Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Kanun Yararına Başvurması, Ceza Muhakemesi Kanunu Madde 310:
0

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Kanun Yararına Başvurması, Ceza Muhakemesi Kanunu Madde 310:

Ceza Muhakemesi Kanunun 309 uncu maddede belirtilen yetki, aynı maddenin dördüncü fıkrasının (d) bendindeki hâllere özgü olmak üzere ve kanun yararına olarak re'sen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından da kullanılabilir. Ceza Muhakemesi Kanunun 309 uncu madde gereğince Adalet Bakanlığı tarafından başvurulduğunda bu yetki, artık Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından kullanılamaz.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/259 E. , 2018/550 K.
“…
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 392-607

Resmî belgede sahtecilik suçundan sanık ...'nun TCK’nın 204/1, 43/1, 62/1 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.11.2013 tarihli ve 392-607 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından eski hâle getirme talebinde bulunularak temyiz edilmesi üzerine aynı Mahkemece 16.12.2013 tarih ve 392-607 sayı ile temyiz isteminin reddine ve eski hâle getirme talebi yönünden dosyanın Yargıtaya gönderilmesine dair ek karar verilmiştir.
Bu ek kararın da sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 15.04.2014 tarih ve 7510-7259 sayı ile;
"5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nun 311. maddesi hükmüne göre, eski hâle getirme istemiyle birlikte temyiz talebinde de bulunulması hâlinde, inceleme mercii Yargıtay'ın ilgili dairesi olduğundan; sanık müdafisinin 19.11.2013 tarihli eski hâle getirme dilekçesinin dolaylı olarak temyiz istemini de içerdiği anlaşılmakla, Mahkemenin 16.12.2013 gün ve 2013/392 Esas, 2013/607 sayılı ek kararı kaldırılarak yapılan incelemede gereği görüşüldü;
05.11.2013 günlü oturumda yüze karşı verilen hükmün sanık müdafisi tarafından, 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesinde öngörülen bir haftalık yasal süre geçtikten sonra, 19.11.2013 havale tarihli dilekçe ile temyiz edildiğinin anlaşılması karşısında; sanık müdafisinin eski hâle getirme talebiyle buna bağlı olarak temyiz isteminin, 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddine," karar verilmiş ve Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.11.2013 tarihli ve 392-607 sayılı hükmü kesinleşmiştir.
Bu hükme yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca CMK'nın 310. maddesinin birinci fıkrası uyarınca düzenlenen 24.09.2014 tarihli ve 48342 sayılı ihbarnamede;
"...Suç tarihinde, sanığın, kardeşinin kimlik bilgileriyle düzenlenmiş ancak kendi fotoğrafını taşıyan nüfus cüzdanı ve sürücü belgesiyle birlikte, havalimanında bilet kontrolü esnasında yakalanması ve dosya kapsamında da, bu belgelerin farklı zamanlarda düzenlendiğinin kesin olarak tespit edilememesi karşısında, olayda, zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağı, fiilinin bir bütün hâlinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/1.maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı gözetilmeden, yazılı şekilde temel cezanın, aynı Kanun’un 43. maddesi gereğince artırıma tabi tutulması suretiyle fazla ceza tayin edilmesinde isabet görülmediği," gerekçesiyle hükmün kanun yararına bozulmasının istenmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 08.12.2014 tarih ve 18230-21087 sayı ile;
"5237 sayılı TCK'nun 43. maddesinde 'değişik zamanlarda' denildiğinden, aynı anda işlenen eylemlerde zincirleme suça ilişkin hükümlerin uygulanma olanağı bulunmadığı cihetle, incelenen dosya içeriğine göre; sanığın, kardeşinin kimlik bilgileriyle düzenlenmiş, ancak kendi fotoğraflarını taşıyan sahte nüfus cüzdanı ve sürücü belgesiyle birlikte havalimanında bilet kontrolü sırasında yakalanması ve suça konu belgelerin değişik zamanlarda düzenlendiğine ilişkin dosya içinde delil bulunmaması karşısında, olayda zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağı gözetilmeden, bu madde hükmünün tatbiki ile cezada artırıma gidilmesinde isabet bulunmadığı cihetle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemi yerinde görüldüğünden, Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.11.2013 gün ve 2013/392 esas, 2013/607 sayılı kararının CMK'nun 309. maddesi uyarınca bozulmasına, bozma nedenine göre aynı maddenin 4. fıkrasının (d) bendi uyarınca karar verilmesi mümkün görüldüğünden, TCK'nun 43. maddesinin uygulanmasına ilişkin kısmın hükümden çıkartılarak, aynı Kanun'un 62/1. maddesi uygulamasıyla bulunan sonuç cezanın 1 yıl 8 ay hapis olarak belirlenmesine, hükmolunan ceza miktarına göre CMK.nun 231 ve TCK.nun 51. maddesinin uygulanmasına engel geçmiş hükümlülüğü bulunmayan hükümlü hakkında anılan maddelerin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun mahallinde Mahkemesince değerlendirilmesine," karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 12.01.2015 tarih ve 48342 sayı ile;
"...5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 309. maddesinin 4. fıkrasının (d) bendi gereğince, bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi hâlinde, cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmesi hâlinde ise bu hafif cezaya Yargıtay ilgili Ceza Dairesince doğrudan hükmedilecektir. Bu hâlde yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, Yargıtay Ceza Dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip, gereken kararın da doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
Somut olayda, kardeşinin kimlik bilgileriyle düzenlenmiş ancak kendi fotoğrafını taşıyan sahte nüfus cüzdanı ve sürücü belgesiyle birlikte, havalimanında bilet kontrolü esnasında yakalanan ve suça konu belgelerin değişik zamanlarda düzenlendiğine ilişkin dosya içinde delil bulunmayan hükümlü hakkında, olayda zincirleme suç hükümlerinin uygulanma olanağı bulunmadığı cihetle, Yerel Mahkemece TCK’nun 204/1, 62 ve 53/1. maddeleri yerine, aynı Kanun'un 204/1, 43/1-2, 62 ve 53/1. maddeleri uyarınca 2 yıl 1 ay hapis cezası tayin edilmesi, hükümlü hakkında TCK’nun 43/1-2. maddesinin tatbiki ile cezada artırıma gidilmesinde isabet bulunmadığı cihetle, Özel Dairece Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin yerinde görülerek, Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesinin kararının CMK’nun 309. maddesi uyarınca bozulmasına, bozma nedenine göre aynı maddenin 4 fıkrasının (d) bendi uyarınca karar verilmesi mümkün görüldüğünden, TCK'nun 43. maddesinin uygulanmasına ilişkin kısmın hükümden çıkartılarak, aynı Kanun'un 62/1. maddesinin uygulanmasıyla bulunan sonuç cezanın 1 yıl 8 ay hapis olarak belirlenmesine ilişkin karar verilmesi yasaya uygundur.
Ancak, CMK’nun 309/4-d maddesi uyarınca Yerel Mahkemede yeniden yargılama yasağı bulunması nedeniyle, CMK’nun 231 ve 51. maddelerinin hükümlü hakkında uygulanıp uygulanmayacağına da Özel Dairece karar verilmesi gerekirken, Yargıtay 11. Ceza Dairesinin CMK’nun 309/4-d maddesi uyarınca TCK’nun 43. maddesinin uygulanmasına ilişkin kısmı hükümden çıkarıp, TCK’nun 62. maddesi uyarınca cezadan indirim yaptıktan sonra, hükümlü hakkında CMK’nun 231 ve TCK’nun 51. maddelerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun Mahalli Mahkemesince değerlendirilmesine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu," görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 16.02.2015 tarih ve 297-16176 sayı ile itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; kanun yararına bozma nedeninin sanık hakkında iki yıldan az hapis cezası verilmesini gerektirmesi, bu durumda hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya erteleme hükümlerinin uygulanma ihtimalinin ortaya çıkması hâlinde, Özel Dairece kanun yararına bozma ile yetinilmesi gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkin ise de, uyuşmazlığın esasına geçilmeden önce Ceza Genel Kurulu Başkanınca, kanun yararına bozma nedeninin, sanık hakkında iki yıldan az hapis cezası verilmesini gerektirmesi hâlinde hükmün Yerel Mahkemece mi yoksa Özel Dairece mi kurulması gerektiğinin, hükmün Yerel Mahkemece kurulması gerektiği sonucuna ulaşılması hâlinde Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istemi olmaksızın CMK'nın 310. maddesinin birinci fıkrası gereğince bu kanun yoluna resen başvuran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosya kapsamındaki hukuki meseleyi anılan Kanun maddesi kapsamında kanun yararına bozma nedenine konu edip edemeyeceğinin belirlenmesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine, Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle bu hususların değerlendirilmesi gerekmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık ... hakkında yapılan yargılama sonucunda, Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesince resmî belgede sahtecilik suçundan sanığın TCK'nın 204/1, 43/1, 62/1 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verildiği,
Sanığın kovuşturma aşamasında yapılan sorgusunda, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul ettiği,
Gerekçeli kararda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve erteleme yönünden bir değerlendirme yapılmadığı,
Hükmün sanık müdafisi tarafından eski hâle getirme talebiyle birlikte temyiz edilmesi üzerine Yerel Mahkemece; yasal süreden sonra yapıldığı gerekçesiyle temyiz isteminin reddine ve eski hâle getirme talebi yönünden dosyanın Yargıtaya gönderilmesine dair ek karar verildiği, bu kararın da sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Özel Dairece; anılan ek kararın kaldırılmasına, sanık müdafisinin eski hâle getirme talebi ve buna bağlı temyiz isteminin reddine karar verildiği,
Resmî belgede sahtecilik suçundan sanık hakkında kurulan ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen hükme karşı CMK'nın 310. maddesinin birinci fıkrası uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının resen düzenlediği ihbar yazısı ile gönderilen dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince;
“...Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemi yerinde görüldüğünden, Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.11.2013 gün ve 2013/392 esas, 2013/607 sayılı kararının CMK'nun 309. maddesi uyarınca bozulmasına, bozma nedenine göre aynı maddenin 4. fıkrasının (d) bendi uyarınca karar verilmesi mümkün görüldüğünden, TCK'nun 43. maddesinin uygulanmasına ilişkin kısmın hükümden çıkartılarak, aynı Kanun'un 62/1. maddesi uygulamasıyla bulunan sonuç cezanın 1 yıl 8 ay hapis olarak belirlenmesine, hükmolunan ceza miktarına göre CMK.nun 231 ve TCK.nun 51. maddesinin uygulanmasına engel geçmiş hükümlülüğü bulunmayan hükümlü hakkında anılan maddelerin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun mahallinde Mahkemesince değerlendirilmesine,” karar verildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ise; “CMK’nun 309/4-d maddesi uyarınca Yerel Mahkemede yeniden yargılama yasağı bulunması nedeniyle, CMK’nun 231 ve 51. maddelerinin hükümlü hakkında uygulanıp uygulanmayacağına da Özel Dairece karar verilmesinin gerektiği,” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurduğu,
Sanığın adli sicil kaydına göre, suç tarihi itibarıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve ertelemeye engel sabıkasının bulunmadığı,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın isabetli bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle "kanun yararına bozma" kanun yolu, kanun yararına bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri konularının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Öğretide “olağanüstü temyiz" denilen, 5320 sayılı Kanun'un 18. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı CMUK'da ise “yazılı emir” olarak adlandırılan bu olağanüstü kanun yolu, 5271 sayılı CMK’nın 309 ve 310. maddelerinde “kanun yararına bozma” olarak yeniden düzenlenmiştir.
CMK’nın 309. maddesi uyarınca hâkim veya mahkemece verilip istinaf ya da temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddî hukuka veya muhakeme hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması talebini, kanuni nedenlerini açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecek, bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması talebini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak Yargıtay ilgili ceza dairesine verecektir.
CMK’nın “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Kanun Yararına başvurması” başlıklı 310. maddesine göre ise; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da aynı Kanun'un 309. maddesinin 4. fıkrasının (d) bendindeki hâllere özgü olmak üzere kanun yararına bozma yoluna başvurma yetkisi bulunmaktadır. Yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunan ve Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip hukuka aykırılığın bizzat giderilmesi gereken hâllerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bu yetkiyi kullanarak kanun yararına bozma nedenlerini gösterir ihbarnamesini düzenleyerek ilgili ceza dairesine gönderebilecektir.
İleri sürülen nedenlerin Yargıtayca yerinde görülmesi durumunda da karar veya hüküm kanun yararına bozulacak, yerinde görülmezse talep reddedilecektir.
Böylece ülke genelinde uygulama birliği sağlanacak, hâkim ya da mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıklar, toplum ve kişiler açısından hukuk yararına giderilmiş olacaktır.
Bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri ise, bozulan hüküm veya kararın türü ve bozma nedenlerine göre ayrıma tabi tutularak maddenin dördüncü fıkrasında ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Buna göre;
Bozma nedenleri CMK'nın 223. maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, 309. maddenin dördüncü fıkrasının (a) bendi uyarınca kararı veren hâkim veya mahkemece gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verilecektir. Bu hâlde, yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar da bulunmadığından verilecek hüküm veya kararda, lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir.
Bozma nedenlerinin mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne ya da savunma hakkını kısıtlama veya kaldırma sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin olması durumunda, anılan fıkranın (b) bendi uyarınca, kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilecek, ancak bu hâlde verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır.
Davanın esasını çözen mahkûmiyet dışındaki diğer hükümlerin bozulması hâlinde ise, aynı fıkranın (c) bendi uyarınca aleyhte sonuç doğurucu herhangi bir işlem yapılamayacağı gibi, yeniden yargılama yapılması yasağı nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da gerekmeyecektir.
Aynı Kanun maddesinin dördüncü fıkrasının (d) bendi uyarınca, bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi hâlinde cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmesi hâlinde ise bu hafif cezaya Yargıtay ilgili ceza dairesince doğrudan hükmedilecektir. Bu hâlde de yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
Görüldüğü üzere, bir karar veya hükmün kanun yararına bozulmasının, ilgili aleyhine sonuç doğurup doğurmayacağı, bozma sonrasında kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden inceleme, araştırma ve yargılama yapılıp yapılamayacağı, hangi hâllerde Yargıtayın doğrudan hükmetme yetkisinin bulunduğu, CMK’nın 309. maddesinde sıralı ve ayırıcı biçimde düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, kanun yararına bozmanın sonuçları ve bozma sonrasındaki uygulama saptanırken “karar” ve “hüküm” ayrımı gözetilmiş, ayrıca mahkûmiyet hükmü ile davanın esasını çözen veya çözmeyen diğer hükümler bakımından farklı uygulama ve sonuçlar öngörülmüştür.
Bu açıklamalardan sonra konuyla ilgisi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve hapis cezasının ertelenmesine ilişkin düzenlemelere de değinilerek kanun yararına bozma nedeninin hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya erteleme hükümlerinin uygulanma ihtimalini ortaya çıkarması hâlinde CMK'nın 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (b) veya (d) bentlerinden hangisinin uygulanması gerekeceğinin ve bu bağlamda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma kanun yoluna başvurma yetkisi olup olmadığının açıklığa kavuşturulmasında zorunluluk bulunmaktadır.
CMK'nın 231. maddesinde düzenlenen ve Ceza Genel Kurulunun birçok kararında açıkça belirtildiği üzere; sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının CMK’nın 223. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca düşmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 23. maddesiyle kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkralar ile büyükler için de uygulamaya konulmuş, aynı Kanun'un 40. maddesiyle 5395 sayılı Kanun'un 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tâbi kılınmıştır.
Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden yalnızca şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanun'un 562. maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasa'nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Kanunları'nda yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezalarına ilişkin suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, 6008 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle maddenin 6. fıkrasının sonuna "Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez" cümlesi, 6545 sayılı Kanun'un 72. maddesiyle de maddenin 8. fıkrasına "Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez" cümlesi eklenmiştir.
5560, 5728, 6008 ve 6545 sayılı Kanunlarla CMK'nın 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
1) Suça ilişkin olarak;
a- Yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması,
b- Suçun Anayasa'nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Kanunları'nda yer alan suçlardan olmaması,
2) Sanığa ilişkin olarak;
a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm edilmemiş olması,
b- Yargılamaya konu kasıtlı suçun, sanık hakkında daha önce işlediği başka bir suç nedeniyle verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin denetim süresi içinde işlenmemiş olması,
c- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
d- Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
e- Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması,
Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Tüm bu şartların varlığı hâlinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve on sekiz yaşından büyük olan sanıklar beş yıl, suça sürüklenen çocuklar ise üç yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tâbi tutulacaktır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağına ilişkin bir değerlendirme yapılması için, yargılamanın herhangi bir süjesinin talepte bulunması şart değildir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması şartlarının varlığı hâlinde, 6008 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce resen, bu değişiklikten sonra ise sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması hâlinde mahkemece diğer kişiselleştirme hükümleri olan seçenek yaptırımlara çevirme ve ertelemeden önce değerlendirilmesi gerekmektedir.
CMK’nın 231/6-b maddesindeki “Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması” şeklindeki düzenleme ile kanun koyucu, suça ve faile ilişkin tüm objektif şartları taşıyan herkes için mutlak surette hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerektiğini kabul etmeyip, hâkime belirli ölçüler içerisinde bir takdir hakkı tanımıştır.
Hapis cezasının ertelenmesi ise, Türk Ceza Kanunu'nun 51. maddesinde;
“(1) İşlediği suçtan dolayı iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm edilen kişinin cezası ertelenebilir. Bu sürenin üst sınırı, fiili işlediği sırada onsekizyaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş olan kişiler bakımından üç yıldır. Ancak, erteleme kararının verilebilmesi için kişinin;
a) Daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması,
b) Suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması,
Gerekir... ” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre, iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm edilenlerin cezasının ertelenebileceği, fiili işlediği sırada on sekiz yaşını doldurmamış veya altmış beş yaşını bitirmiş olanlar bakımından ise bu sürenin üst sınırının üç yıl olduğu belirtilmiş, ancak erteleme kararının verilebilmesi;
1- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması,
2- Suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması,
Şartlarına bağlanmıştır.
Bu şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmekle birlikte, daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûmiyet, hapis cezasının ertelenmesine kanuni engel oluşturmaktadır. Bu durumda ayrıca kişinin suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması şartının değerlendirilmesine gerek olmayacaktır. Birinci şartın gerçekleştiği hâllerde ise, cezanın ertelenmesine karar verilebilmesi için, kişinin suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması gerekmektedir. Anılan kanun maddesi uyarınca, yalnızca hapis cezalarının ertelenmesi mümkün olup hapis cezasından çevrilen veya doğrudan verilen adli para cezalarının ertelenmesi imkânı bulunmamaktadır.
07.06.1976 tarihli ve 4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile bu karara uyum gösteren Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında belirtildiği üzere “erteleme”, cezanın doğrudan doğruya sanığın kişiliğine uydurulmasını öngören bir şahsileştirme kurumudur. Hapis cezasının ertelenmesine veya ertelenmesine yer olmadığına karar verilirken mahkemece gerekçe gösterilmeli ve bu gerekçe dosyada bulunan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır. Gerekçenin bu niteliği, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek özelliklerini de taşır. Zira kanuni, yeterli ve dosya kapsamıyla uyumlu bulunmayan bir gerekçeye dayanılarak erteleme hükmünün uygulanmaması, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, cezanın kişiselleştirilmesi ilkesine de aykırı olacak ve uygulamada keyfiliğe yol açabilecektir.
Mahkemece, hapis cezasının ertelenip ertelenmeyeceğine ilişkin takdir kullanılırken, sanığın yargılama sürecindeki davranışları göz önünde bulundurularak pişmanlık duyup duymadığı değerlendirilmeli ve tekrar suç işleyip işlemeyeceği hususundaki kanaat buna göre belirlenmelidir. Diğer taraftan yerel mahkemece gösterilen gerekçenin hak, adalet ve nasafet kuralları ile dosya kapsamıyla uyumlu olup olmadığının Yargıtay denetimine tabi olacağında da şüphe bulunmamaktadır.
CMK'nın 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (d) bendinin uygulandığı hâllerde yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğu ve Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerektiği gözetildiğinde, kanun yararına bozma nedeni yerinde görülüp hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya erteleme hükümlerinin uygulanma ihtimalinin gündeme gelmesi hâlinde, davanın esasının çözülmediği ve hükmedilecek cezanın miktarı itibarıyla kişiselleştirme nedenlerinin uygulanması ihtimaline binaen bu konuya ilişkin değerlendirmenin mahallinde yapılması gerekeceğinden söz konusu kanun yararına bozma nedeni CMK'nın 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (b) bendi kapsamında kalacaktır.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 13.02.2018 tarihli ve 395-34 sayılı, yine 25.09.2018 tarihli ve 1066-373 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu durumda, kanun yararına bozma nedeni CMK'nın 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (b) bendi kapsamında kaldığından aynı Kanun'un 310. maddesinin birinci fıkrasındaki “309 uncu maddede belirtilen yetki, aynı maddenin dördüncü fıkrasının (d) bendindeki hâllere özgü olmak üzere ve kanun yararına olarak re'sen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından da kullanılabilir." hükmü karşısında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosya kapsamındaki kanun yararına bozma nedenine dayanarak belirtilen yasa yoluna resen başvurma yetkisinin bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında ön sorunlara ilişkin uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi üzerine Özel Dairece, sanık hakkındaki hükmün, TCK'nın 43. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen zincirleme suç hükmünün uygulanma şartlarının bulunmadığı gerekçesiyle bozulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Ancak, Yerel Mahkemece sanık hakkında zincirleme suç hükmünün uygulanması neticesinde 2 yıl 1 ay hapis olarak belirlenen cezanın miktarı itibarıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun veya erteleme hükmünün uygulanma imkânı bulunmamakta ise de, Özel Dairece sanık hakkında zincirleme suç hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığı gerekçesiyle hükmün kanun yararına bozulması sonucunda sanık hakkında hükmedilen 1 yıl 8 ay hapis cezasından ibaret sonuç cezanın iki yıl hapis cezasının altında kalması nedeniyle, sanık hakkında CMK'nın 231 ve TCK'nın 51. maddelerinin uygulanma ihtimali gündeme gelecektir.
Kişiselleştirme nedenleri dikkate alınmaksızın yalnızca kanun yararına bozma nedeni doğrultusunda CMK’nın 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (d) bendi uyarınca daha hafif cezaya doğrudan hükmedilmesi hâlinde, Özel Dairece verilen bu karara karşı yeniden kanun yararına bozma kanun yoluna başvurma imkânı bulunmamaktadır.
Bu durumda, somut olayda zincirleme suç hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığına karar verilmesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya erteleme hükümlerinin uygulanması yönünden diğer koşullarının oluşması, yine hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünden "Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması" ve hapis cezasının ertelenmesi yönünden de "Suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması" şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin değerlendirme bakımından davanın esası çözülmemiş olup hükmedilecek cezanın miktarı itibarıyla kişiselleştirme nedenlerinin uygulanması ihtimaline binaen gereğinin mahallinde yapılması gerekeceğinden kanun yararına bozma nedeninin CMK'nın 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (b) bendi kapsamında kaldığı sonucuna ulaşılmalıdır.
Diğer taraftan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca CMK'nın 310. maddesinin birinci fıkrasına göre Yerel Mahkeme hükmünün kanun yararına bozulması talep edilmiştir. Somut olayda zincirleme suç hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığına karar verilmesi hâlinde sanık hakkında CMK'nın 231 ve TCK'nın 51. maddelerinin uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin değerlendirmenin Yerel Mahkemece yapılmasının gerekmesi sebebiyle kanun yararına bozma nedeninin CMK'nın 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (b) bendi kapsamında kaldığı sonucuna ulaşıldığı da gözetildiğinde, CMK'nın 310. maddesinin birinci fıkrası uyarınca aynı Kanun'un 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (d) bendindeki hâllere özgü olarak kanun yararına bozma yasa yoluna resen başvurma yetkisi bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, dosya kapsamındaki hukuki mesele yönünden resen kanun yararına bozma talebinde bulunamayacağı anlaşıldığından, Özel Dairece Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebinin reddi yerine, ihbarnamedeki düşüncenin yerinde görüldüğü belirtilip yalnızca TCK'nın 43. maddesi hükümden çıkartılarak sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve erteleme hususundaki değerlendirmenin Yerel Mahkemece yapılması gerektiği yönünde verilen bozma kararının usul ve kanuna aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istemi olmaksızın CMK'nın 310. maddesinin birinci fıkrası gereğince bu kanun yoluna resen başvuran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosya kapsamındaki hukuki meseleyi anılan Kanun maddesi kapsamında kanun yararına bozma nedenine konu edip edemeyeceğine ilişkin ön sorun yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızdaki uyuşmazlık mevcut olayda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının CMK 310/1 delaletiyle 309/4 (d) bendi kapsamında KYB (Kanun Yararına Bozma) talebi yetkisinin olup olmadığı noktasındadır.
Karar Yargıtay temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiştir.
Bu karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı sahte belgelerin farklı zamanda düzenlendiği ve kullanıldığı kesin olarak tespit edilemediğinden sanık hakkında TCK 43 maddesi gereğince ceza artırımı yapılamayacağı, fiilin bir bütün halinde TCK'nin 204/1 maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gözetilmeden TCK'nin 43. maddesi gereğince fazla ceza tayininin yasaya aykırı olduğu gerekçeleri ile verilen kararın CMK 309/3 gereğince bozularak anılan maddenin 4. fıkrasının (d) bendi uyarınca bir karar verilmesi talebiyle kanun yararına bozma isteminde bulunmuştur.
Yargıtay 11. Ceza Dairesince Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının KYB talebi doğrultusunda dosya incelenmiş sanık hakkında TCK 43. maddesi gereğince ceza artırımı yapılmayacağı tespit edilip bu madde hükümden çıkarılarak sanığın 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, netice ceza iki yılın altında kaldığından CMK'nın 231 ve TCK 51. maddelerinin uygulanmasının mümkün olup olmadığını tartışma ve karar verme yetkisinin yerel mahkemeye ait olması nedeni ile dosyanın Yerel Mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı verilen karara göre CMK 231 ve TCK 51. maddelerindeki bireyselleştirme işlemlerinin de CMK 309/4 (d) bendi gereğince Özel Daire tarafından yapılarak Dairece hüküm kurulması gerektiği düşüncesi ile CMK 308 kapsamında, karara itiraz etmiştir.
Gerek CMK 231'de düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması gerekse TCK 51'de düzenlenen cezanın ertelenmesi müesseseleri cezaların bireyselleştirilmesi kurumları olup bu işlemlerin sanıkla yüz yüze gelen Yerel Mahkemece yapılması gerektiği Ceza Genel Kurulu tarafından itirazın görüşüldüğü oturumda kabul edildiğinden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca CMK 231 ve TCK 51 maddeleri ile ilgili değerlendirmenin de Özel Dairece yapılması gerektiği itirazı bu yönü ile kabul görmemiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu sayın çoğunluğu KYB konusu yapılan olayda bireyselleştirme işlemleri yapılması gerektiğinden Özel Dairece doğrudan hüküm kurulması mümkün olmadığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca CMK 310/1 maddesi delaleti ile CMK 309/4 (d) maddesi kapsamında KYB (kanun yararına bozma) talebinde bulunulamayacağı bu konuda KYB için Adalet Bakanlığından talepde bulunması gerektiği dolayısı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan KYB talebinin usule uygun olmadığı iddia ve kabul edilmiş ise de; hemen belirtmek gerekir ki; bireyselleştirme işlemlerinin mahkemenin takdirini içermesi nedeni ile KYB'ye konu edilemeyeceği gibi itiraz aşamasından sonra tekrar başa dönülmesinin de hukuka aykırılıkların daha hızlı ve etkin şekilde giderilmesini engelleyeceği açık olduğundan usule ve hukuka uygun olmadığı kanaatindeyim.
Şöyle ki; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Adalet Bakanlığınca subuta ve maddi cezaya doğrudan etki eden yargılama usulüne ve esasa ilişkin ciddi hukuka aykırılıklar KYB konusu yapılabilir. Mahkemenin takdirine giren konular kanun yararına bozma konusu yapılamaz. Bu bağlamda Ceza Genel Kurulu sayın çoğunluğunun 'Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca KYB talebinde bulunulurken Özel Dairece yapılacak bireyselleştirme işlemi düşünülmeli, bu durumda Özel Dairenin CMK 309/4 (d) kapsamında bir karar veremeyeceği öngörülmeliydi bu halde de KYB talebi CMK 310/1. maddesi kapsamından çıkacağı için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu olayda CMK 310/1 kapsamında KYB talebi yetkisi bulunmamaktadır' düşüncesi mahkemenin takdirini içermesi ve takdire giren konularda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca kanun yararına bozma talebinde bulunulamayacağı nazara alındığında Ceza Genel Kurulunca yapılan bu değerlendirmenin hukuka uygun olmadığı kabul edilmelidir.
Yine KYB talebinin dosya içeriğine uygun olmadığı buna bağlı olarak Yargıtay Başsavcılığının CMK 308 kapsamındaki itirazınında yerinde olmadığı, bu hususta Adalet Bakanlığına KYB ile ilgili ihbarda bulunularak sonucuna göre hareket edilmesi gerektiği düşüncesi de CMK 310/1 deki KYB ve CMK 308. maddesindeki itiraza ilişkin düzenlemelerin amacına ve usul ekonomisine uygun düşmemektedir. Yukarıda belirtildiği üzere gerek CMK 309 gerekse CMK 310 delaletiyle istenen KYB taleplerinde mahkemenin takdirini içeren konularda istem yapılamayacağı için Yargıtay Başsavcılığı bireyselleştirme konularında talepte bulunmamıştır. KYB talebi doğrudan subuta ve esasa ilişkin olan TCK 43. maddesi ilgili olup hukuka uygundur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu talep sonrası Özel Dairece verilen karara CMK 308 kapsamında itiraz etmeside usule uygundur. Yargı merciilerinin özellikle Yüksek Yargının görevi usul kanunlarındaki boşluk veya eksiklikleri hukuka ve amaca uygun yorumlarla tamamlamak ve hukuka aykırılıkların kısa yoldan giderilmesi ve uygulama birliğinin sağlanması ile hukuk devletine olan güvenin artırılması yönünden uygulamanın önünü açmak olmalıdır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına CMK 310/1. maddesindeki yetki de bu amaçla verilmiştir. Aksi düşünceyle hareket edilerek bu konuda Adalet Bakanlığından talepte bulunulması gerektiği düşüncesi kabul edildiği takdirde Bakanlık, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarını yerinde görmeyerek KYB talebinde bulunmaz ise hem hukuka aykırılık ortada bırakılmış, hem de uygulamanın içinde olan Yüksek Yargı Mercisince yapılan bir hukuka aykırılık tespiti Adalet Bakanlığının dolayısı ile idarenin insiyatifine terkedilmiş olacaktır. Bu durumda hukuka aykırılığın giderilmesinin gecikmesine veya hiç giderilmemesi gibi bir sonucun ortaya çıkmasına neden olunacaktır. Oysa hukuka aykırılığın tespiti ve giderilmesinde son sözün yargı mercisinde olması hukuk devletinin gereğidir.
Bu açıklamalar doğrultusunda olay değerlendirildiğinde; Yargıtay Cumuriyet Başsavcılığı CMK 310/1'deki KYB talebini yaparken öncelikle maddi cezanın hukuka uygun tespit edilip edilmediği yani kararda maddi ceza uygulaması yönünden açık ve ciddi hukuka aykırılık bulunup bulunmadığına bakmak durumundadır. Cezanın bireyselleştirilmesi işlemi takdire taalluk eden bir konu olup Yargıtay Başsavcılığının değil mahkemenin görevi kapsamındadır. Mevcut olayda TCK'nın 43'deki maddi cezaya ilişkin bölümün hükümden çıkarılıp çıkarılmayacağı hususunda Özel Dairenin ne karar vereceğini Yargıtay Başsavcılığı kesin olarak bilemeyeceğinden, cezanın bireyselleştirilmesi müessesesinin uygulanıp uygulanmayacağınıda bu aşamada değerlendirebilecek ve talepte bulunacak durumda değildir. Bu nedenle sadece TCK 43. maddesinin çıkarılması ve sonucuna göre karar verilmesi isteğini içeren KYB talebi gerekçe ve içerik yönünden usul ve yasaya uygundur. Takdire ilişkin durumların sonraki aşamada ortaya çıkması nedeni ile Özel Dairenin kararı bozup Yerel Mahkemeye göndermesi hukuka ve usule uygun olacaktır. Takdire ilişkin konu sonradan ortaya çıktığı için Özel Daire kendisi hüküm kuramayacaktır. Burada tekrar başa dönülerek Adalet Bakanlığından yeniden yazılı emir talebinde bulunmanın bir anlamı da bulunmamaktadır. Çünkü Bakanlık'ta takdire ilişkin bireyselleştirme konularını KYB konusu yapamaz.
Bu nedenle Yüce Ceza Genel Kurulunca KYB talebinin CMK 310/1 delaletiyle CMK 309/4 (d) kapsamında kalıp kalmadığı değerlendirmesinin Özel Dairece karar verilerek bireyselleştirme işlemi için dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesi kararından sonraki aşamada ve sondan başa doğru değil, KYB talebinin yapıldığı andaki duruma göre yapılması gerekirdi. Bu halde de KYB talebinin usul ve yasaya uygun olduğu açıktır. Dosya kapsamına ve mevcut delillere göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca CMK 310/1 delaletiyle 309/4 (d) kapsamında KYB talebinde bulunulmasına engel bir durum yoktur. Bu konuda Özel Dairece verilen karara karşı da CMK 308 kapsamında itiraz yoluna gidilmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle CMK 308 kapsamında yapılan itirazın değişik gerekçe ile kabul edilerek Yargıtay Özel Dairesince kararın bozulup dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesi için Daireye iadesine karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken, Dosya kapsamına göre Yargıtay Başsavcılığının CMK 309/4 (d) bendi kapsamında KYB yoluna gidemeyeceği bu konuda Adalet Bakanlığından talepte bulunulması gerektiğine dair sayın çoğunluk görüşüne katılmadığı," düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Ulaşılan sonuçlar karşısında; kanun yararına bozma nedeninin sanık hakkında iki yıldan az hapis cezası verilmesini gerektirmesi, bu durumda hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya erteleme hükümlerinin uygulanma ihtimalinin ortaya çıkması hâlinde, Özel Dairece kanun yararına bozma ile yetinilmesi gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konusu bu aşamada değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 08.12.2014 tarihli ve 18230-21087 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 24.09.2014 tarihli ve 48342 sayılı kanun yararına bozma isteminin, söz konusu kanun yararına bozma nedeninin CMK'nın 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (d) bendi kapsamında olmadığı ve bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının aynı Kanun'un 310. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu konuda kanun yararına bozma talebinde bulunamayacağı anlaşıldığından REDDİNE,
4- Dosyanın, belirtilen konuda kanun yararına bozma yoluna gidilip gidilmeyeceği hususunda gereğinin takdir ve ifası için Adalet Bakanlığına gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 20.11.2018 tarihinde yapılan müzakerede kanun yararına bozma nedeninin, sanık hakkında iki yıldan az hapis cezası verilmesini gerektirmesi hâlinde hükmün Yerel Mahkemece mi yoksa Özel Dairece mi kurulmasına ilişkin uyuşmazlık yönünden oy birliğiyle, Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istemi olmaksızın CMK'nın 310. maddesinin birinci fıkrası gereğince bu kanun yoluna resen başvuran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosya kapsamındaki hukuki meseleyi anılan Kanun maddesi kapsamında kanun yararına bozma nedenine konu edip edemeyeceğine ilişkin uyuşmazlık konusu bakımından ise oy çokluğuyla karar verildi.”

  Avukat   -   Makaleler
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için