve devletin bu hakka hiçbir kamu yararı mülahazasıyla haklı kılınmayan sınırlamalar getirdiğini ileri sürdü. Başvurucuya göre, embriyoların yaşam potansiyellerinin korunması bu çerçevede makul olarak ileri sürülemezdi çünkü akıbetleri zaten ortadan kaldırılmaktı.
3. Üçüncü tarafların gözlemleri
(a) Hukuk ve Adalet için Avrupa Merkezi (“ECLJ”)
205. ECLJ, embriyolara “şey” gözüyle bakılamayacağını, dolayısıyla, embriyoların kasıtlı olarak yok edilemeyeceğini ileri sürdü. Ayrıca “mal-mülk” kavramının, insan embriyosu söz konusu olduğunda reddedilmesi icap eden içkin bir ekonomik çağrışımı olduğunu savundu.
206. Son olarak, Vo / France ([BD], no. 53924/00, § 82, ECHR 2004 VIII) kararına atıf yaparak, Mahkeme’nin devletlere kendi iç hukuk düzenlerinde “yaşam hakkının ne zaman başladığını” belirleme izni verdiğini ve bu alanda onlara geniş bir takdir yetkisi tanıdığını vurguladı (A, B ve C / İrlanda, yukarıda atıf yapılan, § 237).
(b) Carlo Casini tarafından temsil edilen dernekler Movimento per la vita, Scienza e vita and Forum delle associazioni familiari
207. Bu üçüncü taraflar insan embriyosunun hiçbir zaman bir “şey” sayılamayacağını belirtti.
208. İlaveten, bu konudaki İtalyan mevzuatının tutarlı olduğunu ileri sürdüler. Sağlık sebebiyle kürtajın yasal olduğunu kabul ederken, bunun embriyonun bir “şey” teşkil ediyor olmasından değil, ilgili bütün menfaatlerin, özellikle de annenin menfaatlerinin hesaba katılmasından kaynaklandığını gözlemlediler.
(c) Filomena Gallo tarafından temsil edilen dernekler Luca Coscioni, Amica Cicogna Onlus, L’altra cicogna Onlus ve Cerco un bimbo ile kırk altı İtalyan Parlamentosu üyesi
209. Gallo, embriyonun statüsü konusunda başvurucunun argümanlarını tekrar etti.
(d) Maria Elisa D’Amico, Maria Paola Costantini, Massimo Clara, Chiara Ragni ve Benedetta Liberali tarafından temsil edilen dernekler VOX – Osservatorio italiano sui Diritti, SIFES – Society of Fertility, Sterility and Reproductive Medicine ve Cittadinanzattiva
210. Bu üçüncü taraflar, Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1 madde 1 altında herhangi bir görüş sunmadılar.
B. Mahkeme’nin değerlendirmesi
1. Mahkeme içtihadında ortaya konan ilkeler
211. Mahkeme Protokol No. 1 madde 1 anlamında “mal-mülk” kavramının maddi eşyalara malik olmakla sınırlı olmayan ve iç hukuktaki resmi vasıflandırmadan bağımsız müstakil bir anlamı olduğunu: varlık teşkil eden diğer bazı haklar ve menfaatlerin de “mülkiyet hakları”, böylece bu hüküm anlamında “mal-mülk” olarak telakki edilebileceğini tekrar eder. Her davada incelenmesi gereken konu, davanın hal ve şartlarının, bir bütün olarak değerlendirildiğinde, başvurucuya Protokol No. 1 madde 1 tarafından korunan maddi bir menfaat için hak bahşedip bahşetmediğidir (bkz. Iatridis / Yunanistan [BD], no. 31107/96, § 54, ECHR 1999 II, Beyeler / İtalya [BD], no. 33202/96, § 100, ECHR 2000 I, ve Broniowski / Polonya [BD], no. 31443/96, § 129, ECHR 2004 V).
212. Protokol No. 1 madde 1 bir kişinin yalnızca halihazırda mevcut olan mal-mülküne uygulanır. Müstakbel gelirin, zaten kazanılmış veya kesinkes ödenecek olmadıkça, “mal-mülk” teşkil ettiği düşünülemez. Ayrıca, çok eskiden sönümlenmiş bir mülkiyet hakkının yeniden canlandırılabileceği umuduna veya şart gerçekleştirilmediğinden düşen şartlı talebe “mal-mülk” gözüyle bakılmaz (bkz. Gratzinger ve Gratzingerova / Çek Cumhuriyeti (KK), no. 39794/98, § 69, ECHR 2002 VII).
213. Öte yandan, bazı durumlarda, bir varlık elde edileceği “meşru beklentisi” de Protokol No. 1 madde 1’in korumasından faydalanabilir. Böylece, talebin niteliğinin mülkiyete ilişkin bir menfaat olduğu hallerde, şayet iç hukukta bu menfaatin yeterli bir dayanağı varsa, yerel mahkemelerin mevcudiyeti teyit eden müstakar içtihadı gibi (bkz. Kopecký / Slovakya [BD], no. 44912/98, § 52, ECHR 2004 IX), menfaatin sağlandığı kişinin meşru bir beklenti içinde olduğu kabul edilebilir.
2. Yukarıdaki ilkelerin işbu davaya uygulanması
214. Mahkeme, davanın, Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1 madde 1’in işbu davanın olaylarına uygulanabilirliği ön sorusunu gündeme getirdiğini not eder. Mahkeme, özellikle in vitro insan embriyosunun statüsü ile ilgili olarak tarafların taban tabana zıt görüşleri olduğunu kaydeder.
215. Öte yandan, burada, hassas ve tartışmalı olan insan hayatının ne zaman başladığı meselesini incelemek gerekmediği kanaatindedir zira Sözleşme’nin 2. maddesi işbu davada mevzubahis değildir. Protokol No. 1, madde 1 ile ilgili olarak Mahkeme bu maddenin inceleme konusu davaya uygulanmadığı görüşünü benimser. Maddenin iktisadi ve maddi kapsamı nazara alındığında, insan embriyoları o hüküm anlamında “mal-mülke” indirgenemez.
216. Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1 madde 1 işbu davada uygulanabilir değildir; başvurunun bu kısmının, madde 35 §§ 3 ve 4 uyarınca, Sözleşme hükümlerinin konu bakımından ratione materiae kapsamı dışında olduğundan reddedilmesi gerekir.
BU GEREKÇELERLE, MAHKEME
1. Hükümet’in iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle ileri sürdüğü itirazı oy birliğiyle reddeder;

2. Hükümet’in başvurunun geç yapıldığı gerekçesiyle ileri sürdüğü itirazı oy çokluğuyla reddeder;

3. Hükümet’in başvurucunun mağdur sıfatı olmadığı gerekçesiyle ileri sürdüğü itirazı oy çokluğuyla reddeder;

4. Sözleşme’nin 8. maddesine dayanan şikayetle ilgili olarak başvuruyu oy çokluğuyla kabul edilebilir ilan eder;

5. Sözleşme’ye Ek Protokol No. 1 madde 1’e dayanan şikayetle ilgili olarak başvuruyu oy birliğiyle kabul edilemez ilan eder;

6. Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edilmediğine 16’ya 1 oyla hükmeder.
İşbu karar, İngilizce ve Fransızca olarak Strazburg’da İnsan Hakları Binası’nda yapılan kamuya açık bir duruşmada 27 Ağustos 2015 tarihinde verilmiştir.
Johan Callewaert Dean Spielmann
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Başkan

Sözleşme’nin 45 § 2 ve İç Tüzük’ün 74 § 2 hükümlerine uygun olarak, işbu karara aşağıdaki şerhler eklenmiştir:
(a) Hakim Pinto de Albuquerque’in mutabakat şerhi;
(b) Hakim Dedov’un mutabakat şerhi;
(c) Hakimler Casadevall, Raimondi, Berro, Nicolaou ve Dedov’un ortak kısmi mutabakat şerhi;
(d) Hakimler Casadevall, Ziemele, Power-Forde, De Gaetano ve Yudkivska’nın ortak kısmi muhalefet şerhi;
(e) Hakim Nicolaou’nun kısmi muhalefet şerhi;
(f) Hakim Sajó’nun muhalefet şerhi.
D.S.
J.C.

Şerhler Türkçeye çevrilmemiştir ancak Mahkeme içtihadı veri tabanı HUDOC’tan ulaşılabilecek kararın orjinal dilindeki halinde İngilizce ve/veya Fransızca olarak bulunmaktadır.


© Avrupa Konseyi/Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2015.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin resmi dilleri, İngilizce ve Fransızcadır. İşbu çeviri, Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Vakfı Fonu’nun desteğiyle yaptırılmıştır (www.coe.int/humanrightstrustfund). Bu çeviri, Mahkeme’yi bağlamamaktadır ve Mahkeme bu çevirinin kalitesine ilişkin hiçbir sorumluluk almamaktadır. Bu çeviri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihat veri tabanı HUDOC (http://hudoc.echr.int)’tan veya çevirinin paylaşılmış olduğu diğer veri tabanlarından indirilebilir. Bu çeviri, ticari olmayan amaçlarla; davanın tam adının yukarıdaki telif hakkı ibaresi ve İnsan Hakları Vakfı Fonu’na yapılacak atıfla birlikte belirtilmiş olması şartıyla çoğaltılabilir. Şayet bu çevirinin herhangi bir kısmının ticari amaçlarla kullanılması amaçlanıyorsa, lütfen publishing@echr.coe.int adresiyle irtibata geçiniz.

© Council of Europe/European Court of Human Rights, 2015.
The official languages of the European Court of Human Rights are English and French. This translation was commissioned with the support of the Human Rights Trust Fund of the Council of Europe (www.coe.int/humanrightstrustfund). It does not bind the Court, nor does the Court take any responsibility for the quality thereof. It may be downloaded from the HUDOC case-law database of the European Court of Human Rights (http://hudoc.echr.coe.int) or from any other database with which the Court has shared it. It may be reproduced for non-commercial purposes on condition that the full title of the case is cited, together with the above copyright indication and reference to the Human Rights Trust Fund. If it is intended to use any part of this translation for commercial purposes, please contact publishing@echr.coe.int.

© Conseil de l’Europe/Cour européenne des droits de l’homme, 2015.
Les langues officielles de la Cour européenne des droits de l’homme sont le français et l’anglais. La présente traduction a été effectuée avec le soutien du Fonds fiduciaire pour les droits de l’homme du Conseil de l’Europe (www.coe.int/humanrightstrustfund). Elle ne lie pas la Cour, et celle-ci décline toute responsabilité quant à sa qualité. Elle peut être téléchargée à partir de HUDOC, la base de jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme (http://hudoc.echr.coe.int), ou de toute autre base de données à laquelle HUDOC l’a communiquée. Elle peut être reproduite à des fins non commerciales, sous réserve que le titre de l’affaire soit cité en entier et s’accompagne de l’indication de copyright ci-dessus ainsi que de la référence au Fonds fiduciaire pour les droits de l’homme. Toute personne souhaitant se servir de tout ou partie de la présente traduction à des fins commerciales est invitée à le signaler à l’adresse suivante : publishing@echr.coe.int.

  Avukat   -   AİHM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için