Bu sitenin tüm hakları Andis Hukuk'a aittir.

Andis Hukuk & Danışmanlık İstanbul Ofisi (0212) 571 19 31
https://g.co/kgs/9FKrPBN
https://andishukuk.com/
Yoslun / Türkiye Davası (Başvuru No. 2336/05)
0

Yoslun / Türkiye Davası (Başvuru No. 2336/05)

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

YOSLUN / TÜRKİYE DAVASI

(Başvuru No. 2336/05)

KARAR

STRAZBURG

10 Şubat 2015
İşbu karar, Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirlenen şartlara göre kesinleşecek olup, bazı şekli değişikliklere tabi tutulabilir.
Yoslun / Türkiye Davasında,
Başkan
András Sajó,
Yargıçlar
Işıl Karakaş,
Nebojša Vučinić,
Helen Keller,
Egidijus Kūris,
Robert Spano,
Jon Fridrik Kjølbro,
ve İkinci Bölüm Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Abel Campos’un katılımıyla oluşturulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm) heyeti, 13 Ocak 2015 tarihinde gerçekleştirdiği müzakerelerin ardından, aynı tarihte aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1. Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan (2336/05 no.lu) davanın temelinde, T.C. vatandaşı olan Ferhat Tunç Yoslun’un (‘‘başvuran’’), 16 Ekim 2004 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (‘‘Sözleşme’’) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvuru bulunmaktadır.
2. Başvuran, Mahkeme önünde, İzmir’de görev yapan Avukat E. Demir tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti ise kendi yetkilisi tarafından temsil edilmiştir.
3. Başvuran, özellikle Sözleşme’nin 6. ve 10. maddelerinin ihlal edildiğinden şikâyetçidir.
4. Başvuru, Hükümete 11 Mayıs 2009 tarihinde tebliğ edilmiştir.
OLAY
I. DAVANIN KOŞULLARI
5. Başvuran, 1964 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir.
6. Aydın Valiliği, belirtilmeyen bir tarihte, Demokratik Halk Partisi’ne (DEHAP) bir konser düzenleme izni vermiştir.
7. DEHAP, başvuranın şarkıcı olarak katıldığı, ‘‘kardeşlik bayramı’’ adı verilen bu konseri 4 Ağustos 2003 tarihinde düzenlemiştir. İlgili, birçok şarkı yorumlamıştır, ayrıca bir ara halka hitaben bir konuşma yapmıştır.
8. Aynı gün polisler tarafından olay tutanağı düzenlenmiş ve imzalanmıştır. Bu tutanakta, özellikle, ‘‘kardeşlik bayramı’’ diye adlandırılan konserin, yaklaşık olarak dört bin katılımcı ile saat 20.25’te başladığı, sunucunun yaptığı Kürtçe konuşmanın ardından ‘‘devrim şehitleri’’ onuruna bir dakikalık saygı duruşu gerçekleştirildiği ve kalabalığı oluşturan kişilerin büyük kısmının zafer işareti yapmak için havaya elini kaldırdığı belirtilmiştir.
9. Yine bu tutanağa göre, DEHAP üyesi iki kişi, K.C. ve M.C. de birer konuşma yapmıştır.
Yukarıda belirtilen tutanakta genel olarak, K.C. ile ilgili olarak şu hususlar belirtilmiştir: K.C., kendisine göre özgürlük tutkunu olan ve bunun için ağır bir bedel ödeyen Aydın halkına teşekkür etmiştir, özellikle, DEHAP’ın ülkenin yeni bir ekonomik ve siyasi bir krize girmesini önleyeceğini ileri sürmüştür.
Yine aynı tutanakta, M.C. ile ilgili olarak, aşağıda belirtilen unsurlar açıklanmıştır. İlgili, DEHAP’ın savunmasız halkların yanında mücadele etmeye devam edeceğini belirtmiştir. Ayrıca M.C., diğerlerinin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’a müdahalesini eleştirmiş, Kürt sorunu ile demokrasi sorununun birbirine yakından bağlı olduğunu eklemiştir ve KADEK (yasadışı silahlı bir örgüt) üyeleri için koşulsuz genel af çağrısında bulunmuştur. M.C. ayrıca, özellikle bazı DEHAP üyelerinin, barış sürecinin sürdürülmesi amacıyla KADEK temsilcileriyle görüştüğünü, DEHAP üyelerinin Kürt olmaktan hiçbir zaman utanmadıklarını, Türkiye’de yaşamaktan şikâyetçi olmadıklarını ve Kürt sorununun çözümü önündeki engellerin azaltılması gerektiğini ileri sürmüştür.
10. Diğer taraftan söz konusu tutanakta, bir müzik grubunun konserine 21.05’te başladığı ve bu grubun söylediği şarkıların büyük bir kısmının Kürtçe olduğu tespit edilmiştir.
11. Tutanakta, başvuranla ilgili olarak, müzikal gösterisine 22.30’da başladığı, Ahmet Kaya şarkıları ve Kürtçe parçalar söylediği ve konserine 23.15’te son verdiği tespit edilmiştir.
12. Son olarak, tutanakta, kalabalığın bazen ‘‘Biji Serok Apo [Yaşasın Başkan Abdullah Öcalan (Kürtçe)], barışa dokunan eller kırılsın’’ gibi sloganlar attığı ve üzerinde ‘‘kardeşlik bayramına hoşgeldiniz ve derneğe katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz’’ yazılı pankartlar açıldığı belirtilmiştir.
13. Güvenlik güçleri, 5 Ağustos 2003 tarihinde konser sırasında alınan ses kaydı çözümü tutanağını düzenlemişlerdir. Bu belge, başvuranın da aralarında bulunduğu katılımcılar tarafından yapılan konuşmaların metinlerini içermektedir. Belgeye göre, özellikle başvuran aşağıdaki ifadeleri kullanmıştır:
‘‘ Sevgili dostlar, Aydın’da herkese nasip olmaz böylesi coşkulu bir kalabalığa seslenmek, bugün bu mutluluğu sizlerle yaşamak önemli benim için, çok tarihi bir gün benim için herşeye rağmen sizlerle beraber olduğum için çok mutluyum, hepinizi en barışçıl en insancıl, en devrimci duygularla selamlıyorum. (...) Evet, sevgili Ahmet Kaya’nın bir şarkısı ile devam ettik, her konserimde söylediğim bir şey var. Keşke sevgili Ahmet Kaya bu ülkede yaşıyor olsaydı ve bugün o şarkılarını kendi söylemiş olsaydı da, biz onun şarkılarını söylemek zorunda kalmasaydık. Bu ülkenin değerleri, bu ülkenin sanatçıları, bu ülkenin aydınları bu ülkeyi herkesten çok seviyordu. 70-80 yıldır süre gelen bu zihniyetin artık bu ülkede değişmesi gerekir. Bu ülkenin sanatçılarını, aydınlarını potansiyel suçlu görmek gibi bir hakkı olmamalı hiç kimsenin. Bizim suçumuz eğer bu ülkede barışı ve kardeşliği savunmaksa, eğer bu ülkede halklarımızın barış içerisinde kardeşçe yaşayabilmelerini istemekse ve eğer bu anlamda bu bir suç sayılıyorsa gerektiğinde elbette onlarca yıl cezaevinde yatmaya hazırız. Ama gerçek anlamda bu ülkenin sorunlarını çözecekse Türkiye’yi demokratikleştirecekse Türkiye’de çeteleşmenin banka hortumlamanın önüne geçilecekse buna razıyız. Nazım Hikmetler, Yılmaz Güneyler ve sonrasında birçok aydın ve sanatçı hiç haketmediği halde bu ülkede haksızlıklara uğradıysa, tek suçları bu ülkeyi sevmek bu ülkede yaşayan halkları sevmektir ve biz de bugün bunu yapıyoruz. Bizler bunu yaptığımız için hiç kimsenin bizi bu ülkede suçlu gibi görmeye, bizleri zindanlarda tutmaya ve başka bir şekilde haksız birtakım uygulamalarına maruz bırakmaya hakkı olmadığını düşünüyorum. İnsanlarımızın acılı geçmişinden dersler çıkartarak artık özgür ve demokratik bir Türkiye’de yaşamak istedikleri bir gerçektir. Bu ülkenin sanatçıları, bu halkların sesi ve kulağıdır. Onlar bu ülkede yaşayan halkların istemlerini, özlemlerini dile getirmekle sorumludurlar, biz bunu yapıyoruz. Herkes gibi çıkıp televizyonlarda akşama kadar soytarılık yapma durumunda değiliz. Sanatçılık ve sanat bu değil, sanat demek sanatçı demek sizlerin sorunlarına sizlerin özlemlerine kulak kabartanlar ve sizlerin sesi olabilmeyi becerebilenlerdir. Bunu yapmak istediğimiz için birtakım haksız uygulamalara maruz kalıyoruz bu ülkede ama herşeye rağmen onurla bugüne kadar sürdüregeldiğimiz bu mücadeleyi bundan sonra da Türkiye özgürleşinceye kadar ve gerçek anlamda demokratikleşinceye kadar devam edeceğimden hiç kimsenin kuşkusu ve şüphesi kalmasın, şimdi o zaman hep birlikte kardeşlik çağrısı yapalım. ‘‘Nerdesin ey kardeşlik?’’ diyelim. (...) ‘‘
14. Aydın Savcılığı, 6 Ekim 2003 tarihinde, valilik tarafından daha önce verilen iznin, ilgililerin konser sırasında konuşma yapmalarını kapsamadığını belirterek, başvuranı ve diğer iki katılımcı K.C. ile M.C.’yi, emirlere riayetsizlikle suçlamıştır.
15. Aydın Sulh Ceza Mahkemesi, olayların meydana geldiği tarihte yürürlükte olan Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin 1. fıkrasına dayanarak, 27 Ekim 2003 tarihinde başvuranı emirlere riayetsizlikten suçlu bulmuştur. Mahkeme, başvuranı para cezasına ve üç aylık hapis cezasına çarptırmıştır, hapis cezası daha sonra para cezasına çevrilmiştir. Başvuran sonuç olarak, 606.534.000 eski Türk lirası (TRY - yani söz konusu dönem için yaklaşık olarak 346 avro) para cezası ödemeye mahkûm edilmiştir.
Yerel mahkeme, daha önceden valilik tarafından verilen iznin, aslında sadece müzikal bir gösteri için geçerli olduğu ve sanıklara konser sırasında konuşma yapma hakkı vermediği kanaatine varmıştır.
16. Başvuran, 8 Aralık 2003 tarihinde ceza kararına karşı itirazda bulunmuş ve duruşma yapılmasını talep etmiştir.
17. Aydın Asliye Ceza Mahkemesi, 30 Mart 2004 tarihinde, başvuran tarafından yapılan itirazı ve duruşma yapılmasına ilişkin talebi, ceza kararının kanuna ve usule uygun olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararı, 19 Nisan 2004 tarihinde başvuranın avukatına tebliğ edilmiştir.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMASI
18. Ceza kararlarına ilişkin iç hukuk ve uygulaması, Karahanoğlu/Türkiye Kararında açıklanmıştır (No. 74341/01, §§ 18-21, 3 Ekim 2006).
19. Yetkili makamlar tarafından verilen bir emre riayetsizliğe ilişkin eski Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin 1. fıkrası, aşağıdaki gibidir:
‘‘ Yetkili makamlar tarafından adli işlemler dolayısıyla ya da kamu güvenliği ve kamu düzeni veya genel sağlığın korunması düşüncesiyle kanun ve nizamlara aykırı olmayarak verilen bir buyruğu dinlemeyen veya bu yolda alınmış bir önleme uymayan kimse, eylem ayrı bir suç oluşturmadığı takdirde, üç aydan altı aya kadar hafif hapis ve bin liradan üç bin liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırılır. ‘‘
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
I. SÖZLEŞME’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
20. Başvuran, duruşma yapılmamış olmasından ve bu durumun savunma haklarına ilişkin sonuçlarından şikâyetçidir. Başvuran, Sözleşme’nin 6. maddesini ileri sürmektedir, söz konusu hükmün somut olayla ilgili kısmı aşağıdaki gibidir:
‘‘ Herkes davasının, (...) cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, (...) bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak (...) görülmesini isteme hakkına sahiptir. (...) ‘‘
21. Hükümet başvuranın iddiasına itiraz etmektedir.
A. Kabul Edilebilirlik Hakkında
22. Hükümet, herhangi bir kabul edilemezlik itirazı öne sürmemektedir.
23. Mahkeme, bu şikâyetin, Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendi anlamında, açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve herhangi bir kabul edilemezlik gerekçesiyle bağdaşmadığını tespit ederek, kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
B. Esas Hakkında
24. Hükümet, başvuranın iddialarını reddetmektedir. Hükümet, 27 Ekim 2003 tarihli cezakararının, daha az öneme sahip davalar için yargılama işlemlerini hafifleterek mahkemelerin iş yükünü azaltmayı amaçlayan basit yargılama usulüne göre verildiğini belirtmektedir. Hükümet, söz konusu yargılamanın Sözleşme’nin 6. maddesinin gereklerine uygun bir yargılama olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca Hükümet, gerekçesine dayanak olarak, Hennings/Almanya (16 Aralık 1992, A Serisi No. 251A) ve Maass/Almanya ((kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 71598/01, 15 Eylül 2005) kararlarını öne sürmektedir. Diğer taraftan Hükümet, eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 387. maddesinin, ceza hâkiminin duruşma yapmaksızın ceza verilmesini mahzurlu görmesi durumunda, duruşma yapılması için bir gün tayin etmesini öngördüğünü belirtmektedir. Hükümet, söz konusu kanununun 390. maddesine göre, hafif hapis cezasına hükmedilmişse, itiraz üzerine duruşma yapılacağını eklemektedir. Son olarak Hükümet, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nun, basit suçlar için ön ödeme kararı verilmesini ve ön ödemenin yapılmaması halinde doğrudan bir duruşma yapılmasını öngördüğünü belirtmektedir.
25. Başvuran iddialarını yinelemektedir.
26. Mahkeme, mevcut şikâyete benzer şikâyetleri daha önce de incelediğini ve kendisine başvuran yargılanabilir kişilerin, ulusal mahkemeler önünde duruşma yapılmış olması sebebiyle hakkaniyete uygun şekilde yargılanmadıkları gerekçesiyle, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğine karar verdiğini hatırlatmaktadır (bk. diğer kararlar arasında Karahanoğlu/Türkiye, No. 74341/01, §§ 35-39, 3 Ekim 2006, Oyman/Türkiye, No. 39856/02, §§ 21-23, 20 Şubat 2007 ve Yener ve Albayrak/Türkiye, No. 42900/04, §§ 13-15, 26 Ocak 2010).
27. Mahkeme, mevcut davayı inceledikten sonra, Hükümetin somut olayda farklı bir sonuç doğurabilecek, ikna edici bir olgu veya gerekçe sunmamış olduğu kanaatindedir.
28. Mahkeme, başvuranın, yargılamanın hiçbir aşamasında yerel mahkemeler önünde duruşma yapılması hakkından yararlanamadığını kaydetmektedir: ne ceza kararını vermiş olan sulh ceza mahkemesi ne de itiraz hakkında karar veren asliye ceza mahkemesi duruşma gerçekleştirmemiştir. Dolayısıyla başvuranın, hiçbir zaman davası hakkında karar vermeye yetkili hâkimler önünde şahsi olarak ifade verme imkânı olmamıştır.
29. Bu sebeple Mahkeme, başvuranın davasının ilgili mahkemeler tarafından halka açık olarak görülmemiş olduğu gerekçesiyle, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir.
II. SÖZLEŞME’NİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
30. Başvuran, ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmektedir. Bu bağlamda başvuran, Sözleşme’nin 10. maddesini ileri sürmektedir, söz konusu hüküm aşağıdaki gibidir:
‘‘ 1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğü ile haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar (...)
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir. ‘‘
31. Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir.
A. Kabul Edilebilirlik Hakkında
32. Hükümet, herhangi bir kabul edilemezlik itirazı ileri sürmemektedir.
33. Mahkeme, bu şikâyetin, Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrası anlamında, açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve herhangi bir kabul edilemezlik gerekçesiyle bağdaşmadığını tespit ederek, kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
B. Esas Hakkında
34. Başvuran, izinli düzenlenen bir konserde sahne aldığı sırada konuşma yapmasının cezaya mahkûm edilmesine neden olması sebebiyle, Sözleşme’nin 10. maddesi anlamında, ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
35. Hükümet, başvuranın ifade özgürlüğü hakkına müdahale edildiğine itiraz etmektedir. Hükümet, valilik tarafından verilen iznin sadece müzikal bir gösteri için geçerli olduğunu ve başvuranın konser dışında bir konuşma yaptığını ileri sürmektedir. Hükümet, sanıkların emirlere riayetsizlik suçunu işlediğini savunmaktadır.
36. Ayrıca Hükümet, başvuranın mahkûmiyetinin, konuşmasının içeriğine bağlı olmadığını, verilen izin dışında davranarak basit bir usuli gerekliliği ihlal etmesinden kaynaklandığını belirtmektedir. Bu bağlamda Hükümet, ne iddianamenin ne de sulh ceza mahkemesi tarafından verilen cezakararınınbaşvuranın konuşmasının içeriğine değinmediğini ileri sürmektedir. Hükümete göre, başvuranın ifade özgürlüğü hakkı ihlal edilmemiştir.
37. Üstelik Hükümet, cezanın ‘‘kamu güvenliği ve kamu düzeninin korunmasını’’ amaçladığını eklemektedir. Diğer taraftan Hükümet, eski Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, başvuranın en hafif cezaya çarptırıldığını ve söz konusu mahkûmiyetin adli sicil kaydına işlenmediğini belirtmektedir.
38. Başvuran iddialarını yinelemektedir.
1. Müdahalenin bulunup bulunmadığı hakkında
39. Mahkeme’nin de sıklıkla altını çizdiği gibi Sözleşme’nin 10. maddesinde yer verilen ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun asli temellerinden birini; ilerlemesinin ve bireylerinin gelişiminin öncelikli şartlarından birini oluşturmaktadır. Bu hükmün 2. paragrafını saklı tutmak kaydıyla, ifade özgürlüğü, sadece iyi karşılanan veya zarar verici ya da önemsiz olduğu değerlendirilen ‘‘haberler’’ veya ‘‘görüşler’’ için değil, aynı zamanda, çatışan, şaşırtan ya da endişelendiren haber ve görüşler için de geçerlidir: ifade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereğidir ve bunlar olmaksızın, ‘‘demokratik bir toplum’’ var olamaz (bk. diğer birçok karar arasında Mouvement raëlien suisse/İsviçre [BD], No. 16354/06, § 48, AİHM 2012 (özetler)).
40. Mahkeme, mevcut davanın, ifade özgürlüğüne ilişkin olarak Türkiye aleyhinde yürütülen ve kendisinin gördüğü diğer birçok davadan farklılık gösterdiğini tespit etmektedir. Somut olayda başvuran, valilik tarafından daha önce verilen iznin sadece müzikal bir gösteri için geçerli olduğu ve bu iznin konser sırasında konuşma yapma hakkı tanımadığı gerekçesiyle, emirlere riayetsizlik suçundan, eski Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin 1. fıkrasına dayanılarak mahkûm edilmiştir. Bu bağlamda davaya bakan hâkimler, konuşmasını herhangi bir incelemeye tabi tutmaksızın başvurana para cezası verilmesine karar vermişlerdir. Hâlbuki başvuranın şikâyetçi olduğu kısıtlama, konuşmanın içeriğine ilişkin olmasa da, yine de söz konusu mahkûmiyetin, başvuranın görüş ve düşüncelerini başkasına bildirme özgürlüğünü tartışmasız bir şekilde kısıtladığının dikkate alınması uygundur.
41. Dolayısıyla Mahkeme, başvuranın mahkûmiyet kararının, Sözleşme’nin 10. maddesi tarafından korunan haber ve görüş alma ve verme özgürlüğüne müdahalede bulunduğu kanaatine varmaktadır.
42. Benzer bir müdahale, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafının gereklerini yerine getirmedikçe, söz konusu hükmün tamamını ihlal etmiş olur. Dolayısıyla müdahalenin, ‘‘kanun tarafından öngörülüp öngörülmediğinin’’, söz konusu paragraf bakımından meşru bir amaçtan veya amaçlardan yola çıkılarak yapılıp yapılmadığının ve bu amaçlara ulaşmak için ‘‘demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığının’’ belirlenmesi gerekmektedir.
2. Müdahale, ‘‘kanun tarafından öngörülmüş müdür?’’
43. Mahkeme, Sözleşme’nin 8 ila 11. maddelerinde yer alan ‘‘kanunla öngörülen’’ ifadesinin, öncelikle şikâyet edilen tedbirin iç hukukta yasal bir dayanağının olması gerektiğini belirttiğini ve aynı zamanda kanunun niteliğine atıf yaptığını hatırlatmaktadır: bu ifade, kanunun ilgili kişiler için erişilebilir olmasının ve davanın koşullarında belirli bir eylemden kaynaklanabilecek sonuçların, makul bir dereceye kadar öngörülebilmesi için, yeterince açık bir şekilde belirtilmesini gerektirmektedir (bk. diğer birçok karar arasında Maestri/İtalya [BD], No. 39748/98, § 30, AİHM 2004I).
44. Somut olayda Mahkeme, başvuranın eski Ceza Kanunu’nun 526. maddesi uyarınca mahkûm edilmiş olması sebebiyle, söz konusu müdahalenin iç hukukta yasal bir dayanağı bulunduğunu kaydetmektedir (yukarıda 15. paragaraf).
45. Mahkeme, erişebilirlik konusunda, eski Ceza Kanunu metninin Resmi Gazetede yayınlanmış olması dolayısıyla, bu maddenin, bahsedilen kritere cevap verdiğini tespit etmektedir.
46. Mahkeme, öngörülebilirlik hakkında, yargılanabilir kişilerin hangi eylem ve ihmallerin sorumlulukları dâhilinde olduğunu, kendi durumlarına uygulanabilir ilgili hükümlerden yola çıkarak ve gerektiğinde bunların mahkemeler tarafından yapılan yorumları yardımıyla bildiklerinde, bu şartın yerine getirilmiş olacağını hatırlatmaktadır. Özellikle bir norm, kamu gücünün keyfi ihlallerine (Tourancheau ve July/Fransa, No. 53886/00, § 54, 24 Kasım 2005) ve yargılanabilir kişilerin zararına yapılan bir kısıtlamanın geniş anlamda uygulanmasına karşı (Štefanec/Çek Cumhuriyeti, No. 75615/01, § 44, 18 Temmuz 2006) belirli bir güvence sağladığında, ‘‘öngörülebilir’’ dir.
47. Mahkeme, mevcut davada, Aydın Sulh Ceza Mahkemesinin başvuranı Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin 1. fıkrasına dayanarak mahkûm ettiğini tespit etmektedir. Bu hükme göre, yetkili bir makam tarafından verilen bir emre veya bir koruma tedbirine karşı yapılan itaatsizlik, hapis ve para cezasıyla cezalandırılmaktadır (yukarıda 18. paragraf). Bununla birlikte Mahkeme, bu düzenlemenin, başvuranın, önceden izin alınmış bir konser kapsamında şarkıcı sıfatıyla konuşma yapmış olmasının, eski Ceza Kanunu’nun 526. maddesi anlamında bir emre riayetsizlik durumu doğurduğunun ve dolayısıyla cezaya maruz kalma riskiyle karşı karşıya kaldığının farkına varmasını sağlaması için yeterince açık olmadığı kanaatindedir. Bu sebeple Mahkeme, yerel mahkemelerin, söz konusu hükmün uygulama alanını, davanın koşullarında makul olarak öngörülebileceklerin ötesinde genişlettikleri kanaatine varmaktadır (bk. mutatis mutandis, Piroğlu ve Karakaya/Türkiye, No. 36370/02 ve 37581/02, § 54, 18 Mart 2008 ve Gemici/Türkiye, No. 25471/02, §41, 2 Aralık 2008).
48. Mahkeme, bu şartlarda, öngörülebilirlik gereğinin yerine getirilmediği ve dolayısıyla müdahalenin kanun tarafından öngörülmediği sonucuna varmıştır.
49. Müdahalenin kanun tarafından öngörülmediği sonucuna varan Mahkeme, somut olayda Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrası tarafından gerekli görülen diğer şartlara -yani meşru bir amacın olmasına ve demokratik bir toplumda müdahalenin gerekliliğine- riayet edilip edilmediği hususunun araştırılmasına gerek olmadığı kanaatindedir.
50. Dolayısıyla, Sözleşme’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
III. SÖZLEŞME’NİN 14. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
51. Başvuran, siyasi düşünceleri ve Kürt kimliği sebebiyle mahkûm edildiğini savunmaktadır. Bu bağlamda Sözleşme’nin 14. maddesini ileri sürmektedir.
52. Mahkeme, bu şikâyeti başvuran tarafından sunulduğu şekliyle incelemiştir. Mahkeme, değerlendirmesine sunulan az sayıdaki unsuru dikkate aldığında ve ileri sürülen iddiaları incelemeye yetkili olduğu ölçüde, Sözleşme tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin hiçbir belirti tespit etmemektedir.
53. Dolayısıyla bu şikâyet açıkça dayanaktan yoksundur ve şikâyetin Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve 4. fıkraları uyarınca reddedilmesi gerekmektedir.
IV. SÖZLEŞME’YE EK 7 NO.LU PROTOKOL’ÜN 2. FIKRASININ İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
54. Başvuran, son olarak cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmektedir. Başvuran, Sözleşme’ye Ek 7 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin 1. paragrafını ileri sürmektedir.
55. Mahkeme, Türkiye’nin bu Protokole taraf olmadığını ve dolayısıyla söz konusu Protokol’ün hükümlerinin somut olayda uygulanamayacağını hatırlatmaktadır. Dolayısıyla bu şikâyet Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrası anlamında söz konusu hükümlerle kişi yönünden (ratione personae) uyumsuzdur ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 4. fıkrası uyarınca reddedilmesi gerekmektedir.
V. SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
56. Sözleşme’nin 41. maddesi gereğince,
" Şayet Mahkeme, işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldırabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazmin verilmesine hükmeder. "
A. Tazminat
57. Başvuran, 759 avro (EUR) değerinde maddi zarara maruz kaldığını iddia etmektedir. Başvuran, bu meblağın, kendisi tarafından ödenen para cezası ile avukatlık ücretine eşdeğer olduğunu açıklamaktadır.
58. Başvuran ayrıca, maruz kaldığını iddia ettiği manevi zarar karşılığında 20.000 EUR ödenmesini talep etmektedir.
59. Hükümet, bu taleplere itiraz etmektedir.
60. Mahkeme, avukatlık ücretine ilişkin talebin, "Masraf ve Giderler" kısmında dikkate alınması gerektiği kanaatindedir. Mahkeme, başvuranın maruz kaldığı para cezasına ilişkin olarak, bu meblağın ödendiğini kanıtlayan herhangi bir belge sunmadığını tespit etmekte ve dolayısıyla buna ilişkin talebi reddetmektedir.
61. Bununla birlikte Mahkeme maruz kaldığı manevi zarar karşılığında başvurana 3.250 EUR ödenmesi gerektiği kanaatindedir.
B. Masraf ve Giderler
62. Başvuran ayrıca, yerel mahkemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde yaptığı masraf ve giderler karşılığında 4.200 EUR talep etmektedir. Avukatı tarafından sunulan özetleyici belgeye göre, başvuranın talebi şu şekilde açıklanmıştır:
– avukatlık ücreti: 4.000 EUR,
– idari masraflar ve tercüme masrafları: 200 EUR.
63. Hükümet, talep edilen miktara itiraz etmektedir.
64. Mahkeme içtihadına göre, bir başvuranın, Mahkeme önünde yaptığı masraf ve harcamaların doğruluğunu, gerekliliğini ve oranlarının makul niteliğini ispatlaması halinde, söz konusu giderler başvurana iade edilebilmektedir. Mahkeme, somut olayda kendisine sunulan belgeleri ve içtihadını dikkate alarak, tüm masrafları için başvurana 1.000 EUR ödenmesinin makul olduğu kanısındadır ve bu meblağın başvurana ödenmesine karar vermiştir.
C. Gecikme Faizi
65. Mahkeme, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı faiz oranına üç puan eklenerek elde edilecek oranı, gecikme faizi olarak uygulamanın uygun olduğu sonucuna varmaktadır.
BU GEREKÇELERLE, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Sözleşme’nin 6. ve 10. maddelerine ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilir olduğuna ve şikâyetlerin geri kalan kısmının kabul edilemez olduğuna,

2. Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiğine,

3. Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine,

4. a) davalı Devletin, başvurana, Sözleşme’nin 44. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, kararın kesinleşeceği tarihten itibaren üç ay içerisinde, ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden davalı Devletin para birimine çevrilmek üzere, aşağıda belirtilen meblağları ödemekle yükümlü olduğuna;
i. manevi zarar karşılığında, başvuran tarafından ödenecek her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere 3.250 EUR (üç bin iki yüz elli avro),
ii. masraf ve giderler karşılığında, başvuran tarafından ödenecek her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere 1.000 EUR (bin avro),
b) bu meblağlara, söz konusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;

5. başvurunun geri kalan kısmı için adil tazmin taleplerinin reddedilmesine

karar vermiştir.
İşbu karar, Fransızca dilinde tanzim edilmiş, İçtüzüğün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkraları uyarınca, 10 Şubat 2015 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
Abel Campos András Sajó
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Başkan

İşbu kararın ekinde, Sözleşme’nin 45. maddesinin 2. fıkrası ve İçtüzüğün 74. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, Yargıç Spano’nun sunmuş olduğu ayrık görüş bulunmaktadır.
A.S.
A.C.

YARGIÇ JUGE SPANO’NUN SUNDUĞU
MUTABAKAT ŞERHİ

(Çeviridir)

Sözleşme’nin 6. ve 10. maddelerinin ihlal edildiği konusunda meslektaşlarımla tamamen aynı fikirdeyim. Sadece kararın çok büyük öneme sahip olan 47. paragrafında Mahkeme tarafından açıklandığı şekliyle Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin gerekçelerin, yetersiz olduğu kanısında olduğum için ayrık görüşümü belirtmekteyim. Benim nazarımda söz konusu paragraf aşağıdaki şekilde kaleme alınmış olmalıydı:
" 47. Mahkeme, mevcut davada, Aydın Sulh Ceza Mahkemesi’nin, eski Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin 1. fıkrasına dayanarak, başvuranı mahkûm etmiş olduğunu tespit etmektedir. Bu hükme göre, yetkili bir makam tarafından verilen bir emre ya da bir koruma tedbirine karşı riayetsizlik etmek, hapis ve para cezası ile cezalandırılmaktadır (yukarıda 18. paragraf). Bu hükümden açıkça anlaşılmaktadır ki, başvuranın mahkûmiyetinin öngörülebilirliğini davanın koşullarına göre değerlendirmek için, valilik tarafından 4 Ağustos 2003 tarihli konser organizasyonuna verilen iznin, içeriğinin dikkate alınması gerekmektedir (bk. yukarıda 6. paragraf). Hükümet bu bağlamda, Mahkeme’ye söz konusu izin belgesini sunmamıştır. Hükümet bu durumu açıklığa kavuşturmak için sadece, valiliğin organizatörlere, 2991 sayılı Kanuna riayet edilmesi şartıyla izin vermiş olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Ayrıca Hükümet, şarkıcılara, şarkılardan önce halka hitaben, alenen bir konuşma yasağı getirildiğini kanıtlamamıştır. Dolayısıyla Mahkeme, başvuranın, eski Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin 1. fıkrasının, valilik tarafından verilen izinde yorumlandığı şekliyle, eylemlerine uygulanacağını makul olarak öngöremeyeceği sonucuna varmıştır. Esasen yukarıda belirtilen kanuni düzenleme başvuranın, daha önceden izin verilmiş bir konser kapsamında şarkıcı olarak konuşma yapmasının, eski Ceza Kanunu’nun 526. maddesi anlamında bir emre riayetsizlik durumu teşkil ettiğini ve dolayısıyla cezaya maruz kalma riski oluştuğunu göz önüne alabilmesi için yeterince açık değildir. Bu sebeple Mahkeme, yerel mahkemelerin söz konusu hükmün uygulama alanını, davanın koşullarında makul olarak öngörülebileceklerin ötesinde genişlettikleri kanaatindedir (bk. mutatis mutandis, Piroğlu ve Karakaya/Türkiye, No. 36370/02 ve 37581/02, § 54, 18 Mart 2008 ve Gemici/Türkiye, No. 25471/02, § 41, 2 Aralık 2008). "

  Avukat   -   AİHM Kararları
0 0
0 yanıt   -  

Avukatlara soru sormak için