Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Şakir Kaçmaz / Türkiye (Başvuru No. 8077/08)
0

Şakir Kaçmaz / Türkiye (Başvuru No. 8077/08)

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM


ŞAKİR KAÇMAZ / TÜRKİYE
(Başvuru no. 8077/08)


KARAR



STRAZBURG
10 Kasım 2015



İşbu karar AİHS’in 44 § 2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Bazı şekli değişikliklere tabi tutulabilir.

Şakir Kaçmaz / Türkiye davasında,
Başkan
Guido Raimondi,
Yargıçlar
Işıl Karakaş,
Nebojša Vučinić,
Helen Keller,
Paul Lemmens,
Egidijus Kūris,
Robert Spano,
ve Bölüm Yazı İşleri Müdürü Stanley Naismith’in katılımıyla Daire halinde toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm), 13 Ekim 2015 tarihinde gerçekleştirilen kapalı müzakerelerin sonunda, aynı tarihte kabul edilen aşağıdaki kararı vermiştir.
USUL
1. Davanın temelinde, Şakir Kaçmaz (“başvuran”) tarafından, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesine uygun olarak, 4 Şubat 2008 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Mahkemeye yapılmış olan bir başvuru (no. 8077/08) bulunmaktadır.
2. Başvuran Van’da ikamet etmekte olan avukat M. Oğuz tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) kendi görevlisi tarafından temsil edilmiştir.
3. Başvuru 22 Ekim 2012 tarihinde Hükümet’e tebliğ edilmiştir.
4. Bölüm Başkanı 27 Mart 2013 tarihinde, Mahkeme İç Tüzüğünün 34 § 3. maddesi uyarınca, başvuranın Mahkeme önünde gerçekleşen yargılamaların yazılı aşamasında Türkçe dilini kullanması için izin vermeye karar vermiştir.
OLAYLAR
5. Başvuran 1973 doğumlu olup, halen Tokat Cezaevi’nde hapis cezası infaz edilmektedir.
A. Başvuranın yakalanması, gözaltında tutulması ve gözaltı sırasında hazırlanan sağlık raporları
6. Başvuran 30 Eylül 2001 tarihinde, Hizbullah adlı yasadışı bir örgüte üyelik şüphesiyle yakalanmıştır. Dört polis memuru tarafından imzalanan yakalama tutanağına göre, başvuran yakalanması sırasında birkaç kâğıt parçası yutmaya teşebbüs etmiş ve kâğıtları ağzından çıkarmaya çalışan polis memurlarına direnmiştir.
7. Başvuran aynı gün, Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde bir doktor tarafından muayene edilmiştir. Doktor, kolluk tutanağına, başvuranın sol gözünün altında yaygın bir zedelenme, sağ gözünün altında ödem, sol bileğinde çizik, sol kulağının arkasında kırmızı lekeler ve sağ kulağında kan olduğunu kaydetmiştir. 8. Başvuran 7 Ekim 2001 tarihinde, kendisine farenjit teşhisi koyan ve ilaç yazan doktor tarafından muayene edilmiştir.
9. 8 Ekim 2001 tarihinde başvuranın Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde ifadesi alınmıştır ve başvuran Hizbullah’la ilişkisi bulunduğunu kabul etmiştir.
10. Başvuran 9 Ekim 2001 tarihinde saat 14.45’te sağlık muayenesi için Diyarbakır Sağlık Kliniğine gönderilmiştir. Emniyet Müdürlüğünün başvuranın adının yazılı olduğu belgesinde, başvuranı muayene eden doktor, başvuranın sol gözünün altında yaygın zedelenme ve sol bileğinde küçük çizikler bulunduğunu kaydetmiştir.
11. Aynı gün, Cumhuriyet savcısı ve nöbetçi hâkim tarafından başvuranın ifadesi alınmıştır. Başvuran Cumhuriyet savcısı önünde, başını sallayarak soruları yanıtlamıştır. Cumhuriyet savcısı, başvuranın konuşamadığını ve bu nedenle ifade veremediğini kaydetmiştir. Başvuran nöbetçi hâkim önünde, bir kâğıt parçasına, boğazının ve iç organlarının acıdığını ve konuşamadığını yazmıştır. Başvuran ayrıca, polis önündeki beyanlarını ve kendisi hakkındaki delilleri detayı bir şekilde inceleyeceğini ve yargılamayı yürüten mahkeme önünde savunmasını sunacağını belirtmiştir.
12. Aynı gün nöbetçi hâkim, ilgili tarihte yürürlükte olan 430 sayılı Kanun Hükmünde Kararname temelinde, başvuranın Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde on gün süreliğine tutulmasına karar vermiştir.
13. Başvuran aynı gün saat 21.00’da Diyarbakır Devlet Hastanesinde muayene edilmiştir. Muayene işlemini gerçekleştiren doktor, muayene tutanağına, başvuranın sol göz bölgesinin altında 2x3 cm’lik zedelenme bulunduğunu ve bademcik iltihabından muzdarip olduğunu ifade etmiştir.
14. Başvuran 10 Ekim 2001 tarihinde, Diyarbakır Devlet Hastanesi acil servisine sevk edilmiştir. Buradaki doktorlar başvuranın kulak burun boğaz servisindeki bir doktor tarafından muayene edilmesi gerektiği kanısına varmışlardır. Başvuran sonrasında, bir dizi muayeneden geçirilmiştir. Aynı gün saat 14.30’da, kulak burun boğaz uzmanı, polis tarafından hastaneye gönderilen bir yazıda, başvuranın sağ kulağında iltihap olduğunu ve sol kulağında travma sonucu oluşması muhtemel kulak zarı perforasyonu bulunduğunu belirtmiştir. Doktor ayrıca, başvuranın işitme kaybından muzdarip olduğunu belirtmiştir.
15. Başvuran 18 Ekim 2001 tarihinde polis önünde bir kez daha ifade vermiştir. Başvuranın ifadesini içeren belgeye göre, başvuran daha önceden yasadışı örgütle olan ilişkisi hakkında ifade vermiş olup, yakalanması sırasında yutmaya çalıştığı belgelerin içeriği hakkında başka bir beyanda bulunmak istememiştir.
16. Başvuran aynı gün, Diyarbakır Sağlık Kliniğindeki bir doktor tarafından yeniden muayene edilmiştir. Doktor, başvuran hakkında Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü tarafından hastaneye gönderilen yazıda, başvuranın zayıf göründüğünü ancak vücudunda fiziksel şiddete dair herhangi bir iz bulunmadığını ifade etmiştir.
17. Başvuran aynı gün, tutuklu bulunduğu Diyarbakır Cezaevine transfer edilmiştir.
18. Başvuran 2 Kasım 2001 ve 14 Aralık 2001 tarihlerinde, Diyarbakır Cezaevinde tutulurken Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde bir dizi sağlık muayenesinden geçirilmiştir ve nefes alma ve sindirim sorunlarından dolayı tedavi görmüştür.
B. Başvuran hakkındaki ceza yargılamaları
19. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcısı 12 Ekim 2001 tarihinde, söz konusu mahkemeye bir iddianame sunarak; eski Ceza Kanunu’nun 168. maddesi uyarınca başvuranı Hizbullah’a üye olmakla suçlamıştır.
20. Yargılamalar, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde başlamıştır. Başvuran hakkındaki dava, belirsiz bir tarihte, Van Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde derdest olan ve Hizbullah’a üyelikle suçlanan birkaç kişi hakkında açılmış olan bir başka dava ile birleştirilmiştir.
21. Van Devlet Güvenlik Mahkemesi, 6 Mayıs 2003 tarihinde başvuranı eski Ceza Kanunu’nun 146. maddesi uyarınca güç kullanarak anayasal düzeni yıkmaya teşebbüsten suçlu bulmuş ve müebbet hapis cezasına mahkûm etmiştir. Yargıtay 8 Haziran 2004 tarihinde, ilk derece mahkemesinin kararını usuli gerekçelerle bozmuştur.
22. Bu sırada, 30 Haziran 2004 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan, 16 Haziran 2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanunla, Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırılmıştır. Bu nedenle Van Ağır Ceza Mahkemesi, davaya ilişkin yargı yetkisine sahip olmuştur.
23. Van Ağır Ceza Mahkemesi 11 Mayıs 2006 tarihinde, başvuranı Hizbullah’a üye olmasından ve anayasal düzeni güç kullanarak yıkmaya teşebbüs eden faaliyetlere katılmasından dolayı müebbet hapis cezasına mahkûm etmiştir.
24. Başvuranın avukatı 16 Mayıs 2006 tarihinde, 11 Mayıs 2006 tarihli kararı temyiz etmiştir.
25. Yargıtay, 15 Mart 2007 tarihinde, başvuranın avukatının da hazır bulunduğu ve savunmasını sunduğu bir duruşma gerçekleştirmiştir. Yargıtay aynı gün, ilk derece mahkemesinin kararının, başvuranın mahkûmiyetiyle ilgili kısmını onamıştır.
26. Yargıtay 21 Mart 2007 tarihinde, kararın gerekçesini açıklamıştır.
27. Yargıtay kararının, ilk derece mahkemesinin yazı işleri müdürlüğüne tebliğ edilmesinin ardından, Bitlis Cumhuriyet savcısı 14 Haziran 2007 tarihinde, hapis cezasının infazına ilişkin olarak bir müddetname hazırlamıştır. Müddetname 21 Haziran 2007 tarihinde başvurana tebliğ edilmiştir.
C. Başvuranın kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma
28. Başvuran 24 Aralık 2001 tarihinde, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığına iki adet dilekçe sunarak, gözaltında tutulmasından önce ve gözaltı sırasında kötü muameleye maruz bırakıldığını ifade etmiştir. Başvuran bu bağlamda, yakalandığı gün hastaneye götürülmeden önce şiddet gördüğünü ve yüzünde meydana gelen yaralanmaların bu şiddet sonucunda oluştuğunu iddia etmiştir. Ayrıca, çırılçıplak soyulduğunu, gözlerinin bağlandığını, kendisine hakaret edildiğini, tehdit edildiğini, boğazının sıkıldığını, elektroşok uygulandığını, kollarından asıldığını, basınçlı soğuk suyla ıslatıldığını ve testislerinin sıkıldığını ileri sürmüştür. Başvuran ayrıca, polis memurlarının, acı çekmesini sağlamak için gözlerinin altındaki zedelenmelere baskı uyguladıklarını beyan etmiştir. Başvuran dilekçesinde, kötü muamele sonucunda kulak zarı perforasyonundan muzdarip olduğunu kaydetmiştir. Son olarak, polis memurları tarafından maruz bırakıldığı kötü muamele nedeniyle konuşamadığı için, 9 Ekim 2001 tarihinde Cumhuriyet savcısı ve nöbetçi hâkim önünde ifade veremediğini belirtmiştir.
29. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcısı 16 Ocak 2002 tarihinde, başvuranın dilekçesini Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına göndermiş ve başvuranın iddialarını araştırmak için gereken yetkiye sahip olmadığını ifade etmiştir.
30. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 28 Ocak 2002 tarihinde, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcısına ve Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesine yazı göndererek; başvuran hakkında hazırlanan sağlık raporları ve başvuranın polis önündeki ifadelerini talep etmiştir.
31. Cumhuriyet savcısı aynı gün, Diyarbakır Cezaevi yetkililerinden, başvuranın ifadesinin alınması amacıyla savcılığa getirilmesini talep etmiştir.
32. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 4 Şubat 2002 tarihinde, başvuranın şikâyetine ilişkin olarak ifadesini almıştır. Başvuran, gözaltının ilk aşamasında diğer deyişle 30 Eylül ve 9 Ekim 2001 tarihleri arasında işkence gördüğünü ileri sürmüştür. Çırılçıplak soyulduğunu, gözlerinin bağlandığını, kendisine hakaret edildiğini, elektroşok uygulandığını, testislerine ve kulaklarına basınçlı soğuk su sıkıldığını ve bunun sonucunda kulaklarında hasar oluştuğunu kaydetmiştir. Ayrıca polis memurlarının, yakalanması sırasında yüzüne aldığı darbelere baskı uyguladıkları iddiasını yinelemiştir. Son olarak, 9 ve 18 Ekim 2001 tarihleri arasında, polisler tarafından psikolojik baskıya maruz bırakıldığı konusunda şikâyette bulunmuştur.
33. Başvuran aynı gün, Diyarbakır Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Grup Başkanlığında muayene edilmiştir. Başvuranın muayenesi sonucunda hazırlanan rapora göre, başvuranın vücudunda fiziksel şiddete dair herhangi bir iz bulunamamıştır. Ancak tıbbi uzman, başvuranın kötü muamele iddialarına ilişkin olarak; gözaltında tutulması süresince ve bu sürecin ardından hazırlanan raporların alınmasından sonra bir başka rapor hazırlayabileceğini kaydetmiştir.
34. Başvuran 6 Şubat 2002 tarihinde, Diyarbakır Devlet Hastanesinde muayene edilmiştir. Muayene sonucunda verilen rapora göre başvuranın sol kulak zarı hasar görmemiştir.
35. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Grup Başkanlığı 29 Mayıs 2002 tarihinde, sağlık raporlarında belirtilen yaralanmaların kötü muamele sonucunda oluşup oluşmadığı konusunda görüş isteyen Diyarbakır Cumhuriyet savcısının talebi üzerine başvuran hakkında bir rapor hazırlamıştır. Raporda, başvuranın sol kulak zarının hasarsız olduğunu belirten 6 Şubat 2002 tarihli raporla, başvuran sol kulak zarı perforasyonundan muzdarip olduğunu belirten 10 Ekim 2001 tarihli raporlar arasında çelişki olduğu kaydedilmiştir. Raporu hazırlayan doktor, kesin bir rapor hazırlanabilmesi için, başvuranın sağlık muayenesinden geçirilmesi ve inceleme yapılması gerektiği kanaatine varmıştır.
36. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 30 Temmuz ve 26 Kasım 2002 tarihleri arasında, çeşitli cezaevlerinin yetkililerine, başvuranın sağlık muayenesinden geçirilmesi için gönderilmesi konusunda talepte bulunan yazılar iletmiştir. Cezaevi müdürleri her seferinde, Cumhuriyet savcısını, başvuranın bir başka cezaevine transfer edildiği konusunda bilgilendirmiştir.
37. Başvuran 19 Aralık 2002 tarihinde, Diyarbakır Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, Van Üniversitesi Araştırma Hastanesinde kulaklarından muayene edilmiştir. Başvuran hakkında hazırlanan raporda, başvuranın sol kulağındaki perforasyona atıfta bulunulmamıştır.
38. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 7 Mart 2003 tarihinde, Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Grup Başkanlığından, başvuranın vücudundaki yaralanmaların sebebinin kötü muamele olup olmadığına ilişkin görüş içeren bir rapor hazırlamasını talep etmiştir.
39. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Grup Başkanlığından bir doktor, 7 Mart 2003 tarihinde, Diyarbakır Cumhuriyet savcısına bir yazı göndermiş ve başvuranın detaylı kulak burun boğaz muayenesinin ardından kesin görüş sunulabileceği konusunda bilgi vermiştir.
40. Başvuran 1 Temmuz 2003 tarihinde, Diyarbakır Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, Van Devlet Hastanesindeki bir doktor tarafından muayene edilmiştir. Başvuranı muayene eden doktor, başvuranın sol kulak zarının hasar görmediğini kaydetmiştir.
41. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 5 Şubat ve 22 Nisan 2004 tarihlerinde, Van Devlet Güvenlik Mahkemesinden, başvuran hakkında açılan dava dosyasında bulunan, başvuranın polis önündeki ifadeleri, yakalama ve arama tutanakları ve başvuran hakkında hazırlanan sağlık raporlarını talep etmiştir. Van Devlet Güvenlik Mahkemesi 4 Mayıs 2004 tarihinde, Cumhuriyet savcısına gönderdiği yazıda temyiz işlemlerinin devam etmesi nedeniyle dava dosyasının Yargıtay önünde olduğu konusunda bilgi vermiştir. Cumhuriyet savcısı 22 Ağustos 2005 ve 5 Ocak 20 Eylül 2006 tarihlerinde, talep ettiği belgelerin kendisine ulaşmaması nedeniyle taleplerini yinelemiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesi 20 Eylül 2006 tarihinde, önceki yanıtını yinelemiştir. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 2007 yılında belirsiz bir tarihte dava dosyasının bir kopyasını almıştır.
42. Başvuran 6 Nisan 2004 tarihinde, Diyarbakır Cumhuriyet savcısına bir yazı göndererek kötü muamele iddialarına yönelik soruşturmanın sonucu hakkında bilgi talebinde bulunmuştur. Son iki yıldır soruşturmada kaydedilen gelişmeler hakkında bilgilendirilmediğini ifade ederek; soruşturmanın ve sağlık muayenelerinin yalnızca sol kulağındaki hasarla ilgili olduğunu oysa ki, gözaltında kötü muameleye maruz kalmasından dolayı başka yaralanmalar ve rahatsızlıklarının da bulunduğunu ifade etmiştir. Başvuran, Adli Tıp Kurumunda detaylı bir muayeneden geçirilmeyi talep etmiştir. Ancak bu dilekçesine herhangi bir yanıt alamamıştır.
43. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 22 Nisan 2004 tarihinde, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinden, başvuranın gözaltında tutulmasına ilişkin belgeler ve şüpheli polis memurlarının görev yerlerine ilişkin bilgi talebinde bulunmuştur. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi 20 Mayıs 2004 tarihinde, talep edilen belge ve bilgileri göndermiştir.
44. Başvuran 19 Ekim 2004 tarihinde, Van Ağır Ceza Mahkemesi önünde, gözaltında tutulurken maruz kaldığı kötü muameleden şikâyet ettiği bir dilekçe sunduğunu ve iddialarına yönelik olarak başlatılan soruşturmanın sonucu hakkında bilgilendirilmeyi talep ettiğini ileri sürmüştür.
45. Başvuran 18 Aralık 2005 tarihinde, Van Üniversitesi Araştırma Hastanesinde bir kez daha kulak muayenesinden geçirilmiştir. Sağlık raporunu hazırlayan doktor, başvuranın hafif işitme kaybından muzdarip olduğunu kaydetmiştir.
46. Başvuran 11 Mayıs 2006 tarihinde bir kez daha, Van Ağır Ceza Mahkemesi önünde, kötü muamele iddialarına yönelik soruşturmanın sonucu hakkında bilgilendirilmeyi talep etmiştir. Ancak herhangi bir yanıt alamamıştır.
47. Başvuran 26 Haziran 2007 tarihinde, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesi için cezaevi yönetimine bir dilekçe sunmuştur. Ancak herhangi bir yanıt alamamıştır. Başvuran 23 Haziran 2009 tarihinde, dilekçesinin alındığı ve yanıt verilmediği konusunda bilgilendirilmiştir. Başvuranın dilekçesinin içeriğine dava dosyasında yer verilmediği belirtilmelidir.
48. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 8 Ağustos 2007 tarihinde, Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Grup Başkanlığından, başvuranın vücudunda gözlenen yaralanmaların, polis tarafından güç kullanımı sonucunda gerçekleşip gerçekleşmediği hakkında rapor sunmasını talep etmiştir.
49. Cumhuriyet savcısı 2 Ekim 2007 ve 14 Mayıs 2008 tarihli yazılarla, Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Grup Başkanlığından, başvuranın orantılı güç kullanımı sonucunda yaralanıp yaralanamayacağı ve başvuranın gözaltında tutulmasının başlangıcında ve sonunda hazırlanan sağlık raporları arasında farklılık olup olmadığı konusunda görüş sunmasını talep etmiştir. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Grup Başkanlığından bir uzman 23 Mayıs 2008 tarihinde, Cumhuriyet savcısını, dava dosyasındaki belgelerin İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesine gönderilmesi gerektiği konusunda bilgilendirmiştir.
50. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 13 Mart 2008 tarihinde, Dicle Üniversitesi Araştırma Hastanesinden, başvuran hakkında hazırlanan sağlık raporları temelinde, başvuranın iddialarının doğruluğu hakkında görüş içeren bir rapor hazırlaması için uzman görevlendirmesini talep etmiştir.
51. Dicle Üniversitesi Araştırma Hastanesinden bir doktor 12 Mayıs 2008 tarihinde, Cumhuriyet Savcılığına rapor göndermiştir. Söz konusu doktora göre, başvuranın sol kulak zarındaki perforasyonun zamanla iyileşmesi muhtemeldir. Doktor ayrıca, perforasyonun başvuranın yakalanması sırasında veya gözaltında bulunduğu sırada travma sonucu oluşmuş olabileceği kanısına varmıştır.
52. Başvuran 26 Mayıs 2008 tarihinde, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına dilekçe vererek, soruşturmanın sonucu hakkında bilgilendirilmeyi talep etmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 3 Haziran 2008 tarihli yazıyla, başvuranı, soruşturma dosyasının Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesine gönderildiği ve soruşturmanın devam ettiği konusunda bilgilendirmiştir.
53. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 27 Mayıs 2008 tarihinde başvuranın Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesi tarafından muayene edilmesini talep etmiştir. Cumhuriyet savcısı 15 Temmuz ve 28 Ekim 2008 tarihleri arasında, başvuranın transfer edildiği Diyarbakır Cezaevine yazı göndererek; cezaevi yetkililerinden, başvuranın Adli Tıp Kurumunda sağlık muayenesinden geçirilmesi için İstanbul’a göndermelerini talep etmiştir.
54. Başvuran 12 Kasım 2008 tarihinde Adli Tıp Kurumunda muayene edilmiştir. Başvuran muayene sırasında, yakalandığı esnada dövüldüğünü ifade etmiştir. Başvuran ayrıca, gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüştür.
55. Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesi 31 Aralık 2008 tarihinde bir rapor hazırlamıştır. Bu raporda, 30 Eylül 2001 tarihli yakalama tutanağına atıfta bulunulmuştur. Yakalama tutanağında, başvuranın yakalama işlemine direnmesi sebebiyle polis memurlarının başvuranı yakalamak için güç kullandıkları belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu ayrıca, yukarıda bahsedilen 30 Eylül 2001, 9, 10 ve 18 Ekim 2001, 4 ve 6 Şubat 2002, 7 Mart ve 1 Temmuz 2003 ve 12 Mayıs 2008 tarihli sağlık raporlarını da dikkate almıştır. Bu raporlar ve başvuranın 12 Kasım 2008 tarihinde sağlık muayenesinden geçirilmesi temelinde, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesi, başvuranın vücudunda tespit edilen yaralanmaların hayati tehlike arz etmediğini, ancak on beş gün süreliğine günlük faaliyetlerini devam ettirmesini engellediğini tespit etmiştir. Ayrıca, başvuranın yüzü ve kulağındaki yaralanmaların başvuranın yakalanması sırasında keskin olmayan bir cisim darbesinden dolayı oluşmuş olabileceği belirtilmiştir. Raporda ayrıca, başvuranın 30 Eylül ve 10 Ekim 2001 tarihleri arasında, kulağından muayene edilmediği ve 30 Eylül 2001 tarihli raporda belirtilen, sol kulağının arkasındaki kırmızı lekelerin, sol kulak zarında perforasyona neden olması muhtemel fiziksel travmadan kaynaklanmış olabileceği ifade edilmiştir. 2. İhtisas Dairesi son olarak, başvuranın gözaltında tutulurken fiziksel travmaya maruz kaldığını gösteren bir delil bulunmadığını kaydetmiştir.
56. Diyarbakır Cumhuriyet savcısı 15 Ekim 2009 tarihinde başvuranın kötü muamele iddialarına yönelik soruşturmayı sonlandırmaya karar vermiştir. Cumhuriyet savcısı söz konusu kararında, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesinin raporuna dayanmış ve başvuranın vücudunda tespit edilen yaralanmaların, yakalanması sırasında ortaya çıkan boğuşma sırasında oluştuğuna karar vermiştir. Cumhuriyet savcısı başvuranın vücudundaki yaralanmaların, Polis Vazife ve Salahiyet Kanununa (2559 sayılı Kanun) uygun olarak gerçekleştirilen yakalama işlemi sırasında kullanılan güç sonucu oluştuğunu ve polis memurlarının güç kullanımına ilişkin olarak yetkilerinin dışına çıktıklarını gösteren herhangi bir rapor veya delil bulunmadığını kaydetmiştir. Ayrıca, başvuranın gözaltında tutulurken kötü muameleye maruz kaldığını gösteren rapor veya tanık ifadesi gibi herhangi bir delil bulunmadığı kanısına varmıştır. Savcı bunların dışında, başvuranın gözaltında tutulma süresinin, ilgili tarihteki mevzuata uygun olduğunu ifade etmiştir. Bu nedenle Cumhuriyet savcısı, başvuranın gözaltında kötü muameleye maruz kaldığı yönündeki iddiasını destekleyen bir delil bulunmadığı sonucuna varmıştır.
57. Başvuran, 4 Kasım 2009 tarihinde 15 Ekim 2009 tarihli karara karşı Siverek Ağır Ceza Mahkemesi önünde itirazda bulunmuştur. İlgili dilekçesinde, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesi tarafından oldukça geç bir tarihte muayene edildiğini ifade etmiştir. Başvuran ayrıca, sağlık muayenelerinin yüzeysel olarak gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür. Örneğin, elektroşoklara maruz kaldığı iddiasına ilişkin olarak herhangi bir inceleme yapılmamıştır. Başvuran son olarak, kulağındaki sorunlardan dolayı gözaltındayken acil servise gitmesi gerektiğini belirtmiştir.
58. Siverek Ağır Ceza Mahkemesi 29 Mart 2010 tarihinde, başvuranın itirazını reddetmiş ve kötü muameleye maruz bırakıldığını gösteren herhangi bir delil bulunmadığına karar vermiştir.
D. Başvuranın Mahkeme önünde gerçekleştirdiği 22 Mayıs 2002 tarihli başvuru (no. 30652/02)
59. Başvuran 22 Mayıs 2002 tarihinde, Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğini iddia ederek Mahkeme’ye başvuruda bulunmuştur. Başvuran, yakalanması sırasında ve gözaltındayken kötü muameleye maruz bırakıldığını iddia etmiştir.
60. Mahkeme 13 Aralık 2005 tarihinde, üç yargıçtan oluşan Komite halinde toplanarak, iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle, başvuranın 3. madde kapsamındaki şikâyetinin kabul edilemez olduğunu beyan etmiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
I. HÜKÜMETİN İLK İTİRAZI
61. Hükümet 17 Eylül 2013 tarihli görüşlerinde, başvuranın görüşlerinin İç Tüzüğün 34 § 1 maddesinin gerektirdiği şekilde, Mahkeme’nin resmi dillerinden birinde iletilmediğini ve dava dosyasında, başvuranın Mahkeme önündeki yargılamalarda Türkçe dilini kullanmasına izin verildiğine dair herhangi bir bulgu olmadığını ileri sürmüştür. Hükümet Mahkeme’yi, başvuranın görüşlerini ve adil tazmin taleplerini dikkate almamaya davet etmiştir.
62. Mahkeme başvuranın 27 Mart 2013 tarihli mektupla, Bölüm Başkanının İç Tüzüğün 34 § 3 maddesi uyarınca, Mahkeme önünde gerçekleşen yargılamaların yazılı aşamasında Türkçe dilini kullanmasına izin vermeye karar verdiği konusunda bilgilendirildiğini kaydetmektedir (bk. yukarıdaki 4. paragraf). Mahkeme ayrıca, davalı Hükümet tarafından ileri sürülen benzer bir itirazı incelediğini ve reddettiğini kaydetmektedir (bk. Atılgan ve Diğerleri / Türkiye, no. 14495/11, 14531/11, 26274/11, 78923/11, 8408/12, 11848/12, 12078/12, 12103/12, 14745/12, 21910/12 ve 41087/12, § 12, 27 Ocak 2015). Mahkeme mevcut davada, bu sonuçtan ayrılmayı gerektirecek bir sebep bulamamıştır. Bu nedenle Hükümetin bu husustaki görüşleri reddedilmelidir.
II. SÖZLEŞME’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
63. Başvuran, Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı olarak, gözaltındayken kötü muameleye maruz bırakıldığı ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak etkin bir soruşturma yürütülmediği konusunda şikâyette bulunmuştur. Sözleşme’nin 3. maddesi şu şekildedir:
“Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz”.
64. Hükümet bu görüşe itiraz etmiştir.
A. Kabul Edilebilirlik Hakkında
1. Tarafların beyanları
65. Hükümet başvuranın altı ay kuralına uygun hareket etmediğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda, başvuranın Cumhuriyet savcılığına şikâyette bulunduğu 24 Aralık 2001 ve Mahkeme önünde başvurunun gerçekleştirildiği 4 Şubat 2008 tarihleri arasında oldukça uzun bir süre geçtiği konusunda Mahkeme’nin dikkatini çekmiştir. Başvuranın belirtilen tarihler arasında eylemsiz kaldığını ifade etmiştir.
66. Başvuran, kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturmanın 2010 yılında sonlandığı dikkate alındığında, altı aylık süre kuralına aykırı hareket etmediğini ifade etmiştir. Başvuran ayrıca, Mahkeme önünde, gözaltındayken maruz kaldığı kötü muameleden şikâyet ettiği bir başka başvuruda bulunduğunu da eklemiştir.
2. Mahkeme’nin değerlendirmesi
67. Mahkeme ilk olarak, kötü muameleye ilişkin soruşturma hakkındaki davalarda, başvuranların soruşturmada kaydedilen gelişmeler veya soruşturmanın gerçekleştirilmediği konusunda takipte bulunmak için adımlar atmaları ve etkin bir ceza soruşturması yürütülmediğini fark ettiklerinde veya etmeleri gerektiğinde hızlı bir şekilde başvuruda bulunmaları gerektiğini yinelemektedir (bk. Mocanu ve Diğerleri / Romanya [BD], no. 10865/09, 45886/07 ve 32431/08, § 263, AİHM 2014 (alıntılar) ve burada anılan davalar).
68. Başvuranların titizlikle hareket etme konusundaki yükümlülükleri iki farklı ancak birbiriyle yakından ilişkili husus içerir: başvuranlar bir taraftan, soruşturmada kaydedilen gelişmeler hakkında yerel makamlarla gecikmeksizin iletişime geçmelidirler. Bu durum, yaşanacak herhangi bir gecikmenin, soruşturmanın etkinliğinin tehlikeye girmesi riski taşıdığı için yerel makamlara titizlikle başvurulması gerektiği anlamına gelir. Diğer taraftan ise başvuranlar, soruşturmanın etkin olmadığını fark ettikleri veya fark etmeleri gerektiği anda, Mahkeme önünde gecikmeksizin başvuruda bulunmalılardır (bk. aynı kararda, § 264 ve burada anılan davalar).
69. Mahkeme mevcut davada, Mocanu ve Diğerleri / Romanya kararında vurgulanan ilkeler ışığında başvuranın yukarıda bahsedilen iki husus kapsamında, titizlikle hareket etme yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini incelemelidir (bk. aynı kararda, §§ 258-269).
70. Başvuranın titizlikle hareket etme yükümlüğünün ilk hususuyla, diğer deyişle yerel makamlarla gecikmeksizin iletişime geçme yükümlülüğüyle ilgili olarak; Mahkeme öncelikle başvuranın 30 Eylül ve 18 Ekim 2001 tarihleri arasında gözaltında tutulması sırasında kötü muameleye uğradığı hakkındaki iddialarını, ilk olarak 24 Aralık 2001 tarihinde Savcılık önünde dile getirdiğini gözlemlemektedir. Mahkeme bu noktada, başvuranın ilgili tarihte birçok sağlık sorunu yaşadığını ve tedavi gördüğünü kaydetmektedir (bk. yukarıdaki 18. paragraf). Ayrıca, başvuran 9 Ekim 2001 tarihinde Cumhuriyet savcısı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi nöbetçi hâkimi huzuruna getirildiğinde yüzünde gözle görülür yaralanmalar mevcuttu ve konuşmasını engelleyecek kadar ciddi sağlık sorunlarından muzdaripti (bk. yukarıdaki 11. paragraf). Başvuranın nöbetçi hâkim önündeki ifadesini içeren belgeye göre; başvuran ilgili tarihte açıkça boğazının ve iç organlarının ağrıdığını ifade etmiştir. Başvuranın önceki dokuz gün boyunca gözaltında olmasına rağmen, Cumhuriyet savcısı ve nöbetçi hâkim, başvuranın yüzünde gözlenen yaralanmaların ve sağlık sorunlarının nedenlerini araştırmamışlardır. Bu nedenle Mahkeme, başvuranın ilgili tarihteki sağlık durumunu ve yerel makamların, başvuranın kötü muameleye maruz kalmış olabileceğinin farkında olmalarına rağmen soruşturma başlatma yükümlülüklerine riayet etmediklerini dikkate alarak; mevcut davada başvuranın şikâyette bulunmakta gecikmesinin belirleyici bir faktör olmadığı kanısındadır (bk. aynı kararda, § 265).
71. Başvuranın titizlikle hareket etme yükümlüğünün ikinci hususuyla, diğer deyişle soruşturmanın etkin olmadığını fark ettiği veya fark etmesi gerektiği anda Mahkeme önünde gecikmeksizin başvuruda bulunma yükümlülüğüyle ilgili olarak; Mahkeme, başvuranın Cumhuriyet savcısına gönderdiği ve kendisine kötü muamelede bulunan polis memurları hakkında soruşturma başlatılması talebinde bulunduğu ilk dilekçesinin dışında, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına 6 Nisan 2004, 26 Haziran 2007 ve 26 Mayıs 2008 tarihlerinde üç dilekçe gönderdiğini kaydetmektedir. Başvuran içerikleri dava dosyasında mevcut olan 2004 ve 2008 tarihli dilekçelerinde, soruşturmanın sonucu hakkında bilgi talebinde bulunmuştur (bk. yukarıdaki 42 ve 52. paragraflar). Başvuran ayrıca, Van Ağır ceza Mahkemesi önünde devam eden yargılamalarda 19 Ekim 2004 ve 11 Mayıs 2006 tarihlerinde en az iki kez, soruşturmada kaydedilen gelişmeler hakkında bilgilendirilmeyi talep etmiştir (bk. yukarıdaki 44 ve 46. paragraflar). Soruşturmayı yürüten makamlar başvuranın yalnızca 26 Mayıs 2008 tarihli dilekçesine yanıt vermiş olup; diğer dilekçeler yanıtsız kalmıştır.
72. Savcılığın, yaklaşık beş yıl altı ay boyunca başvuranı soruşturmada kaydedilen gelişmeler hakkında bilgilendirmediğinin doğru olmasına karşın; Mahkeme’ye göre, bütün bu süreç boyunca başvuranın soruşturma hakkında bilgi almasının kesin suretle engellendiği sonucuna varılamaz. Başvuran 24 Aralık 2001 tarihinde dilekçe göndermesinin ardından, 4 Şubat 2002 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet savcısı önünde bizzat ifade vermiştir. Ayrıca, kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturma bağlamında, 4 Şubat ve 19 Aralık 2002, 1 Temmuz 2003 ve 18 Aralık 2005 tarihlerinde sağlık muayenelerinden geçilmiştir. Sonuç olarak, başvuranın şikâyeti ve bilgi taleplerine ilişkin olarak başvuran ve savcılık arasında kayda değer bir iletişim kurulduğu sonucuna varılamamasına rağmen (karşılaştırınız, yukarıda anılan Mocanu ve Diğerleri, § 279); soruşturma tedbirlerinde ilerleme kaydedildiğine dair gerçek bir ihtimal bulunması kaydıyla, başvuranın etkin bir soruşturma yürütüldüğüne inanması ve soruşturmanın sonucunu beklemesi makuldür (bk. aynı kararda, §§ 268 ve 280).
73. Başvuran Savcılık makamına suç duyurusunda bulunduktan altı yıldan daha fazla bir süre sonra, 4 Şubat 2008 tarihinde Mahkemeye başvuruda bulunmuştur. Ancak, başvurusu sırasında soruşturma halen devam etmekteydi. Soruşturmaya ilişkin bazı adımlar atılmıştı ve başvuranın soruşturmada ilerleme kaydedildiğine inanması için bazı somut göstergeler mevcuttu. Başvuranın Mahkeme önünde başvuruda bulunduğu tarihe kadar geçerli olan ve yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü, başvuran uzun bir süre beklemesinden dolayı eleştirilemez. Ayrıca Mahkeme, iç hukuk kapsamındaki kesin kararın 29 Mart 2010 tarihinde verildiğini gözlemlemektedir (bk. aynı kararda §§ 281 282).
74. Mahkeme son olarak, başvuranın diğerleri arasında, Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla 22 Mayıs 2002 tarihinde 30652/02 no.lu başvuruda bulunduğunu ve 3. madde kapsamındaki şikâyetinin, iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle Mahkeme tarafından kabul edilemez bulunduğunu kaydetmektedir. Bu nedenle, başvuranın Mahkeme önünde yeni bir başvuruda bulunmadan önce, soruşturmada ilerleme kaydedilmesini beklemesi mantıksız değildir.
75. Mahkeme yukarıdakiler ışığında, başvuranın kendisinden beklenebilecek adımları attığının değerlendirilebileceği ve bu nedenle başvurunun süresi dışında yapılmadığı sonucuna varmıştır. Bu nedenle Hükümetin itirazı reddedilmelidir.
76. Mahkeme başvurunun bu kısmının, Sözleşme’nin 35 § 3 (a) maddesi anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını kaydetmektedir. Ayrıca, kabul edilemezliğe ilişkin olarak herhangi bir gerekçe bulunmadığını kaydetmektedir. Bu nedenle kabul edilebilir olduğu beyan edilmelidir.
B. Esas hakkında
1. Tarafların beyanları
77. Başvuran gözaltına alınmadan önce ve gözaltı süresince kötü muamele gördüğünü ileri sürmüştür. Gözaltındayken çırılçıplak soyulduğunu, gözlerinin bağlandığını, dövüldüğünü, tehdit edildiğini, boğazının sıkıldığını, elektroşoklara maruz kaldığını, kollarından asıldığını, üzerine tazyikli su sıkıldığını ve testislerinin sıkıldığını iddia etmiştir. Başvuran ayrıca, yakalandığı sırada silahlı olmadığını ve yakalanmaya direnmeye çalışsa bile, özel terörle mücadele biriminden dört veya beş polis memurunun orada olmasından dolayı bunu başaramayacağını ifade etmiştir. Polis memurlarının yakalama işlemini gerçekleştirirken yasal prosedürü izlemeleri gerektiğini, ancak bunu gerçekleştirmediklerini kaydetmiştir. Başvuran ayrıca, iddialarının detaylı ve hızlı bir şekilde incelenmediğini ifade etmiştir. Özellikle, elektroşoklara maruz kaldığı konusundaki şikâyetine ilişkin olarak sağlık muayenesinden geçirilmediğini belirtmiştir. Ayrıca Savcılığın, kendisini yakalayan ve gözaltında tutulduğu sırada ifadesini alan polis memurlarının ifadelerine başvurmadığını eklemiştir.
78. Hükümet, başvuranın gözaltındayken kötü muameleye maruz kalmadığını ve başvuranın vücudunda gözlemlenen yaralanmaların, yakalanması sırasında gerçekleşen boğuşma sonucunda oluştuğunu ifade etmiştir. Hükümet ayrıca, dava dosyasındaki delillerin, başvuranın yakalanması sırasında polis memurları tarafından kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtladığını ileri sürmüştür. Hükümet etkin soruşturma yürütme konusundaki yükümlülüğüne ilişkin olarak, Diyarbakır Cumhuriyet savcısının soruşturmayı başvurana açık şekilde yürüttüğünü öne sürmüştür. Hükümet son olarak, soruşturmaların hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi yükümlülüğüne ilişkin olarak, Mahkeme tarafından ortaya konulan ilkelerin farkına olduğunu kaydetmiştir.
2. Mahkeme’nin değerlendirmesi
a. Genel ilkeler
79. Sözleşme’nin 3. maddesi demokratik toplumların en temel değerlerinden birini kapsamaktadır. Sözleşme, terörle mücadele ve organize suç gibi en zor durumlarda dahi, ilgili şahsın tutumunu dikkate almaksızın, işkence ve insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezayı kesin suretle yasaklamaktadır. Sözleşme’nin 3. maddesi, birçok önemli koşulun aksine, istisna kabul etmemekte olup, milletin yaşamını tehdit eden herhangi bir acil durumda dahi, Sözleşme’nin 15. maddesi kapsamında aykırı bir davranışa izin vermemektedir. Kötü muamelenin 3. madde kapsamına girebilmesi için asgari şiddet düzeyine ulaşması gereklidir. Bu asgari düzey, özü itibarıyla göreceli olup, olayın tüm koşullarının değerlendirilmesiyle, yani muamelenin uygulandığı süre, fiziksel ve ruhsal etkileri ve bazı hallerde de mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi etkenlere bağlı olarak belirlenir (bk. Anzhelo Georgiev ve Diğerleri / Bulgaristan, no. 51284/09, § 65, 30 Eylül 2014 ve burada anılan davalar; ve Bouyid / Belçika [GC], no. 23380/09, §§ 81 ve 86, 28 Eylül 2015).
80. Mahkeme 3. maddenin, sınırları belirlenmiş bazı koşullarda güç kullanımını yasaklamadığını kaydetmektedir. Ancak bu tür bir güç, yalnızca kaçınılmaz olması halinde kullanılabilir ve aşırıya kaçmamalıdır (bk. birçok karar arasında, Rehbock / Slovenya, no. 29462/95, §§ 68-78, AİHM 2000-XII; Ivan Vasilev / Bulgaristan, no. 48130/99, § 63, 12 Nisan 2007; ve İzci / Türkiye, no. 42606/05, § 54, 23 Temmuz 2013). Bir kişinin polis veya diğer devlet görevlileriyle karşı karşıya gelmesi durumunda; kişinin davranışlarının kesin suretle gerektirmediği şekilde, fiziksel kuvvete başvurulması insanlık onurunu zedelemekte ve ilke olarak, 3. maddede belirtilen hakkın ihlali anlamına gelmektedir (bk. yukarıda anılan Bouyid, § 88; ayrıca bk. Timtik / Türkiye, no. 12503/06, § 47, 9 Kasım 2010). Bu tür bir katı orantılılık yaklaşımı, Mahkeme tarafından bir bireyin polislerin tam denetimi altında bulunduğu durumlara ilişkin olarak da kabul edilmektedir (bk. diğerleri arasında, Rachwalski ve Ferenc / Polonya, no. 47709/99, § 59, 28 Temmuz 2009 ve burada anılan davalar). Mahkeme, söz konusu yaralanmaların türüne ve gücün kullanıldığı koşullara da ayrıca önem vermektedir (bk. yukarıda anılan Anzhelo Georgiev ve Diğerleri, § 66 ve burada anılan davalar).
81. Yaralanmaların, polis denetimindeyken gerçekleşmesi halinde, güç kullanımının başvuranın tutumu nedeniyle kesin suretle gerekli olduğunu ve polis memurlarının kullandığı gücün aşırı olmadığını gösteren ikna edici bir açıklama yapma görevi Hükümet’e aittir (bk. Gazioğlu ve Diğerleri / Türkiye, no. 29835/05, § 43, 17 Mayıs 2011).
82. Ayrıca, bir kimsenin, polisin veya benzer görevlilerin elinde Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı bir muameleye uğradığına dair inanılır bir iddia ileri sürmesi halinde, Sözleşme’nin 3. maddesi ‘Sözleşme’de... tanımlanan hak ve özgürlükleri egemenliği altında bulunan herkes için güvence altına alır’ şeklinde bir koşul öngören Sözleşme’nin 1. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde, etkili bir resmi soruşturma yapılmasını zımnen gerektirir. Bu tür bir soruşturmanın sorumluların belirlenmesine ve cezalandırılmasına yol açacak niteliğe sahip olması gerekir (bk. diğerleri arasında, Labita / İtalya [BD], no. 26772/95, § 131, AİHM 2000-IV; ve Gäfgen / Almanya [BD], no. 22978/05, § 117, 1 Haziran 2010). Bu bağlamda, çabukluk ve makul bir ölçüde hızlı olma şartı zımnen mevcuttur. Bazı durumlarda soruşturmadaki ilerlemeyi önleyebilecek engeller ya da zorluklar ortaya çıkabilir; ancak kötü muamele iddialarının soruşturulması hususunda yetkililer tarafından verilecek hızlı bir yanıt, halkın hukukun üstünlüğüne uygun hareket edildiğine olan inancının sağlanması ve hukuka aykırı fiillere hoşgörü gösterilmesinin ya da bu fiillerin göz ardı edilmesinin engellenmesi açısından genel anlamda gerekli olarak kabul edilebilir. Aynı sebeplerle, uygulamada ve teoride güvenilirliğin sağlanması amacıyla, soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine tabi tutulması için yeterli bir unsur bulunmalıdır. Gereken kamu denetiminin derecesi davadan davaya değişebilir. Ancak bütün davalarda, şikâyetçi tarafın soruşturma usulüne etkin bir şekilde erişimi sağlanmalıdır (bk. Batı ve Diğerleri / Türkiye, no. 33097/96 ve 57834/00, §§ 136-137, AİHM 2004 IV (alıntılar)). Son olarak, soruşturma detaylı bir şekilde yürütülmelidir. Bu durum, yetkililerin her zaman ne olduğunu tespit etmek amacıyla ciddi adımlar atmaları gerektiği ve soruşturmayı sonlandırmak için aceleci veya dayanaksız sonuçlara dayanmamaları gerektiği anlamına gelir (bk. yukarıda anılan Mocanu ve Diğerleri, § 325).
83. Mahkeme son olarak, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muamele içeren suçlarla suçlanması durumunda, soruşturma altında bulunan veya yargılanması devam eden kişinin görevden uzaklaştırılmasının ve hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi halinde görevine son verilmesinin önemini hatırlatmaktadır (bk. Abdülsamet Yaman / Türkiye, no. 32446/96, § 55, 2 Kasım 2004).
b. Yukarıda belirtilen ilkelerin mevcut davaya uygulanması
84. Mahkeme ilk olarak, başvuranın Sözleşme’nin 3. maddesinin esası kapsamında iki farklı şikâyet öne sürdüğünü gözlemlemektedir. Başvuran bir yandan, yakalanması sırasında polis memurları tarafından kullanılan güç hakkında şikâyette bulunmuştur. Öte yandan ise, gözaltında tutulduğu sırada kötü muamelenin ciddi biçimlerine maruz kaldığını iddia etmiştir. Mahkeme, başvuranın kötü muamele iddialarına yönelik olarak yürütülen soruşturmanın yeterliliğine ilişkin olarak, bu iki şikâyetin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği kanaatindedir.
85. Mahkeme, başvuranın yakalanması sırasında güç kullanıldığına ilişkin şikâyete istinaden; başvuranın yaralanmalarının ortaya çıkışı bakımından taraflar arasında ihtilaf bulunmadığını kaydetmektedir. Her iki taraf da, başvuranın yaralanmalarının güvenlik kuvvetlerince güç kullanımından kaynaklandığını kabul etmişlerdir. Taraflar arasındaki ihtilaf, yaralanmaların gerçekleşme biçimi ile ilgilidir. Polis raporları ve Hükümetin beyanlarına göre, başvuranın yakalanması sırasında, dairesinde bulunan bazı kâğıtları yutmaya çalışması ve görevlilere direnmesi sebebiyle; polis memurları güç kullanmak durumunda kalmıştır. Diğer yandan başvuran, ulusal makamlara ilettiği dilekçelerinde ve Hükümet görüşlerine yönelik olarak verdiği yanıtlarında, 30 Eylül 2001 tarihinde hastaneye götürülmeden önce dövüldüğünü ve yakalanma sırasında direnmediğini iddia etmiştir.
86. Mahkeme, Hükümet’in polis memurlarının yaralanmalara neden olduğunu kabul ettiğini dikkate alarak; güç kullanımının başvuranın tutumu nedeniyle kesin suretle gerekli olduğu ve polis memurları tarafından kullanılan gücün aşırı olmadığı konusunda ikna edici bir açıklama yapma görevinin Hükümet’e ait olduğu kanaatindedir (bk. Balçık ve Diğerleri / Türkiye, no. 25/02, §§ 30-31, 29 Kasım 2007, ve yukarıda anılan Gazioğlu ve Diğerleri, § 43).
87. Bu bağlamda Mahkeme ilk olarak, başvuranın 30 Eylül ve 9, 10 ve 18 Ekim 2001 tarihlerindeki sağlık muayenelerine ilişkin sağlık raporlarının; yaralanmaların derecesi ve başvuranın yaralanmaların nasıl oluştuğuna dair beyanı gibi bazı detayları içermediğini gözlemlemektedir. Ayrıca raporların çoğunda, başvuranı muayene eden doktorların, bu yaralanmaların nasıl gerçekleşmiş olabileceğini tespit etmeye çalışıp çalışmadığından bahsedilmemiştir (bk. yukarıdaki 7, 10, 13, 14 ve 16. paragraflar). Ayrıca doktorlar, polis merkezi tarafından hastanelere gönderilen yazılara bulgularını yeterli şekilde kaydetmemişler ve uygun sağlık formlarını kullanmamışlardır (bk. Salmanoğlu ve Polattaş / Türkiye, no. 15828/03, § 87, 17 Mart 2009).
88. Ancak, raporların kısa ve öz olmasına ve gözaltında bulunan kişilerin sağlık muayenelerine ilişkin ulusal ve uluslararası standartlara uyulmamasına rağmen (bk. yukarıda anılan Salmanoğlu ve Polattaş, §§ 79-84); bu raporlarda başvuranın vücudundaki yaralanmalardan bahsedilmiştir. Özellikle, 30 Eylül 2001 tarihli rapora göre, başvuranın sol gözünün altında yaygın bir zedelenme, sağ gözünün altında ödem, sol bileğinde çizik, sol kulağının arkasında kırmızı lekeler ve sağ kulağında kan bulunmaktadır (bk. yukarıdaki 7. paragraf). Başvuranın gözaltında tutulmasının ilk aşamasının ardından hazırlanan 9 Ekim 2001 tarihli raporda, başvuranın sol gözünün altında yaygın zedelenme ve sol bileğinde küçük çizikler bulunduğu belirtilmiştir (bk. yukarıdaki 10. paragraf). Başvuran 10 Ekim 2001 tarihinde halen gözaltındayken, Diyarbakır Devlet Hastanesindeki kulak burun boğaz uzmanının muayenesinin ardından, sol kulak zarında perforasyon olduğu tespit edilmiştir (bk. yukarıdaki 14. paragraf). Doktor, kulak zarı perforasyonunun travma sonucunda oluşmuş olabileceği kanaatine varmıştır.
89. Mahkeme ayrıca, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesi’nin 31 Aralık 2008 tarihli raporuna göre, başvuranın yüzünde ve kulağında tespit edilen yaralanmaların, başvuranın yakalanması sırasında keskin olmayan bir cisim darbesi sonucunda oluşmuş olabileceğini gözlemlemektedir (bk. yukarıdaki 55. paragraf). Diyarbakır Cumhuriyet savcısı, Adli Tıp Kurumu’nun raporunu ve vardığı sonuçları dikkate alarak; başvuranın sol kulak zarındaki perforasyon da dâhil olmak üzere, yüzü ve kulaklarındaki yaralanmaların, gözaltında tutulduğu sırada değil, yakalanması sırasında meydana geldiği kanaatine varmıştır.
90. Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesi’nin bulguları ışığında, Mahkeme de başvuranın 30 Eylül ve 9 ve 10 Ekim 2001 tarihli sağlık raporlarında kaydedilen yaralanmalarının, yakalanması sırasında keskin olmayan bir cisimle yüzüne ve kulaklarına aldığı darbe sonucunda oluştuğunu kabul etmeye hazırdır. Mahkeme bu hususta, Diyarbakır Cumhuriyet savcısının, başvuranın yakalanma işlemi sırasında sağlık raporlarında belirtilen yaralanmaların ortaya çıkıp çıkmadığını belirlemek amacıyla bazı adımlar atmasına rağmen, yakalama işlemini gerçekleştiren memurların başvuranın başına keskin olmayan bir cisimle vurdukları koşulları tespit etmeyi denemediğini gözlemlemek durumundadır. Başvuranın yakalanması sırasında kullanılan gücün kesin suretle gerekli ve orantılı olup olmadığını sorgulamamıştır. Örneğin, başvuranın yakalandığı koşullara ilişkin olarak, yakalama işlemini gerçekleştiren görevlilerin ifadelerini almamıştır. Cumhuriyet Savcılığı tarafından anlamlı bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle, Hükümet yakalama işlemi sırasında kullanılan gücün derecesini açıklamak veya haklı gerekçelere dayandırmak için temel teşkil edecek ikna edici ve güvenilir iddialar, bilgi ve belgeler sunmamıştır (bk. yukarıda anılan Rehbock, § 76; Karatepe ve Ulaş / Türkiye, no. 29766/03, § 32, 17 Haziran 2008; ve Samüt Karabulut / Türkiye, no. 16999/04, § 43, 27 Ocak 2009). Mahkeme’ye göre başvuranın yüzüne ve kulağına keskin olmayan bir cisimle vurulması, güç kullanımının kesin suretle gerekli olduğu varsayılsa dahi, başvuranın yuttuğu kâğıtların çıkarılması ve başvuranın kontrol altına alınması için orantılı bir yöntem gibi görünmemektedir.
91. Mahkeme yukarıdakiler ışığında, yakalanması sırasında başvurana yönelik olarak uygulanan şiddetin aşırı olduğu sonucuna varmıştır. Sonuç olarak Sözleşme’nin 3. maddesi uyarınca, başvuranın yaralanmasından Devlet sorumludur.
92. Mahkeme, başvuranın gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığı iddialarına istinaden ve yukarıdaki görüşler ışığında; dava dosyasında, başvuranın gözaltında kötü muamele gördüğü iddiasını destekleyen herhangi bir delil bulunmadığını kaydetmektedir. Mahkeme bu bağlamda, 9 Ekim 2001 tarihinde başvuranın ifadesini alan Cumhuriyet savcısı ve nöbetçi hâkimin tutumuna dikkat çekmek durumundadır (bk. yukarıdaki 11. paragraf). Cumhuriyet savcısı ve nöbetçi hâkim, başvuranın ilk gözaltı aşamasının sonunda ciddi sağlık sorunlarından muzdarip olduğunun farkında olmasına karşın; başvuranın sağlık durumunu önemsemeyerek, bu konuda bir yükümlülükleri bulunmasına rağmen soruşturma başlatılmasına karar vermemişler veya soruşturma başlatmamışlardır: Eski Ceza Muhakemesi Kanununun ilgili tarihte yürürlükte olan 153. maddesine göre, “Cumhuriyet Müddeiumumisi ihbar veya herhangi bir suretle bir suçun işlendiği zehabını verecek bir hale muttali olur olmaz hukuku amme davasını açmağa mahal olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin hakikatini araştırmağa mecburdur” (bk. Aksoy / Türkiye, 18 Aralık 1996, § 56, Karar ve Hüküm Derlemeleri 1996-VI, ve İlhan / Türkiye [BD], no. 22277/93, § 36, AİHM 2000 VII). Üstelik nöbetçi hâkim, başvuranın on gün süreliğine daha polisler tarafından tutulmasına ve ifadesinin alınmasına hükmetmiştir. Bu nedenle, Mahkeme’ye göre, başvuranın gözaltında kötü muameleye maruz kaldığı iddialarını destekleyecek herhangi bir delil bulunmamasının sebebi büyük ölçüde, Cumhuriyet savcısı ve hâkimden kaynaklıdır. Dava dosyasındaki delillerin, başvuranın gözaltında tutulmasından iki aydan fazla bir süre sonra toplanmaya başlandığı dikkate alındığında, Cumhuriyet savcısı ve hâkim soruşturmayı gecikmeksizin başlatmamışlardır. Ancak Mahkeme, başvuranın iddialarını destekleyen herhangi bir delil bulunmamasından dolayı; başvuranın gözaltındayken maruz kaldığını iddia ettiği kötü muameleye ilişkin olarak, Sözleşme’nin 3. maddesinin esas bakımından ihlal edilmediği kanısındadır (bk. Gülbahar ve Diğerleri / Türkiye, no. 5264/03, § 54, 21 Ekim 2008; ve Böke ve Kandemir / Türkiye, no. 71912/01, 26968/02 ve 36397/03, § 50, 10 Mart 2009).
93. Mahkeme, yukarıdaki 87, 90 ve 92. paragraflarda belirtilen usuli aksaklıkların yanı sıra, başvuranın kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturmanın sekiz yıl üç aydan daha uzun bir süre devam ettiğini ve bu gecikmenin sorumluların cezalandırılması için gereken ivedilik koşuluna aykırı bir gecikme olduğunu kaydetmektedir. Ayrıca, başvuranın soruşturma usulüne erişimi engellenmiş (bk. yukarıdaki 42, 46, 47 ve 72. paragraflar) ve şüpheli polis memurlarının bu süre boyunca görevlerinden uzaklaştırıldıkları veya ilgili makamların, bu polis memurlarına yönelik disiplin işlemi uyguladıkları konusunda bir bulgu tespit edilememiştir.
94. Bu nedenle, Sözleşme’nin 3. maddesi esas ve usul bakımından ihlal edilmiştir.
III. SÖZLEŞME’NİN 5. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
95. Başvuran Sözleşme’nin 5. maddesi uyarınca, tutukluluk süresinin aşırı uzun olduğunu ileri sürmüştür.
96. Hükümet Mahkeme’nin, başvurunun bu kısmının altı aylık süre sınırı dışında gerçekleştirilmesi nedeniyle kabul edilemez olduğunu ilan etmesini talep etmiştir.
97. Mahkeme başvuranın tutukluluğunun Van Ağır Ceza Mahkemesinin 11 Mayıs 2006 tarihli kesin kararına kadar devam ettiğini gözlemlemektedir. Başvuran bu tarihten sonra “yetkili bir mahkeme tarafından mahkûm edildikten sonra” cezaevine yerleştirilmiştir. Ancak şikâyet konusu, tutukluluk süresinden altı aydan daha fazla bir süre sonra, diğer deyişle 4 Şubat 2008 tarihinde Mahkeme’ye başvuru gerçekleştirilmiştir.
98. Bu şikâyet süresi dışında yapılmış olup, Sözleşme’nin 35 §§ 1 ve 4. maddesi uyarınca reddedilmesi gerekir.
IV. SÖZLEŞME’NİN 6 § 1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
99. Başvuran Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi uyarınca, kötü muamele sonucunda alınan ifadelerinin, kendisi hakkındaki ceza yargılamalarında delil olarak kullanılmasından dolayı, adil bir şekilde yargılanmadığı hakkında şikâyette bulunmuştur.
100. Hükümet Mahkeme’nin, başvurunun altı aylık süre sınırı dışında gerçekleştirilmesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermesini talep etmiştir.
101. Mahkeme, dava dosyasındaki belgeler temelinde, Yargıtay’ın 21 Mart 2007 tarihli kararının ilk derece mahkemesine ne zaman tebliğ edildiğinin bilinmemesine rağmen; Bitlis Cumhuriyet savcısının 14 Haziran 2007 tarihinde başvuranın hapis cezasının infazıyla ilgili olarak bir müddetname hazırladığını ve müddetnamenin 21 Haziran 2007 tarihinde başvurana tebliğ edildiğini kaydetmektedir. Bu nedenle başvuran söz konusu tarihte, Yargıtay nezdinde gerçekleşen davanın sonucu hakkında bilgi sahibi olmuştur.
102. Başvuranın 4 Şubat 2008 tarihinde Mahkeme’ye başvuruda bulunmasından dolayı; Mahkeme, başvuranın Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamındaki şikâyetini Mahkeme önüne gereken hızlılıkla taşımadığını tespit etmiştir.
103. Bu şikâyet süresi dışında gerçekleştirilmiş olup, Sözleşme’nin 35 §§ 1 ve 4. maddeleri uyarınca reddedilmelidir.
V. SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
A. Tazminat
104. Başvuran maddi ve manevi zarara ilişkin olarak toplamda 200.000 avro talep etmiştir.
105. Hükümet bu iddiaya karşı çıkmıştır.
106. Mahkeme tespit edilen ihlal ve iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı tespit edememiştir; bu nedenle iddiayı reddetmektedir. Ancak başvuranın, yalnızca ihlal tespit edilmesiyle tazmin edilemeyecek şekilde, acı ve strese maruz kalmış olabileceği kanısındadır. Mahkeme, hakkaniyet temelinde bir hüküm vererek, manevi tazminata ilişkin olarak başvurana 19.500 avro ödenmesine hükmetmiştir.
B. Masraf ve giderler
107. Başvuran ayrıca, Mahkeme önünde gerçekleşen masraf ve giderlerinin geri ödenmesini talep etmiştir. Ancak buna ilişkin olarak herhangi bir miktar belirtmemiştir.
108. Hükümet belirli bir talep olmadan tazminata hükmedilmemesi gerektiğini ileri sürmüştür.
109. Mahkeme içtihadına göre, başvuranın masraf ve giderlerini geri alabilmesi için, söz konusu masraf ve giderlerin fiilen ve gerekli olduğu için yapılmış olduğunun belgelenmesi ve makul miktarda olması gerekmektedir. Mahkeme somut davada başvuranın avukatlık ücretinin miktarını belirtmediğini ve belirli bir miktarın tespit edilebileceği herhangi bir fatura veya başka evrak sunmadığını kaydetmektedir. Bu nedenle Mahkeme, bu başlık altında herhangi bir miktara hükmetmemektedir.
C. Gecikme Faizi
110. Mahkeme, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankasının kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklenmek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar vermiştir.
İŞBU GEREKÇELERLE MAHKEME OY BİRLİĞİYLE;
1. Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamındaki şikâyetlerin kabul edilebilir, başvurunun geri kalan kısmının kabul edilemez olduğuna;

2. Başvuranın yakalanması sırasında kullanılan güç ile ilgili olarak, Sözleşme’nin 3. maddesinin esas bakımından ihlal edildiğine;

3. Başvuranın gözaltında tutulması sırasında kötü muameleye maruz kaldığı iddialarına ilişkin olarak Sözleşme’nin 3. maddesinin esas bakımından ihlal edilmediğine;

4. Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine;

5. (a) Davalı Devlet tarafından başvurana, Sözleşme’nin 44 § 2 maddesi uyarınca, kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içerisinde, ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden davalı Devletin para birimine çevrilmek üzere manevi tazminat olarak, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi hariç tutulmak üzere 19.500 avro (ondokuzbinbeşyüz avro) ödenmesine;

(b) Yukarıda bahsi geçen üç aylık sürenin bittiği tarihten itibaren ödeme gününe kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranda, yukarıda belirtilen miktarlara basit faiz uygulanmasına;

6. Başvuranın diğer adil tazmin taleplerini reddetmeye;
Karar vermiştir.
İşbu karar İngilizce dilinde tanzim edilmiş olup, Mahkeme İçtüzüğü’nün 77 §§ 2 ve 3 maddesi gereğince 10 Kasım 2015 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Stanley Naismith Guido Raimondi
Yazı İşleri Müdürü Başkan

  Avukat   -   AİHM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için